Sıtkı Şükürer

Meral Akşener İzmir'deydi

2 Ocak 2022
SİYASET her daim sıcak. Her ne kadar Cumhurbaşkanı “2023 Haziran ayından önce seçim yok” dese de, kendisi de dahil siyasi partiler ve liderleri tansiyonun düşmesine fırsat vermiyor. Tabii ki bu yoğun ortam ülke için yorucu oluyor.

 

Ama burası Ortadoğu coğrafyası. Başka türlü olamadığı için biz hep bahse konu “yüksek gerilimin” muhatabı olduk, olmaya devam ediyoruz. Esasında, parti liderlerinin ateşli söylemleri, akşamları televizyonlarda muhalif görüşlerin seslendirdiği açık oturumlar, STK’nın düzenlediği toplantılar, en azından bu yönü itibariyle demokrasimizin işlediğinin göstergesidir.
Pazartesi günü Ege Sanayici ve İşinsanları Derneği davetlisi olarak İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener İzmir’deydi. Daha öncesinde yakın geçmişte Kemal Kılıçdaroğlu konuk edilmişti. ESİAD bu neviden toplantıları hep düzenliyor. Vaktiyle başbakanken Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı da ağırlamışlardı. İş insanları ülke ekonomisinin, siyasetten soyut olmadığını iyi bilen kişilerdir. Bu sebeple ülkeyi yönetmeye aday siyasi profilleri yakından tanımak ve bir etkileşim ortamı oluşturmak isterler. Sayın Akşener İyi Parti Başkanı olarak kentimize bu seviyede bir toplantıya hiç gelmemişti.
Bu ülke çok partili siyasi hayata 1946 yılında geçti. Aradan geçen zaman içinde “Kadın Lider” profili ile çok az karşılaştık. Tansu Çiller’den sonra Akşener, bu yönü itibarıyla bu mazlum ülkeye yeni bir soluk getiriyor.
Siyaset arenasının sert iklimi, hiç şüphe yoktur ki kadın siyasetçilerin zarafetine ve yumuşatıcılığına ihtiyaç gösteriyor. Akşener ne mesajlar verdi derseniz, tabii ki kendi partisinin ve içinde bulunduğu Millet ittifakının bakış açıları ile nasıl bir Türkiye planladıklarını çok net bir üslupla iş dünyasının üyelerine aktardı. Meral hanım, muhalefet ittifakları içerisinde fedakâr bir tutum almaktan yüksünmeyen bir politikacı. “Başbakanlığa adayım” söylemi ile Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda ısrarcı olmadığını kamuoyuna göstermişti. Esasında siyasetin bir iddia işi olduğunu hiç kuşku yok, iyi bilebilecek bir lider. Türkiye gerçeklerini ve olası gelişmeleri analiz ederek siyasetin bir taktik ve strateji esasında işlendiğinin de farkında olan bir lider. Neticede, demokrasimiz ne ölçüde yeni seçenekler filizlendiriliyorsa bu durum ülke demokrasisinin yararınadır.

----
İZLENİMLER

Yazının Devamını Oku

Yaratıcı bir müdahale

26 Aralık 2021
DÖVİZ kurları “çılgın” bir tempoda yükselirken, pazartesi akşam saatlerinde hükümet sürpriz bir önlem paketi açıkladı. Devlet Türk Lirası mevduatlarda döviz kurundaki artışları garanti eden bir taahhüte girdi.

 

Bir anlamda, hem düşük faiz, hem de düşük döviz kuru uygulamasını eş zamanlı olarak hayata geçirdiğini ilan etti. İktisatta, kambiyo rejimi kısıntısı yokken, faiz ve döviz kurunun kontrolünün mümkün olamayacağı ifade edilir. “Devlet garantisi” tabii ki ciddi bir teminattır. Ancak verilen garantilerin arkasında bütçe kaynaklarının da yeterli olması icap eder. Neticede açıklanan önlemlerle döviz kurunun baskılanması hedeflenmiştir. Bu durum, ihracata yönelik, kamuoyunda “Çin modeli” diye konuşulan ekonomik modelden vazgeçildiği izlenimi doğurabilir. Hükümet; köprü, hastane, havaalanı projelerinde olduğu gibi “kur garantisi” yöntemini böylelikle yaygınlaştırmış oluyor.
Piyasaların öncelikli talebi istikrar ve öngörülebilirliktir. Güçlü döviz rezervlerimiz ve bütçe imkânlarımız olmadan bu neviden programların çok uzun süre sürdürülmesi zordur. Bu sebeple, kötü senaryoda devletin para basma mecburiyetinde kalması ve yüksek enflasyonist sürece girilmesi ihtimal dahilindedir. Diyeceğimiz; sermayesi kıt bir az gelişmiş ülke konumundaysanız, kaynaklarınızı vaktiyle yapısal dönüşümlere tahsis etmemişseniz bu neviden krizlerle sık sık karşılaşmanız beklenen bir durumdur. Bu sebeple, sihirli ve basit çözümlerle meselelerinizi çözümleyemezsiniz. Açıklanan tedbirler, bu manada yapısal sorunlarımıza çare değildir. An itibariyle yangın söndürülmüştür, temel meselelerimiz hala ortadadır.

----------

ENFLASYON NAS SAYILIR MI?

TÜRK Lirası mevduata döviz kuru garantisi verilmesi, diğer deyişle dövize karşı değer kaybının telafisi hem “Nas”, hem de “mevzuat” anlamında “faiz” addedilmiyor. Hani kriter olarak “döviz”e tanınan bu ayrıcalık, mesela neden “enflasyon”a sağlanmıyor? Türk Lirası, “Altın para” esasında olsa, enflasyondan etkilenmesi söz konusu olmaz. Ama bizim paramız, tıpkı diğer ülkeler gibi, neticede bir kağıt, garantörü de rezervleri negatif Merkez Bankası.
Dolayısıyla bu durum değişmediği müddetçe dalgalanmaya, hatta değer kaybetmeye hep yatkın. Bu sebeple devlet, faizleri enflasyon seviyesine çıkartınca, aslında bir getiri sağlanmıyor, sadece değer kaybının dengesi tutulmuş oluyor. Konu “döviz” olunca bu rasyonalite açıklanan programda işletildiğine göre, neden hala Merkez Bankası ısrarla TÜİK rakamlarını enflasyonun altında belirliyor, nominal erimiş seviyelere reel faiz muamelesi yapılıyor, anlamak güç. Faizi haram kılan “Nas”ın farklı kriterlere göre esnek yorumlanması ilahiyatçı olmayan bizim gibi sıradan insanların zihinlerini karıştırıyor.

Yazının Devamını Oku

Gemi iskeleden ayrıldı

19 Aralık 2021
BU ülkenin geçmişinde dövizin TL karşısında “sert” değer kazanması hali çok yaşanmıştır. Hafızalarda en taze olanı 1994’teki 5 Nisan kararlarıdır. Çiller hükümeti faizleri düşürmek amacıyla piyasaya TL sürmüş ve bu likidite borsa yerine dövize yönelince döviz kuru birkaç ay içinde 8 bin TL’den 42 bin TL’ye sıçramış, döviz rezervleri de 7 milyar dolardan 3 milyar dolara inmişti. Sonrasında yıllık yüzde 400 faizli bono çıkartılmak zorunda kalınmış ve döviz kuru 17-18 liralara geriletilmişti. Bu süreçte döviz borçluları bankalarla sorun yaşamış, iflaslar oluşmuştu.


Şimdilerde de döviz kurları ciddi bir sıçrama yapmış durumda. Döviz fiyatları kopup gidiyor ve TCMB’nin faiz politikasına net bir şekilde tepki veriliyor. Piyasada tüm mal ve hizmetlerin fiyatlaması bu esasa göre oluşuyor.
An itibari ile enflasyon olgusu, yüzde 50’ler seviyesinde ve nerede duracağı belirsiz. Hükümet mevcut programda ısrarını devam ettirirse, dövizin yeni oluşan değeri mal ve hizmet fiyatlarına “kalıcı” olarak yansıyacaktır. Zira bahse konu seviye yeni “denge” kabul edilecektir. Belirli ve makul bir zaman aralığı geçildiğinde, hani mali otorite faizleri yükseltilse dahi, TL cinsinden oluşmuş mal ve hizmet fiyatlarının geri gelmesi mümkün olmayacaktır. Bu sebeple döviz, ulaştığı her seviyede soluklanmakta ve sonrasına dair bir “asgari baz” haline gelmektedir.
Diyeceğimiz; eski rakamlara dair “gemi iskeleden açılmış” gözüküyor. Artık gerilemesi kolay olmayan Dolar’ımız 16’lar, Euro’muz 18’ler mertebelerindedir. Tasarruflarını TL cinsinden muhafaza edenler, enflasyonu yansıtma imkânı olmayan kesimler ve tabii ki sabit gelirliler bu gelişmelerin maalesef mağdurları olmuşlardır.

 

TİCARET TEHLİKELİ HALE GELİYOR

DÖVİZ kurunun ve enflasyonun hızlandığı dönemlerde stok devir hızını artırmanız batmanıza sebep olabilir. Bu süreçler özvarlığın tahribatına, fiktif gelirler üzerinden vergiler ödenmesine ve aynı hacimdeki ticarette işletme sermayesi ihtiyacının artmasına, finansman maliyetlerinin yükselmesine sebep olur. Bu yüzden ticarete ara vermeniz ya da “topa basıp” ticareti yavaşlatmanız bile gerekebilir. Bunun adı “stokçuluk” değil, “batmamak” adına tedbirli olmaktır.

Yazının Devamını Oku

İstişare zamanı

12 Aralık 2021
Yüksek enflasyonlu ülke, unutmaya yüz tuttuğumuz bir öyküydü.

 Tüm 80’li, 90’lı yıllar boyunca yüzde 80’lerin biraz altı, biraz üstü, hep böylesi bir süreç içerisinde yaşadık. Turgut Özal öncesinde ilaveten vergi oranları hayli yüksekti. Kurumlar Vergisi oranı, SSDF kesintisi ile birlikte yüzde 49,22 idi. Kar dağıtımında ayrıca vergiler ödenirdi. Enflasyon birçok iş kolunda vergisini düzgün ödeyenler için özvarlığın erimesi anlamındadır. Dönemin ünlü denetim şirketi Arthur Andersen’in Türkiye yetkilisi bir makalesi ile bahse konu vergileri ödeyen şirketlerin 5 yıl içinde özvarlığını kaybedeceği tespitini yapmıştı.
Yüksek enflasyon dönemlerinde ticarette Türk Lirası üzerinden ve olabildiği ölçüde uzun vadeli borçlanmaları önerilir. Bağlı olarak satışlarının kısa vadeli olması iyidir. Böylesi dönemlerde enflasyon ve dolarizasyon birbirini besleyerek artar. Enflasyon tabii ki esas sıkıntısını geniş halk kitlelerine yaşatır. Özellikle sabit gelirliler hayat pahalandıkça geçim baskısından bunalır ve tüketim kalıplarını düşürmek zorunda kalırlar. Şimdilerde reel enflasyonun resmi verilerin üstünde olduğu biliniyor. Asgari ücretin 2820 TL (net) olduğu 2021 yılında insanlar açlık sınırının altında çalışma durumunda kaldılar. Yeni asgari ücretin 4000 TL mertebelerine gelmesi ancak geçmişte oluşmuş tahribatı bir nebze giderir. Oysa bu ücret 2022 yılı boyunca geçerli kalacaktır.
Gelişmeler önümüzdeki yılın enflasyon seviyesi yönünden zor geçeceğini göstermektedir. Enflasyonda ipin ucunun kaçma ihtimali, vurguladığımız gibi fiyat artışlarını yansıtamayan iş kollarını da etkiler. Böylesi süreçlerde milli paranın “değişim” ve “tasarruf aracı” fonksiyonları zaafa uğrar. Ülkede fiyatlamalar büyük ölçüde “döviz” üzerinden yapılmaya başlanır. Milli paranın hızla değer kaybı, satılanı tekrar yerine koyabilme imkânlarını sınırladığından, stokçuluk, karaborsa ve istifçilik artar. Hayatın her alanında ahlak erozyonu gözlenmeye başlanır. İlk planda “ödeme namusu” kriteri zaafa uğrar. Çalma, çırpma, yolsuzluk, rüşvet hatta fuhuş eğilimleri, kendine haklı gerekçeler üreterek yaygınlaşır. Hele, eskisi gibi küçük bir ekonomi olunmadığı için ekonomik ve siyasi istikrarsızlıklarınız dış dünyada da olumsuzluklara yol açar.
Özetle, doğal ritim bozulursa peşi sıra pek çok olumsuzluklar yaşanabilir.
Bu ülkenin Anayasa’sında yer alan “Ekonomik ve Sosyal Konsey” böylesi durumlar için vardır. Siyasi otoritenin bu konseyi toplayarak istişare ortamını tesis etmesini bu anlamıyla elzem gördüğümüzü ifade etmek istiyoruz.

--------------------

YENİ EKONOMİK MODELİMİZ

EKONOMİ yönetimi “düşük faiz” den hareketle bir ekonomik programı uygulamaya koydu. Bağlı olarak, “TL” yabancı paralara karşı değer kaybetti ve enflasyon kontrolden çıkma eğilimleri göstermeye başladı. Siyasi otoritenin bu programa ilişkin oyun planı kısaca şöyle;

Yazının Devamını Oku

İzmir 35, Trabzon 61

5 Aralık 2021
HAYATIN her alanında “sadeleşmek”, diğer anlatımla “tektipleşmek” renklerin kaybolması sonucunu doğuruyor. Oysa “demokrasi” gücünü çeşitlilikten alır. Çok eskilere gidildiğinde, çok tanrılı dinler bir “çokseslilik” vesilesiydi.


Her şehirin her konuya ilişkin kendi görüşü ve ritüeli olan insan yapısı somut tanrıları vardır. Tek tanrılı dinler bu özgürlüğe “dur” demiştir. Semavi dinlerin tanrısı; soyut, öncesiz ve sonrasız, her şeyin sebebi bir sıfatsız, mutlak bir güçtü. Monarklar onun “yeryüzündeki gölgesiydi, bu sebeple” onların da hikmetlerinden sual sorulamazdı.
Renkleri kaybolmuş toplumların idaresi kolaylaşır. Bu toprakların insanlarının kaderi hep bir üstün iradeye biat şeklinde tecelli etmiştir. Cumhuriyet dönemi de, esasında bir tektipleşme sürecidir. Osmanlı çok kültürlü imparatorluktu. Padişah despottu, ama geniş topraklarda ekonomik ve sosyal hayata doğrudan bir müdahalesi yoktu.
Cumhuriyet bir ulus-devlet projesi olduğu için, bir anlamda her şey “sil baştan” tasarlandı. Bu çerçevede; etnik aidiyetleri unutturulmaya, geçmişe ait izler (dil, inanç, kültür, tarihi yapı...) yok edilmeye çalışıldı. Maalesef, bu biçimleme çabasının büyük ölçüde karşılığı alındı. Adeta resmi tarih yeniden yazıldı. Yerleşim yerlerinin bile isimleri eksiksiz değiştirildi. Hal böyle olunca, insanların yaşadıkları yerlere aidiyetleri, mecburen “mesnetsiz” referanslar üzerinden ifade edilir oldu.
İzmirlilerin gurbette “35” diye çağırılmaları, Karşıyakalıların ilçe girişine astıkları 35,5 tabelası ile bula bula bürokratik taşıt plakasına sığınmaları, Trabzonluların; Pontus, Laz, Ermeni, Hemşin... geçmişleri hiç yaşanmamış gibi “61” deyince futbol maçlarında tezahürata başlamaları tek kelimeyle “acı bir ironidir”. Toplumlar mahkûm edildikleri “siyah-beyaz” ikileminde giderek katılaşırlar. Denilebilir ki, “şaraptan bozma sirke keskin olur” özdeyişine paralel, bir müddet sonra “meraksız hallerini” dert etmezler, “giydirilmiş elbise”yi benimserler.
Bakınız, bu yargı konusunda hiç emin olmayalım. Bu toplum “gerçek demokrasi” ile henüz tanışmadı. Ama 21. yüzyıldayız, yaşadığımız çağ bize özgürlüklerin önemini ve vazgeçilmezliğini hissettiriyor. Pek çok emare gösteriyor ki insanlarımız, “biz neydik, neler yaşanmıştı” demeye başladılar. Gastronomide; Ermeni mutfağı, Boşnak böreği, Sefarad tatları daha bir sık gündeme gelir oldu. Bastırılmış etnisiteler, dinler, mezheplerin yanısıra “LGBT-İ”ler dahi, üstelik gökkuşağının renkleriyle kimliklerini savunmaya başladılar. Akademik namusa sahip yazar ve tarihçiler daha bir ilgiyle okunur oldu. Bu gelişmeler olumludur. Devletin insanları geçmişleriyle barıştırması bu coğrafyaya zenginlik katar. Bu anlamıyla demokrasinin sihirli iksirine her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.

Yazının Devamını Oku

Konak Pier

28 Kasım 2021
İZMİR’in en albenili, kıymetli gayrimenkulü hangisidir, diye sorulsa, yanıtımız “Konak Pier” olur.

Denize doğru uzanan, Pasaport İskelesi ile birlikte başka bir yer yoktur iç körfezde. Yıllar önce, hani “hoyratlığın zirvesi” anlamında, özensiz bir şekilde “balık hali” olarak kullanılıyordu. Sonraları ihale ile özel sektör yatırımcılarına devredildi. Uzun yıllar boyunca “eksik randımanlı” bir alışveriş merkezi olarak kent sakinlerinin istifadesine sunuldu. Medyada sürekli hukuki çekişme haberini duyardık. Keşke bu tarihi değeri daha efektif olarak nasıl kent envanterine dahil edebiliriz, diye İzmir bileşenleri projeler oluştursalar.
Mevcut işletici firma da haklarının kullandırılmadığı gerekçesi ile uzatmak istiyor. Bu kıymetli mülkün Paris şehrindeki meşhur Eyfel kulesinin mimarı tarafından çizildiği söylenmektedir. 1867 yılında Gümrük Binası olarak kullanılmak üzere inşa edilmiştir. 1960 yılından 1995 yılına kadar Balık Hali olarak kullanılmıştır. Bu yerin tarihsel hassasiyetine göre korunup korunmadığı hep tartışma konusu olmuştur.
Ama hali hazır durumunda bile bir “muhteşem yapıdır” ve kent mimarisinin en gözde eserlerinden biridir. Hep söylenen bu güzide yerin bir “park yeri” problemi olduğudur. Hani bugünün teknolojisinde otopark sıkıntıları, denizin altı da dahil, çözülemeyecek meseleler değildir.
Konak Pier için bizim gönlümüzden geçen, yoğun aktivitelerle beslenen bir “kültür merkezi” olarak hizmet vermesidir.
Konak Pier’in denize doğru az açığında Pasaport iskelesine kadar uzanan diğer tarihi yapı “Mendirek”dir. Mendirek, ayrıca değerlendirilebilecek müthiş bir görseli olan bir diğer imkândır. Bu yerde butik bir “marina” yapılabileceği gibi, ışıklandırılarak fıskiyeli su gösterileri ile Las Vegas, Bellagio otel benzeri, kent simgesi olabilecek düzenlemeler planlanabilir. Yine üzerinde Cumhuriyet ve Demokrasi Anıtı yapılarak bir mimari şaheser oluşturabilir.
Diyeceğimiz, kentimiz için Konak Pier çok özel bir mücevher. Bu sebeple, iyi düşünmeli, tartışmalı ve aradığımız kent simgesini yaratma anlamında herkesin içine sinen bir sonuç elde etmeliyiz.

-----------------

OTOPARK PROBLEMİ

Yazının Devamını Oku

Karavan turizmi

21 Kasım 2021
TURİZMİN muhtelif türleri var. Ancak bilinen bir eğilim, insanların giderek doğal yaşamla iç içe olma talebi artıyor.

 

Yanısıra, tatile ayırdıkları zaman içinde mümkün olduğu ölçüde tek bir yere bağlanmak istemiyorlar. Dolayısıyla “Karavan Turizmi” bir anda çok önemli bir turizm türü olarak karşımıza çıkıyor. Bugün dünyada karavanla yapılan seyahatler ilgili ülkelere müthiş bir katma değer bırakabiliyor. Örneğin Prag, Paris, Roma, Berlin gibi şehir merkezlerinde yaygın olarak tahsis edilen alanlarda 1 gecelik konaklama fiyatları bir çocuklu bir aile için 20 ile 45 Euro arasında değişiyor. Türkiye bu konuda kısmi bir mesafe almış durumda. “Türkiye Kamp ve Karavan Derneği”nin “Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansı”yla hazırladıkları raporda ne yapılması gerektiği kapsamlı olarak belirtiliyor.
Sözü İzmir’e getirmek istiyoruz. Kent yönetimi bu konuya özel bir önem vermeye başladı. İl sınırları içinde muhteşem ormanlık alanlarımız var. Tabii ki gerekli tedbirler ve altyapı sağlanarak, zaten üst seviyede bilinçli bir turist profili olan “Karavancı”lara bu imkânlar sağlanmalıdır. Kozak yaylasından İzmir Kent Ormanı’na bu kenti karavan turizmi merkezi haline getirmek kentimiz için harika bir gelişme olacaktır.

 

ŞEHİR DEVLET ZAMANLARI GELİYOR

DEVLET; insanların huzur ve esenliğini temin ve mülkiyet haklarını korumak için oluşturulmuş bir organizasyon. Devletin vergi alması, kural koyması, cezalandırma yetkisine sahip oluşu, kaynağını hep bu ihtiyaçtan alır. Diğer değişle devlet; teorik planda sınırları içindeki insanlara servis verme amaçlı oluşturulmuş bir yapıdır. Fiiliyatta devletin soyut varlığı, bahse konu yetkilerin deformasyonuna yol açmış ve bürokratik yapı zamanla mutlak güç haline gelmiştir. Öyle olunca da bu güç etki alanını artırmak için hep “genişlemeci” olmuştur. Oysa, yetkiyi veren insanlara sorsanız, nispeten kontrol edebilecekleri “Şehir Devlet” modelini tercih ederler.
Eski Yunan’da bu model işlemiş, ancak sürdürülebilir olamamıştır. Sonraki süreçler “İmparatorluklar” dönemidir. Hesapta, uçsuz bucaksız ülkelerde yaşayanların “can, mal, ırz” güvenliği imparatorlardan sorulmuştur. 19. yüzyılla birlikte, sosyoekonomik gerekçelerle imparatorluklar, “ulus-devlet” ölçeğine doğru evrilmiştir. Bunun anlamı, tebaadan vatandaşa dönüşen insanların birbirleriyle mesafelerinin azalmasıdır. Peki, ulus-devlet ideal ölçü müdür? Hiç şüphesiz, devlet ne ölçüde küçültülebiliyorsa “doğrudan demokrasi” anlamında “ideale” o ölçüde yaklaşılır. Ancak ulus devletlerde de merkeziyetçi yapı kırılamamıştır. Bu sebeple ABD, İspanya, Britanya, Belçika, İtalya ve daha pek çok ülke insanları; ekonomik, etnik ve sair gerekçelerle bölünmek istemektedir.

Yazının Devamını Oku

Cumhuriyet ve demokrasi anıtı

14 Kasım 2021
İZMİR, Osmanlı’nın Kent’in imarı anlamında, elini pek uzatmadığı bir yerdi.

 

Tabii ki, bir payitaht olan İstanbul gibi olması beklenemezdi. Ama civar şehirler olan Manisa, Bursa, Edirne’ye göre de bu anlamda kalıcı eser katkısı çok sınırlıdır. Bu sebeple kentimize dair simge yapı “nöbeti” hep “Saat Kulesi”ne tutturulur.
Hani Kemeraltı bölgesinde birkaç ibadethane, Konak Pier, Pasaport İskelesi, Buca ve Bornova’da az sayıda Levanten köşkleri dışında tarihi kimliğimizi parlatacağımız yerler maalesef yok denecek kadar azdır. Kaldı ki bahse konu binalar ne bir Süleymaniye Camii, ne de bir dev katedral boyutunda olmadığından “simge” niteliği için yeterli değillerdir. Hiç şüphesiz eski çağlardan kalan Kadifekale ve Agora akla gelebilir. Ancak kentin vitrininde yer alan, ilk gelenin anında gördüğü, etkilendiği, İzmir denilince eş anlamlı zihinlerde canlanan bir sembol anıtın eksikliği artık bariz şekilde hissediliyor. Cumhuriyet tarihi boyunca da İzmir’imizde bu manada bir özel görsel eser maalesef oluşturulmamıştır. Diyeceğimiz; hiç olmazsa Cumhuriyet’in 100. yılına yetişecek şekilde, demokratik imgelerle beslenen bir İzmir sembolü bu kente çok yakışacaktır.

 

KADEHİMDEKİ ŞİİRLER

BU hafta duygu dünyamıza değerli gazeteci Adnan Sökmen’in yeni yayınlanan şiir kitabı ipotek koydu. Sevgili Sökmen sevilen ve sayılan bir meslek mensubudur. Yanısıra bir başka kalitesine de “Kadehimdeki Şiirler, Tutku İle Yaşamak” adıyla çıkardığı şiir kitabında tanık oluyoruz. “Kadehimdeki Şiirler” bir mahalle kültürü. Sınırlı ekonomik imkanların çerçevelediği bir yaşamda; hayal kırıklıkları, sevinçler, mutluluklar, sıcak dostluklar, aşklar, hüzünler... Ama her koşulda her türlü zorluğa karşı dik duruşunu koruyan insanlar anlatılıyor. Değerli şairimiz Atilla İlhan ve Ümit Yaşar Oğuzcan’dan esintiler taşıyan sürükleyici ve keyifli bir üsluba sahip. Samimi dizeleri ile buram buram yaşanmışlıklar üzerinden sosyolojik bir dünyanın betimlendiği bu şiir kitabından edinmek isteyenler ’e mailinden ulaşabilirler.
(Mail: adnan22sokmen.as@gmail.com) - What’sApp 0535 480 5035

Yazının Devamını Oku