Bir yetişkin ve bir çocuk karşılaşmasının en klasik sorusudur “Büyüyünce ne olmak istiyorsun?” Cevaplara bakılırsa Türkiye’deki tablo biraz kötüleşiyor. Evet gen mühendisi olmak isteyenle ya da çağlar öncesinde yaşamış hayvanlarla ilgili çalışmak isteyenle karşılaşıyorum ama onlar istisna... Gelin olmak isteyen kızlar yeniden yükselişte mesela. Erkeklerin hayallerini popstar ya da futbolcu olmak süslüyor. Peki, bu gidişe bir dur demek için ne yapmak gerek?
Kitap okumaya 6 aylıkken başlamak büyük bir avantaj. Yaş grubuna uygun ve çeşitli kitaplar seçmek, bu konu üzerinde titizlenmek şart.
Sonra onlara müze gezdirmeliyiz. “Hap kadar çocuk ne anlar” demeden o sergi benim bu sergi senin dolaştırmalıyız. Kırıntı da olsa alacağı, kapacağı bir şeyler mutlaka çıkacaktır. Sonra film... Çocuk çizgi film izler diye bir zorunluluk yok... İyi bir şekilde rehberlik ederseniz çizgi olmayan filmleri de izleyebilir ve çok şey öğrenebilirler.
Lafı fazla uzatmadan iki somut önerim olacak.
2011’in Dünya Kimya Yılı olduğunu biliyor muydunuz? Neden mi? Çünkü Marie Sklodowska Curie’nin radyum ve polonyum elementlerini keşfinin 100. yıldönümüne denk geliyordu. Kimya şirketi BASF da fırsat bu fırsat diyerek, dünyada birçok ülkede uygulanmakta olan Kids’ Lab projesini Türkiye’ye getirdi.
İSTANBUL MODERN’DE
Kids’ Lab projesi, 6-12 yaş grubundaki çocuklara, hayatın içinden deneylerle kimyayı sevdirmeyi, çocukların kimyayı güvenli yollarla daha yakından tanımasını; görerek, dokunarak deneyimleme-sini amaçlıyor. Çocuklar; özel eğitmenler liderliğinde, zararsız maddelerle interaktif deneyler yapıyor ve deney sonrasında onlara BASF tarafından eğitici hediyeler veriliyor.
Bundan tam dokuz sene önce Hürriyet’e geldiğim ilk gün oturdum karşısına. Bir daha da çıkamadım çekim alanından. Şermin. Siz onu Terzi soyadıyla tanırsınız. İsminin anlamı utangaç olmasına rağmen tanıdığım en utanmaz insandır. Bu yüzden iyi gazetecidir. Sormaktan çekineceği soru, girmekten tırsacağı delik yoktur. Merakının sonu da, çılgınlığının sınırı da kestirilemez haliyle...
Nev-i şahsına münhasırların sultanıdır. Trabzonludur, pek tabii ki sıyrıktır.
Dokuz sene önce 3 yaşında bir çocuktu kızı Nisan. Şimdi 12 yaşında bir genç kız. Gözümün önünde büyüttü, olgunlaştırdı, kendi gibi enteresanlaştırdı yavrusunu. Nisan, “Atatürk’le sevişmek istiyorum” dediğinde yaşadığı paniği de paylaştım, veli toplantısından çıkıp geldiği zaman yaşadığı gurura da tanık oldum. Sonra sonra alıştık, öğretmenlerin Nisan için “sınıfın en farklı öğrenci, bambaşka” demelerine...
Niso, ışık hızıyla büyüdüğü için erken ergenlik kelimesini ilk Şermin’den duydum ben. Annelikle arkadaşlık arasındaki o önemli dengenin nasıl tutturulacağını; ne zaman mutlaka anne gibi ne zaman arkadaş gibi davranılacağını ondan öğrendim.
13. CUMA
Ocak’ın 13’üne denk gelen o lanet cuma gününde öğrendi bir gözünün yüzde 90 görme kaybı yaşadığını. Cumartesi emar, pazartesi sonuç: Kafasında, göz sinirlerine baskı yapan, ceviz büyüklüğünde bir kitle... Ne yaptık? Sonucu bize telefonda okur okumaz yanında bittik. İki saat sonrası için bir beyin cerrahından randevu alınmıştı bile.
Oturduk bir rakı masasına, iki saatin geçmesini, iki kadeh parlatarak bekledik. Yemin ediyorum güle oynaya! “Ben bunu da atlatacağım, göreceksiniz” diye de kafa tutuyordu. O kadar keyfi yerindeydi ki aksini aklımıza getirmemizi bile mümkün kılmıyordu.
“Mickey Mouse ve arkadaşlarının gösterisi gelmiş, tüm dünyada izlenme rekorları kırmış, müzik harika, koreografi göz alıcı, kahkaha gırla” dediler gittik. Ama her şeyden önce Mickey, Minnie, Donald Duck ve Goofy’yi görmek için tabii...
‘Disney Live Mickey’in Çılgın Yolculuğu’ gösterisi Ergo sponsorluğunda Türkiye’ye geldi. 19 Ocak’ta Ora Arena’da başladı. 5 Şubat’a kadar devam edecek.
Ora Arena kapalı bir stadyum gibi, nefis bir gösteri merkezi ama biraz cereyanlı. Çocuğunun kuranderde kalmaması için kapıların altına havlu kıvırıp koyan evhamlı annelerdenseniz aman ha her hava sıcaklığına uyacak şekilde kat kat giydirin. Lahana gibi!
Gösteri gerçekten de söyledikleri gibi canlı çizgi film tadında. Rengarenk karakterler habire atlayıp zıpladıklarından olsa gerek, genellikle sert ve şiddetli esen bizim Rüzgar, hafif bir meltem kıvamındaydı. Gözlerini bir dakika bile sahneden ayıramadı. Bir tek Tiger’ın “Hadi herkes ayağa kalksın ve benimle birlikte zıplasın” sözlerini dinleyip kalktı ve zıpladı. Ha bir de sahneyi göremediği anlarda önümüzdeki kadının saçlarını çekti.
İlk bölüm 40 dakika. Sonra bir 20 dakika ara veriyorlar ikinci perde 30 dakika. Ben ilk yarıda eve döneceğimizi düşünüyordum ama Rüzgar kesinlikle karşı çıktı. Neymiş bakıcısının selamını Mickey’ye söylemeyi unutmuş: “Tekrar gelsinler, selam söyleyeceğim” diye tutturdu. Biz de kaldık.
İyi ki de kaldık. Yoksa Sinderella’nın elbisesinin sihirli değnekle değiştiği sahneyi kaçırdığıma kendi adıma çok üzülürdüm valla. O nasıl oldu hala anlayabilmiş değilim. Üç saniyede elbisesi tamamen değişti. Işık oyunu desen, değil. İkinci tuvaletin yırtmaç detayı, kollarındaki volanlar birinciden tamamen farklıydı. Valla bırakın çocukları biz büyüklerin bile ağzı açık kaldı. Çağla’nın kulağıma eğilip “Çabuk söyle, o çiçek nasıl iki saniyede kafasına kondu” diye soruşunu hayatım boyunca unutmayacağım herhalde.
Final de muhteşemdi. Bütün çocuklar ayağa kalktı, Donald amca sonunda konfetileri patlattı ve hep birlikte dans ettik. Çıkıp arabaya bindiğimizde Rüzgar’ın ilk sorusu ne oldu peki? “Anne Mickey’nin pipisi vaa mı?”. Anneannesi ve babaannesi gülme krizine girdi. Ben hiç nereden çıktı diye sorgulamadan “Evet var oğlum” dedim. O zaman Mickey erkek dedi. Son günlerde kim erkek kim kadın okulda da üzerine düştükleri bir konu. Bir de hiç istemesem de erkek olanı kendinden sayma duygusu pekişiyor. Mickey’i de sevdiği ve erkek çıkmasını istediği için ilk sorusu bu oldu. Erkek olduğunu öğrenince de pek rahatladı. Yol boyu etrafımızdaki diğer erkekleri saya saya eve ulaştık: “Baba erkek, dede erkek, dayı erkek, Kubilay erkek....”
M&S Minik Sahne açılıyor
Kitapları anne ve babalara, özellikle bebeklerinin büyümesi, düzgün gelişmesi, beslenmesi ve düzenli uyuması gibi konularda nitelikli bilgi ve ipuçları sunuyor. Sanki üst komşunuzun içtenliğiyle bir bir açıklıyor. Tabii ki kafadan atmıyor. Her kitapta en aç üz uzmanla birlikte çalışıyor. Hatta bazıları tıp fakültelerinde kaynak kitap olarak kullanılıyor. Kendini doktor yerine koyduğunu zannetmeyin. ‘Ben anneyim’ vurgusunu özellikle yapıyor: “Tek bir sırrım var. O da annelerle empati kurmak.”
Bu kitapları yazmaya nasıl karar verdiğini şöyle anlatıyor: “Bütün iş hamile kalmamla başladı. Kitapçılardaki kaynaklar endişelerimi ortadan kaldırmak yerine beni daha çok korkuttu. Nasıl bu endişeleri ortadan kaldırırım ve benim gibi annelere, eşim gibi babalara rahat uyku uyuturum diye düşündüm. İlk bebeğim Ema’nın doğumuna gitmeden iki saat önce kitabın önerisini yayınevine sunmuş oldum.”
İlk kitabın ilk versiyonu tam 25 yıl önce yazıldı. Başka kitaplar da yazdı ama ilk kitaplarını da sürekli güncelledi. Bu yüzden de hiç gündemden düşmedi. Time Dergisi’nin 2011’in En Etkili 100 ismi arasında gösterildi: “Bir anneye dokunarak bir bebeğin yaşantısına, bir bebeğe dokunarak da geleceğe dokunuyorum adeta. Bu yüzden yaptığım işi çok seviyorum ve onur duyuyorum. Sarılmaya, dokunmaya bayılıyorum. Kitaplarım, Facebook ve Twitter aracılığıyla onları her gün kucaklıyorum. Bangladeş’ten Mısır’a dünyanın her yerinde annelik ortak. Annelik dediğimiz şey, kadınların kız kardeşliğidir.”
UZMANINDAN TÜYOLAR
* SAĞLIKLI HAMİLELİK: Sık sık ve az az yemek çok önemli. Karbonhidrat protein dengesini gözeterek sağlıklı yemenizde büyük fayda var. Taze meyve, sebze ve lifli gıdalar sindirimi kolaylaştırılır. Kalsiyum ve protein içeriği açısından sizin ülkenizde altın değerinde bir besin yoğurt. Egzersizi de ihmal etmeyin.
* BEBEĞİNİZİN İYİ UYUMASI: Asla yatağınıza almayın. En az dört, en fazla altı ay olana kadar sizin yatağınızın yanındaki beşikte uyuyabilir. Ama altı ay olduktan sonra kendi odasında ve kendi yatağında sallanmadan kendi kendine uykuya dalmalı. İyi bir uyku rutini oluşturmak için, uykuya hazırlık rutini geliştirilmeli.
* KALİTELİ ZAMAN: İşe gitmeyen anneler evde çalışıyor ve çocuğuyla kaliteli zaman geçiremediği için strese giriyor. Sürekli onunla oynamanız gerektiği fikrini aklınızdan çıkarın. İşlerinizi yaparken çocuğunuzu bu sürece dahil edebilirsiniz. Biz performans sporcusu değiliz. Elimizden gelenin en iyisini yapabildiğimize emin olmalıyız.
34 yıldır evli, 36 yıldır birlikte bir anne babanın çocuğuyum ben. Ama onlar dışında sülalemde evli kalmayı başarmış bir Allah’ın kulu yok. Kuzenler, kuzen çocukları, amcalar, halalar, teyzeler bir türlü dikiş tutturamadı. Ki bence bu çağda annemle babamın hikayesi değil, onlarınki normal! Neyse tahmin edeceğiniz üzere lafı kendime getireceğim. Ben de, biz de beceremedik. Altı aylık ayrılığımızı iki-üç hafta önce resmi bir şekilde tescilledik. Boşandık.
Ve yine tahmin edeceğiniz üzere konuyu Rüzgar’a getireceğim. Çünkü bu köşenin anlam ve ehemmiyeti o.
Rüzgar bu durumdan nasıl etkilendi, etkileniyor mu ya da etkilenecek mi? Babası da ben de bu konuya fena halde taktık. Ne kadar titizlendiğimizi ve saçmalamada ne derece çığır atladığımızı anlatmak için şöyle bir örnek vereceğim: İlk gittiğimiz psikiyatra “Acaba taşınacağımız iki evi de tıpatıp aynı mı dekore etmeliyiz, yani koltuklar, halılar falan aynı mı olmalı” diye sormuştuk. Maksat çocuk yabancılık çekmesin. Uzmanın gözleri öyle bir büyümüş ve o kadar büyük bir şiddetle hayır demişti ki, aklımız başımıza gelmişti! Merak edenler için doktorun cevabını da yazayım: “Hayır tam tersi. Çocuğun annenin ve babanın evi ayrımına tam varabilmesi için evlerin mümkünse semtlerinin de farklı olması gerekir.”
Seans boyunca buna benzer bir-iki anlamsız soru daha sorunca bizi şöyle rahatlatmıştı: “Bu aşamada bana gelip çocuğunuz için öneriler aldığınıza göre onu çok ama çok seviyorsunuz. Zaten bu işte olması gereken tek şey sevgidir. İkiniz de ayrı ayrı oğlunuza sevginizi gösterirseniz, ki sizin gibi insanların aksini yapacağını düşünmüyorum, hata yapma olasılığınız az.”
SORUP RAHATLIYORUM
Buna rağmen ayrı ayrı ya da birlikte onlarca uzmana danıştık. Bunda tabii benim televizyonda her gün bir pedagog, uzman klinik psikolog, psikiyatr ya da çocuk gelişim uzmanı ağırlamamın payı da büyük. Reklam aralarında hocaları esir alıyorum. Soruyorum, soruyorum rahatlıyorum. Hatta geçen hafta reklam arasına gerek kalmadı. Çünkü bölümün ana konusu boşanmanın etkileriydi. Klinik psikolog lafa şöyle başladı: “Boşanmadan çocuğun olumsuz etkilenmemesi için her şeyden önce çiftlerin bu durumla yüzleşmesi gerekir. Boşanmış ama boşandığını kabul etmeyen, geriye dönük umut besleyen, herhangi bir nedenle bunu açıklamayan, açıklasa da durumu içinde çözümleyemeyen çiftlerin çocukları maalesef bu süreçten kötü etkileniyorlar.”
Neymiş?
10 yaşına gelene kadar, büyüyünce ne olacaksın sorusunu “Anne olacağım” diye cevaplayan biri Gülüm İmrat. Daha sonra da büyümekten vazgeçmiş. Yıllarını bakın nasıl geçirmiş: “Felsefe, tiyatro, mimarlık, dağcılık, ilkyardım, eğitmenlik ana dalları altında aklınıza gelmeyen onlarca okul ve iş tecrübesi, yurtdışı çılgınlıkları, kararsızlıklar, bilmeye açlık, her şeyi görüp yaşayarak öğrenme takıntısı, kendini ararken insanları gözlemleme dürtüsü, ‘Birileri yapabiliyorsa ben neden yapamayayım ki’ cesareti, doğuştan gelen ‘Sadece âşık olduğum işi yaparım’ saplantısı ve fotoğraf, fotoğraf, fotoğraf...”
Doğum ve çocuk fotoğrafları çekmeye kan görebildiği için başlamış: “Bir fotoğrafçının yanında asistan olarak çalışıyordum. Benim daha önce ameliyatlara girdiğimi ve bebekleri çok sevdiğimi bildiği için de, ‘Ben kan görmeye dayanamam, bir doğum işi geldi, sen çekiyorsun’ dedi. Bu konuda hiçbir tecrübem yoktu ama kendime bir sürü sorular sordum. ‘Neden buradasın?’, ‘Senin bir bebeğin olsa ne hissederdin?’, ‘Fotoğrafını çekeceğin insanlar hangi duygulara sahip olacak?’, ‘O anı sadece dışarıdan seyredebilmek, nasıl bir şey?’... İşte o an zaman durdu. Akışına bırak Gülüm, sadece hisset ve bak, parmakların doğru yerde dokunacaktır dedi içimdeki ses. Ve başladım...
TESADÜFLERE İNANIYOR
Vee iki sene oldu. İki senedir harıl harıl bebek ve çocuk fotoğrafları çekiyor. Rakiplerinden belirgin bir farkı var. O yüzden dikkatimi çekti. Gülüm İmrat her fotoğrafını moda fotoğrafı çeker gibi kurguluyor. Bir styling yapıyor. Anne-kız fotoğrafı mı çekecek ikisine de önlükler giydiriyor, aşçı şapkaları takıyor, unlara buluyor, kek yaptırıyor. Aksesuvara, kıyafete, arka fona çok önem veriyor. ‘Çocuklar nasıl olsa güzel, iyi bir ışık işimizi görür’le asla yetinmiyor.
Bugüne kadar ünü kulaktan kulağa yayılıyordu. Müşterileri hep öneriyle onu buluyordu. “Peki bundan sonra nasıl olacak” diyorum. Cevabının içinde bir mesaj gönderiyor: “Hiçbir şey tesadüf değil! Ben fotoğraf çekmeye, nasıl çektiğimi ve farklı olduğumu hissedebilen son kişiye kadar devam edeceğim. Belki bir gün sizinle de yollarımız kesişir, aynen şu an bu yazıyı okumanızın bir tesadüf olmaması gibi...”
www.gulumimrat.com
Yıl sonu raporu
Annelikle ilgili blog yazan iki blogger’ın Blogcuanne Elif Doğan ve Çalışan Gebe Simge Alhan’ın hazırladığı Emzirme Reformunun ne kadar ilerlediği malum. Ciddi bir ivme kazandı. 16 aydır düzenlediği etkinlikleriyle, yetiştirdiği gönüllü emzirme rehberleriyle, internet üzerinden yaptığı bilgi ve tecrübe paylaşımlarıyla anne sütü ve emzirme denilince akla gelen ilk oluşum olmayı başardı.
Emzirme Reformu gönüllüleri bu süreçte şunu fark etti. Emzirme konusu annelerin toplumsal hayatta yaşadıkları sorunların sadece bir kısmını oluşturuyor. Emzirme dönemi bittikten sonra da sıkıntılar azalmıyor; nitekim birçok çalışan anne hasta olan çocuğuna bakmak için işe gelemediği zamanlarda sorun yaşıyor. Çocuk mu kariyer mi çatışması hiç bitmiyor, kadın çoğu zaman bir tercih yapmak durumunda bırakılıyor...
Sonra doğum konusu da var. Özel hastanelerdeki sezaryen oranlarının yüzde 80’i bulduğu günümüz Türkiye’sinde birçok kadın doğumla ilgili tercihlerini istediği yönde kullanamıyor. Doğuma hazırlık konusunda yeterince bilgilendi-rilmiyor; doğum sonrası dönemeyse hazırlıksız giriyor.
Blogcu anne tüm bu bilgileri veriyor ve ekliyor: “Emzirme Reformu’nu ortaya çıkardığımız günden bu yana edindiğimiz bilgi ve tecrübeler ışığında, sağlıklı nesiller yetiştirmenin yolunun mutlu annelerden geçtiğini, bunun için de ‘Anne Dostu Toplum’a erişmemiz gerektiğini fark ettik. Bu sebeple Emzirme Reformu gönüllüleri olarak hareketimizi bir ‘Anne Dostu Toplum Platformu’na dönüştürmeyi hedefliyoruz.”
Anne Dostu Toplum... Ne kadar yerinde bir tanım, ne kadar güzel bir isim değil mi? Şu anda bir manifesto hazırlanıyor. Herkes anne dostu toplumdan ne anladığını yazıp, blogcu anne Elif Doğan’a gönderiyor. Manifesto tamamlandıktan sonra platform, anne dostu kurum, kuruluş, şirket ve kişileri ödüllendirmeyi de planlıyor.
Anne Dostu Toplum deyince benim aklıma her şeyden önce empati geliyor. Anne olmayanın olanla kuracağı empati. Çünkü kurmadıkları zaman çok ama çok tuhaf olaylar yaşanıyor. Şahit olduğum şeyler sayesinde kanım doluyor. Bu insanlar vicdanlarını nasıl bu kadar yitirdiler diye söylenip duruyorum.
Uçakta bebeği ağladığı için sözlü tacize uğrayan anneler var. Bozuk kaldırımlardan bebek arabasıyla yürümek için ecel terleri döken, caddeye çıktığı anda da gerçekten ölümle burun buruna gelen anneler... Restoranda çocuğu şekerlerle oynadı ya da suyu döktü diye garson tarafından kovulmaktan beter edilen anneler... Bir de anne olmayan kadınların hışmına uğrayan anneler var ki işte o en fenası.
ARKADAŞININ ÇOCUĞUNA ENGİNAR VERMEMEK
KORUNCUKLAR İÇİN YENİ YIL KERMESİ
1979’da gönüllüler tarafından kurulan Türkiye Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfı (TKMCV) Koruncuk, her çocuğun şefkat, sevgi ve anlayış görme, yeterli beslenme ve sağlıklı bir ortamda yaşama, oyun ve eğlence olanaklarından yararlanma, çağdaş bir eğitim alma ve yeteneklerini geliştirme hakkı olduğuna inanıyor. Ailesi olmayan veya terk edilen, ihmal veya istismara uğramış, kötü alışkanlıklara karşı savunmasız, varlığı tehdit altında korunmaya muhtaç çocukları okul öncesi yaştan geleceğe hazırlayıp topluma kazandırıyorlar. Her sene bu çocuklar yararına bir ‘Koruncuk Yeni Yıl Kermesi’ düzenliyorlar.
Bu sene 19 Aralık 11.00-19.00’da Swissotel Neuchatel Salonu’nda. Katılımcılarsa; Pilates with Gerda, Kısmet by Milka, Kart-10-all about paper, TestAs Sanat, Fritolay, Glass Art Design, Mersi Tekstil, Acıbadem Hastaneleri, Kaftan Jewellery, Yastik by Rıfat Özbek, Sırr, Atölye 26, Atelier 55, Evren Kayar, Lin Jewellery, Kısmet by Milka, OYE Swimwear, Batya Kebudi, Mystwind, The Life Co...
ONLINE YILBAŞI HEDİYESİ
Çocuklarına yeni yıl hediyesi almak isteyen anne ve babalar arasındaki en yeni trend limangokids.com! Hamileler, 0-13 yaş arası bebek ve çocuklar için her şeyi bulabileceğiniz özel alışveriş platformu limangoKIDS, yüzde 90’a varan indirim sunuyor.
YENİ BİBERONUMUZ MAMAJOO
17 yıldır önemli biberon markalarını Türkiye’ye getiren Grup Baby Genel Müdürü Ayla Müstecaplıoğlu, deneyimlerini ve tecrübelerini kullanarak Türkiye’nin BPA içermeyen ilk PES Biberon markası Mamajoo’yu yarattı. BPA içermemesi ve Pes olması; biberonun hiçbir şekilde bebeğinizin sağlığını tehdit etmiyor, gaz yapmıyor, 360 derecelik yüksek ısıya bile dayanıyor olması demek. Bebeklerin kolay kavrayabilmesi için tasarlanmış ergonomik yapısı, anne memesine benzer biberon emzikleriyle yakın zamanda her bebekli evde baş köşeye oturacağa benziyor. Mamajoo ismi Grup Baby’nin reklam ajansı tarafından bulunmuş. Hem İngilizce de anne anlamında kullanılan mama kelimesine hem de bildiğimiz anlamda mamaya yakın olduğu için çok beğenilmiş.
ROCKER ÇOCUKLAR İÇİN