12 Ekim 2008
ABD 700 milyar dolar, İngiltere 50 milyar dolar, İspanya 30 milyar dolar; bu böyle uzayıp gidiyor. Ne mi bunlar? Piyasalara güven vermek ve toparlanmayı sağlamak için ekonomiye akıtılan para. Bizdeki ön-lemleri mi merak ediyorsunuz? Hemen söyleyelim: "Hamdolsun."
TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, "Acil önlem alınması lazım", Mustafa Koç, "IMF’le tekrar anlaşılsın" diye bağırıyor, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik işverene sesleniyor, "Toplu işten çıkarmayın, başka önlemler düşünün" diye. IMF ve Dünya Bankası başkanları açıklama yapıyor, "Gelişmekte olan ülkeleri daha zor durumlar bekliyor" diye. Ama, "Hamdolsun!"
Tabii, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, piyasalara güven vermek için iyi niyetle söylemiş olabilir ama bütün dünyada yaşananlar, güven vermek için söylenenler, bu büyük "kriz ya da çöküş"ü yatıştıracak gibi görünmüyor. Reel sektöre yönelik ayağı yere basan önemler daha çekici olabilirdi.
İhracatçı ABD’den para tahsil edemiyor
Şimdi, olayı bütün dünyadan soyutlayıp ABD ve Ege’ye getirelim. Ege’den en çok ihracat yapılan yer önceki yıllarda hep ABD olurdu. Peki şimdi ne durumda? Ege’den ABD’ye yapılan toplam ihracat 2007’de 534 milyon dolarken, 2008’de şimdiye kadar 431 milyon dolara gerilemiş durumda. ABD, Egeli ihracatçıların artık üçüncü sırasında. Yani, talep düşmüş. Asıl sorun bununla kalmıyor tabii ki...
Talebin düşmesi katlanılabilir bir durum olabilir. İhracatçı, kendine yeni pazarlar bulabilir-ki buluyor da. Mesela mermerciler; toplam mermer ihracatının nerdeyse yarısını ABD’ye yaparken kendilerine yeni kapılar bulmaya başladılar; petrol ve doğal olarak para sahibi Arap ülkeleri. Ama sorun, yeni pazarlar bulmakla çözülmüyor. Malum kriz var, ABD’de yatırım bankaları batmış durumda. Batma riski altında olan bir o kadar da banka var. Kaynağı mortgage olunca, inşaat sektörü kötü durumda tabii, şirketlerin borçlarını ödeyemiyor. 2007’de 638.7 ton ihracatla 386.3 milyon dolarlık ihracat yapan mermercilerin şimdi paralarını alma sorunu var. Bu paranın miktarı, şirketlerin sırrı...
Yazının Devamını Oku 9 Ekim 2008
Kemeraltı ile ilgili durum malum; 2004 yılında 11 bin 700 olan kayıtlı esnaf sayısı 8 bin 200’e düşmüş. Dört yılda Kemeraltı esnafı yüzde 25 erimiş. Biz, sonda söyleyeceğimizi en başta söyleyelim: Artık farklı bir şeyler düşünmenin, değişmenin zamanıdır. Tarihi Kemeraltı Esnaf Derneği Başkanı Mehmet Gülaylar, çarşının bugüne gelmesinin nedenini, ekonomik kriz, hipermarketler yasasının çıkarılmaması, yerel yönetimlerin kapalı pazaryerleri açması, işporta ve çığırtkan sorununa çözüm bulunamaması olarak özetliyor ve ekliyor, "Bu yıl sonuna kadar, yaşanan toplu kapatmalarla esnaf sayısı 7 bine düşecek."
Şimdi, gözlerinizi kapatın, Kemeraltı’nın tam ortasında olduğunu düşünün ve gözlerinizi açın; ilk görüntü, tarihi sıfatından uzak, eski görünümlü, yıkık dökük yapılarla, bu yapıların altında, Türkiye’nin az gelişmiş illerindeki pazarları andıran bir dükkan düzeni, önlerine asılmış veya dizilmiş giysiler ve ayakkabılar... Birkaç restore edilmiş, gezmeye değer han ve bir o kadar yıkık dökük, içine girmeye korkacağınız han daha... Kenarda veya yolun ortasında tezgah açmış bağıran işportacılar... Dükkanın önünde durmuş komşusu ile sohbet eden ya da gelen geçene bakan esnaf ve çıraklar... Bu tablo, ki bir çok eksik var tabloda, mevcut haliyle belki geçmişte iş yapardı ama gelişen İzmir’in günlük yaşantısında tarih olma yolunda hızla ilerliyor.
İzmir gelişti, ya çarşı?
İzmir, Türkiye’nin en gelişmiş ilerinden biri. Bu değişim içersinde artan eğitim ve gelir düzeyi, buna bağlı olarak değişen ihtiyaçlar; bu ihtiyaçların doğurduğu alışveriş merkezleri (AVM), yeni trend outletler. Bunlar ürün profiline bakıldığı zaman, Kemeraltı’nın erimesine yardımcı olan, gelişen İzmir’in ihtiyaçlarından oluşan unsurlar. Şu anda, yaklaşık 230 bin metrekareye kurulu 13 AVM mevcut ve yedi tane de proje var. Yani, 13 AVM’ye için her bin kişiye yaklaşık 66 metrekare düşüyor.
Kemeraltı’nın ziyaretçi profiline bakıldığında ise, yüksek veya orta gelir gurubundan bahsetmek imkansız. Nostalji için şöyle yılda, belki 2 yılda bir içinden geçip gidenler hariç, Kemeraltı müşterilerinin büyük çoğunluğunu alt gelir grubu ve orta yaş üzeri kişilerden oluşuyor. Yani, ucuz düşüncesi ile Kemeraltı’ndan alışveriş yapan bu grubun arkadan geleni de pek yok.
Şimdi, malumun olmasını beklemek mi lazım, yoksa Kemeraltı’na yeni bir konsept düşünmek mi?
Yazının Devamını Oku 28 Eylül 2008
ABD’deki mortgage ile başlayan yatırım bankalarıyla devam eden küresel krizden söz edilince konuşma ister istemez felaket tellallığına kayıyor. Bu konudaki her söylemin sonundaki, "Daha vaktimiz var, bize ulaşana kadar altı ay geçer" cümlesi ve sonraki sessizlik, aslında insanı, "Allah sonumuzu hayretsin, gerisini sen düşün"e sürüklüyor.
Evet, şu anda ABD’deki krizin durulması için 700 milyar dolar gerekiyor. 1.3 trilyon dolara ulaşacağı da söyleniyor. ABD Merkez Bankası (FED) ve Kongresi parayı bulma telaşında. ABD’nin en büyük mevduat bankası olan, 119 yıllık Washington Mutual, kısa adıyla WaMu’ya da el konulması, işin boyutlarını daha büyüttü. Şimdi, "küresel" kavramına bu kadar aşina olmuşken, "elin bankası batmış bize ne" demeyeceğimizi, demememiz gerektiğini çok iyi öğrendik. Bu değerli edinimden sonraki soru ise bize nasıl yansıyacağı. Her şeyden önce paranın piyasadan çekilmesi bekleniyor, yani fonlar dışarı kayacak, yabancı yatırım azalacak, büyüme hedefleri gözden geçirilecek, yüzde 5 büyüme zor.
Biz Türkiye genelini bırakalım, onun prototipi İzmir’e bakalım. Ama önce, KOBİ’lerle ilgili Türkiye geneli bir-iki rakam vererek İzmir’deki durumunu ortaya koyabiliriz. Türkiye genelinde 2 milyona yakın irili ufaklı KOBİ var. Faaliyet alanı sanayiyle sınırlandığında sayı 200 bine düşüyor. Bu KOBİ’ler Türkiye’deki isletmelerin yüzde 98’ini, istihdamın ise yüzde 60-70’ini oluşturuyor.
100 bin KOBİ
Ege Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler Derneği (EGEKOBİDER) Yönetim Kurulu Başkanı Fettah Güventürk’e göre, İzmir’de irili ufaklı 100 binin üzerinde KOBİ var. Sanayide üretim yapan KOBİ sayısı 5 bin civarında, bunlar orta cinsinden. Geri kalansa küçük. Bu KOBİ’ler, yarattıkları istihdamla, katma değerle İzmir iş hayatının ta kendisi. Bu iş hayatının sürebilmesinin en büyük kaynağı ise krediler. Şuan için asıl sorun burada çıkıyor. Bankalar, küresel etkiyle, kredi musluğunu kısmaya başladı, -ki bu süreçte gayet doğal, büyük şirketlerde pozisyonlarını buna göre alıyor.
Enerji fiyatları, piyasadaki nakit sıkıntısı ve uzun süredir gelecekten alış-veriş yapan vatandaşın artık gelecekte harcayacak parasının kalmamasıyla daralan piyasa. Bu koşullarda borç yönetimini, alacak-verecek dengesiyle başarılı yöneten KOBİ’lerin karşısına asıl çıkacak sorun bankaların kredi musluklarını kesmesi olacaktır. Bununla beraber, sanayicinin ve işletmelerin kendisini korumak için küçülmesiyle ortaya çıkacak işsizlik ve buna bağlı olarak da alışsız-verişsiz bir ortam.
Yazının Devamını Oku 7 Eylül 2008
1964-2008 arasında İzmir’e gelen veya kurulan yabancı sermayeli şirket sayısı 180. Yüzde 50 ve üzeri yabancı sermayeli yatırımcı sayısı 117. Yüzde 50’nin altında kalan yabancı sermaye ortaklı şirket sayısı ise 63. Bu şirketlerin çalıştırdıkları eleman sayısı 19 bin 755. "Peki bu rakamlar ne ifade ediyor?" Ege Bölgesi Sanayi Odası’nın (EBSO) rakamlarına göre, 44 (yazıyla kırk dört) yılda İzmir’e gelen veya İzmir’de kurulan doğrudan yabancı sermayeli şirket sayısı, toplam 180 (yüz seksen). Eminim, 44 yılda elde edilen bu 180 rakamı için, daha fazlasını paye biçtiğimiz İzmir’e yeterli denilemez. Bir de bu rakama, İzmir’in içinden çıkan ve satılan değerleri de dahil edersek. Bunca yılda neden bu kadar az yabancı sermaye gelmesinin değişik ve bir o kadar da bilindik nedenleri vardır herhalde.
Söz konusu şirketlerin sermaye yapısına bakıldığı zaman, 44 yılda gelenlerin aslında yetmediği hatta pek bir anlam ifade etmediği daha iyi ortaya çıkıyor. Yüzde 50 ve üzeri ortaklık yapısında 117 şirket var; 32’sinin tamamı yabancı sermaye. Neyse buna da şükredelim. Düşünsenize, yüzde 11 işsizlik oranı olan İzmir’de, 19 bin 755 işsizimizin daha olduğunu.
3 otomotiv devi yer arıyor
Şu anda, üç otomotiv devi, Türkiye’de BMW ve Mini Cooper üretmeyi planlayan Kanadalı Magna International, 800 milyon Euro’luk yatırım planıyla Türkiye ve Polonya arasında seçim yapacak olan Fransız Peugeot ve Mermerler Otomotiv ile anlaşan Çinli Chery yatırım için yer arıyor. EBSO’nun tutumu malum. Bildiğim kadarıyla, Sanayi Bakanlığı’nda bu konuda gerekli girişimleri çoktan başlatmış durumda.
Hükümet de İzmir’i Türkiye’nin yıldızı yapma kararı almışken, elimizde satacak değerlerimiz azalıyorken, pek beceremediğimiz birlik ve beraberliği bu konuda göstersek de, en azından biri İzmir’e yatırım yapsa. Güzel olur değil mi? Hemen şunu söylemekte fayda var; bu yatırımları çekmek için İzmir’le yarışan başka kentler de var. Ve, maalesef İzmir’de üretim faaliyetlerini durduran Opel’i koz olarak kullanıyorlar.
Yazının Devamını Oku 4 Eylül 2008
İZMİR’in yaşadığı ikilemin hepimizin kafasını karıştırdığı malum. Bu ikilemin ilki, gerçek özelliğimizi, bir türlü hemfikir olup da ortaya koyamamamız. Bu da doğal olarak, mevcut durumu yaratıyor. İyi olmayan bir durum. İyi olmaması da işin doğası gereği; eğer sahip olduğunuz potansiyeli ortaya doğru koyamıyorsanız, size iyi gibi görünen aslında bir kandırmacadan ibarettir. Asıl noktaya gelelim; ikincisiyse, sahip olduğunuzu sandığınız özellikler. Bütün düğüm burada kilitleniyor; gerçekten sahip olmadığımız bir kişilik yaratıp peşinden gitmek gibi, bu kente "kongre, turizm ve fuarlar kenti" yakıştırmasını yapmak gibi. Kongre var mı? Yok. Turizm var mı? Yok. Fuar var mı? Var, bir tek Mermer fuarı.
Aslında uzun zamandır var olan, ara ara kamuoyuyla paylaşılan bir proje var; sona ulaşılan bir proje. O da bu kente gerçekten hak ettiği "nişanı" takacak olan Teknokent Projesi. Başlı başına bir ironi olsa gerek, yıllardır İzmir’e, inatla "kongre, turizm ve fuarlar kenti" markasını yakıştırdık ama olmadı (olmayacak anlamına gelmez). Ama, nerdeyse bütün bu yakıştırmalar kadar eski olan ama onlar kadar popüler olmayan "bilişim kenti İzmir"e sayılı gün kaldı. İzmir’i bilişim kenti yapacak imzalar bu ayın 10’unda atılıyor.
25 milyar dolar
Teknokent Projesi’ni, EGİAD, İYTE, Ege Bölgesi Sanayi Odası, Vestel, Tepekule Holding, Tetusa’nın kurduğu İzmir Teknoloji Geliştirme Bölgesi A.Ş. ile Fransa’daki bilişim merkezi Sophia Antipolis ve dünyada 17 bilişim merkezinin işleticisi CICOM yaşama geçirecek. Urla’daki Teknoloji Geliştirme Bölgesi’nde kurulacak. Şu anda 40’a yakın firma var. Tüm sektörlerde ar-ge projeleri geliştirilecek ve Türkiye’nin tek Teknokent’i olacak. İçinde oteller, yaşam ve sosyal etkinlik alanları, spor merkezleri, yat limanı ve hatta Alaçatı’ya havaalanı kurulması bile planlanıyor.
Bu proje için öngörülen işletmeci yatırımı 4 milyar dolar. Ortaklık yapısı ise, yüzde 25 İzmir Teknoloji Geliştirme Bölgesi A.Ş.’nin, yüzde 75 ile Fransız CICOM’un. Burada kurulacak firmalarla beklenen toplam yatırım tutarı ise 15-25 milyar dolar. Çalışan sayısının 25 bin olması bekleniyor, tam kapasite halinde. Şimdi seçim hepimizin, bir yakıştırmanın peşinden gidip, "Kongre, turizm ve fuarlar kenti İzmir" mi diyeceğiz, yoksa "Bilişim kenti İzmir" mi? Ya da, "Bir şeyi kırk kere söyleyince olur" diye hepsini söylemeye devam edeceğiz.
Yazının Devamını Oku 31 Ağustos 2008
İZMİRLİ işadamları her dönemin adamı değildir. İktidarlara boyun eğmezler. Ankara’ya hiç yüz vermezler. Profesyonel yönetici mi? O da kim? Aile fertlerinden başka kim daha iyi bilebilir ki şirketi? Kurumsallaşmayı ailenin içinde yaşarlar, böylece şirket de kurumsallaşmış olur. Hepsi kesinlikle İzmir’le çok ilgilidir. Kent için takım ruhu taşırlar. Öyle ki, takım arkadaşlarından biri öne çıktığında, hemen kendilerinin bir takım olduğunu hatırlatırlar. Risk mi? Hem "iş" hem "risk"? Bu ikisi İzmirli işadamları için yan yana gelmez, gel-e-mez. Fizik kuralları da neymiş, en büyük başarı, mevcudu sürdürmektir.
Değerli beyinler
Her şeyden önce şunu söylemek lazım, yukarıdaki eleştirileri biraz karikatürize etmiş olabilirim ama hiçbirisi benim değil. İzmirli işadamlarının, duayenlerin dile getirdiği saptamalar bunlar. Amaç İzmirli işadamlarına haksızlık etmek değil, çünkü bu kentte, Türkiye liginde oynamış, çok değerli beyinler var. Yurtdışında eğitim görmüş, birkaç dil bilen genç bir nesil var. O zaman nedir bu saptamaları yaptıran?
Türkiye’nin ihracatında 1950’lerde yüzde 40 olan İzmir’in payının 2007’de yüzde 16’ya düşmesi mi? Teşvik belgeli yatırımların sayısı 2002’de 181’ken, 2007’de 117 olması mı? 500 büyük şirket arasındaki İzmirli şirket sayısının dört yılda 47’den 37’e düşmesi mi? İzmir’de kurulan dört büyük bankanın bugün olmaması mı? Bir araya gelip, İzmir’deki kamu özelleştirmelerine girerek, "Biz İzmirliyiz, İzmir sermayesi de İzmirli’de kalsın" diye düşük teklifle almaya çalışmak mı? Aile şirketlerinin bölünmesi mi? Çimentaş, Kipa, Ege Yıldız, Tuborg, Tansaş... Bu topraklardan çıkan, İzmirliler tarafından yaratılan ve Türkiye’ye mal olmuş bu değerlerin İzmirli sermayeden çıkması mı? Bütün bu tabloya baktıktan sonra, ortaya şu sonuç çıkıyor: İzmir ’i İzmirli’ye bırakmıyorlar.
Kent milliyetçiliği
Amaç kent milliyetçiliğini körüklemek değil. Sonuç olarak, bu kente gelen her sermaye, her yatırım artık İzmirli sayılır. Ama, İzmirli işadamları açısından bakıldığında durum pek parlak görünmüyor. Geçen gün, Ege Bölgesi Sanayi Odası Başkanı Tamer Taşkın’la sohbet ederken, İzmirli’nin elinde, maalesef sermaye olmadığını söyledi. Gerçekten bütün bu değerlerin yaratıldığı İzmir’de sermaye var mı?
Yazının Devamını Oku 28 Ağustos 2008
İZMİR iş çevresinde söylemlere hakim bir düşünce var, "İzmir hak ettiğini alamıyor" diye. Doğruluk payı yüksek olan bu düşünceye sahip işadamlarımıza müjdeyi, fuar için İzmir’e gelen Sanayi ve Ticaret Bakan Zafer Çağlayan verdi. Kabine bir araya gelmiş ve kararı vermiş: İzmir, Türkiye’nin yıldız kenti olacak. Ya olacak, ya olacak. Bizce hiçbir sakıncası yok. Hatta, bırakın İzmir’in kalkınması için çalışan vefakar işadamlarını, kanaat önderlerini ve oda başkanlarını, hepimiz çok memnun oluruz.
Ne de olsa, "Tatil ve emekli şehri güzel İzmir" yaftası altında, bu ülkeyi yönetenlerin gözünde yıllarca "var da yok" statüsünde yaşadık. İzmir’e her ayak bastıklarında ve seçim dönemlerinde "güzel İzmir" olarak var olduk, iş yatırımlara gelince yok olduk.
Hak etmiyoruz ama
Yıllardır bu "var da yok" handikabını hak etmediğimiz halde taşıdık ve taşıyoruz. Tamamen siyasi motivasyondan uzak olan bu iyi niyetli karar İzmir’i makus talihinden kurtarıp, yıldız yapacak mı, yoksa güzel sözlere kanıp aldatılmış genç kız pişmanlığı mı yaşayacağız, bunu bilemeyiz. Kabine bu kararı almış, almış da bunu nasıl gerçekleştirmeyi düşünüyor, bunu da bilemiyoruz. Teşvikli kentler kategorisine mi alır, İzmir’e yatırım yapana beş yıl vergi yok mu der? Ya da bütün İzmir’i serbest bölge mi ilan eder? Yatırımcıya, "İstanbul yasak, hadi İzmir’e" mi der? Siyasi motivasyonlu ya da değil, mart ayına kadar, İzmir vaatlerin öznesinde olacaktır. Baksanıza, 10 yıldan fazla bir süredir duran Alsancak’taki viyadük ayakları için çözüme gidiliyor. Neyse, biz, İzmirliliğimizi yapalım, yıldız olma hayallerini bir kenara bırakıp mütevazı davranalım, iktidara kolaylık olsun diye dilimize pelesenk olmuş beklentilerimizi sayalım:
İzmir’e yat limanı, Yeni limanlar, Tüp geçit (Bu yeni), Hızlı tren projeleri, Termal ve sağlık merkezleri, Turizmin çeşitlendirilmesi, İzmir'in tanıtılması.
Yazının Devamını Oku 24 Ağustos 2008
HERHALDE, "Nerede o eski İzmir Fuarı" ile başlayan konuşmalardan artık hepimize gına gelmiştir. Geçmişe atıfta bulunup bugünü yadsıyoruz. Hep duyarız, "Nerede o eski bayramlar" diye, aslında bayramlar orada eskisi gibi durur ama zaman değişmiştir. Bununla beraber trendler değişmiştir, algımız değişmiştir. Artık siz eski siz değilsinizdir; olgunlaşmışsınızdır ve hayata bakışınız değişmiştir. Bu nedenle artık bayramlar sizin için eski bayramlar değildir, aynı fuarın artık eski fuar olmadığı gibi.
Peki, fuar bu değişime ayak uyduramaz mıydı? Uydurabilirdi tabii ki, ama o zaman da 10 gün gelip amaçsızca dolaşan, eşantiyon toplayan, çimlere serilip evden getirdiği sarmaları, dolmaları yiyen, lunaparkta zaman geçiren, konser dinleyen, kalabalıklara dalıp çocuğunu kaybeden, bulununca teslim alan milyona yakın insanımız için de eski fuar olmayacaktı. Neden mi? Çünkü artık fuar kavramı değişti. Fuar, artık profesyonellerin bir araya geldiği bir yer oldu.
17 Şubat 1923’te toplanan İzmir İktisat Kongresi’ne uzanan gelişimine bakıldığı zaman, önce sergi, sonra panayır, daha sonra fuar tanımını almış. 1935’te düzenlenen İzmir 9 Eylül "Panayırı" ise bugünkü fuarın temellerini atmış. Yani, fuarın çıkış noktası, yakıştıramadığımız panayır.
Fuar kavramındaki bu evrensel değişimi göz önünde bulundurmayıp, eskisiyle bugünkünü karşılaştırıp, fuarın artık hiçbir önemi kalmadığını söylemek büyük haksızlık olur. Kafamızdaki bu kavram karmaşasından kurtulup, hostesinden temizlikçisine, yaklaşık 10 bin kişiye, kısa süre için de olsa, iş olanağı sunan, kente ekonomik canlılık getiren İEF’e bir panayır gözüyle bakıp ona göre strateji oluşturursak, belki o "eski fuar" beklentimizin daha iyisini yapabiliriz.
Zaten, İZFAŞ yönetiminde bu yönde bir çaba var. Fuarı bütün kente yaymaya, bu şekliyle bırakıp, daha renklendirmeye çalışıyorlar. Bugün için olabilecek en iyi strateji belki de bu. Büyükşehir Belediyesi’nin Gaziemir’de fuar alanı çalışması malum. Bu çalışmalar bittikten sonra, "Fuarlar Kenti İzmir" yakıştırması için çalışabiliriz.
Profesyonellerin buluştuğu fuar mı? Buna en iyi örnek Mermer Fuarı olsa gerek. Mermer Fuarı’nı gezerken, "Dokuz yaşlarında, yeşil gözlü, üzerinde kırmız bir tişört olan bir erkek çocuğu bulunmuştur" anonsu duydunuz mu hiç? Duyamazsınız. O yüzden İEF’i olduğu gibi kabullenmenin zamanıdır.
Yazının Devamını Oku