Serdar Alyamaç

Nerden nereye...

8 Şubat 2009
HÜRRİYET İzmir’de dün okumuşsunuzdur. İzmir enflasyonda Türkiye şampiyonu olmuş. Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı enflasyon rakamlarında aylık bazda en yüksek artış gösteren bölge, yüzde 2.28 ile İzmir. Bu iyi mi, kötü mü karar veremedim. Konut, su elektrik, gaz ve diğer yakıtlarda Türkiye genelinde yüzde 0.70 değişim yaşanırken, İzmir’de yüzde 11.23, lokanta ve otellerde ülke genelinde yüzde 0.78, İzmir’de yüzde 2.31. Biraz gariplik var bu işte. İzmir Emlak Komisyoncuları Odası Başkanı Mesut Güleroğlu’nun, "Fiyatlar dipte. Konut satış fiyatı ve kirada artış yok", İzmir Ticaret Odası Meclisi Üyesi ve Yiyecek, İçecek Eğlence Yerleri Grubu Meslek Komitesi Üyesi Cüneyt Altınkapı’ın, "Zam yapmadık, aksine yüzde 50 indirimli menüler servis ediliyor" sözlerine bakarsak ortaya ciddi çelişki çıkıyor.

Bu, ya TUİK’in İzmir’e şakası, ya da zam yapanlar farkında değil. Hangi söylemin gerçeği yansıttığını en iyi hayatın içinde olanlar bilir. Evimin yanında emlakçıyla sohbetlerimizde, durumun hiç iyi olmadığı ortaya çıkıyor. Bu arada, ev sahiplerinin zorda kalmadıkça satış fiyatı ve kirada indirim yapmadığını söylüyor. Yani talepsizlikten kaynaklanan indirim yok. Hangisine inanalım, size kalmış.

Fırsata çevirmek

Şu bir gerçek: İzmir iyi veya kötü yönde kabuk değiştiriyor. Kent istem dışı ve doğal olarak değişiyor. İzmir’in, imajını hatırlayalım, "Ucuz, emekli kenti." Ama enflasyon rakamlarına göre, artık Türkiye’nin en pahalısı. Artık yurdum insanına, İzmir’in pahalı bir kent olduğunu ve göç etmeye değmeyeceğini söylemek gerek. Ayrıca, İstanbul gibi taşı toprağı da altın değil. Malum küresel kriz; işsizlik artıyor. Bunu ulusal gazetelere ilan vererek duyurmalı. Bu yüzden, Türkiye’nin en pahalı kenti olmak iyi mi, kötü mü?

Geriye emekli kenti imajı kaldı. Bu imajı silmek mümkün görünmüyor. 3 milyon 796 bin nüfuslu İzmir’de yaş ortalaması 32. Türkiye ortalaması 28. Nüfusun yüzde 71’i 15-64, yüzde 21’i 0-14 yaş aralığında. Yüzde 8’i ise 65 yaş ve üzeri. Göçse hız kesmedi. Acaba TUİK nüfus konusunda da şaka yapabilir mi?
Yazının Devamını Oku

Bıkmadınız mı?

5 Şubat 2009
ŞÖYLE bir düşünün lütfen, özellikle turizmciler. Türkiye’de turizmin başladığı, ama gelişmediği İzmir, bu konuda ne kadar kandırıldı? Bunu yapanlar sıkıldı da, biz kandırılmaktan sıkılmadık mı? “Turizm kavramı ile tanışan ilk bölgelerden birisi belki İzmir’dir. Ama, Ege Bölgesi’nde Mersin kadar olmasa bile İstanbul ve Antalya ile kıyasladığınız zaman, özellikle İzmir’de müthiş bir geri kalmışlık var. Orada galiba ekonomik yaşamın yeni alanlar arayışını zorlamamasından kaynaklanan bir rehavet var. Şimdi bu rehaveti terk etmenin eşiğindeyiz.”  Bu sözler, Kültür ve Turizm Bakanı  Ertuğrul Günay’ın. Bakanımız, durumu kabul ediyor. 
Bu da Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın açıklaması: “Türkiye’de turizmin başlangıç noktalarından birisi olan, ancak son yıllarda turizmin İstanbul ve Antalya odaklı gelişmesi sonucu bu illerin gerisinde kalan İzmir’in turizmde hak ettiği noktaya ulaşabilmesi için çalışmalara başlandı. Bu kapsamda bakanlık ilk etapta, dünyanın önemli rüzgâr sörfü merkezlerinden olan ve özgün mimariye sahip tarihi kent dokusu ile göz dolduran Alaçatı ile eşsiz kumsala sahip Altınkum için planlama çalışmalarına başladı. Bakanlığın turizmin yeni yıldızlarından biri olarak öngördüğü bu merkezlerdeki planları kısa sürede bitirmeyi hedefliyor.”

Çocuk avutmak

Bir de Destination İzmir Grubu Sözcüsü Bülent Tercan’a kulak verelim. Bakanlığın, Almanya’nın en çok okunan kadın dergilerinden, ‘Für Sie’de bir tanıtım eki yayınladığını belirten Tercan, şöyle diyor: “68 sayfalık Türkiye ekinde tek sayfa İzmir veya Batı Ege’nin turistik yöresi yok. İstanbul, Antalya ile tüm Türkiye tanıtılmış. Efes Antik Kenti’nin, Meryemana Evi’nin, Asklepion’un, tarihin en eski çarşısı Kemeraltı’nın, dünyanın en iyi sörf merkezi Alaçatı’nın, 8 bin yıllık tarihle beş medeniyete ev sahipliği yapan İzmir’in tanıtılmaması, bahsedilmemesi skandaldır.”
Bakanlığın 2009’daki tanıtım konularıysa, “Temiz çevre” ve “Kültürel miras.” Kültürel mirastan söz edilirken Türkiye’nin en çok ziyaret edilen ören yeri Efes ve

Meryemana’yı atlamak nasıl mantıktır?

En komik olan da, 26 milyon turist gelen bir ülkede, konaklamayan, içinde herkesin olduğu 1 milyon 70 bin turistle, “İzmir, turizmde kabuğunu kırdı” söylemi. Bu rakama ulaşmada İzmir Ticaret Odası ve Yönetim Kurulu Başkanı Ekrem Demirtaş’ın kurvaziyer çabası göz ardı edilemez.
İzmir’in turizm geliri payı giderek geriliyor. Artık sorun sokaktaki İzmirli’de değil, bu sektörde iş yapanlarda. İşleri olduğu için bakanlıkla ters düşmek istemeyebilirler. Ama artık bu kent için bir tepki koymanın zamanıdır. Arkadan gelen mutlaka olacaktır.
Yazının Devamını Oku

Homo sapiens

1 Şubat 2009
ÇOK geriye gitmeyeceğim. Modern insanın, yani homo sapiens’in toprağa bağlı yaşama geçişinden başlayacağım.

Cilalı Taş Devri’nden. Bugünkü köylülerin atasından. Dikkat ederseniz modern toplumun demiyorum, çünkü onların homo sapiens ile alakaları yok, tarihçiler hala onlara homo (Eş, türdeş anlamında Latince bir ön ek- Türk Dil Kurumu) ile başlayan bir tanımlama arıyor.
Geçen hafta Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın İzmir’e, politik bir dürtüyle yapmış da olsa, köylülük yakıştırmasını yazmıştım. Bu yazıya bazı tepkiler geldi. Bazı cümleler yanlış anlaşılmaya neden olmuş. Malum yer dar olunca, konunun özünü sığdırma telaşıyla böyle şeyler olabiliyor.

Mağara duvarına resim

Malum, gün gelmiş buzullar erimiş ve homo sapiens’ler de resimleri mağara duvarına çizmekten sıkılmışlar. Et yemekten de bıktıkları ve farklı tatlar aradıkları için, o zamanın gurmeleri doğaya yönelmiş. Bu sürede toprağı fark etmişler ve nimetlerinden faydalanmaya başlamışlar. Daha sonra bizler için daha kalıcı eserler bırakmak telaşıyla evler inşa etmişler, Çatalhöyük’teki gibi. Bu süreç sonucunda, birbirine yakın aileler, aynı yerlerde evler yapınca tarihteki ilk köyü oluşturmuşlar. Bu anlattığım biraz sulanmış hali, ama sonuçta olan bu.

Yazının Devamını Oku

EBSO ve koltukları

29 Ocak 2009
HER koltuğun bir sahibi vardır. Bu koltuk evinizdeyse sorun yok, ama EBSO, İZTO gibi odalardaysa, oturmak o kadar kolay değil.

Çünkü bu koltuklar belli dönemler için seçilenlere sağladığı bütün sosyal statü ve güçle tahsis edilir. Söz konusu dönem için o koltuğa oturmak istiyorsanız, çok zorlu bir seçimden çıkıp, akla gelebilecek her türlü kağıt-kağıt-kağıt oyunlarında test edilerek layık olduğunuzu göstermeniz gerekir.
EBSO, mali gücü İZTO kadar çok iyi olmasa da, Ege’de sanayinin sesi. EBSO’daki koltukların taliplisi çok ve hepsi de güçlü. Atıl Akkan, Ender Yorgancılar, Ufuk Akgün (alfabetik sırayla) ve Hilmi Uğurtaş, Kani Aydoğdu, Mehmet Tiryaki, Ramazan Abay ve Salih Esen (alfabetik sıra), yönetim kurulu ve meclis başkanlıkları için adı geçenler. Adaylığını açıklayan Atıl Akkan, Ender Yorgancılar ve Ufuk Akgün. Kalanlar, meclis oluştuktan sonra adaylığını, “duruma göre” açıklayacak.

İnat hırs görüntüsünde

Söze Aliağa Organize Sanayi Bölgesi (ALOSBİ) Yönetim Kurulu Başkanı Atıl Akkan’la başlayalım. Daha önce de başkanlık yapıp seçim kaybeden Akkan’ın ALOSBİ borçlarıyla sıkıntılı olduğu biliniyor. Son meclis toplantısı notlarına bakıldığında, Akkan’ın adaylığı biraz “inat-hırs” görünümünde.
On yıldan fazla EBSO yönetiminde olan ve meclis başkanlığı yapan Ender Yorgancılar en güçlü iki adaydan biri. Yorgancılar’ın söylemi, “Tarafsız, ılımlı, tüm sanayi odalarıyla iyi iletişimde olan, sanayicinin sorunlarını çözen, İzmir-Ankara arasında köprü olan ve 24 saat cep telefonundan ulaşılabilen, bir başkan olmak.” Yorgancılar’ın Salih Esen ile dirsek temasında olduğu söyleniyor.

Yazının Devamını Oku

Evliliğe destek de geliyor

22 Ocak 2009
EGELİ’ye, özellikle İzmirli’ye ters, biliyorum. "Küçük de olsa, durumu kötü de olsa elimde kalsın da ne olursun olsun" der mi İzmirli? Der. Herkes gücün elinde olmasını ister. Ama, "Benim kontrolümde olsun" derken, elinizdekini de kaybedebilirsiniz. Şu günlerde hiç uzak bir ihtimal değil. Alışkın olmadığımız bir konu. Yıllarca büyük grup olarak varlığını sürdürmüş şirketler daha sonra aile içi anlaşmazlıklarla bölünüp çoğalma yoluna gidiyor. Bunun nedenini sorgulamak şimdinin işi değil. Ama bölge olarak bu anlamda kurumsallaşma fakiri olduğumuz ve Türkiye’de gelişen yönetim yapısı içinde nasıl olmaması gerektiği konusunda örnek oluşturduğumuz da gerçek.   

Geçen hafta Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO), bu hafta İzmir Ticaret Odası (IZTO), ekonomik krizin etkileriyle ilgili yaptıkları anketi yayınladı. EBSO’da umut yoktu, IZTO’da ise durum vahim. Şimdi, IZTO Yönetim Kurulu Başkanı Ekrem Demirtaş’ın açıkladığı anketin sonuçlarına bakalım: Üyelerin yüzde 88’i gidişten endişeli, yüzde 81’i hükümetin önlemlerini yeterli bulmuyor, yüzde 42’si krizin 2010’da etkisini göstereceğine inanıyor, yüzde 11’i acil önlem olarak piyasaya nakit para gerektiğini söylüyor, yüzde 26’sı bankalara güvenmiyor. Bankacılarla ilgili Mark Twain’in bir sözünü hatırlatmakta fayda var: "Bankacı güneşli bir günde size şemsiyesini ödünç veren, yağmur yağınca da geri alan bir arkadaştır."

2 yıl vergi muafiyeti   

Çözüm önerileri de sunulan İZTO’nun anketinde ortaya çıkan umutsuzluk ötesi. Buna dünkü Hürriyet İzmir’in manşetini de ekleyelim: Krizle beraber, daha doğrusu krizin etkisiyle İzmir’de icra davaları patlamış. 2007’de icra dosyası sayısı 3 milyonken, 2008’de 5 milyona ulaşmış.

Geçen hafta yazmıştım, ülke olarak krize aşinayız. Ama maalesef bu seferki geldi-geçti kriz gibi görünmüyor. İşçi çıkarma, harcamaları kısma gibi önlemler yetersiz kalabilir. O yüzden farklı bir öneride bulunmuş, "Büyüme stratejisi olarak görülen şirket evlilikleriyle, bu dönemde küçülme ve daha sağlam, krize dayanabilir bir yapıya kavuşulabilir" demiştim.

Geçen cumartesi hükümetin bir dizi teşvik üzerinde çalıştığı haberi Hürriyet’te yayınlandı. Hükümet, şirket evliliklerini teşvik etmek amacıyla bazı mekanizmaları devreye sokmak için çalışmaya başlamış.

Habere göre, küçük ve orta boy şirketlere birleşme için belirli bir süre verilecek. Bu sürede birleşen şirketlerin gelirleri, bir ya da iki yıl süreyle vergiden muaf olacak. Vergi Konseyi, şirket birleşmelerindeki muafiyetten büyük şirketlerin de yararlandırılmasını istiyor. Şirket sahiplerinin, ayakta kalmak için egoyu bir kenara bırakıp, bu fırsatı değerlendirmesi gerekir.
Yazının Devamını Oku

Süt liman

18 Ocak 2009
ASIL nedeni yetersizlik de olsa, körfezde yük indirmeyi bekleyen onlarca gemi, yaşayan ve üreten bir şehir portresi çizmişti, güzel manzara oluşturmuştu. Şimdi? Durum vahim, yetersizliğe rağmen, liman da, körfez de süt liman.

Çok değil, daha iki, bilemedin üç ay önce manzara böyleydi. Manzaranın nedeni, yetersizlik. Yani, özelleştirilmiş bir limanın teslim edilmemesi. Teslim alamayan işletici firmanın kapasite artırımı ve şartları iyileştirmesi için yatırım yapamamasından kaynaklanıyordu.

Gemi sayısı azaldı

Peki, "Liman teslim edildi mi, şartlar iyileşti mi" diye sorarsanız, cevap:

Hayır. Gerekçeli karar açıklanmadığı için (niye bu kadar bekletilir, anlaşılır gibi değil), teslim edilemedi ve doğal olarak da iyileştirme yatırımları yapılamadı.

Yani, liman yine yetersiz. Ama, bu kez küresel kriz vurdu. Artık işçi bekleyen gemiler değil, gemi bekleyen işçiler var limanda.

Deniz Ticaret Odası (DTO) İzmir Şube Başkanı Geza Dologh ile limanla ilgili kısa bir sohbet ettik. Dologh, artık limanda sıkışıklık konusunda fazla endişeye gerek olmadığını, krizin bunu çözdüğünü söylüyor. Gemi sayısı azaldı ve azalıyor.

80 binden 4 bin dolara

Yukarıdaki rakam gemi fiyatlarındaki kriz öncesi ve sonra farkı gösteriyor. Krizden önce gemilerin günlük kirası 80 bin dolarken, bugün 4 bin dolara düşmüş. Dologh’a göre, böyle sürerse, gemi sektöründeki bazı küresel oyuncuların ortadan kalkma ihtimali çok yüksek.

Gelelim İzmir Limanı’na. Dologh krizin liman üzerindeki etkisini göstermek için en iyi yolun, Aralık 2007 ile krizin etkin olduğu Aralık 2008’i karşılaştırmak olduğunu söylüyor. Çok ciddi bir düşüş görünüyor. Gelen gemi sayısı yüzde 24 azalmış. Aralık 2007’de 202 gemi gelmişken, Aralık 2008'de sayı 154’e düşmüş. Malum, krizin etkisi artacak, o yüzden bir süre daha, yetersizlikten de kaynaklansa, körfezde fazla gemi göremeyeceğiz.

İşler kötü demeyin

"İşler kötüyken, başka ne dememiz gerekiyor" diyorsunuz şimdi. Haklısınız, işler kötü. Ama bu ortamda dükkanınıza gelen müşteriye "işler çok kötü" derseniz, karşınızdaki müşterinin alım gücü olsa bile, etkilenmemesi imkansız. Güllük, gülistanlık bir portre çizmenize de gerek yok, ama müşterinizi ürkütmeye de. Sonuçta, alışverişe gelen müşteri sizden borç para istemeyecek. Batıl inancınız var da, "Nazar değer" derseniz, nazara gerek yok, zaten kriz değmiş ya da değiyor.
Yazının Devamını Oku

Krizde şirket evliliği çözüm

15 Ocak 2009
2009'un nasıl geçeceğine dair belirtiler ortaya çıktıkça, şirketler için farklı yollar denemeye veya bulmaya başlamanın zamanı geldi.

İzmir’de ve Ege’deki şirketlerin durumu malum, finansal yapısı sağlam, borcu olmayan şirket yok gibi... Kriz derinleşmeye, kendini sınırlarımız içinde göstermeye başlıyor.

Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO) üyeleri arasında yaptırdığı anketin sonucunu açıkladı: Maalesef “umut” çıkmadı. 192 firmanın katıldığı ankette; katılımcıların yüzde 87'si borçlu, yüzde 48'i personel çıkarmış; 2009'da da personel çıkartmayı düşünen firma yüzde 55. Yani, 105 şirket 2009’da eleman çıkaracak. Her biri 20 işçi çıkarsa, 2100 kişi işsiz kalacak. Şirketler alacaklarını tahsil edemiyor, daralan iç ve dış piyasalara bağlı olarak da kapasite düşüşü söz konusu. Sürpriz değil...

Şurası kesin, mart sonuna kadar yaşanacaklar, yıl sonuna kadar olacakların habercisi olacak. IMF anlaşması, Barack Obama’nın 20 Ocak'ta görevi devralması ki, Obama’nın kriz ve önlemleri konusundaki söylemleri hiç de umut vermiyor, yılın gidişatı hakkında görünen önemli ipuçları olacak.
 
Şirket evliliği

Hal böyleyken, yalnızca bilinen yollara baş vurmak ve bu sınırlar içersinde kalmak ne kadar işe yarar bilinmez. Ama hayattan gerçek kesitler bizim için yeterince aydınlatıcı olabilir. Malum, 2001 krizinde, şirketlerimizin değerleri yerlerdeyken, yabancı yatırımcılar gelip, yok pahasına almışlardı. Zaten zor durumda olan şirket sahipleri de bunu bir kurtuluş olarak görüp, satmamak için hiç bir çaba göstermediler.

Yazının Devamını Oku

İzmir’i kim kalkındıracak

11 Ocak 2009
HÜKÜMET değil, bu kesin. Geçmişten bu yana hükümeti oluşturan siyasal partilerin İzmir’e yaklaşımına ve içi boş vaatlerine bakarak bu sonuca rahatlıkla varılabilir. Hükümeti eledikten sonra, geriye kalana bakınca da insana karamsarlık çöküyor. Evet, kavgalarıyla, çekişmeleriyle, "yapay" birlik beraberlik duygusuyla geriye kalan İzmir’in kendisi; belediyeleri, işadamları, sivil toplum örgütleri, meslek örgütleri...

Kenti tanıyan yöneticiler

Yukarıdaki sorunun kaynağı, Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun açıklaması: "Ankara kenti tanımıyor. Devlet Planlama Teşkilatı planları havada kalıyor. İzmir'le örtüşmüyor. İzmir'i kalkındırmak, kenti tanıyan yerel yöneticiler, meslek odaları, sivil toplum örgütleri, kısaca kentte yaşayanların görevidir."

Kocaoğlu’nun bu cümlesinin altına herkes imzasını atar. Ama konuyu güçlendirmek için bir de Vali Cahit Kıraç’ın, Kalkınma Ajansı’nın KOBİ ve Sosyal Kalkınma Mali Destek Programları tanıtımındaki, "İzmir’i sevdiğinizi gösterin" çağrısını hatırlatalım.

Görüldüğü gibi, kentin en yüksek mülki amiri, şehr-i emini, bunlara ek olarak kentin kalkınması için gösterdikleri çabaları yadsınamaz İZTO, EBSO, ESİAD, DTO, İTB, EGİAD, herkeste inanılmaz bir kent sevgisi ve sorumluluk bilinci mevcut. Yani irade var. O zaman sorun ne, bu kentin kendi başına kalkınmasının önündeki engel ne?

Eksik olan bir şey

İyi niyet söylemlerine, sahip olduğu potansiyele rağmen hala kalkın-a-ma-mış olan bu kentte eksik olan bir şey olduğu apaçık. Eksikliği gidermenin yolu, birlik ve beraberliğikteki yapaylığı kaldırmak, kente karşı sorumluluk ve sevgi kavramlarını altını doldurmaktan, yani söylemden öteye gitmekten geçiyor olsa gerek. "Bilmek yeterli değildir; uygulamalıyız... İstemek yeterli değildir; yapmalıyız..." demiş, Alman şair ve oyun yazarı Goethe.

Otomobil üretmek

Bu kentin tanıtıma, yabancı yatırımcıya ve bunun gibi birçok şeye ihtiyacının olduğunu hepimiz biliyoruz ve çözüm istiyoruz. Ama hepsi bu: Biliyoruz ve istiyoruz.

Peki, bizi harekete geçirtmeyen, sürekli de javu yaşamamıza neden olan ne? Bu, aslında cevabı verilsin diye sorulmadı. Belki, bu kent için yapılması gereken en öncelikli konu özeleştiri. Mesela, Türkiye’de otomobil üretmek isteyen Çinli Chery’nin Sakarya’da yer ararken, neden İzmir’i gündemine almadığını, ya da aldırmadığımızı irdelemek gerek.
Yazının Devamını Oku