Şenol Kalyoncu

Vakit kaybedilirse eklem tahrip oluyor

12 Temmuz 2014
Sevgili okurlar bu hafta konumuz kasık ağrıları ile ilişkilendirilen ve yeni tanımlanan bir hastalık olan kalça sıkışma hastalığı.

Bir çok eklem yeri içinde vücudun dengesini ve ağırlığının çoğunu taşıyan kalça ekleminde meydana gelen problemler kasık ağrısıyla sonuçlanabilir. Bu kasık ağrıları çoğu zaman başka hastalıklarla karıştırılabilir ve bu sebeple teşhis süreci uzayabilir. Bu yeni tanımlanan hastalıkla ilgili her şeyi hafta boyunca sizlerden gelen sorular doğrultusunda halen Çankaya Hastanesi’nde görev yapmakta olan Ortopedi Uzmanı Dr. Asım Kayaalp ile konuştuk.
- Ortopediyi ilgilendiren kasık ağrısı nedenleri ve en önemli belirtileri nelerdir?- Doğrudan kalça ekleminin bazı hastalıkları kasık ağrısına neden olabileceği gibi, çevredeki kasların hastalıkları da ağrıya yol açabilir. Bu hastalıklar arasında en yaygın olanı kalça sıkışma hastalığıdır. Uzun yıllar boyu sebebi bulunamayan kasık ağrısı ve buna bağlı olarak gelişebilen kalça eklemi kireçlenmesine (artroz) yol açan bu hastalık son 10 yıl içinde tanımlanmıştır. Bu hastalık tanımlanmadan önce genç yaşta gelişen kalça eklemi kireçlenmesinin nedeni bilinmiyordu.

TAHMİN EDİLENDEN YAYGIN

- Bu hastalık çok mu yaygın, ayırt edici belirtileri neler?- Tahmin edilenden daha yaygın aslında. Bu hastalığa yol açan kalça şekil bozukluğu ergenlik çağında başlıyor. Ergenlikten önce çok fazla spor yapanlarda daha sık görülüyor. Toplumun neredeyse yüzde 5-15’inde bu şekil bozukluğu var ve bu hastalık için adaylar. Kasıkta ve kalça çevresinde ağrı en sık görülen belirti. Bazen eklemde takılma, boşa çıkma hissi de belirtiler arasında oluyor. Ağrı sporla ilişkili olabileceği gibi, oturarak yapılan uzun seyahatlerde, özellikle uçak yolculuğunda, dik yokuş çıkarken hatta gece uyurken bile olabiliyor. Hastalık genç sporcularda daha fazla olmakla birlikte 14-15 yaşından sonra her yaşta görülebiliyor.

- Peki bu hastalığın tanısı nasıl koyulmaktadır?- Kalça hastalıkları ile uğraşan ortopedist için zor değil. Muayene ve radyolojik inceleme ile kesin tanı koymak mümkün.

CERRAHİ TEDAVİ GEREKİYOR

- Kalça sıkışma hastalığının tedavisi nasıl olmaktadır?- Bir hastaya kalça sıkışma hastalığı tanısı konulmuşsa ve henüz eklem ciddi ölçüde hasar görmemişse tedavisi oldukça başarılı aslında. Hemen tüm hastalarda cerrahi tedavi yani ameliyat gerekli. Ameliyat açık ya da artroskopi denilen yöntemle yapılıyor. Açık cerrahi müdahale çok büyük bir kesi, kemiklerin kesilerek kalça ekleminin yerinden çıkartılmasını gerektirdiğinden dolayı hem riskleri daha fazla hem de iyileşmesi uzun. Bu nedenle, özel durumlar dışında birkaç küçük delikten yapılan artroskopik cerrahi daha çok tercih ediliyor.

- Bu hastalığın tedavisi ülkemizde nerelerde yapılıyor?

Yazının Devamını Oku

Hastalar tedaviden çekinmemeli

5 Temmuz 2014
Prostatı olan hastaların tedaviden çekinmemesi gerektiğini belirten Doç. Dr. Gürdal İnal, “Gelişen teknoloji doktora çok büyük kolaylık sağlıyor. Doktora kolaylık sağlandığında hastanın konforu ve ameliyatın başarı oranı da artıyor” dedi.

Sevgili okurlar bu hafta konumuz prostat bezi hastalıkları ve yeni tedavi yöntemleri. Prostat, erkeklerde yaşla birlikte hormonal ve çeşitli etmenlere bağlı olarak prostatın (erbezi) büyümesidir. Prostat bezi normalde üreme için erkekteki tohum hücrelerinin (sperm) hareketlenmesini sağlayan sıvı üretir, ve idrar kesesi ile idrarı dışarı atan idrar yolu arasında bulunur. Temel olarak rahatsızlıkların sebebi prostat büyümesi ve prostat iltihabı yani prostatittir. Halk arasında kötü bir üne sahip olan prostat tedavisi, yeni yöntemlerle artık çok daha güvenli ve konforlu hale gelmiştir. Bütün bunları ve yeni gelişmeleri sizlerden gelen sorular doğrultusunda Medicana International Ankara Hastanesi doktorlarından üroloji uzmanı Doç. Dr. Gürdal İnal ile konuştuk.

- Öncelikle prostat nedir?- Prostat her erkekte bulunan üremeye yardımcı bir organdır. Yaşla beraber ve bazı genetik faktörlerle birlikte prostat bezi büyür, bu büyümeyle birlikte idrar yolunun önünü tıkayarak erkeklerin idrar yapmasında sıkıntı meydana getirir. Herkesin prostata bağlı olarak tedavi olmasına gerek yoktur. Ancak bunun kararının bir ürolog tarafından verilmesi lazımdır.

- Prostatla ilgili hastalıklar nelerdir?- İyi huylu prostat büyümesi, prostat kanseri ve prostat iltihabı, genel olarak prostatla ilgili hastalıklar olup, iyi huylu prostat büyümesi ve prostat kanserinin ayrımı da ürolog tarafından yapılır.

- Belirtileri nelerdir?- İyi huylu prostat büyümesi ve prostat kanserinin belirtileri birbirine benzerdir. Bunların belirtileri, idrara çıkma sayısındaki artış, gece idrara çıkma, idrar akım hızının azalması, kesintili idrar yapma, idrarı tam anlamıyla boşaltamama hissi, acil tuvalete yetişme hissi, bazen de tuvalete yetişirken idrar kaçırmadan ibarettir. Günde 7-8 seferden daha fazlası, sık idrara gitme olarak değerlendirilir. Bu şikayetlere sahip olan hastalar bir üroloji uzmanına gitmelidir.

TEDAVİLERİ FARKLI

- İyi huylu prostat büyümesinin tedavi yöntemlerinden bahseder misiniz?- İyi huylu prostat ve kötü huylu prostat hastalığının tedavileri farklıdır. İyi huylu prostat büyümesi toplumda daha çok görülür ve yaşa bağlı olarak görülme sıklığı artar. İyi huylu prostat büyümesinin tedavisine doktor karar verir. Bazı durumlarda tedaviye gerek olmaz, kendiliğinden geçecek kadar hafif eğilimlidir. Bazı durumlarda ilk olarak ilaç tedavisi denenir. İlaç tedavisine cevap vermeyen ya da tıbbi sorunları nedeniyle ilaç kullanamayacakların tedavisi ise ameliyattır.

- Prostat tedavisi nasıl yapılmaktadır ve yeni yöntemler nelerdir?- Prostat ameliyatları çok eski tarihlerden beri yapılmaktadır. Halk arasında prostat ameliyatlarının kötü bir ünü vardır ve bu ünden dolayı hastalarımız genelde prostat şikayetiyle doktora gitmekten kaçınır. Ancak gelişen teknoloji doktora çok büyük kolaylık sağlamaktadır. Doktora kolaylık sağlandığında hastanın konforu ve ameliyatın başarı oranı da artmaktadır. İlk önce endoskopik yöntemler gelişmeye başlamıştır. Bu yöntemler ile açık prostat ameliyatlardan kapalı TUR dediğimiz ameliyatlara geçilmiştir. Bunlarda hastanın vücudunda kesik olmamaktadır. TUR ameliyatları yıllarca başarılı bir şekilde uygulanmaktadır. Yeni teknolojik eklenmelerle çok daha kaliteli ve iyi sonuçlar veren ameliyatlar yapılmaktadır. Mesela plazma kinetik jeneratörlü ameliyat yapabiliyoruz. Bu bize daha uzun süreli ameliyat yapabilme olanağı sağlıyor. Eskiden bunlar zamanla sınırlı ameliyatlardı. Şimdi hastanın kondüsyonu elverdiği sürece ameliyat yapabiliyoruz. Yani daha büyük prostatları tedavi edebiliyoruz.

Yazının Devamını Oku

Kişiye özel tedavi yöntemi

28 Haziran 2014
Tamamlayıcı tedavi yöntemi olan Temprana Refleks Terapi hakkında bilgi veren Yrd. Doç. Dr. Fizyoterapist Gamze Şenbursa, “Temel olarak yüz üzerine uygulanan, beyin, sinir sistemi ve hormonal sistem üzerinde etkili, kişiye özel planlanan ve uzmanlık gerektiren bir tedavi metodudur” dedi.

Sevgili okurlar bu hafta konumuz refleks tedavi olarak bilinen ancak literatürde Temprana Refleks Terapi olarak geçen yeni dönem tamamlayıcı bir tedavi tekniği. Bu yöntem aslında oldukça eski bir yöntem. Genellikle yüz bölgesinde değişik özel noktalara basınç uygulanarak yapılır. Günümüzde bir çok hastalık için kullanılan bu yöntemi hafta boyunca sizlerden gelen sorular doğrultusunda Yrd. Doç. Dr. Fizyoterapist Gamze Şenbursa ile konuşacağız.
Öncelikle Temprana refleks terapi nedir?
Temprana refleks terapi yeni dönem tamamlayıcı tedavilerden biridir. Çinlilere ait enerji meridyenleri ve akapunktur noktaları, Vietnam ve yerlilere ait vücut haritaları, nöroanatomi (vücut sinir haritasındaki noktalar) ile kombine edilmiştir. Bu bölgeler üzerine elle çeşitli manevralar uygulananarak yapılan bir yöntemdir. Yani vücudumuzu yöneten organ olan beyne bu basınç noktaları ile uyarı sinyalleri yollanmakta ve bu sinyallerle ulaşmak istenilen bölgede iyileşme sağlanmaktadır. Dolayısıyla aslında kişinin rahatsızlığına bağlı olarak bölge ve uygulanan terapi farklılık göstermektedir.
Refleks terapinin içeriğinde neler vardır?
Bu tedavi 10 farklı tekniğin harmanlanıp bir araya toplanması ile ortaya çıkan yoğunlaştırılmış bir protokoldür. Yaklaşık 5 bin yıllık geçmişe sahip olan teknikler, ilk olarak mısırlı bir doktor olan Anknahor de Saggara tarafından yazılı bir kaynak haline dönüştürülmüştür. Manuel refleks terapi, akapunkturdan çok daha önce geliştirilmiş ve yerli kabileler tarafından koruyucu bir tedavi olarak çocuk ve kadınlara düzenli uygulanmıştır. Dr. Alfonso Cornelius ciddi bir enfeksiyon durumunda, yüzdeki bazı nokta ve bölgeleri uyararak kendisini iyileştirmiş ve yüz refleks terapi ile alakalı ilk makaleyi yazmıştır.

UZMANLIK GEREKTİRİYOR

Bu tedavinin son dönemde sıklıkla duyduğumuz refleksoloji ile bir bağlantısı var mıdır?

Yazının Devamını Oku

Zaman kaybetmeden doktora başvurulmalı

21 Haziran 2014
Dış kulak yolu enfeksiyonu bulgu ve belirtileri fark edildiği zaman mutlaka doktora başvurulması gerektiğini belirten Kulak Burun Boğaz Uzmanı Doç. Dr. Ali Titiz, “Tedavi süresince kulağın kuru tutulması, tedavi etkinliğini ve süresini olumlu yönde etkiler” dedi.

Sevgili okurlar bu hafta konumuz dış kulak yolu enfeksiyonları. Özellikle havaların ısınması ile deniz ve havuz sezonunun açılması, otitis eksterna olarak bilinen dış kulak enfeksiyonlarının görülme sıklığının artmasına neden olmaktadır. Bu konuyu sizlerden gelen sorular doğrultusunda Ankara Acıbadem Hastanesi doktorlarından Kulak Burun Boğaz Uzmanı Doç. Dr. Ali Titiz ile konuştuk.

- Öncelikle bize dış kulak yolunun kulağın hangi kısmına kadar olan bölge olduğunu anlatır mısınız?- Dış kulak yolu, 1/3 dış kısmı kıkırdak ve 2/3 iç kısmı kemik yapıdan oluşan yaklaşık olarak 2,5 cm uzunluğunda bir kanaldır. Bu kanalın fonksiyonu, sesin orta kulağa iletimini sağlamakla birlikte kulak zarı ve dolayısıyla orta ve iç kulak yapılarını yabancı nesne ve çevresel etkilerden korumaktır. Kemik ve kıkırdak birleşim yeri isthmus olarak adlandırılır ve dış kulak yolunun en dar bölümünü oluşturur. Genelikle enfeksiyonun en sık başladığı yer de burasıdır.

- Peki dış kulak yolu enfeksiyonu nasıl oluşur?- Serumen (earwax), dış kulak yolunda yapılan bir salgıdır. Bu kulak salgısı asidik bir tabaka oluşturur ve dış kulak yolunun enfeksiyondan korunmasında yardımcı olur. Genetik ve ırksal özelliklerin farklılığı, serumenin görünüşü, kıvamı ve içerdiği immünglobulin ve lizozim antibakteriyal maddeler gibi fiziksel ve kimyasal özelliklerinde değişikliklere neden olabilir. Üretilen serumen kademeli olarak dışa doğru yönlendirilir ve buradan dışarıya dökülür.
Dış kulak yolunun kendi kendini temizleme özelliği ve enfeksiyonlara karşı koruma mekanizması olmasına karşın, nemi saklama özelliğinden dolayı diğer vücut derilerine göre enfeksiyon oluşumuna daha elverişli bir ortam yaratır. Bu durum, yeteri özen gösterilmediği zamanlarda, bakteri ve mantarların üremesine ve kolayca hastalık oluşmasına sebep olabilir.

İŞİTME KAYBI GÖRÜLEBİLİR

- Dış kulak yolu hastalıklarının belirtileri nelerdir?- Dış kulak yolu enfeksiyonunda önemli fiziksel bulgu, kulak kanalının ön kısmına veya kulak kepçesinin arkaya doğru çekilmesi ile ağrı oluşumudur. Hastalarda ayrıca kulak ağrısı, kulakta dolgunluk veya basınç hissi, dış kulak yolunda kızarıklık, ödem ve daralma, kulak akıntısı, kaşıntı, işitme kaybı, bazen ateş görülebilir.

- Bu hastalıkta tanı nasıl koyulmaktadır?

Yazının Devamını Oku

Böbrek taşı erkekleri kıvrandırıyor

14 Haziran 2014
Erkeklerde kadınlara göre 2-3 kat daha sık görülen ‘böbrek taşı’ rahatsızlığının en başta gelen belirtisinin şiddetli ağrı olduğunu belirten Doç. Dr. Özgür Uğurlu, şu önerilerde bulundu: “Günlük su tüketimi ortalama 2-3 litre olacak şekilde arttırılmalı, asitli içeceklerden kaçınılmalı.”

Sevgili okurlar bu hafta konumuz böbrek taşları...
Böbrek taşları aslında çeşitli nedenlerle (buna genetik yatkınlık da dahil) böbrekte bir takım vücutsal kimyasalların kalıntılarının birikmesi sonucu meydana gelir. Bazı durumlarda ise dayanılması güç ağrılar yaratabilir. İşte bu durumları ve sebeplerini, kısacası böbrek taşlarıyla ilgili merak ettiklerinizi hafta boyunca bana göndermiş olduğunuz sorular doğrultusunda halen Ankara Akay Hastanesi’nde çalışmakta olan Doç. Dr. Özgür Uğurlu’yla konuştuk.

- Öncelikle böbrek taşı nedir?- Böbrek taşı; tıpta ‘nefrolitiazis’ ya da ‘ürolitiazis’ olarak bilinen böbreklerde biriken sert, madensel maddelere verilen addır. Bu madensel maddelerin (kalsiyum oksalat, ürik asit, sistin vb) kristaller halinde böbrekte çökmesi ve zaman içinde büyümesi böbrek taşını meydana getirir.

- Böbrek taşı en çok kimlerde görülür?- Erkeklerde kadınlara göre 2-3 kat daha sıktır. 20 yaşın altında göreceli olarak daha nadirdir. En sık 30-50 yaş arasında görülür. Sıcak iklimlerde daha fazladır. Kilo arttıkça taş oluşum riski artar. Daha önce taş oluşmuş kişilerde tekrarlama riski yüksektir.

- Peki böbrek taşının belirtileri nelerdir?- Ağrı en sık rastlanan belirtidir. Ağrının şiddeti belli belirsiz bir sızlama şeklinde olabileceği gibi son derece şiddetli ve hastaneye yatmayı gerektirecek yoğunlukta olabilir. Taşın bulunduğu tarafta yan ağrısı şeklindedir ve taşın yerine ve hareketine göre değişebilir. Böbrek veya idrar kanalının üst kısmında olan taşlarda kaburga ile kalça arasında böğür ağrısına sebebiyet verir. İdrar kanalının alt kısmında ve idrar kesesine yakın taşlarda karın alt kısmında veya cinsel organa doğru yayılan ağrılar ortaya çıkar. Ağrı dışındaki diğer belirtiler; idrarda kanama, bulantı-kusma, idrar yaparken acı-yanma ve idrar sıkışıklığı hissidir.

Yazının Devamını Oku

Korkulan hastalıkta uzman desteği önemli

7 Haziran 2014
Toplumda çok bilinmemesi nedeniyle korkulan bir hastalık olan MS’in ölümcül olmadığını belirten Nöroloji Uzmanı Uzm. Dr. Akçay Övünç Özön, “MS’li kişiler aktif olarak yaşayabilir, çalışabilir, çocuk sahibi olabilir. Bu konuda uzman doktor ve sağlık personelinden destek almak çok önemlidir” dedi.

Sevgili okurlar, bu hafta konumuz bir sinir sistemi hastalığı olan “MS” yani “Multipl Skleroz” hastalığı. Her yıl mayıs ayının son çarşamba günü “Dünya MS Günü” olarak kutlanmaktadır. MS, toplumda çok bilinmemesi ya da yanlış bilinmesi nedeniyle korkulan bir hastalıktır. Oysa ölümcül değildir ve MS’li kişiler aktif olarak yaşayabilmekte, çalışabilmekte, çocuk sahibi olabilmektedir. Karakteristik olmayan belirtileri kişiden kişiye değişiklik gösterirken, modern tedavi sistemleri hastalığın gelişmesinde ve gidişatında geciktirme yaratma şansı verebilmektedir. Bu konuda hafta boyunca sizlerden gelen soruları Medicana International Ankara Hastanesi Nöroloji Uzmanı Uzm. Dr. Akçay Övünç Özön’le konuştuk.

- Öncelikle ‘Multiple Skleroz’un tanımıyla baslayalım nedir MS hastalığı?

MS yani Multipl Skleroz, beyinde ve omurilikte, sinirlerin etrafındaki koruyucu kılıfın (miyelin kılıfı) hasar görmesi ile karakterize bir hastalıktır. Otoimmün, yani vücudun bağışıklık sisteminin kendi hücrelerini tanıyamaması nedeni ile vücudun kendi kendine zarar vermesi ile ortaya çıkar. Kılıfın hasar gördüğü yerlerde sertleşmiş dokular (skleroz) yer almaktadır. Bu sertleşmiş alana da “plak” denir. Bu plaklar, sinir sistemi içinde pek çok yerde oluşabilir ve sinirler boyunca mesajların iletilmesini engelleyebilir.

- Peki MS kimlerde görülür?

Genellikle 20-40 yaş arası kişilerde (ancak 10 yaş gibi erken başlangıçlı hastalar ve 40 yaşından sonra başlayan vakalar da vardır), kadınlarda, sosyo-ekonomik düzeyi yüksek toplumlarda/kentlerde yaşayan eğitim düzeyi yüksek kişilerde görülür.

NEDENİ BİLİNMİYOR

- MS hastalığınin sebepleri nelerdir?

MS’in nedeni henüz kesin olarak tespit edilebilmiş değil. Yapılan değişik araştırmalarda hastalığa neden olabilecek çok çeşitli nedenler (daha önce geçirilmiş virütik enfeksiyonlar, çevreden kaynaklanan bazı zehirli maddeler, beslenme alışkanlıkları, coğrafi etmenler, vücudun savunma sistemindeki bozukluklar) sorgulanmışsa da hiçbiri kesin neden olarak saptanamamıştır. Yine araştırmalar göstermiştir ki; MS, bu hastalığa genetik bir yatkınlığı olan kişilerde daha sıklıkla görülmektedir. Bu, MS’in kalıtsal olduğu anlamına gelmez ama beyaz kan hücrelerinde bir cins HLA antigenleri bulunan kişilerin MS’e diğer insanlardan daha çok yakalandıkları anlaşılmıştır.

Yazının Devamını Oku

Yıldızlar altında müzikli tedavi

1 Haziran 2014
Hastalar, ‘Uzay Neşteri’ diye bilinen Cyberknife teknolojisiyle, kesik, anestezi ve ağrı olmadan özel dekorasyonu ile oluşturulan yıldızlar altında istedikleri müziği dinleyerek konforlu bir şekilde kanser tedavisi olabiliyor.

Sevgili okurlar, bu hafta konumuz birçok hasta için iyi ve kötü huylu tümörlerin tedavisinde kesme işlemi olmaksızın cerrahiye alternatif olarak sunulabilen bir tedavi şekli olan Cyberknife Radyocerrahi Sistemi...
Daha önce beyin ve sinir cerrahisindeki kullanımı hakkında bilgi verdiğimiz bu sisteme bugün daha yakından bakma imkanı bulacağız. Ağırlıkla vücudun farklı bölgelerinde yerleşmiş kanserlerde kullanılan CyberKnife, bir robotik kolun hareket ve hassasiyetiyle tümörlere yüksek doğruluk derecesiyle radyasyon uygulanmasıdır. Üstelik hastalar, adı neşteri anımsatsa da CyberKnife ile kesik, anestezi ve ağrı olmadan hatta özel dekorasyonu ile oluşturulan yıldızlar altında istedikleri müziği dinleyerek konforlu bir şekilde tedavi olmaktadır.
Bu konuda hafta boyunca sizlerden gelen soruları Medicana International Ankara Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Uzmanı ve CyberKnife Radyocerrahi ve İleri Radyoterapi Teknolojileri Merkezi Başkanı Prof. Dr. Kaan Oysul’la konuştuk.

- Öncelikle Cyberknife Robotik Radyocerrahi teknolojisinden bahsedebilir miyiz?- Adı, neşter ve ameliyat sahnesini hatırlatsa da CyberKnife Robotik Radyocerrahi Sistemi’nde kesme işlemi yoktur. CyberKnife tedavisi birçok hasta için, iyi ve kötü huylu tümörlerin tedavisinde cerrahiye bir alternatif olarak sunulabilir. CyberKnife sistemi, robotik bir kol üzerine monte edilmiş, ‘lineer hızlandırıcı’ adı verilen ve radyasyon üreten bir cihazdan oluşmaktadır. Robotik kolun hareket ve hassasiyeti sayesinde beyin, baş ve boyun, omurga, akciğer, prostat, karaciğer, pankreas, meme ve diğer yumuşak dokular dahil olmak üzere, vücudun herhangi bir yerinde yerleşmiş tümörlere radyasyon uygulanabilir.

- Tedavi ne kadar sürmektedir ve kimlere uygulanabilir?- CyberKnife sistemi ile hastalar 5-7 hafta süren konvansiyonel radyasyon tedavisi yerine 1 ila 5 günde tüm tedavilerini tamamlayabilirler. Buna ek olarak operasyona uygun olmayan, cerrahi tedavi için zor vakalar ile cerrahiye alternatif bir tedavi arayan hastalar için de bir tedavi seçeneği sağlar. Yaştan dolayı bir sınırlaması yoktur. Hiçbir mevcut sağlık problemi de bu tedaviyi engellemez. Beynin iyi ve kötü huylu tümörleri, baş-boyun tümörleri, akciğer kanserleri, karaciğer tümörleri, pankreas kanserleri, böbrek kanseri, prostat kanseri ve omurganın tümörleri başta olmak üzere vücudun farklı bölgelerinde yerleşmiş kanserlerde kullanılmaktadır. Kanserin yanı sıra beyinde yerleşmiş damar yumaklarında, şiddetli yüz ağrısına neden olan trigeminal nevraljide, esansiyel tremor adı verilen titreme hastalığında ve hatta obsesif kompulsif bozuklukta başarıyla kullanılmaktadır.

HASTA ACI, SIZI DUYMUYOR

- Cyberknife tedavisi nasıl uygulanır?- Hasta için de bizler için de tedavi yöntemi çok basittir. Çünkü sistemin arkasındaki yüksek teknoloji bize bu kolaylığı sağlıyor. Tedavi öncesinde çekilen tomografi ve manyetik rezonans görüntülemelerin yanı sıra gerektiğinde PET-BT (pozitron emisyon tomografisi-bilgisayarlı tomografi) ve anjiyo gibi görüntüleme teknikleriyle elde edilen görüntüler kullanılarak hastanın nasıl tedaviye gireceği planlanıyor ve sonrasında hasta ‘yıldızların altında’ (dekorasyon ile böyle bir izlenim yarattık) sırtüstü yatarken, yaklaşık 30-45 dakika boyunca istediği müziği dinleyerek herhangi bir acı, sızı duymadan tedavisi tamamlanıyor.

- CyberKnife tedavilerinin faydalarını ve avantajlarını sıralayabilir misiniz?

Yazının Devamını Oku

Yanlış bilgiler kaygı veriyor

24 Mayıs 2014
Genellikle tiroit kanserlerinin tedavisinde cerrahiden sonra tercih edilen radyo aktif iyot uygulamaları hakkında bilgi veren Prof. Dr. Seyfettin Ilgan, “Yöntem, 70 yılı aşkın süredir kullanılıyor. Hekimlerin en sık karşılaştığı sorun ise, hastanın çevresinden edindiği yanlış bilgiler” dedi.

Sevgili okurlar bu hafta konumuz genellikle tiroit kanserlerinin tedavisinde cerrahiden sonra tercih edilen radyo aktif iyot uygulamaları. Radyoaktif iyot (I 131) saldığı ışınlar sebebiyle özellikle I 131 tutan kanserli hücrelerin yok edilmesinde etkilidir. Bu önemli konuyla ilgili birçok inanış olduğu bilinmektedir, biz bu hafta sizlerden gelen sorular doğrultusunda halen Ankara Güven Hastanesi’nde çalışmakta olan Prof. Dr. Seyfettin Ilgan’la konuştuk.

- Radyoaktif iyot uygulaması nedir?- Radyoaktif iyot (İyot-131) iyi farklılaşmış tiroit kanserlerinin (papiller ve folliküler tip) tedavisinde ve takibinde 70 yılı aşkın bir süredir kullanılmaktadır. Radyoaktif iyotun (I-131) bu kadar uzun süredir yerini korumasının nedeni, eşsiz bir mekanizma ile tümorü tedavi etmesidir.
Tiroit kanseri tedavisi ile uğraşan hekimlerin en sık karşılaştığı sorunlardan birisi I-131 tedavisi hakkında hastaların değişik kaynaklardan edindikleri yanlış bilgileri düzeltmektir. I-131 tedavisi alacak olan hastalar genellikle fazlaca kaygılı olurlar. Kaygının temel nedeni radyasyon konusundaki bilgi eksikliği ve radyasyonun duyu organlarımızla algılanamayan, görünmez bir tehlike oluşundan kaynaklanmaktadır.
Modern birçok tanı ve tedavi yöntemi radyasyon içermektedir. I-131 tedavisi alan hastalardan yayılan radyasyon nedeniyle çevredekilerin alacağı radyasyon dozu aslında diğer doğal radyasyon kaynakları veya tıbbi uygulamalara kıyasla yüksek sayılmaz. Bu seviyede radyasyona maruz kalınmasının önemli bir sağlık riski oluşturmadığı da bilinmektedir. Ancak bu tedavi hastalar için faydalı ve gerekli iken başkaları için gereksiz bir radyasyon kaynağıdır. Bu nedenle tedavi sonrası taburcu olan hastaların da bazı kurallara uyması istenir.

KATKI SAĞLIYOR

- I-131 tedavisi tiroit kanserinde hangi amaçla uygulanır ?- I-131 uygulamasının en önemli nedeni aslında cerrahiden geriye kalan normal tiroit dokusunun yok edilmesidir. Tüm tiroit dokusu cerrahi olarak çıkartılmış olsa bile çoğu zaman geriye gözle görülemeyecek kadar küçük tiroit dokuları kalır. Bu normal tiroit dokuları tümörle benzer davranışları nedeniyle hastaların takibini güçleştirebilir. Bunların yok edilmesi daha konforlu bir hasta takibine katkı sağlar. I-131’in hasta takibinde tümör odaklarını görüntüleme için kullanılması da başlangıçta normal tiroit dokusunun yok edilmesini gerektirir.
I-131 uygulaması ayrıca muhtemel küçük tümör odaklarını yok etmek veya varsa vücudun başka alanlarına yayılmış tümör odaklarını tedavi etmek amacıyla da kullanılabilir. Bu iki uygulamada tercih edilen dozlar farklıdır.

Yazının Devamını Oku