Birleşik Krallık’ta yaşayan ve bir köpek bakım merkezi sahibi olan 42 yaşındaki Nilush Aponso, agresif bir kan kanseri türü olan akut miyeloid lösemiye yakalandı. Kemoterapi, başlangıçta hastalığı temizlemiş gibi görünse de tedavi bittikten üç ay sonra kanser geri döndü.
Doktorları Aponso'ya geriye kalan tek tedavi seçeneğinin kök hücre nakli olduğu söyledi.
Aponso o zamanları “Sekiz ay boyunca hastaneye girip çıktım, üç kez kemoterapi gördüm ve hatırlayabildiğimden çok daha fazla sayıda farklı ilaç denedim. Ama hiçbiri işe yaramadı ve doktorlar bana tek seçeneğimin nakil olduğunu söyledi” sözleriyle anlattı.
KARDEŞİ DE UYUMLU ÇIKMADI
Aponso için ilk seçenek erkek kardeşinin iliği ile uyumlu olup olmadığına bakılmasıydı. Kardeşinin iliği uyumlu çıkmayınca Aponso yakın çevresinin yanı sıra bakımevine gelen müşterilerini bile bağış yapmak için teşvik etmeye başladı.
Londra’daki Sri Lanka toplumuna yönelik bir kampanya dahi Aponso için uygun donörün bulunmasına yardımcı olamadı ve tüm çabalara rağmen uyumlu bir ilik bulunamadı. Aponso için tek şans kordon kanındaki, yani bir bebeğin doğumunda plasenta ve göbek kordonunda kalan kök hücrelerin nakledilmesiydi. Yani tek iyileşebilme umudu bir bebekti.
MÜJDELİ HABER ABD'DEN GELDİ
Çevresinden uygun bir bağışçı bulunamayınca Aponso için uluslararası donör kayıtları araştırılmaya başlandı ve müjdeli haber geldi; ABD’den bir bebek ile eşleşme sağlandı!
Regl döneminde resmi izin hakkına sahip olmak yeni bir yaklaşım değil. Regl izni aslında bazı ülkelerde, onlarca yıldır yaygın bir uygulama. Kadınların yüzde 30 ila 40’ı her ay regl dönemlerinde şiddetli ağrı başta olmak üzere çeşitli semptomlar yaşıyor. Çeşitli araştırmalar, regl kramplarının yılda ortalama dokuz günlük üretkenlik/verimlilik kaybından sorumlu olduğunu gösteriyor.
Konu üzerinde biraz araştırma yapınca regl izninin sadece ülkemizde değil, tüm dünyada tartışma yarattığını gördük. Kadınlara özel regl izni politikasının ilginç tarihçesini, ülkelerin kararlarını ve en önemlisi de kadınların bu konuya nasıl yaklaştıklarını araştırdık. Size şu kadarını söyleyelim; kafalar çok karışık.
KADINLARIN YÜZDE 14’Ü İŞTEN/OKULDAN İZİN ALIYOR
2017 yılında 32.748 Hollandalı kadınla yapılan bir anket, kadınların yüzde 14’ünün regl dönemlerinde işten veya okuldan izin aldığını ortaya koydu. Ankete katılanların yüzde 68’i, regl dönemlerinde daha esnek çalışma saatleri seçeneğine sahip olmayı dilediklerini söyledi. Kadınların yaklaşık yüzde 80’i regl semptomlarının sonucunda daha az üretken hissetmelerine rağmen yine de çalışmaya devam etti.
FİKİR SOVYET RUSYA’DAN ÇIKTI, JAPONYA’DA RESMİYET KAZANDI
Kadınların regl döneminde resmi olarak izinli sayılması fikri, 1920-30’larda, Sovyet Rusya’da regl olan kadınların üreme sağlığını korumak amacıyla ücretli izin yapmasına müsaade edilmesiyle ortaya çıktı.
Bu fikir, 1920’lerin sonlarında Japonya’daki işçi sendikaları ile daha fazla gündeme geldi ve en sonunda 1947’de ülke yasasında yer aldı. Japonya'daki hareketin arkasındaki düşünce de kadınların doğurganlığını korumak teorilerine kaynaklanıyordu.
ZAMAN GEÇTİKÇE İZNİ KULLANAN KADIN SAYISI AZALIYOR
ABD’de yaşayan 28 yaşındaki Judith’in hamileliğinin 45'inci haftası dolmak üzereydi. Ancak genç kadın yine de hastaneye gitmiyordu çünkü doğum için farklı planları vardı.
Judith’in isteği ‘freebirth’ yani özgür doğumdu.
Başından geçenleri NBC News'e anlatan Judith, hamileliği boyunca planladığı doğum şeklini eşi dışında kimseyle paylaşmadı çünkü ailesinin ve arkadaşlarının onu anlamayacağından endişeliydi. Yakın çevresiyle konuşmak yerine Judith, evde yardımsız doğum yapan annelerin internette paylaştığı yazıları okumaya ve Facebook gruplarına katılmaya başladı. Sanal dünyadan aldığı destekle içindeki tedirginliği yenen Judith, doğum sancıları başladığında çok mutluydu, ne de olsa bebeğini evde doğuracaktı.
Facebook’ta üye olduğu gruplara kasılmalarının başladığı ve mukus tıkacının düştüğü müjdesini verdi. Ayrıca, grup üyelerine “Bebekler doğum yaklaştıkça daha mı hareketsiz oluyorlar? Biraz tekmeliyor ama her zamanki gibi değil” diye sordu.
Aldığı “Kendine, vücuduna ve önsezilerine güven” şeklindeki rahatlatıcı cevaplardan sonra Judith doğuma hazırlanmaya başladı. Yürüyüş, dans, sıcak havuzda bekleme… Ağrılar ve kasılmalar artmaya başladı ama doğum henüz gerçekleşmemişti.
10’uncu saatte işler kontrolden çıktı; Judith kusmaya başladı. Kasılmaları da çok hızlı ve acı verici bir hale gelmişti.
'NEFES ALMAYA BİLE FIRSAT BULAMADAN ONU KORUYAMADIM'
Genç kadın nihayetinde yardıma ihtiyacı olduğunu anladığında, eşi onu yakınlardaki bir hastaneye götürdü. Doktorlar Judith’i doğuma almak için hazırlık yaparken bir yandan da bebek muayene ediliyordu. Judith yeni bir kasılma yaşarken oda birden sessizleşti; monitörde kalp atışı yoktu… Judith bebeğini kaybetmişti.
Kokumuzda saklanan çok sayıda psikolojik ve biyolojik bilgi var ancak bir nedenden dolayı onu görmezden gelmeyi seçiyoruz.
Fransa Kralı XIV. Louis kokuya takıntılıydı. Versay'da kesme çiçekler her odayı süslüyor, mobilyalara ve çeşmelere parfüm sıkılıyordu. Tabii bunun nedeni Fransa Kralı'nın hayatında sadece 3 kere banyo yapmasıydı...
Banyodan korkan ve hastalıkların suyla yayıldığına inanan Louis'in düşünceleri soylu kesim tarafından da kabul edilmişti. Sonuç; Versay çok kötü kokuyordu ve çiçeklerin, kokunun önemi mecburen öne çıkmıştı. Parfümlerin geliştirilmesinin nedenlerinden biri de buydu.
Ancak parfümsüz de olsa insanların vücut kokusu var. Ve söz konusu koku, hayatımızda sandığımızdan çok daha fazla etkili. Mesela hastalıkların varlığı ile ilgili ayrıntıları ortaya çıkarabiliyor. Örneğin kolera tatlı, akut diyabet ise çürük elma gibi kokabiliyor.
Bazı araştırmalar erkeklerin, menstrüasyon sırasındaki kadınların vücut kokusunu daha hoş ve çekici bulduğunu söylüyor. Araştırmacılara göre bu, atalarımızın üreme için iyi adayları tespit etmesine faydalı oluyordu.
FARKLI KOKULARI DAHA ÇOK BEĞENİYORUZ
Kokularla ilgili yapılan bir çalışmada, kadınlara rastgele erkekler tarafından giyilen tişörtler verildi ve bu tişörtleri ne kadar hoş koktuklarına göre sıralamaları istendi. Çalışmaya katılan kadınların tercih sıraları, İnsan Lökosit Antijeni (HLA) farklılığı ile aynı modeli izledi. (HLA, bağışıklık sistemimizin kendinden olmayanı tanımasını sağlayan sistem)
Çalışmaya katılanlar, en farklı HLA profiline sahip erkeklerin giydiği tişörtleri ilk sıraya ve kendininkine en çok benzeyen kokuya sahip tişörtleri ise son sıraya koydu. Bu davranış şekli, farklı HLA profillerinin daha çekici geldiği sonucunu destekliyor.
Bebeğim 9'uncu ayını henüz doldurdu. Geçtiğimiz günlerde aile hekimliğinden bir telefon geldi ve bebek hemşiresi ülkemizde kızamık vakalarında önemli bir artış olduğunu bu sebeple normalde bir yaşında yapılan KKK (kızamık, kızamıkçık, kabakulak) aşısının 9'uncu aydan itibaren yapılmaya başlandığını söyledi.
Sağlık Bakanlığı’nın aşıyı özellikle önerdiğini, yaptırmanın ise ailenin inisiyatifinde olduğunu vurgulayan hemşire ayrıca, “Bu aşı 9-11 ay arasında yapılsa dahi 1 yaşında yeniden yapılması gerekiyor” bilgisini de verdi.
Kızamık hastalığının bebekler/çocuklar arasında hızla yayılabildiğini ve hatta ölümcül dahi olabildiğini biliyorum. Ülkemizde bir kızamık salgını olabilme ihtimali beni çok korkuttu fakat aşının zamanından önce yapılması da endişeye düşürdü.
Bu telefonu alan ya da alacak olan başka ebeveynlerin de benim gibi kaygılanacağını, aşıyı erkenden yaptırıp yaptırmama konusunda kararsız kalabileceğini düşünerek Çocuk Nefrolojisi Uzmanı Prof. Dr. Mahmut Çivilibal ile Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzman Doktor Akif Çelik’in kapısını çaldım, erken dönemde yapılması istenen kızamık aşısı ve vakalarda yaşanan artış hakkında merak edilenleri sordum.
VAKALARDA ARTIŞ VAR, SALGINA DÖNEBİLİR
Öncelikle ülkemizde kızamık salgını var mı? Varsa ne durumda?
Prof. Dr. Mahmut Çivilibal: Ülkemizde kızamık salgını şu anda yok. Ancak son yıllarda ve özellikle pandemi sırasında tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de artan aşı karşıtlığının etkisiyle çocukluk çağı aşılama oranlarının düşmesi ve düzensiz göçle aşı takiplerinin zorlaşması, yıllardır görülmeyen kızamık vakalarının yeniden ortaya çıkmasına neden oldu. Gerekli önlemleri almazsak ve aşılanma oranları düşerse önümüzdeki yıllarda salgın boyutuna dönebilir.
KISIRLIK KONUSU BİR ŞEHİR EFSANESİ
Karantinada izlediğim ve çok sevdiğim dizi/filmleri listeliyor, bu önerilerden sevdiklerinizi ise 2020 bitmeden bir an önce izlemenizi öneriyorum.
ÖNCELİKLE DİZİLERLE BAŞLAYALIM...
When They See Us (IMDB 8,9): Şimdilerde Central Park Five adıyla tanınan beş siyahi gencin haksız yere bir tecavüz suçundan yargılanması ve tutuklanmasını anlatıyor. Gerçek olayları anlatan 4 bölümlük mini dizi, geçtiğimiz yıl yayınlanmış ve tüm dünyada izlenme rekorları kırmıştı. Diziyi izlerken öfkenizi ve gözyaşlarınızı kontrol etmek bir hayli güç, benden söylemesi.
11.22.63 (IMDb 8,2): Bu dizinin adını duymayan kaldı mı? Hiç sanmıyorum. Eğer hâlâ izlemediyseniz lütfen hemen ekran karşısına geçin ve 11.22.63’ü açın! Zamanda yolculuk, heyecan veren aşklar, dramatik olaylar ve en önemlisi John F. Kennedy suikastının önlenmeye çalışıldığı sahneler… James Franco ve Sarah Gadon’ın başrolde olduğu 8 bölümden oluşan tek sezonluk bu diziyi bir oturuşta bitireceğinize eminim.
Alienist (Ruh Avcısı/7,7): Dizi 1896'nin New York’unda geçiyor. Ambiyans, sokaklar, binalar ve kıyafetler muazzam söylemeden geçmemeyim. Konusuna gelirsek; psikolojik, polisiye ve gerilim türünde iki sezon izliyoruz. Katillerin psikolojik durumundan analiz yapmaya çalışan bir ‘ruh doktoru’, bir gazeteci ve bir dedektif. Eğer çok hassas değilseniz bu diziyi izlemenizi öneriyorum çünkü bazı sahneleri gerçekten rahatsız edici.
Manhunt: Unabomber (IMDb 8,1): Bir gerçek hayattan uyarlanmış dizi daha; Munhat: Unabomber. Dizi posta yoluyla gelen bir bombanın patlaması ile başlıyor ve daha ilk dakikasından sizi içine alıyor. Dizi, toplum tarafından dışlanan ve güvendiği insanların ihaneti ile sarsılan Ted Kaczynski'nin kendi doğrusunu anlatmak için başvurduğu ‘bombalı’ eylemleri anlatıyor. Cinayetler ise dizi alışılmadık bir yöntem ile çözülmeye çalışılıyor; katilin yolladığı mektuplardaki el yazısı ile! Dizinin en ilginç yanı katili yakından tanıdıkça ona kızmak yerine anlamaya başlamak ve hatta üzülmek oluyor.
Tiger King: Murder, Mayhem and Madness (Kaplan Kral: Cinayet, Kargaşa ve Delilik/IMDb 7,6):
Pandemi dönemi alışveriş alışkanlıkları, doğru alışveriş tüyoları, birikim yapma yolları ve bütçe ile ilgili daha pek çok merak edilen soruyu Finansal Okuryazarlık Öncüsü Özlem Denizmen'e sordum, oldukça faydalı cevaplar aldım. Gelin bu zor günlerde paramızı nasıl harcamamız gerektiğine bir bakalım...
Kendinizden kısaca bahseder misiniz?
Yeni dönemin T insanlarındanım diyebiliriz. (Bir konuda uzman ama birçok konuda bilgi, ilgi ve deneyim sahibi.) İş kadını, girişimci, sivil toplum lideri, TV programcısı ve yazarım. Endüstri işletmeciliği okudum, finans masterı yaptım. 2009 yılında bir gün The Economist dergisinin kapağında Afgan bir kızın kendisinden yaşça büyük bir adamla evlendirildiğini gördüm ve bu beni çok etkiledi. Bu fotoğraf artık konfor alanımdan çıkıp toplum için bir şeyler yapmam gerektiğini gösterdi. Bilgim, deneyimim finans alanındaydı.
Ülkemizde bireysel para yönetimi bilinci oluşturacak, kadınların, ailelerin ve gençlerin ekonomik anlamda güçlenmelerini destekleyecek uzun soluklu toplumsal projeler üretip seminerler verirken, baktım bu çok bana bağımlı ve sürdürülebilir değil.
Yarı zamanımı Ankara’da devlet kurumlarında geçirirken buldum kendimi. Soluğu Cansen Başaran Symes’in yanında aldım. "Ben ne yapmalıyım?’’ dedim o da "Dernek kur" dedi. İçinde Prof. Özgür Demirtaş’ın da bulunduğu güçlü bir ekip ile bir dernek kurduk. Tüm bu çalışmalarla, Dünya Ekonomik Forumu tarafından ‘Genç Küresel Lider’ seçildim ve birçok uluslararası kuruluşun temsilcisi oldum.
Finansal Okuryazarlık Öncüsü Özlem Denizmen
Finansal okuryazarlık nedir?
Larissa Gacemer'i tanımayanımız yoktur. Eski basketbolcu Burak Gacemer ile evli olan Brezilyalı model Larissa Gacemer, sosyal medyada paylaştığı eğlenceli videolar ve mutlu evliliği ile hepimizin yüzünü güldürüyor. Yani ben 'hepimizin' yüzünü güldürdüğünü sanıyordum.
Larissa, dün sosyal medyadan bir video paylaştı. Videonun içeriği ise çok rahatsız edici, üzücü hatta sinirlendirici... Larissa videoda, kendisine çocuk konusunda sürekli baskı yapan hatta işi kötü yorumlara vardıranlara sesleniyor, "Biliyorum bazılarınız iyi niyetle söylüyorsunuz ama iyice saygısız ve kötü yorumlar başladı. Ama hem benim için hem de bu durumları yaşayanlar için yeter. ‘Neden çocuk yapmıyorsunuz?’, 'Neden çocuk yok?’ gibi sorular soruyorsunuz. Bende doğuştan gelen bir hastalık var. Çocuğum olmuyor. Bunu bilerek yıllar önce Burak’la denedik, olmuyor. Burak beni böyle kabul etti. Ben de bu durumu kabul ettim. Allah beni böyle yaratmış" diyor.
Burak beni böyle kabul etti...
Allah beni böyle yaratmış...
Bir kadını bu açıklamayı yapmak zorunda bıraktığımız için mutlu muyuz?
Bir çiftin evlenmesi, çocuk yapması, kadının çocuğunu emzirmesi, nasıl beslediği, nasıl yetiştirdiği, ikinci çocuğu yapıp yapmayacağı, neden boşandığı, boşandıktan sonra neden başkası ile sevgili olduğu bizi neden ilgilendiriyor. Ne hakla yorum yapıyoruz? Ne hakla akıl veriyoruz. Bize kim fikrimizi sordu ki?
İnsanların neler yaşadığını bilmeden sürekli bir şeyler söylemek, hiç ama hiç haddimiz olmayan konularda yorum yapmak çok yaralayıcı değil mi?
Yalnız bir insana "Sevgilin yok mu? Evlilik yaşın geçiyor" demeden önce o kişinin aşk acısı çekiyor olabileceğini, belki evlenmek isteyip de evlenemediğini ya da evlilik düşünmediğini göz önünde bulunduralım. Aynı şeyi sevgili olan bir çifte evlilik sorarken, evli bir çifte çocuk sorarken de yapalım. Dünyanın en doğal şeyi olan 'empati'yi ve 'ince düşünce'yi artık hayatımıza dahil edelim.