Selim Türsen

O faturayı neden ödemiştik

14 Mayıs 2014

ÖNÜMÜZDEKİ hafta İzmir, Türkiye’nin kaderini değiştiren bir konuğu ağırlayacak. Ekonominin tam anlamıyla duvara vurduğu, politikacıdan bankacıya, esnaftan işçiye herkesin birbirine bakıp, “Ne yapacağız?” dediği günlerde tanıdık Kemal Derviş’i. Ecevit hükümeti, 2001 krizinde, o sırada Dünya Bankası’nda çalışan Derviş’i Türkiye’ye davet edip “Eti senin kemiği benim” deyip ekonomiyi teslim etmişti.
Derviş’in ilk işi devlet eliyle yağma düzenini bozmak için kamu banka ve kurumlarını politikacıların elinden kurtarmak olmuştu. Merkez Bankası bağımsız oldu. Yaklaşık 40 bankanın battığı finans sistemine BDDK gibi kurumlarla çeki düzen verildi. Kamu ihaleleri denetim altına alınıp birçok sektörü göz altında tutacak bağımsız üst kurullar kuruldu.
Çıkar gruplarının işleri bozuldukça kötü adam ilan edildi Derviş. Ama her krizde olduğu gibi dengeler yeniden kurulurken en ağır faturayı ödeyenler de yine işini kaybeden ücretliler, küçük esnaf, çiftçiler oldu. Sonunda halkın çok büyük fedakarlıklarıyla Türk ekonomisi ayağa kalkabildi.
Tabii işin siyasi faturası da oldu. Yağma düzeni yıllardır sürüyordu. Ama pisliklerin biriktiği baraj, koalisyon hükümeti döneminde yıkıldığı için altında kalan ANAP, DSP ve MHP oldu. Üç parti genel seçimlerde barajı aşamadı halk yeni bir umut olarak AKP’yi iktidar yaptı.

Derviş’in fikri

ASLINDA AKP’nin işi kolaydı. Krizden çıkabilmek için acı ilacı halka eski hükümet içirmiş, bedelini de seçimlerde ödemişti. AKP iktidarına sadece yeni yasalar ve düzenlemeleri uygulamak kalmıştı. Hükümet son genel seçimlere kadar programdan fazla sapmadı. Ama şimdi siyasette AB ile ilişkileri kopma noktasına getirdiği gibi ekonomide de hızlı bir geri gidiş var. Derviş’in güç bela bağımsız hale getirdiği kamu kurum ve bankaları yine siyasetçilerin etki alanında. Başbakan ve bakanlar, ‘Faizler insin’ diye açıklamalar yapıyor. Kamu bankalarının genel müdürlerinin evinden ayakkabı kutuları çıkıyor.

Yazının Devamını Oku

Sanayici ‘Yol’suzluğa çare arıyor

7 Mayıs 2014

YOLSUZLUK öylesine hayatımıza girdi ki, neredeyse gerçekten yola ihtiyacı olanlar bile yanlış anlaşılma korkusuyla, “Yolsuz kaldık. Derdimize çare” diyemeyecek. Geçtiğimiz günlerde yaklaşık 50 yıldır tanıdığım bir dostumu ziyaret için İTOB Organize Sanayi Bölgesi’ne gittim. Havalimanı kavşağındaki Menderes sapağı üzerinden gittiğim Tekeli köyü yakınlarındaki İTOB’un kendisi bir cennet, ama yolları cehennem.
Yaklaşık 2 bin kişinin çalıştığı İTOB’da 100’den fazla fabrika aktif olarak faaliyette. Her biri modern yatırımlarıyla dikkatleri çeken, elektronikten demir çelik ve gıdaya pek çok sektör için yan sanayi malları üreten bu fabrikalara sanayinin kılcal damarları dersek yalan olmaz. Örneğin benim arkadaşımın fabrikası Egeli Polisaj’da otomotivden mobilyaya pek çok sektörde imalat sanayisinde kullanılan çok önemli bir malzeme olan aşındırma elemanlarının üretimi yapılıyor. Bölgeyi gezerken otomatik kapı sistemlerinden tarım ve hayvancılık sektörü için hayati önem taşıyan süt sağma makineleri üretimine kadar çok renkli bir üretim yelpazesi dikkatimi çekti.
Bölgedeki çeşitli kuruluşların yöneticileriyle sohbet ederken İTOB’da ortak sorunun yol olduğunu anladım. Kendim gelirken de iki aracın yan yana geçemediği köprülerden, köylerin içinden, evlerin, kahvelerin, okul bahçelerinin önündeki yollardan geçip, “Organize sanayi sitesinin yolu böyle olmaz” diye düşünüp bir ara yolumu kaybettiğimi sanmıştım.

Gözler Aziz Başkan’da

İTOB’lu sanayiciler, “Bölgedeki firma sayısı arttıkça mal getirip götüren TIR’ların trafiği, çalışan sayısı giderek artıyor. Köylerden geçerken bir kaza olacak diye ödümüz kopuyor. Köylü de rahatsız, ama her köyden birçok kişi buradaki fabrikalarda çalıştığı için fazla bir şey söyleyemiyorlar. Yolu kendi paramızla yapmaya talip olduk. Projemiz de hazır. Ama su havzası diye izin verilmiyor. O zaman organize sanayinin burada kurulmasına neden izin verildi? Yaklaşık 8 yıldan beri faal durumdayız. Bu fabrikaları söküp gidemeyeceğimize göre yol sorununa bir çözüm bulunmak zorunda” diyor.
İTOB’lu sanayiciler yeni başkanlık dönemini tebrik için Kocaoğlu’nu ziyaret ederken konuyu gündeme getireceklerini söylüyor. Bakalım, kadrolarını gençleştirerek yeni bir döneme hazırlanan Başkan Kocaoğlu bu kez çözüm bulabilecek mi?

Yazının Devamını Oku

Şimdi makyaj zamanı

30 Nisan 2014

BİR seçimden diğerine savrulduğumuz dönemdeyiz. Cumhurbaşkanlığı adaylığı için CHP’de yapılan ankette en fazla oyu Eskişehir Büyükşehir Belediye Bakanı Yılmaz Büyükerşen almış. Şehrin dört bir yanını süsleyen heykelleri, gondol sefası yapılan, hatta Eskişehir’e denizi getiren nehir kıyısındaki plajlarıyla cennet yaratan Büyükerşen, gururla aday gösterilebileceğinden büyük çoğunluk oyunu ona vermiş.

Cumhubaşkanlığı seçimleri için bile yerel yönetimlerdeki başarıların kıstas alınması şaşırtıcı değil. İnsanlar şehirde yaşam kalitelerini artırabilen yöneticilerin ülke yönetminde de başarılı olacağını düşünüyor. Ununtmayalım, Erdoğan’ın neredeyse ömür boyu başkanlığa dönüşecek iktidar yürüyüşü İstanbul’a belediye başkanı olduğu zaman başlamıştı.

İzmir’de kıyı düzenlemeleriyle, deniz ulaşımıyla, yeni tramvay ve metro hatlarıyla halkın yaşam kalitesini artıracak çok sayıda proje var. Bazıları da uygulanmaya başladı. Ama çok yavaş gidiyor. Aylardır Pasaport’ta, Konak’ta, Üçkuyular’da, Kordon’da kıyı düzenlemeleri bitirilemedi. Şu anda Körfez’de vızır vızır dolaşarak kalperi fethetmesi gereken deniz otobüsü, araba vapuru iskelesine bağlı bekliyor. Eski iskelelerin yükseklikleri inip binmeye elverişli olamadığından yenilerinin nasıl olması gerektiğine karar verilip yapılması gerektiği için seferler gecikiyormuş.


Antep, İzmir’e meydan okuyor

BİR havayolu dergisinde ‘Türkiye’nin en Avrupalı şehri Gaziantep’ diye başlık gördüm. Yazıda şehirdeki modern kentleşmeden söz ediyor. Görüldüğü gibi Osmanlı’dan beri Tükiye’nin Avrupa’sı olarak ün salan İzmir’e meydan okuyanlar var.

30 yıllık duraklama devrinden sonra İzmir son 10 yıldan beri yavaş da olsa yeniden yükseliş devrine girdi. Metro, İZBAN, yeni açılan iç hatlar teminali, zaten var olan modern dış hatlar terminalleriyle ulaşımdaki altyapı yatırımları tamamlanmak üzere. Bir de şu makyajlama ve hizmet işleri hızlanırsa İzmirliler seçimlerde mecburiyetten değil, Eskişehirliler gibi gönül rahatlığı içinde oy vermeye gidebilecek.

Yazının Devamını Oku

Özerklik İzmir’e bulaştı

23 Nisan 2014

İZMİR Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu kapatılan İzmir İl Özel İdaresi’nin dağıtılan mallarıyla ilgili “Kararlıyız İzmir’in bir çöpünü dahi vermeyeceğiz” diyordu. Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu, Aydınlıların vergileriyle sahip olunan Aydın İl Özel İdaresi mallarının sadece yüzde 2’sinin belediyeye verildiğini, Denizli’de ise yüzde 95’inin AK Partili Büyükşehir Belediyesi’ne verildiğine dikkat çekiyordu Banu Şen’le yaptığı söyleşide.
‘Bizimkiler ve ötekiler’ yönetim tarzıyla belediyelere farklı uygulamalar ‘Bağımsız Ege Cumhuriyeti’ şakalarını artırdı. İşin ilginci, “İzmir demokratik özerkliğini istediğinde” başlıklı T 24 haber sitesinde yayımlanan yazısından sonra, aslen Ödemişli olan yılların gazetecisi Aydın Engin, çoğu olumlu e-posta geldiğini belirtip, “Keşke, Kastamonu, Erzurum, Kırklareli filan deseymişim” diye yazdı.

Tek adam kaygısı

TEK adam rejimi kaygıları artarken, çaresizlikten ne yapacağını bilemeyen bazı kesimlerin inanmasalar bile ‘Acaba’ diye demokratik özerkliği konuşmaya başlaması dikkat çekici.
‘Demokratik özerklik’ dış politika, savunma gibi bazı görevleri merkezi devlete bırakıp geri kalan tüm yaşam alanlarındaki yetkileri yurttaşın eline vermek olarak özetleniyor. Aydın Engin’e göre yerel yönetimlerin güçlenmesine en büyük itiraz, Merkezi devletin olanaklarından ceplerini ve egolarını şişiren devlet asalakları ve demokrasiden nefret edenlerden geliyor.
Kısa bir süre önce Ertuğrul Özkök “Biz artık millet değiliz Adeta birbirini ortadan kaldırmaya ant içmiş insanlar gibi, zoraki duygularla yan yana yaşıyoruz. Adı konmamış, manevi konfederasyona çevirdiğimiz bir ülkemiz var...” diye yazmıştı.
Yazar Oya Baydar’a göre ise, “Üç Türkiye” (Kemalist-Batılı-laik kesim; Müslüman muhafazakâr kesim; Kürtler) çoğulcu, zenginleştirici bir ortaklaşma, birleşme yerine, ayrışma ve çatışmaya sürükleniyor. Bu sıkıntı ancak, merkeziyetçi yönetim yapısının, yerele ağırlık veren, yerinden yönetimi sağlayan ademi merkeziyetçi bir yapıya dönüşmesiyle aşılabilir.

Yazının Devamını Oku

Kahkahayla yasak delme

16 Nisan 2014

GIRGIR, 12 Eylül darbesinin karanlık günlerinde haftalık 1.5 milyon satışıyla dünyanın en çok okunan ikinci mizah dergisi olmuştu. Askeri yönetimin yasaklarından bunalan insanlar haftada bir kez olsun gülümseyerek özgürlüğü koklayabilmek için, dört gözle Gırgır’ı beklerdi.
Aydın Doğan Uluslararası Karikatür Yarışması’nın 30’uncu yılı nedeniyle İzmir’de sergilenmeye başlanan ödüllü eserleri görmeye giderken aklıma Gırgır Dergisi geldi. Oğuz Aral’ın yönetimindeki dergi Avanak Avni, Utanmaz adam gibi tipleriyle yasakları alt üst ediyordu.
Mizah öylesine güçlü bir araçtır ki, tek bir çizgi, tek bir kelime yüzlerce sayfa yazıya bedeldir. O dönemi yaşayanlar hatırlar. Askeri yönetimin hazırladığı yeni Anayasa için yapılacak referandumda mavi renkli pusulalar ‘hayır’ beyaz renkliler ‘evet’ olacaktı. Darbe döneminin anayasasına karşı ‘hayır’ kampanyasını önlemek için askeri yönetim gazetelerin mavi kelimesini kullanımına kısıtlama getirmişti. Siyasi amaçla mavi kelimesini kullanan gazeteler her an kapatılabilirdi. Herkes yasak nasıl delinecek diye merakla bekliyordu. Bombayı Cumhuriyet patlattı. Gazetede yayımlanan karikatürde bir şarkıcı elinde saz o günlerin ünlü şarkısı ‘Mavi, mavi, masmavi’yi söylüyordu.

Türkiye eski Türkiye değil

Twitter’a, You Tube’a yasakların getirilip askeri yönetim günlerinin hortlatılmaya çalışıldığı bir dönem geçiriyoruz. Ancak 30 yıl önceyle bugün arasında büyük fark var. O yıllarda bile askeri yönetime yapılan uluslararası baskılar 12 Eylül darbesinin karanlığını aşmaya yardımcı oldu. Bugünkü Türkiye ise, çok farklı bir konumda. Artık içe kapalı bir ekonomik düzende değiliz. Türk ekonomisi dünya ile bütünleşti. Üstüne üstlük her ay ortalama 5 ile 10 milyar dolar cari açığı var. Dışarıdan akan kaynakların muslukları kısılırsa çarklar yavaşlar ve ekonomi kısa sürede çok zora düşer. Bu da işsizlik ve enflasyon demektir.
Karnı aç insanların neler yapabileceği 2001 seçimlerinde görüldü. Ülkeyi ekonomik krize götüren partiler barajı bile aşamadı. AK Parti ise, bugünkü varlığını o büyük ekonomik bunalıma borçlu.
Yasaklar peşindeki iktidar eminim bu acı gerçeği unutmamıştır.

Yazının Devamını Oku

Neden kaybettiler?

9 Nisan 2014

ÖDEMİŞ 130 bin nüfusuyla İzmir’in nüfusu en kalabalık ilçesi. Selçuk gerçek bir turizm cenneti. Her ikisini de CHP elinden kaçırdı. Acaba neden?

Geçen yıl çeşitli projeler için birkaç kez Ödemiş’e gitmiştim. Sohbetlerim sırasında AKP’li olanların bile CHP’li Başkan Bekir Keskin için “Bugüne kadar Ödemiş’e gelmiş en çalışkan belediye başkanı” dediklerine şahit oldum. ODTÜ Elektrik mezunu Keskin mühendislikten gelen bilgi birikimiyle pek çok yaratıcı projeyi hayata geçirmeye başlamıştı. Örneğin bunlardan biri bölgedeki on binlerce büyük baş hayvanın gübrelerinden elektrik üretecek tesislerdi. Bu projesinin onayları büyük ölçüde tamamlanmıştı.

Peki, Ödemiş’te sorun neydi? Bekir Keskin, 55 bin nüfusun yaşadığı kırsal kesimden özellikle dağ köylerinden AKP’ye oy gittiğini söylüyor. Hükümet kanalıyla bu köylere dul aylığından, hastalık, ölüm gibi akla gelebilecek her fırsatta sosyal yardım fonlarından kaynak akıtılması oyları AKP’ye çevirmiş.

Ama asıl darbe geçen seçimlerde CHP’ye destek olan MHP’den gelmiş. Seçimi kendi adayının kazanacağı gerekçesiyle MHP’nin son anda tavır değiştirmesi AKP’ye yaramış. Sonuç; AKP yüzde 39.6, CHP 37.6, MHP 20.26...

Selçuk’u parti içi kavga bitirdi

SELÇUK’ta sadece 16 oyla başkanlığı AKP’ye kaptıran CHP’yi parti içi kavga vurmuş. CHP’lilerin Büyükşehir için Başkan Kocaoğlu’na verdikleri oy sayısı yaklaşık 14 bin 500. Kendi ilçelerinde yeniden aday gösterilen eski Belediye Başkanı Vefa Ülgür’e verdikleri oy ise sadece 8 bin 600. Eski başkana kızan yaklaşık 6 bin seçmenin oylarını CHP’den esirgemeleri 16 oy farkla AKP’nin kazanmasını sağlamış.

Başkan Kocaoğlu hafta başında yaptığı açıklamada sekiz ilçeyi neden kaybettiklerinin analizini yapacaklarını söylüyordu. Bence CHP hiç vakit kaybetmesin. Başbakan Erdoğan “Olmayacak” dese bile ağustos ayında cumhurbaşkanlığı ile erken genel seçimin birlikte yapılması sürpriz olmaz. Ekonominin gerçekleriyle uyuşmasa bile, Başbakan, Para Piyasası Kurulu’na “Faizleri düşürmek için toplanın” çağrısı yapıyorsa havada seçim kokusu var demektir.

Yazının Devamını Oku

Önümüze bakalım

3 Nisan 2014

HİZMETİN, projelerin, değil siyasi görüşlerin oylandığı bir yerel seçimi daha geride bıraktık. Binali Yıldırım seçimi kaybetse bile AKP’nin oyunu 7 puan artırarak zaferle Ankara’ya dönüyor. Sanırım İzmir’e vaat ettiği 1414 projeden en hızlı bitirilebilecek olanlar ağustostaki cumhurbaşkanlığı seçimi ve 2015 Haziran’daki genel seçimlere kadar hayata geçirilecek.
CHP ise önce İzmir’de kaybettiği yerlerin muhasebesini yapacak. Milletvekili seçimlerinde adaylar belirlenirken aynı hataların yapılmamasına çalışılacak. Ayrıca seçimlere kadar yarım kalan birçok iş tamamlanmaya çalışılacak. Metro, deniz otobüsü, kıyı düzenleme gibi İzmirlilerin yaşam kalitesi ve konforunu artıracak projeler hayata geçecek. Belki de İzmir model gösterilerek, bütün Türkiye’ye, CHP iktidar olursa neler yapabileceğinin mesajı verilecek.

CHP’nin ‘show room’u İzmir

YouTube ve Twitter’ı kapatacak kadar kendini kaybeden hükümet bütün dünyayı karşısına aldı. Yerli ve yabancı yatırımcılarda büyük tereddütler yarattı. Ekonomisi büyük ölçüde dış kaynak girişine bağlı Türkiye’de bu durum bir süre sonra sıkıntılar yaratabilir.
Vatandaş ekonomideki olumsuz işaretleri henüz cebinde hissetmiyor. Rahatını bozmamak için yolsuzluk iddiaları ve kasetlere filan aldırmadan oyunu AKP’ye verdi. Buna karşılık 2001’de büyük bir ekonomik kriz sonucu iktidara gelen AKP, cebi yandığı anda vatandaşın kendisine sırt çevireceğini çok iyi biliyor.
O nedenle, seçmen rüzgarı halen arkasında olan Erdoğan’ın ekonomi baş ağrıtmadan, ağustos ayında cumhurbaşkanlığı seçimiyle birlikte erken genel seçime gitmesi sürpriz olmaz.
Olası bir erken seçimde fırsatı iyi değerlendirebilirse CHP’nin ‘show room’u İzmir olacak.

Yazının Devamını Oku

Son seçim

26 Mart 2014

ÖNÜMÜZDEKİ pazar günü ilk kez oy kullanacak bir grup öğrenciyle sohbet ediyordum. Twitter’ı kapattıran hükümeti çok sert eleştiriyorlardı. Başbakan’ın meydanlardaki açıklamalarına bakıp Twitter’ın ardından Facebook ve diğer sosyal medya araçlarının da kapatılmasını bekliyorlardı. Ama bir taraftan da kıs kıs gülüp, internet olduğu sürece hiçbir şeyin engellenemeyeceğini söylüyorlardı.
Bankalardan vergi dairelerine, hastanelerden havayollarına yaşamın bir tık uzaklık haline geldiği Türkiye’de interneti kapamak mümkün değil. İnternet aynı zamanda binlerce web sitesi, e-mail vb haberleşme araçlarıyla günümüz dünyasında demokratik özgürlüklerin muhafızı konumunda.
Bugün dünyada sadece diktatörler, zalimliklerini, hırsızlıklarını ortalığa döküp halkı kendilerine karşı ayaklandıracağını düşündükleri için internet korkusuyla yaşıyor. Açlıktan insanların öldüğü Kuzey Kore’de halkın dünyayla iletişimi yasak. Yoksul halk bütün dünyada insanların kendileri gibi yaşadığını düşünerek kaderine razı geliyor.

Kavşaktaki Türkiye

TÜRKİYE, dünyada Kuzey Kore’den sonra Twitter’ı yasaklayan ikinci ülke olarak çok tehlikeli bir kavşağa gelmiş bulunuyor. İktidar partisi, İzmirli gençlerin ilk seçimini, bu ülkenin son seçimlerinden biri olabilecek kadar kritik bir noktaya getirdi ülkeyi.
Eğer anayasa için ‘Yetmez ama evet’ diyenler bile, AKP’ye karşı oyları bölmemek için ana muhalefet partisi CHP’nin etrafında toplanma çağrısı yapıyorsa, durum sandığımızdan çok daha ciddi bir hale gelmiş demektir.
Unutmayalım, duygularına kapılmayan eğitimli, bilinçli seçmenler aynı zamanda demokrasinin anahtarıdır. Yol ayrımındaki Türkiye’nin şimdi bu seçmenlere çok ihtiyacı var.

Yazının Devamını Oku