İzmir Biyotıp ve Genom Merkezi (İBG) danışma kurulu üyeleri, dünyaca iki ünlü Türk bilim adamı Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil ve Prof. Dr. Mehmet Toner ile İBG Direktörü Prof. Dr. Mehmet Öztürk’tü Ayçe’nın konukları. Adını dünyaya ilk kez şişmanlığa neden olan geni bularak duyuran Prof. Hotamışlıgil’i EXPO 2020 adaylık yarışı için yapılan sunumun hazırlıkları sırasında tanımıştım. ABD’den uçağı saat 03.00 civarında Paris’e gelmiş, sunum hazırlıkları için ayakta olduğumdan, o saatte otel lobisinde organizasyon komitesinden karşısına çıkan ilk kişi tesadüfen ben olmuştum. Hiç dinlenmeden hemen konuşmasını yapacağı salonda prova yapmak istemişti. Böylesine ünlü bir bilim adamının İzmir’in EXPO yarışına en iyi desteği verebilmek için gösterdiği çabaya saygı duymuştum. Belki ortaokulu, öğretmen annesi ve doktor babasının görev yerleri olan, Turgutlu ile Gediz’de okumuş olması Hotamışlıgil’in kalbinde İzmir ayrı bir yer açmıştı.
Kısa süre önce Hotamışlıgil’in hücrede kolesterol seviyelerini güvenli bir aralıkta tutmayı sağlayan Nrf 1 molekülünü keşfettiği açıklandı. Nobel bile kazandırabilecek bu buluşun pek çok hastalıkta yeni ve etkin tedavi yöntemlerinin önünü açabileceği ön görülüyor. Böylesine büyük keşiflere imza atan Hotamışlıgil Hürriyet EGE’deki röportajında birkaç yıl önce açılan Türkiye’de tek olan İzmir Biyotıp ve Genom Merkezi’nin Harvard’dan aşağı kalır yanı olmadığını, hatta bir çok laboratuvarın alt yapısının Harvard’dan daha iyi olduğunu söylemiş.
Alt yapı iyi, ama o alt yapıyı değerlendirebilecek çok daha fazla bilim adamını İzmir’e çekebilmek gerek. Bunun için başta araştırma - geliştirme merkezleri, etkin eğitim kurumları, bağımsız araştırma merkezleri olmak üzere yeni bir kümelenmeye ihtiyaç olduğu anlaşılıyor. Bunlar olsa İBG Direktörü Prof. Öztürk’ün söylediği gibi İzmir şahane bir yer. Bilimin ihtiyacı olan açık görüşlülük ve vizyon İzmir’de mevcut.
Malum şu sıralar en sıkıntılı zamanlar. Bir taraftan inşaat çalışmaları, diğer yandan okulların açılması ve yazın sona ermesiyle kalabalıklaşan şehirde, trafik bazen kördüğüm oluyor. Özellikle işe gidiş ve çıkış saatlerindeki yoğunluk İstanbul’u aratmıyor. O nedenle bir çok semtte tramvay hatları inşaatının bitmesi dört gözle bekleniyor.
Peki, 165 milyon euro (660 milyon TL) kredi kullanılarak yapılan bu devasa yatırım gerçekten İzmir trafiğinin rahatlamasına katkıda bulunacak mı?
Tramvayın İzmir trafiğine yararını anlamak için artık varsayımlarla konuşmaya gerek yok. İstanbul zaten iyi bir örnekti, ama Karşıyaka çok taze bir örnek olarak önümüzde duruyor. Anlaşıldığı kadarıyla Karşıyakalılar tramvayı sevmiş. Günde ortalama 30 bin kişi tramvayla taşınıyor. Bostanlı Pazarı’nın kurulduğu günlerde bu sayı 40 bine kadar çıkıyormuş. Aslında tramvayla ilgili ilk projeler yapıldığında 2015 yılındaki tahminler Karşıyaka’da günde 15 bin yolcunun tramvayı kullanacağı varsayılıyormuş. Temmuz’da normal seferlerine başlayan Karşıyaka tramvayının bu kadar kısa sürede tahminlerin iki kat üzerinde yolcu taşımaya başlaması ne kadar doğru bir yatırım olduğunun kanıtı. Aslında bunu görebilmek için kahin olmaya da gerek yok. Tramvayın 300 yolcu kapasitesi varken bir otobüs en fazla 100 yolcu taşıyabiliyor. Otobüs trafikte diğer araçlarla boğuşarak oflaya puflaya giderken, tramvay önünde hiçbir engel olmadan raylardan yağ gibi kayıp her 10 dakikada bir duraklardan geçiyor. Konak tramvayının ise yolcu sayısının yoğun olduğu saatlerde 3 dakikada bir geçmesi planlanıyor.
Ben Karşıyaka’da oturanlara tramvayla ilgili düşüncelerini sorduğumda, genellikle olumlu izlenimler alıyorum. Otobüs ve dolmuşların çekilmesiyle trafiğin çok rahatladığını söylüyorlar. Yolculuğunu çok konforlu buldukları tramvayı ayrıca renkleri ve modern tasarımıyla çok sevimli buluyorlar.
Bu haberleri izlerken geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin önde gelen düşünce ve araştırma kuruluşlarından TEPAV (Türkiye Ekonomik ve Politik Araştırmalar Vakfı) Direktörü Güven Sak’ın yaptığı bir çağrı aklıma geldi. Sak, İzmir’deki bir startup kuruluşu olan Kodeco’nun geliştirdiği ve seri üretime hazır, enerjisinin tamamını güneşten elde eden araçlara dikkat çekip, “İzmirli startup Kodeco’yu duydunuz mu?” diyordu ve ardından ekliyordu:
“Önce elimizdekilerin farkına varsak, sonra onlardan nasıl daha büyük değerler yaratacağımıza odaklansak...”
Enerjinin tamamı güneşten
İlk milli otomobil için atılan imzalar henüz kurumamışken gözüme çarpan İzmirli Kodeco için yapılan bu çağrıya bu kez farklı bir gözle baktım. Dünyanın en bol güneşli ülkelerinden birinde sadece güneş enerjisiyle çalışan otomobiller yapılsa kim bilir ne müthiş ve yararlı bir proje olur. Güneş enerjisiyle bedavaya giden otomobiller 1 değil milyonlar satar.
Zaten yılda 100 milyon otomobilin dünya pazarlarına sadece 10 firma tarafından pazarlandığı bir sektöre başka nasıl girilecek ki? Ancak fark yaratan ürünlerin bundan sonra şansı olur.
İAOSB Yönetim Kurulu Başkanı Hilmi Uğurtaş , 26 yıldır faaliyette olan bölgeye, sahip olduğu alt ve üst yapı olanakları açısından Türkiye’de rakip tanımıyor. Ancak bugün yeni bir yatırımcının İAOSB’de yatırım yapması mümkün değil, çünkü bölge dolmuş durumda. Tam 7.5 milyon metre kare üzerine kurulu organize sanayi bölgesinin kıpırdayacak yeri yok.
Başkan Uğurtaş ‘İAOSB yerleşim alanlarına yürüme mesafesinde olduğu için mavi ve beyaz yakalıların çalışmak istedikleri bir yer. Yatırımcının da limana 15 km. , hava limanına 30 km gibi yüksek lojistik imkanları ve eleman temini çok kolay olduğu için yatırım yapmak istediği bir bölge. Ama doğumuz konut alanı, güneyimiz deniz. Batımız da ise askeriye var. Keşke genişleme alanımız olsa da genişleyebilsek. ‘ dedikten sonra sözü batıdaki komşuları Çiğli’deki askeri bölgeye getiriyor: ‘Bakarsınız bir gün burada askeri bölgeye ne gerek var’ deyip ayrılmaya karar verirler ve genişleme şansımız olur. Arazi satışa çıkarılırsa talip oluruz. Böyle bir gelişme İzmir’de sanayinin gelişimi istihdamın artması için müthiş bir fırsat olur’
Uğurtaş’a satış fiyatlarını sorduğumda sanayi bölgesinde yakın zamanda metrekaresi 750 ile 840 TL arasında fiyatlarla el değiştirmeler olduğunu belirtti. Atatürk Organizede büyümek isteyen çok sayıda yatırımcının yer yokluğundan büyüyemediğini söyleyen Uğurtaş ‘Bir yandan İzmir’de yatırım çağrıları yapılıyor diğer yandan yatırım yapacak yer yok. ’ diyerek önerilerini şöyle sıralıyor:
Eğer batıya askeriyeye doğru genişleyemezsek ikinci bir şık bizim başka yere taşınmamız olacak. Önümüzdeki 10 ile 15 yıllık süreç içinde buna hazır olmamız gerek. Bulunacak yerin İzmir’in beyaz ve mavi yaka olanaklarından faydalanacak bir yer olması gerek. Belki Manisa , Emiralem arasında bir yerler olabilir. Torbalı, Kemalpaşa arasında da sanayi parselleri var . Belki bunlar da organize sanayi bölgesine dönüşebilir. İzmir’in geleceği için kamunun daha fazla gecikmeden harekete geçip yer hazırlaması gerek.
Çolakoğlu’ndan İzmir’de heyecan yaratacak projeler
Geçen hafta İzmir’e yeni bir heyecan gerek konulu yazım üzerine duayen sanayici Kemal Çolakoğlu bir mail gönderdi. İzmir’e her zaman yaratıcı fikirleriyle katkıda bulunan Çolakoğlu’nun çok önemsediğim ve gerçekleşme olasılığı yüksek bu görüşlerini aynen aktarıyorum.
Dikkat çekici bir tespit.
Gerçekten de EXPO 2020 adaylığı bütün İzmirlileri tek bir amaç etrafında birleştiren önemli bir hedef olmuştu.
İzmir’e dünya liginde sınıf atlattıracak bir hedefti bu.
Nitekim, EXPO 2020’yi düzenleme yarışını kazanan Dubai’de bu büyük heyecanın kenti yeni baştan yaratan yatırımlarla yoğun bir şekilde yaşandığı görülüyor.
Dubai nüfusu sadece 2.8 milyon kişi olmasına rağmen 2020’de 6 ay sürecek fuara tam 25 milyon ziyaretçi bekliyor.
EN YEŞİL ŞEHİR OLACAK
Bin 800 yaşındaki bir ağacın zeytininden elde edilen yağın yarım litresinin tam 22 bin liraya satıldığı haberiydi bu.
Aslında bu rakam, yaprağından yağına her santimetrekaresi ile insanların ölümsüz dostu zeytin ağacına gösterilen saygının bir sembolüydü.
Ama rakam büyük olunca bir anda ulusal medyanın da ilgi odağı oldu.
Urla’da oturan, ödül zengini şair Süleyman Berfe’nin Felsefe Günleri’ndeki konuşmasında söylediği gibi, dışarıda yazdan kalma olmasına rağmen 100’ü aşkın kişi felsefe ve edebiyat için dört duvar arasındaydı. Sadece Urla’da felsefe için bu kadar çok kişinin bir araya gelmesi gerçekten dikkate değer bir olay.
Şair ve çevirmen Cevat Çapan, 1964 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Urlalı ünlü şair Seferis’in yaşam felsefesini anlattı, şiirlerinden örnekler verdi. Aynı zamanda büyükelçi olan Seferis, savaşın sıradan insanların yaşamlarındaki yıkımı kendi yaşadığı deneyimlerle şiirlerine yansıtmış. Bölgemizde yeni savaş bulutlarının arttığı şu günlerde Seferis’in şiirleri çok daha önem kazanıyor.
Hayatının en mutlu yıllarını 14 yaşına kadar doğduğu Urla’da geçiren Seferis savaş nedeniyle Yunanistan’a gitmek zorunda kalır. İki dünya savaşı ve bir iç savaş yaşayıp çok acılar çeken Seferis’in Urla’da yaşadığı çocukluk cennetini arayışları şiirlerine yansır, bireysellikten çıkıp kitlelere umut olur. Savaşın acısını en fazla hisseden sıradan insanlar şiirlerinde hep ön planda olur.
Uzun yıllardır Urla’da yaşayan, Salkım Hanımın Taneleri, Güz Sancısı gibi roman ve TV dizilerinin yazarı, ünlü edebiyatçı Yılmaz Karakoyunlu ise bilinen ve bilinmeyen yönleriyle Neyzen Tevfik’i anlattı. Salon bazen kahkahadan yıkıldı, bazen derin bir düşünceye daldı.
Felsefe Günleri’nin programında çocuklar için bile felsefe vardı. Eğitimci Levent Gönül, felsefenin eğitim yaşamındaki önemi ve rolünü anlatırken; Bilgi Üniversitesi’nden Ferda Keskin ‘Yunan Tragedyası ve Felsefe’, Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Nevzat Kaya ‘Platon’, Boğaziçi Üniversitesi’nden İlhan İnan ‘Merak ve Yaratıcılık’, araştırmacı Alp Eden ‘Borges ve Sonsuzluk’, Koç Üniversitesi’nden Zeynep Talay’ın konusu ise ‘Nietzsche’ ve ‘Robert Musil’di.
Halbuki bir zamanlar çektiğimiz fotoğrafı görebilmek için bir iki ay beklemek zorunda kalabilirdik. Çok değil, bundan 10 - 15 yıl öncesine kadar fotoğraf makinelerine film takarak çekilirdi. Sonra genellikle 36 kare olan bu film rulosunun dolması beklenir, daha sonra da banyo yapıp karta basılması için fotoğraf stüdyolarına götürülürdü. Film ve karta basma pahalı olduğu için her şeyin fotoğrafı çekilmez, ancak doğum günü gibi özel anlar, kalıcı anılar arasına yerleşirdi.
Fotoğraf makinesinin icadı ve geniş kitlelerin satın alabileceği bir ürün haline gelmesinden sonra rulo film üretimi devasa bir sanayi oldu. Bu sanayinin dünyadaki lider markası ise Kodak’tı. Bugün Kodak yok. Dijitalleşmenin dünyayı nasıl değiştireceğini zamanında göremeyen dünya devi şirket ürettiği fotoğraf filmlerinin bu kadar hızlı çöpe gideceğini tahmin edemedi. Sonunda önce dijital fotoğraf makineleri sonra da fotoğraf ve film çeken akıllı cep telefonlarına yenik düşüp yok olup gitti.
Geçen hafta Capital ve Ekonomist dergileri İzmir’de toplantı düzenledi. Burada İzmir’deki ve Türkiye’deki işyerlerinde dijital dönüşüm konusu tartışıldı. Vodafone Kurumsal İşbirimi Genel Müdür Yardımcısı Meltem Şahin’in verdiği bilgiye göre, Türkiye’nin dijitalleşme puanı 100 üzerinden 53 oldu. İzmir’in puanı ise 100 üzerinden 52. Türkiye ortalamasıyla hemen, hemen aynı. Bir başka deyişle, Türkiye ve İzmir iş dünyası Kodak’ın durumuna düşmemek için almaları gereken yolun henüz yarısını kat edebilmiş.
Peki, dünyada makineler birbiriyle konuşmaya başlayıp Sanayi 4.0 çağına atlayıp ışık hızıyla koşarken, biz neden hala yürüyoruz.
NEDEN GERİ KALIYORUZ