Selim Türsen

Tatsız bayramda tatlı umut

10 Mayıs 2021
ÖNÜMÜZDEKİ perşembe salgının gölgesinde geçecek üçüncü bayrama gireceğiz. Bu bayram da geçen yıl olduğu gibi evlerde kapalı olacağız. Bu bayram da kutlamaları cep telefonları, bilgisayarlarla sanal ortamlarda yapacağız. Geçen bayram çoğu aramızda olup bu yıl bizimle olamayan 43 bin yakınımızın hüznünü yaşayacağız.


Ama öncekilerden farklı olarak bu bayrama umutla giriyoruz. Geçen yıl önümüz karanlık ne olacağını bilmiyorduk. Bu bayrama ise 10 milyonumuz iki defa, 15 milyonumuz birincisi yapılmış olmak üzere toplam 25 milyon kişi aşılı olarak giriyoruz. Sağlık Bakan Koca’nın, nüfusun üç katı kadar 240 milyon aşı için anlaşma yapıldığı müjdesi ise her eve bayram şekeri gibi geldi.
BU YAZ EVE KAPANMAMAK İÇİN
Geçen hafta İzmir vaka sayısını en hızlı düşen 5 ilden biri olarak ilan edildi. Bu sonuç İzmirlilerin işi sıkı tuttukları zaman başarabildiklerini gösteriyor. İzmir’de, Muğla’da, Aydın’da, Denizli’de, Manisa’da, Çanakkale’de, Balıkesir’de, tüm Ege ve çevresindeki illerde vaka sayısındaki her düşüş 1 yıldır süren kısıtlı yaşamdan özgürlüğe atılan yeni bir adım olacak. İzmirliler önümüzdeki yaz aylarını eve kapalı geçirmemek için vaka sayısındaki azalmayı kalıcı hale getirmeli. Bunun da yolu önlemlerden taviz vermemekten, aşı sırası gelince hemen kolu uzatmaktan geçiyor.


Bayramlık da alamadık

GELENEKLERİMİZDE bayrama yeni giysilerle girmek vardır. Şimdilerde ihtiyaç olduğu anda gömlek, ayakkabı ne gerekiyorsa hemen alınabiliyor. Bundan 30–40 yıl öncesine kadar hazır giyim sektörü gelişmediğinden evin çocuğunun ayakkabı, hanımın elbise ihtiyacını karşılamak için bayram bahane olurdu. Bayramlıkları yetiştirmek için terziler sabahlara kadar çalışır, ayakkabıcılar en büyük cirolarını bayram öncesi satışlarında yaparlardı. Bugün de kısmen de olsa gelenekler sürüyor. Bayram ziyaretleri mümkün olduğunca yeni giysilerle yapılmaya çalışılıyor.

Yazının Devamını Oku

Temmuzda gülebilir miyiz?

3 Mayıs 2021
EVE kapanmanın 4’üncü günündeyiz.

 

17 günlük tam kapanma kararı alındığında işin doğrusu epey umutlanmıştım. Hele bu kapanma bir de hızlı aşılanmayla desteklenirse “Temmuzda gülmeye başlayabiliriz” diye düşünmüştüm. Hatta salgını büyük ölçüde kontrol altına almaya başaran İngiltere’den, Seyahat Acenteleri Birliği Başkanı Mark Tanzer’in, “Türkiye’ye 2.5 milyon İngiliz turist akışı var. Ülkeniz hala gözde bir destinasyon. Aşılanma ile Türkiye’ye ilk üst yaş grubu seyahat edecek. Sağlık alanındaki çalışmalara aşırı dikkat edip kendinizi hazırlamanız gerek” şeklindeki açıklamasını okuyunca, “Ege İngilizlerin gözdesi. Muğla’dan başlayarak bölgede turizm toparlanmaya başlayabilir” dedim.
Ama olmadı. Kapanma kararının tatil fırsatı olarak algılanması hayal kırıklığı yarattı. Şu anda virüs Türkiye’nin dört yanında cirit atıp insanların ağzından burnundan girip ciğerlerine yerleşiyor. Nüfusu 500 bine ulaşan Bodrum’a, 200 bine ulaşan Seferihisar’a, 100 bin kişinin akın ettiği Karaburun’a gidenler arasında mutlaka uçakta, otobüste, benzinlikte, lokantada bir yerlerde virüs kapmış olanlar vardır. Ne yazık ki, salgın göçü Ege kıyılarını kötü etkileyecek. Tam kapanma öncesi Bodrum’da, Çeşme’de yolların halini gördük. Ben Urla’da bir ucu neredeyse otoyola dayanacak uzunlukta araç kuyruklarıyla karşılaşınca yapacağım işlerden vazgeçip eve döndüm.
Yollarda virüs kapanlar farkında olmadan bakkala, markete girip çıktıkça, evde beraber yaşadıklarıyla sohbet ederken havada uçuşan binlerce virüs ağızlarından, burunlarından karşılarındaki insanlara atlayacak. O insanlardan da başkalarının üzerine...

KİM GİDER HİNDİSTAN’A
Umarız korkulan senaryo olmaz, kapanma sonrası dördüncü dalgayla karşılaşmayız. Eğer bu olursa temmuzda gülmek bir yana başta turizm olmak üzere sıkıntılar katlanarak artacak. Salgının patladığı günlerde kimse İngiltere’ye gitmeyi düşünmedi. Bugünlerde Hindistan’a uçmak akılların kıyısından bile geçmez. Aynı duruma düşmemek için kapanmada gereğini yapıp vaka sayısı hızla düşürülmeli.
Kapanmada kimseyle görüşmeyip, eve dönüşte aynı anda yollara dökülmezsek salgının kontrol edilebileceğini söylüyor uzmanlar. Bir de bunun üzerine açıklandığı gibi haziranda 30 milyon doz aşı, ayrıca Rus aşıları gelirse umutlanmak için temel şartlar oluşmuş olacak.

TURİZM İŞ, AŞ DEMEK

Yazının Devamını Oku

Sokaklar çıkılamayacak kadar tehlikeli

26 Nisan 2021
GEÇEN hafta İzmir’de çok yakın bir doktor arkadaşım sosyal medyadaki grubumuza, “Aşı oldunuz diye otellerde filan toplanmayın. Durum çok ciddi” diye bir uyarı mesajı gönderdi. Yasakları delmek için otellerde güle eğlene yemek yedikten sonra, oda paralarını ödedikleri halde kalmayan arkadaş grupları olduğunu duyuyoruz. Bizim grupta da, “Otelde buluşalım” teklifi gelmeye başlayınca doktor arkadaş uyarma ihtiyacını hissetti.


Prof. Dr. Esin Şenol, bir TV programında, “Sokaklar çıkılamayacak kadar tehlikeli hale geldi” alarmı verdi. Hala işin ciddiyetini anlayamayanlar için de, “Her 4.5 dakikada bir kişi koronavirüsten ölüyor” dedi. Prof. Dr. Osman Müftüoğlu ise her şeyin devletten beklenmemesini isteyip, “Yalvarıyorum bir şeyler yapın” diyerek, TOBB ve TÜSİAD gibi kuruluşlarla işçi sendikalarına salgının durdurulması için işbirliği yapmaları çağrısında bulundu.

TAM KAPANANLAR ŞİMDİ ÖZGÜR
Salgın İngiltere’de 3 ay tam kapanma ve toplumun büyük bölümü aşılandıktan sonra kontrol altına alınabildi. Bugün İngilizler eski hayatlarına döndü. Türkiye’de de doktorlar çok kritik sektörler dışında üretimin durdurulması çağırısı yapıyor. Toplu ulaşımla iş-ev arasında gidip gelenlerin, fabrikalarda kapalı ortamlarda aynı havayı soluyup virüsü kapmaması mümkün değil.
Belki devletin kaynakları üretim durduğunda doğacak açığı kapatamayabilir. O zaman işverenler başta olmak üzere toplumun tüm kesimlerinin elini taşın altına sokması gerekecek. Eğer bu yapılmazsa salgın ekonominin tamamını tehdit eder boyutlara ulaşabilecek. Tarih, veba salgınlarında kırılan toplumlarda tarlalarda çalışacak işçi bulunamadığı için yaşanan açlık krizleri örnekleriyle dolu.
Bugünkü bilimsel çalışmalar da ekonomi açık olduğu zamanki günlük kazançların salgın önlenemezse orta vadede daha büyük zarara dönüştüğünü gösteriyor Bütün mesele birkaç ay dişi sıkmaktan geçiyor.


Yazının Devamını Oku

Turizme İngiliz aşısı

19 Nisan 2021
İZMİR’de turizmciler Rusya’nın Türkiye’ye uçak seferlerini iptal etmesi nedeniyle hayal kırıklığına uğradıklarını söylediler.

 

Bu yıl rezervasyon var mıydı bilmiyorum ama İzmir’e zaten Rus turist pek gelmiyor.
İstatistiklere göre Rus turistlerin birinci tercihi Antalya
Daha sonra Muğla’da Marmaris, Bodrum ve Fethiye gibi yerleri tercih ediyorlar.
İzmir’e gelen yabancı turist sayısı salgının başlamasından sonra yüzde 76 azalarak 2020 yılında 298 binde kaldı.
Bu dönemde İzmir’e en çok turist gönderen ilk 10 ülke Almanya, İngiltere, Hollanda, Fransa, Ukrayna, İsviçre, Belarus, Belçika, Avusturya ve İrlanda oldu.
Görüldüğü gibi İzmir’e en çok turist gönderen ilk 10 ülke arasında Rusya yok.

Yazının Devamını Oku

Pandemide kazananlar

12 Nisan 2021
SALGINDA günlük vaka sayıları katlana katlana artarak günlük 70 bine doğru yol alıyor. Hayatını kaybedenlerin sayısı günde 300 civarında. Son sekiz haftada İzmir’de vakalar yüzde 390 artmış. Virüsün havadan inanılmaz bir hızla yayıldığı böyle bir ortamda korunmak için devletin zorlayıcı tedbirler almasını beklemeye gerek yok. Her birey, her işyeri kendi canını kurtarma telaşına düşmeli. Unutmayalım yaşam devam ettiği sürece ayakta kalmak bir şekilde mümkün olur. Ama hayatını kaybedenleri geri getirmek mümkün değil.

 


Geçen hafta zorunluluktan Alaçatı’ya yolum düştü. Bazı kafelerin önünden geçerken şaşırdım. Sanki salgın yokmuşçasına herkes maskesini çıkarmış, şen şakrak oturuyordu. İşin doğrusu eski günleri hatırlattığı için hoşuma da gitti. Oturanlar arasında mesafe vardı ama milyarlarca mikrobun havada kaynadığı bir dönemdeyiz. Kendi payıma sokaktaki masaların önünden sadece 15-20 saniyede geçtiğim halde rahatsız oldum. Oradakilerden birinin pozitif olduğunu düşünürsek bugünlere nasıl geldiğimiz anlaşılır.

KORKU SEVİNCE DÖNÜŞTÜ
Eğer iş şartlarımıza uyuyorsa bu ortamda salgından korunmanın tek yolu kendimizi kapatmak. Böyle yapanlar da çok. Nitekim bu durum bazı ürünlerin satışlarından rahatça görülebiliyor. Urla’da beyaz eşya ve ev aletleri satan bir mağazanın sahibiyle sohbetimde salgın başladığında işler bir anda kesilince çok korktuklarını anlatıp şunları söylemişti:
“Biz sipariş bağlantılarımızı yıllık yapıp borç altına gireriz. Salgın başlayıp satışlar kesilince ne yapacağımızı şaşırdık. Ödememiz gereken çekler, senetler vardı. Birkaç ay böyle geçti. Tam umutlar kesilirken hazirandan itibaren satışlar birden canlandı. Hem öyle canlandı ki, birkaç ayda tarihimizdeki en yüksek satışları yaptık.”

ÖNCE DERİN DONDURUCU

Yazının Devamını Oku

Bu dalga çok büyük

5 Nisan 2021
GEÇEN hafta günlük vaka sayısının 40 bini aşmasıyla salgın korkutucu boyutlara ulaştı. Bu dalganın daha da kabararak günlük vaka sayısının 60 binlere ulaşmasından endişe ediliyor. Maalesef, İzmir, yüksek dalganın altında kalan iller arasında. Geçen haftaki risk haritasında kırmızıya boyanan İzmir çok yüksek risk grubundaki şehirler arasında görülüyor.

 


EGE BÖLGESİ TURİZMİNİ DE VURUR
Genel olarak Ege Bölgesi’nde orta risk grubundaki Uşak ile yüksek risk grubundaki Manisa, Denizli, Afyon dışındaki bütün iller Muğla, Aydın, Denizli, Kütahya kırmızı renkle çok yüksek risk grubunda yer alıyor. Bütün bu iller İzmir’le bağlantısı olan, geliş gidişlerin çok yüksek olduğu yerler. Ayrıca İzmir yolu üzerindeki Balıkesir ve Çanakkale de çok yüksek risk grubunda. Mutasyona uğramış İngiliz virüsünün çok hızlı yayıldığı göz önüne alınırsa Ege için tehlike giderek büyüyor. Ege’de salgın yavaşlatılamazsa virüs nedeniyle İstanbul’dan Bodrum, Marmaris, Fethiye, Çeşme, Kuşadası, Foça gibi turistik yerlere geliş de yavaşlar. Bu gelişmenin umudunu yaz aylarına bağlayan bölge turizmine vuracağı darbeyi tahmin etmek zor değil.

KOLERADAN SONRA PARİS AYAKLANMASI
Aslında tarihteki veba ve kolera gibi büyük salgınlara bakıldığı zaman ekonomik zararlarının çok büyük olduğunu ve önemli toplumsal çalkantılara yol açtığı görürüz. Bir süre önce Uluslararası Para Fonu (IMF), tarih boyunca salgın hastalıkların ekonomik ve sosyal etkileri üzerine çok çarpıcı bir çalışma yayımladı. Paris’te 1832’deki kolera salgını 650 bin nüfuslu kentte birkaç ayda 20 bin kişinin ölümüne neden olmuş. Hastalık en fazla sanayi devriminin etkisiyle şehrin merkezine yığılan ve sağlıksız koşullarda yaşayan dar gelirli grupları etkilediğinden toplumsal tepkiler olmuş. Yüksek gelir grupları ise yoksulları dikkatsiz davranarak hastalığı yaymakla suçlamış ve sosyal gerilim yükselmiş. Sonunda Victor Hugo’nun ünlü Sefiller romanında sahneleri ölümsüzleştirilen caddelerde barikatların kurulduğu 1832 Paris Ayaklanması başlamış. Daha sonra bu ayaklanmaların ileriki yıllarda devam ettiğini ve 1871 Paris Komunü ile iktidarın el değiştirdiğini biliyoruz.

IMF’YE GÖRE SİYASİ ETKİ 2 YIL SONRA

Yazının Devamını Oku

Kuruyoruz zaman kalmadı

29 Mart 2021
PANDEMİ nedeniyle dışarı çıkamıyoruz ama internet üzerinden belki eskisinden daha da fazla konferansları, seminerleri canlı olarak evlerimizden izleyebiliyoruz. Geçen hafta yapılan ‘Susuzluk Zirvesi’ de bunlardan biriydi.


Öncelikle çölleşmeye adım adım giden Türkiye’de İzmir’in kuraklık krizinden ilk etkilenecek bölgelerden biri olduğunu belirteyim. Hatta, 2011 yılında dünyanın en önde gelen bilim insanları arasında 14’üncü sırada gösterilen Ord. Prof. Niyazi Serdar Sarıçiftçi, “Yakın gelecekte Türkiye ve çevresindeki ülkelerde kuraklık krizi başlayacak. İzmir 5 yılda deniz suyunu arındırıp su ihtiyacını karşılayacak projeler yapmalı” uyarısında bulunuyor. Dünyada ilk plastik organik güneş pilinin patentini alan Prof. Sarıçiftçi geçen hafta Avusturya’dan internet üzerinden Yaşar Üniversitesi’nde bir konferans verdi. Prof. Dr. Niyazi Serdar Sarıçiftçi’nin, “en demokratik enerji kaynağı” dediği güneşten daha fazla yararlanma, yapay petrol ve doğalgaz yapımıyla ilgili açıklamalarını ayrı bir yazıda ele alacağım.

DAMLAMA SULAMA YÜZDE 20’DE
İzmir’deki toplantıda susuzluk krizi ve çözümler üzerine birçok görüş paylaşıldı. Ancak ben öncelikle suyun yüzde 77’sini kullanan tarım kesimini ele alacağım. Vahşi sulamanın çok yaygın olduğu ülkemizde tarımda bilinçli su kullanımı pek çok derde derman olabilir. Verilen bilgilere göre damlama sulamada su kaybı sıfıra yakın oluyor. Ama Türkiye’de ekili arazilerin sadece yüzde 20’sinde damlama sulama var. Çoğunlukla kanaletler ve eski usul arklarla sulama yapıyor.
Tarımda en önemli mesajlarından biri de her bölgenin kendi coğrafi koşullarına uygun yerli tohum ve hayvanlarla üretim yapılması üzerine idi. Labarotuvar ortamında yetiştirilen tohumlar yabancı topraklara ekildiğinde rüzgar, su, böcek gibi alışık olmadıkları etkilerin altına girince bozulmaya başlıyor. O zaman da ilaçla sorun aşılmaya çalışılıyor. Aynı durum yabancı hayvanlar için de geçerli. Yerli ırktan olmayan hayvanların bölgeye uyum sağlayabilmesi için çok ciddi ilaç ve veterinerlik masrafları gerekiyor. O nedenle İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin karakılçık buğdayı gibi ata tohumları, maltız keçisi gibi yerli hayvanlarımızla süt üretimi projeleri bütün Türkiye’ye öneriliyor. Çiftçinin fazla su istemeyen yerli tohum ve hayvan ırklarına dönüşüm yapabilmesi için alım garantisi gibi teşvikler gerekiyor.

EĞİMLİ ARAZİ BİR UMUT
Bir başka önemli konu tarımda düz arazilere, ovalara ağırlık verilmiş olması. Halbuki Ege başta olmak üzere Anadolu coğrafyasında eğimli araziler çoğunlukta. Eğimli arazilerin doğru kullanımı kuraklığa ve tarımın geleceğine çare olabilecek. Her bölgenin koşullarına uygun az su tüketen bitki ve hayvanlar, bitkilerin ihtiyacı kadar su gibi bilimsel çalışmalara dayalı tarımsal planlamalar bir an önce hayata geçirilmek zorunda. Eski usul devam ederse tarımın keşfedildiği Anadolu topraklarında tarım yakında kuruyacak. Kaybedecek zaman kalmadı.

Yazının Devamını Oku

Şanssız sanal öğrenciler

22 Mart 2021
YÜZ yüze eğitimin durmasından beri ilk kez geçen hafta üniversiteler semti Bornova’ya gittim. Bölgede sadece Ege Üniversitesi’nde 60 bine yakın öğrenci var. Yaşar Üniversitesi’nde 11 binin üzerinde öğrenci okuyor. Öğrencileriyle, akademisyenleriyle bir yıl öncesine kadar cıvıl cıvıl olan kampüs alanlarında terk edilmiş kent sessizliği vardı.

 

Son yıllarda öğrenci kampüslerinin çevrelerine önemli yatırımlar yapıldı. Yurtları, siteleri, kafeleri, restoranları, spor salonları, kırtasiyeleri, kuaförleri ve moda mağazalarıyla adeta küçük birer öğrenci şehirleri yaratıldı. Şimdi hepsi boş, sağlıklı günlerin geri gelmesini bekliyor. Ama en önemlisi, yıllarca üniversite hayalleri kuran öğrencilerin yaşamlarının en güzel dönemini kampüs yerine ekran başında geçirmek zorunda kalması. Yüz yüze eğitimin canlılığı olmasa da üniversitelerde online eğitimle öğrencilerin öğrenmede kaybı fazla olmadı. Geliştirilmiş özel yazılımlarla bilgisayar üzerinden adeta sınıfta gibi eğitim yapılabiliyor. Başka üniversiteleri bilemiyorum ama benim ders verdiğim Yaşar Üniversitesi’nde bunu gördüm.

KAMPÜS ORTAMINI YAŞAYAMADILAR
Ancak sorun, öğrencilerin sosyalleşmeleri için en önemli ortam olan kampüste buluşamaz hale gelmeleri. Öğrencilik döneminin dostlukları her zaman daha sahici kabul edilir. İş ve özel yaşamdaki gelecekteki dostlukların çoğu buralarda filizlenir. Toplumun değişik kesimlerinden, hatta değişik ülkelerden gelen öğrenciler kampüs ortamında yeni bir dünya ile tanışır, sosyal ve kültürel açından zenginleşir. Şu anda üniversite eğitimi alanlar maalesef bu fırsatı kaçırıyor. Örneğin, geçen yıl üniversiteye başlamış iki yıllık ön lisans eğitimi alan meslek yüksek okulu öğrencileri sadece üç ay üniversiteye gidebildi. Sonra yasaklar başladı. Haziranda ise mezun olacaklar. Bu yıl eğitime başlayanlar ise kampüs ortamını hiç yaşamadı. Belki de birbirlerini sadece sanal ortamda tanıyarak mezun olacaklar. Korkarım salgının günümüz gençliğinde yarattığı sosyal ve psikolojik tahribat hayli ağır olacak.

Korona, Seçkin Bey’i de aldı

BİLMİYORDUM, İzmir Urla doğumluymuş. Hürriyet Gazetesi’nin önceki genel yayın müdürlerinden Seçkin Türesay’ı da virüs aramızdan aldı. Aynı Türkiye’de 30 bin, dünyada 2 milyon 700 bin kişiyi aramızdan aldığı gibi... Seçkin Bey’le İstanbul’da bir dönem farklı gazetelerde ama aynı grubun çatısı altında çalışmıştık. Gerek beyefendi kişiliği, gerek mesleki becerileriyle bende hep örnek alınacak gazeteci izlenimi bırakmıştı. Böyle bir insanın virüsle mücadeleyi kaybetmesini kabullenmek zor.
Salgının başladığı ilk aylarda gelinimin babasını da İstanbul’da kaybetmiştik. Önümüzdeki ay dünürüm Eşber Güneş’in aramızdan ayrılışının birinci yılı dolacak. Daha 68 yaşındaydı ve tam 40 yıl çalıştığı Lutfthansa’dan henüz 2 yıl önce emekli olup dinlenmeye başlamıştı. Hiçbir sağlık problemi olmayan, hayat dolu bir insanın bugün bizimle olamamasına hala inanamıyoruz.

HER BİRİ AYRI HAYAT

Yazının Devamını Oku