Salihli’den Nazilli’ye, Bergama’dan Söke’ye, Akhisar’dan Milas’a, Torbalı’dan Karaburun’a her köşede incir, üzüm, pamuk, zeytin, mandalina hasadı sırayla başlar.
Üzüm ve incir öncüdür.
Ağustos ortalarından itibaren bağbozumu şenlikleriyle birlikte ilk üzümler tezgahlarda boy göstermeye başlar.
Ege’de kuru üzüm ve incir üretimi yapan 100 bin üretici ailesi var.
Aileleri, mevsimlik işçileri, tarıma dayalı sanayi firmaları, ihracat, gümrük, lojistik derken; yüzbinlerce Ege insanının yaşamına katkıda bulunuyor incir ve üzüm.
Ege, dünyanın en büyük kuru üzüm ihracatçısı.
Geçen yıl bölgeden toplam 5 milyar dolarlık tarım ürünü ihraç edildi.
İzmirlilerin kenti boşalttıkları yaz aylarında bile zor ilerleyen trafik, önümüzdeki aylarda iyice çileden çıkartabilir.
İzmir’in aldığı yoğun göç, salgın hastalık nedeniyle toplu ulaşım yerine özel araçların tercih edilmesi trafik sıkışıklığının en önemli nedenleri arasında.
Buna karşın İzmir’in salgını kontrol altına alıp risk haritasında mavi renkle gösterilen en başarılı iki kentten biri olması iyi haber.
Eğer yüzde 70’i geçen aşılanma oranı daha da yükselip hastalık riski azalmaya devam ederse işe geliş gidişlerde yine özel araç yerine metro, tramvay, vapur, otobüs gibi toplu ulaşım araçları tercih edilmeye başlanabilir.
2022, 2023, 2024, 2025’TE
Ancak trafiğe çıkan özel araç sayısının daha da azalması için metro ve tramvayda yeni hatların devreye girmesi, şehir içi trafiği azaltacak projelerin hızlanması gerek.
Birleşmiş Milletler’in son İklim Raporu’nu değerlendiren Prof. Dr. Kurnaz, “Batı Antartika’nın artık ne zaman eriyeceğini tahmin edemeyebiliriz” cümlesine dikkat çekiyor.
Eğer buzlar erken erir ve deniz seviyesi mesela 2 metre yükselirse, sular kıyıdan 200 metre, 3 metre yükselirse 300 metre, belki daha fazla içeri girebilecek.
KIYI SEMTLER TEHLİKEDE
Bu durumda Güzelyalı’dan Alsancak’a, Karşıyaka’ya Körfez’i çevreleyen kıyı semtlerle Foça, Çeşme, Kuşadası, Karaburun gibi yazlık ilçeler tehlike altında demek.
Bu andan itibaren evlerin, dükkânların, yolların, parkların deniz sularının altında kalacağı senaryolara hazırlıklı olmak gerek.
Hatta, “Türkiye’ye kasıtlı olarak çam tohumları getirildi. Zeytinlikler çam ormanı oldu” gibi komplo teorileri bile vardı.
Neyse ki işin uzmanı bilim insanları Akdeniz Bölgesi’nde milyonlarca yıldan beri doğal bitki örtüsünün maki ve kızılçamlar olduğunu, doğanın bir süre sonra kendini yenileyeceğini, meyve ağacı dikmekle yangınların önlenemeyeceğini söyleyip gerekli cevapları verdi.
KIZILÇAMLA NEFES ALIYORUZ
Ancak bütün bu tartışmalar arasında en büyük gerçek ormanlarımızın en az 30 yıl geriye gittiği...
Yanan her bir çam ağacının yerine dikilecek fidanların ergin bir seviyeye gelmesi için ortalama 20-30 yıl gerekecek.
Şimdi gelelim çam ormanlarının faydalarına....
Türkiye, özellikle de Ege ve Akdeniz kıyıları iklim krizinden en fazla etkilenecek bölgelerin başında geliyor.
İzmir, Muğla ve Antalya ise orman yangınlarının en fazla olduğu ilk üç il.
Geçen haftaki yangınların bazılarında provokasyon, dikkatsizlik ya da araziyi imara açtırmak için kötü niyet olabilir.
Ama hiçbiri küresel ısınma gerçeğini değiştirmez.
Aşırı sıcaklarla nem çok azaldığından ağaçlar bir kibritle çıra gibi yanacak kadar kurumasaydı, iklim değişikliğinin etkisiyle fırtınalar bu kadar çok ve sert olmasaydı felaketler bu kadar büyük olmazdı.
Geçen hafta Artvin ve Rize’de yaşanan sel felaketinde ortaya çıkan görüntülerle Almanya ve Belçika’dakiler aynıydı.
Bayramda Türkiye’nin dört bir yanından 1 milyon kişinin akın ettiği Çeşme’yi de iklim krizi birkaç ay önce vurmuştu.
Çeşme tarihinde ilk kez görülen hortum, tekneleri ve otomobilleri metrelerce havalandırıp suya, yere çarpmıştı.
İzmir’de ise birkaç ayda düşen yağmurun birkaç günde yağmasıyla Kemeraltı ve Kordon başta olmak üzere pek çok yer sular altında kalmıştı.
Bodrum’da, Ayvalık’ta fırtınalardan darmadağın olan limanların, batan teknelerin görüntüleri de hala hafızalarımızda çok taze.
FELAKETLER 14 KAT ARTACAK
Neyse ki, bilim imdadımıza yetişti. Dünyayı kurtaran aşının iki Türk bilim insanınca bulunması Türkiye’nin en büyük şansı oldu. Hazirandan bu yana Türkiye’de herkes aşı olabilir hale geldi. Aynı önce kendi ülkelerinin vatandaşları için aşı savaşları yapan zengin ülkeler gibi...
Tarih boyunca gelişmenin, zenginliğin anahtarı bilim ve eğitim oldu. Geçen hafta İzmir’in tarihinde yeni bir sayfa açıldı. Bu sayfa, İzmir’i teknoloji üssü yapacak kararın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla Resmi Gazete’de yayımlanmasıyla açıldı. İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nün (İYTE) Urla Yerleşkesi’nde kurulacak Muallimköy Teknoloji Geliştirme Bölgesi’nin İzmir’in kaderini nasıl değiştireceğini, entelektüel ve kültürel kalitesini nasıl yükselteceğini hep birlikte yaşayarak göreceğiz.
DANS SAYESİNDE İŞE GİRDİ
İzmir’i bilişim vadisi yapacak kararın haberini duyunca 20 yıl geriye gittim. Dünyadaki bilgisayarların neredeyse tamamında yazılımları kullanılan Microsoft’un ABD Seattle’daki merkezine gitmiştim. Sanki bir şirket değil, üniversite kampüsü olan tesislerde gördüklerimden müthiş, bir o kadar da orada çalışan Türk mühendislerden etkilenmiştim. Lise ya da üniversite eğitimlerini Türkiye’de aldıktan sonra ABD’ye gelmiş 20 genç mühendis dünyada insanların yaşamını değiştiren programların yapımında çalışıyorlardı. Hiç unutmuyorum ODTÜ mezunu Karslı genç bir mühendis hanım, “Dans kulübü üyesi olmam buraya işe alınmamda çok etkili oldu. Bu şirkette çalışabilmek için sadece bilgi değil, sosyal olmak da gerekiyor” demişti.
10 BİN PIRIL PIRIL BEYİN
Görüp dinlediklerimden sonra Türkiye’de yetişen pırıl pırıl gençlerin kendi ülkelerinde beyinlerini kullanıp, yaratıcılıklarını geliştirecek yeterli altyapı olmadığı için yurtdışına gitmek zorunda kaldıklarını anlamış ve hak vermiştim. İzmir’e kurulacak bilişim vadisi bu ülkenin kaliteli beyinlerine kendi ülkelerinde kullanabilecekleri altyapı ve çalışma ortamı yaratacağı için çok önemli.
Yazlıklardan, plajlara, sanayi mahallesinden kahvehane ve AVM’lere girip çıkmadığım yer kalmadı. Ne yazık ki hemen her yerde salgın unutulmuştu. Pamuk tarlaları arasından düz bir çizgide kilometrelerce gidip, bereketine her defasında yeniden hayran olduğum ovayı geçtikten sonra Söke’ye ulaştığımda da aynı kaygıyı duydum. Kırmızı ışıkta durduğumuzda, yol kenarında masaları açık havaya atmış kahvehanelerde boş yer yoktu. Ama maske ve mesafe de yoktu. Bazı masalarda okey çevriliyor, oyuncular burun buruna oturuyordu. Sanki bu ülkede 50 binden fazla insanın hastalıktan öldüğü, birkaç hafta önce her yerin kapalı, sokağa çıkma yasağının olduğu unutulmuş gibiydi.
Plajlar ise bir başka alem. Geçen yıl yaza girerken TV’lerdeki açık oturumlarda “Deniz mi daha güvenli? Havuz mu?” tartışmaları yapılıyordu. Şimdi ikisi de dolup taşıyor. Halbuki bu yıl Hindistan’dan sıçrayıp Türkiye’de de yayılan Delta virüsü çok daha bulaşıcı ve tehlikeli.
TEK MASKELİ BENDİM
1 Temmuz’da kısıtlamalar büyük ölçüde gevşemiş ama maske zorunluluğu kalkmamıştı. Bakan Koca toplumun yüzde 70’i aşılandıktan sonra kalkabileceğini söylemişti. Bir işim düşüp Urla’daki sanayi bölgesine gittiğimde hiç abartmıyorum çırağı, ustası onlarca insan arasında tek maskeli bendim. Bir ara kendimden şüphelenip, ikisi Sinovac, biri Biontech üç aşı yaptırmama rağmen hala yüzümde maskeyle “Acaba çok takıntılı mı oldum?” diye düşünmekten kendimi alamadım.
Ama son haberler endişelerimi doğrular nitelikte. Avrupa’da yeni salgın dalgası korkusundan uykular kaçmaya başladı. Turizmde eski günlerine dönmeye çalışan Yunanistan vaka sayılarının patlamasıyla kısmi karantina kararları alıyor. Avrupa Futbol Şampiyonası 2500 yeni vaka yaratmış. Bir yıl ertelenen Tokyo 2020 Yaz Olimpiyatları 23 Temmuz’da olağanüstü hal ilanıyla başlayıp seyircisiz yapılacak. Halbuki Japonlar geçen yıl 2021 Temmuz ayına kadar salgının biteceğine kesin gözüyle bakıyordu. Hastalık öyle göz korkutuyor ki; ABD borsaları bile geçen hafta yeni tip Kovid 19 virüslerinin dünyada ekonomik büyümeyi geciktireceği endişesiyle hızla düşüşe geçti.
HALBUKİ UMUT VAR