Ben de gündemden kaçtım. Türkiye’nin “derin kültürünün” önemli parçalarından biri olan Raffi Portakal’ın gönderdiği kitaplara sığındım.
Önce tarih dalındaki uluslararası isimlerimizden Profesör Edhem Eldem’in dedesinin kardeşi olan Osman Hamdi Bey üzerine yazdığı “İzlenimler” adlı çalışmasının içine girdim.
* * *
Doğal olarak soy geçmişini bir de onun kaleminden okumak istedim. İbrahim Edhem Paşa’nın adından başka tek satır yok. “Niye”sini merak ettiğimden Raffi’yi telefonla arayıp, sorguya çektim.
Büyük ressamımız ve arkeoloğumuz Osman Hamdi’nin babası olan İbrahim Edhem Paşa, devrin önemli adamı Hurşit Paşa’nın Sakız’dan satın aldığı beş Rum çocuğundan biri.
Ne yaparsan yap yanına kalır. Ne karar verirsen ver, geri dönüşü olmaz. Her hafta bir yiğit çıkar, bizi palabıyıklarına asar. Geçen hafta yaşadığımız şey buydu.
DENİZ Çoban’ın ağlayarak istifa etmesinin üzerinden dört ay geçti. 1 Ekim 2015’te Kasımpaşa ile Rizespor arasında oynanan maçta verdiği hatalı bir penaltı ile sonuca doğrudan etki etmişti. Soyunma odasında bant yayından pozisyonu tekrar seyrettiği zaman hatalı olduğunu anladı. Önce mağdur olan Kasımpaşa teknik direktörü Rıza Çalımbay’dan özür diledi, sonra hakemliği bırakacağını açıkladı.
“Yapma hocam, etme hocam” ricaları fayda etmedi. Kamuoyu önüne çıktı, çok sevdiği uğraşından vazgeçtiği ağlayarak açıkladı. Çok kararlı bir Deniz Çoban’ın ikna edilemeyeceği belliydi. Saygı duyarak uğurladık.
Kasapları üzmeden, celepleri kırıp dökmeden kaleme aldığım bu “edepli” risalede “kırmızı et” meselesinin benim için “kırmızı çizgi” haline geldiğini anlatmıştım.
Ne var ki insan denen mahluk, doğanın sansarı gibi, kurdu gibi salt kırmızı et yiyicisi değildir. Yanına eşlik edecek diğer şeyleri arar.
* * *
Çok zengin mutfağımızın aşağı yukarı bütün tarifleri “Önce ince kıyılmış soğanı yağda pembeleşene kadar çeviririz” diye başladığından, et denince de akla hemen soğan gelir.
Ardından da yeşil biberi anarız.
Hükümetimiz kuşbaşı ete ve kıymaya savaş mı açtı?
Ben daha sancak açılmadan askerlik şubesine koşup gönüllü yazılırım. Nasıl ki hükümetlerin kırmızı çizgisi varsa “kırmızı et” de benim kırmızı çizgimdir.
Kasap vitrinine tersten asılıp, bir adet karanfil ile süslenmiş bir koyun benim için dokunulmazdır.
* * *
Kıymayı 32 liranın, kuşbaşını 34 liranın üzerinde sattırmayacağız diyen hükümet adamı işareti verir vermez kendimi süpermarketlere vurdum. Gözüm et reyonlarında.
Sözcükler havada uçuşurken, konuk olarak seçilenlerin anlamsız yorumları ile verdikleri gerçeğe uzak rakamlar üst üste bindi, kafalar iyice karıştı.
Programın bir ön hazırlığı yoktu. O yüzden de en safça sorular sorulup, alınan alakasız cevaplarla olayın tartışılmasını daha da zorlaştırdı.
* * *
Gerçek çok karışık değil. Dikkatli bakıp, yapbozun parçalarını doğru yerlere oturtuyorsan “büyük resim” gayet net görülüyor.
Yok, yapbozun parçalarını apazlayıp apazlayıp havaya atar da yere düştükten sonra çıkan şekle bir anlam vermeye kalkışırsan olay karışıyor. İkincisi, eskilerin adına “remil” dediği kum falıdır ki bizim gerçeğimizi tarif edemez.
Bize bilmediğimizi söylemiyor. Futbolcu isimlerini kendine saklayıp, gördüklerimizi anlatıyor. O yaradılış mucizesini Şansal Büyüka’ya havale ediyoruz.
Buradan söyleyeceklerim, bir Lig TV abonesi olarak Sayın Şansal Büyüka’ya doğrudan mesajdır.
Hiçbir şekilde laf sokmak, kurumun canını acıtmak, birilerine hasar vermek gibi niyetim yoktur. Geçmişte Lig TV ile bazen sevişmemiz, bazen didişmemiz oldu.
Haklı şikâyetlerimizi ısrarla dile getirdiğimiz zaman da karşılığını bulduk.
“Bizde herkes istediğini söyleyebiliyordu.” “Herkes canının istediği takımı tutabiliyordu.”
Ayrıca yargı ile yürütmenin bütünlüğü; birlik beraberliğimizi bozmak isteyen dış güçleri hüsrana uğratacak kadar kaviydi.
Bu saatten sonra yedi düvel üzerlerine gelse, onları birbirinden ayıramazdı.
Ne zaman ki ihtilal oldu, iktidar partisinin cümle milletvekilleri, yöneticileri ve hükümet üyeleri toplatılıp bu adaya kapatıldı; Yassıada o tarihten itibaren herkesin bildiği bir yer haline geldi.
* * *
“Herkesin bildiği” derken ihtiyatlı konuşmak ihtiyacındayım. Yaklaşık altmış yıldır Kıbrıs ile yatıp kalkıyoruz, ki orası da bir ada. Üstelik üzerinde bir milyonu aşkın bir nüfus var.
TV kanallarından biri kendine iş edinmiş, kameramanlarını sokağa salmış. Onlar da önlerine gelene mikrofon tutup “Kıbrıs nerede?” diye soruyorlar. Vatandaş da sallıyor.