Paylaş
Kasapları üzmeden, celepleri kırıp dökmeden kaleme aldığım bu “edepli” risalede “kırmızı et” meselesinin benim için “kırmızı çizgi” haline geldiğini anlatmıştım.
Ne var ki insan denen mahluk, doğanın sansarı gibi, kurdu gibi salt kırmızı et yiyicisi değildir. Yanına eşlik edecek diğer şeyleri arar.
* * *
Çok zengin mutfağımızın aşağı yukarı bütün tarifleri “Önce ince kıyılmış soğanı yağda pembeleşene kadar çeviririz” diye başladığından, et denince de akla hemen soğan gelir.
Ardından da yeşil biberi anarız.
Bodrum’daki yazlık çalışmalarımı tamamladıktan sonra döndüğüm İstanbul’da bu iki sebzeyi de isyan halinde gördüm. Kime mi isyan etmişler? Hükümetimizin enflasyonla mücadelesine asi olmuşlar.
YİRMİ BİR LİRAYA BİBER
Şu karakteri bozuk, haysiyetsiz kuru soğan yazın sonuna gelindiğinde okkası 30-35 kuruştan satılıyordu? Ne oldu da fiyatı yüzde bin zamlandı? Soğanın kilosu ne ara 3.5 liraya, 4 liraya çıktı?
Rakamları görünce “Eeey kuru soğan” çekesim geliyor. Oldu olacak, kırıldı nacak, çekeyim bari. Ey kuru soğan! Sen ki cücüğünden başka övünülecek tarafı olmayan, insanın anasını ağlatan bir sebzesin.
Ne cesaretle kendine bademşekeri süsü verirsin? İki ayda fiyatın on kat arttı da enflasyondaki artışımızı yüzde bir küsur diye hesaplayan hükümet adamlarımızın bundan niye haberi yok!
Bunu bir kenara yazıyor, hesap sorma işini sonraya bırakıp işbirlikçin bibere geçiyorum. Haddini bilmeyen yeşil bibere.
Ege’nin “anlayana malum” ince kıl biberi iki yıldır buralara da geldi. Marketin birinde paketlenmiş halde gördüm, alıp sepete koyuyordum ki işkillenip fiyatını sordum, sorumlu şahıs:
“Kilosu yirmi bir lira” dedi.
Başımızdan eksik olmayası hükümetimizin kıymaya koyduğu 32 liralık narhı yakalamasına on bir lira kalmış. Yani bir kilo kıl biber alacağına git 700 gram kıyma al durumuna gelmişiz.
Onun ötesinde köy biberi duruyor 8 lira 90 kuruş. Aynı reyonda 12 liralık başka türden bir biber var, tipsizliğinden fiyata yüklenmiş asaletini kestirmek mümkün değil.
* * *
Şükürler olsun ki hükümetimizin tedbirleri sayesinde enflasyon iki rakamlı haneleri bulmadı (Hâlâ yüzde 9.8 bandında) ama sebzenin, zerzevatın bundan haberi olmadı. Veya oldu da bilmezden geliyor.
Bu hızla giderlerse vatandaş marketten, manavdan yeşil biber alamayacak. Onun yerine satıcısından izin alıp, yeşil biber ile selfie çektirip Instagram’a koyacak.
“Nazlıcan yeşil biberle arkadaş.” Berkecan bunu sevdi.
ÜSTELİK KANSERİ TETİKLİYOR
Cennetteki “Kevser Şarabı”na metil alkol ekleme potansiyeline sahip ahalimizin biberlerin kraliçesi sayılan “kıl biberi” keşfetmesi son birkaç yılın işidir.
Ege’nin bu meşhur biberi, doğası gereği süs biberi acılığında sert bir sebzedir. Meraklısı alır, meraklısı tüketir.
Zaten yurt çapına dağıtılacak kadar üretimi yoktur. Tıpkı yerinde tüketilmeye yetecek kadar üretilen “pembe domates” gibi.
Kazanç için sülalesinin genetiğini değiştirmeye hazır kimi tüccarımız; o güzelim kıl biberi ve pembe domatesi alıp seraya götürdü, genetik yapılarını değiştirdi.
Kıl biber tümden tatlandı. Artık bir tane dahi acısını bulamazsın.
Pembe domatesin şehra şehra yarık yüzeyi gitti, yerine şeftali ile tenis topu arası bir şey geldi. Lezzeti kalmadığından pembe renginden teşhis edilir oldu. Üstelik bunlara “nadide ürün” statüsü tanıyıp fiyatını üçe-beşe katladılar.
* * *
“Bize özgü, bize has” denilebilecek her şeyi yok etmeye azimli bir paragöz adamlara karşı yapabileceğimiz bir şey yok. Ama bilmemiz gereken bir şey var.
İstanbul’da, Ankara’da satılan o tatlı kıl biberleri de tatsız pembe domatesler de bütün “Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar” gibi kanserojen özellikler taşıyor. Belalı hastalığı tetikliyorlar.
Paranız yetebilir, yüreğiniz de yetiyorsa buyurun yiyin.
Paylaş