Sedat Ergin

Dış ilişkilerin yeni evreni: Yaptırımlarla yaşamak

3 Haziran 2021
Türkiye’nin dünyayla ilişkilerini izlemeye çalışırken bazı ülkelerin Ankara karşısında giderek yerleşmekte olan bir davranış kalıbı dikkatimi çekiyor. Ellerindeki kartların güçlü olduğu, uygun fırsatın da bulunduğu hesabını yapan bu ülkeler, Türkiye’ye karşı yaptırım, ambargo gibi yöntemleri fiilen kullanma yoluna gidiyorlar. Bazı durumlarda da yaptırım tehdidini bir pazarlık aracı olarak açık bir dille ya da -hissettirme- şeklinde devreye sokuyorlar.

Geçenlerde Suudi Arabistan’la ilişkilerdeki normalleşme arayışlarını incelerken karşıma çıkan ambargo tablosu bu bakımdan gerçekten düşündürücüydü. Suudi Arabistan, geçen yıl Türk müteahhitlerinin bu ülkede yeni projeler üstlenmelerini neredeyse durma noktasına getirmiş, ayrıca bu yılın ilk çeyreğinde Türkiye’den ithalatını bir yıl önceki aynı döneme kıyasla yaklaşık yüzde 90 oranında kesmişti.

Suudi Arabistan’ın bu tutumunun gerisinde ilişkilerde siyasi düzeyde yaşanan sıkıntılar rol oynuyor. Suudi görevlilerin kendi vatandaşları olan gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı 2018 yılında İstanbul’daki başkonsolosluklarında öldürüp cesedini ortadan kaldırmalarına Türkiye’nin uluslararası alanda verdiği kuvvetli tepkinin burada önemli bir faktör olduğunu tahmin etmek zor değil. Ayrıca, Suudi Arabistan’ın bölgede kendisine tehdit olarak gördüğü Müslüman Kardeşler örgütüne Türkiye’nin gösterdiği yakınlıktan -Mısır gibi- eskiden beri rahatsızlık duyduğu biliniyor.

MISIR CEPHESİNDEKİ TABLO

 Türkiye’nin Mısır ile ilişkilerini normalleştirme yönündeki çabalarına baktığımızda, ekonomik ilişkilerin siyasi düzeydeki sıkıntılardan ciddi bir şekilde etkilenmediğini belirtmeliyiz. Bununla birlikte, Mısır’da 2013 yılındaki gerçekleştirilen darbeden sonra ikili ilişkilerin bozulması, bu ülkenin Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de enerji alanındaki kurumsal yapılanmaların dışında tutma yönünde karşı hamlelerini beraberinde getirmiştir.

Mısır’ın Türkiye karşısında başvurduğu yöntem normalleşme sürecini belli siyasi koşullara bağlamasıdır. Kahire’nin normalleşme için çizdiği yol haritasında, Türkiye’de Sisi rejimine karşı yayın yapan muhalif TV kanallarının yayınlarının disiplin altına alınması, bir bu kadar önemlisi Kahire’deki rejimin terörist olarak ilan ettiği Türkiye’de bulunan bazı muhaliflerin Mısır’a iade edilmesi gibi talepler yer alıyor.

AB’NİN YAPTIRIM DENKLEMİ

 Türkiye’ye karşı yaptırım söyleminin Avrupa Birliği cephesinde tam anlamıyla yerleştiğini söylemek mümkün. AB, özellikle geçen yaz sonu ve eylül ayında Doğu Akdeniz’de Türkiye ile Yunanistan arasında sismik araştırma ve sondaj faaliyetleri nedeniyle savaş gemilerinin de sahaya çıkmasıyla yaşanan yüksek gerilimin ardından, yaptırım kartını Türkiye’ye karşı resmi politikası haline getirmiş bulunuyor.

AB’nin bu politikasının ilk adımı geçen 2 Ekim’deki AB Zirvesi’nde alınan bir kararla atılmıştı. Buna göre, “

Yazının Devamını Oku

Son hadiselerden almamız gereken ders

2 Haziran 2021
Gelecekte Türkiye’nin siyasi tarihini bilimsel bir bakışla kaleme almaya çalışacak olan araştırmacılar, bugünlere de uzanacak şekilde yakın tarihimizdeki hadiseleri anlamaya ve izah etmeye çalışırken problemli bir alanla karşılaşacaklar.

Bu alan, organize suç örgütleri ile devlet kurumlarının ve siyasetin kesişme noktalarını konu alıyor.

Muhtemeldir ki, yapılacak bir tespit, bu örgütlerin bazı önde gelen isimlerinin her seferinde özellikle siyaset kurumu ile ilişki tesis ederek kendilerine bir meşruiyet zemini devşirmeye çalıştıkları olacaktır. Ancak işin burada kalmadığı, yer yer siyasi süreçlere etki etmeye çalıştıkları, müdahil olabildikleri, hatta bazen ciddi sonuçlara da yol açtıkları bir olgu olarak teslim edilecektir.

Buradaki örtüşme alanlarının -siyasi konjonktüre ve ülkede hukuk düzeninin o andaki etkin işleyiş derecesine bağlı olarak- bazen genişlediği, bazen de daraldığı muhtelif vakalar üstünden anlatılabilecektir.

Ve sınırlı sayıda aktörün tekrarlayan bir döngü içinde sürekli sahnede boy göstermeye devam etmesi herhalde altı çizilecek temalardan biri olacaktır.

TÜRKBANK SKANDALI

Bu başlık üzerinde düşünürken, görevim gereği gazeteci olarak siyaseti Ankara’da çok yakından izlemek durumunda olduğum 1990’lı yılların ikinci yarısındaki gelişmeleri hatırlamaktan kendimi alıkoyamadım.

Bu çerçevede yakın tarihimizde önemli bir kırılma, 1998 sonbaharı Türkiye’de siyaset üzerinde bir deprem etkisi yapan Türkbank dosyasıyla yaşandı. Bu skandala, devletin açtığı bir banka ihalesini kazanan Korkmaz Yiğit isimli bir işadamının, muhtelif suçlardan birçok kez hüküm giymiş olan organize suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı ile temasının bulunduğunun ortaya çıkması yol açmıştı.

İkisi arasındaki irtibatı gösteren istihbaratın devlet birimlerine gelmiş olmasına rağmen,

Yazının Devamını Oku

Ayasofya ve Atatürk’e saygı gereği

1 Haziran 2021
Türkiye’nin bir taraftan da pandemiyle mücadele ettiği 2020 yaz aylarındaki en önemli tartışma konularından biri Ayasofya’nın statüsünün yeniden camiye çevrilip çevrilmemesi meselesiydi.

Sonunda idari yargı alanında meydana gelen, aynı zamanda siyaset sahnesini de meşgul eden bir dizi gelişmenin ardından tam 86 yıl sonra Ayasofya yeniden cami olarak ibadete açıldı. 24 Temmuz 2020 günü kılınan cuma namazına AK Parti organizasyonunun da aktif katkısıyla Türkiye’nin dört bir tarafından gelen 350 bin dolayında insan katıldı.

Ayasofya’nın yeniden camiye dönüştürülmesi, kuşkusuz Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yalnızca başkanlığı değil bütün iktidar döneminin en iz bırakıcı icraatlarından biri olarak şimdiden kayda geçmiştir. Dini, kültürel, toplumsal ve siyasi sonuçları dikkate alındığında, her bakımdan çok yüklü anlamlar taşıyan, temel yönelişlerin altını çizen bir karardır.

TARTIŞMA İLK GÜNDEN BAŞLADI

Evet, Ayasofya’nın ibadete açılması çok kuvvetli bir adımdı ama gelin görün ki tartışmaların durmasına yardımcı olmadı.

Bu kez de bazı çevrelerde Atatürk’ün 1934 yılında Ayasofya’yı camiden müzeye çevirme kararını sorgulama, eleştirme hatta bu kararla bir hesaplaşma süreci başladı. Atatürk’ün 1934’teki kararını bir yenilgi olarak algılayan bazı muhafazakâr çevrelere, bu kararın tersyüz edilmesinin de yetmediği anlaşılıyor.

Aslında bunun ilk işareti daha 24 Temmuz günü Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Erbaş’ın elinde kılıçla çıktığı minberde okuduğu hutbede “Bizim inancımızda vakıf malı dokunulmazdır, dokunanı yakar; vakfedenin şartı vazgeçilmezdir, çiğneyen lanete uğrar” demesiyle alınmıştı.

Vakfedenin şartını değiştiren Atatürk olduğuna göre, bu çok ağır sözlerin gittiği adres belliydi. Bu sözlerin kamuoyunda rahatsızlığa yol açmaması beklenemezdi.

Ardından Ayasofya’ya başimam olarak atanan Prof.

Yazının Devamını Oku

Bir toz bulutunun içinde yürümek

29 Mayıs 2021
Haftalardır bir toz bulutunun içinde yol alıyoruz.

Üstümüzü de kaplayan tozu silkeleyerek önümüzü görmeye, yürümeye çalışıyoruz alacakaranlıkta.

Toz bulutunun içinde her gün yeni görüntüler beliriyor. Bu görüntülerin bir bölümü gerçeğin kendisi olarak karşımıza çıkıyor. Bazen ilk başta şüpheyle yaklaşıyoruz ama bir süre sonra biraz üstünü eşelediğimizde birden gerçeğin kendisi göz kırpıyor.

Şekillenen bazı görüntülerde ise anlatının gerçek olmadığını biliyoruz ya da tahmin edebiliyoruz. Derken her ikisinin birbirine karıştığı, gerçek olanla olmayanın iç içe geçtiği gri bir alanda buluyoruz kendimizi. Gerçeği nasıl ayırt edeceğimizi bilemiyoruz, zorlanıyoruz.

Ama bir konuda hiçbirimizin şüphesi yok. O toz bulutunun içinde saklı olan, henüz bilmediğimiz, açığa çıkmayı bekleyen, bizden gizlenen gerçeğin daha pek çok parçası var.

Bir türlü bütün parçaları bir araya getirip gerçeğin bütününü tamamlayamıyoruz.

Ve toz bulutu içinde hiç bitmeyen hesaplaşmaları izlemeye devam ediyoruz. Gerçeğin sıklıkla bu hesaplaşmalara rehin düştüğünü, bir kısmının her seferinde bir sonraki hesaplaşmada alınacak pozisyon için ihtiyat payı olarak saklandığını hissediyoruz.

Ve bu bulutun nasıl olup da birden ortalığı kapladığı bir başka soru olarak karşımızda asılı duruyor.

Neden şimdi?

Yazının Devamını Oku

Biden-Erdoğan görüşmesi öncesinde iyimserlik ve karşılıklı eleştiriler bir arada

28 Mayıs 2021
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, önceki gün saat 12.00 sularında başlayan AK Parti grup toplantısında, organize suç iddialarından ötürü hakkında yakalama kararı bulunan Sedat Peker’in iddialarıyla patlak veren ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu da içine alan tartışmalarla ilgili suskunluğunu bozarak, konuya bakışını kuvvetli bir çıkışla ortaya koydu.

Erdoğan, aslında kendisinden duymaya yabancı olmadığımız bir bakış açısını tekrarladı. “Ülkemizin tarihinin her döneminde uluslararası operasyonlara maruz kaldığını” söyledi ve “Bugün de aynı durumun devam ettiğini anlamak için öyle çok derin analizlere ihtiyaç yoktur” dedi.

Galiba konuşmasının en kritik bölümü tam bu noktada karşımıza çıktı. Şöyle dedi Cumhurbaşkanı:

Bu defa da ülkemizi, suç örgütleri üzerinden hem içeride hem uluslararası alanda kıskaca almak ve bundan siyasi sonuçlar üretmek peşindeler. Türkiye’de sosyal kaos denemeleriyle, terör örgütleriyle, darbe girişimleriyle, ekonomik tuzaklarla başarılamayan değişimin, siyasete müdahaleyle yapılacağını söyleyenlerin olduğunu hepiniz biliyorsunuz.”

Bir sonraki cümlede ise isim vermeden CHP’nin sıkça tekrarladığı erken seçim çağrılarını kastederek, “Ortada makul, mantıklı, sahici hiçbir sebep olmadığı halde erken seçim teranesi tutturanların sufleyi nereden aldıkları açıktır” diye konuştu. Bu ifadesiyle CHP’nin erken seçim talebinin aslında dışarıdan kaynaklandığını söylemiş oluyor Erdoğan.

SİYASETE MÜDAHALE YAPILACAĞINI SÖYLEYENLER KİM OLABİLİR?

 Bu tespitten sonra “Türkiye’de değişimin siyasete müdahale ile yapılacağını söyleyenlerin” kim olduğu sorusuna yanıt arayabiliriz.

Erdoğan Hepiniz biliyorsunuz” dediğine göre sır olmaması gereken bir durum söz konusudur. Bu da bizi tahmin olarak, ABD Başkanı Joe Biden’ın

Yazının Devamını Oku

Darbe sabahı Harp Okulu’nun önündeki ‘dayak tüneli’

27 Mayıs 2021
27 Mayıs darbesinin gerçekleştirildiği gün Polatlı Topçu Okulu’nda Tabur Komutanı olan Yarbay Tarık Güryay’a verilen görev, Kara Harp Okulu’nda emniyeti sağlamaktı. Ankara’da Demokrat Partili bakanlar, milletvekilleri ve iktidara yakın bazı üst düzey kamu görevlileri evlerinden toplanarak askeri araçlarla Harp Okulu’na getiriliyordu.

Harp Okulu’nun bahçesinde askeri araçtan indirildikleri noktadan binanın kapısına kadar olan mesafe tutuklular için büyük bir kâbustu.

Devrilen Menderes hükümetinin Adalet Bakanı Celal Yardımcı, “Harbiye’ye girdiğimizde yolun iki tarafı asker ve subay tüneli halindeydi. Her gelen arabaya saldırdıkları anlaşılıyordu” diye anlatıyor. Yardımcı da o tünele girecektir.

BARAJIN AZGIN SULARINA DÖNMÜŞ SUBAYLAR

 Darbe sabahı Harp Okulu’nun bahçesinde yaşanan hadiselere ilişkin bütün tanıklıklar, Yardımcı’nın sözünü ettiği “tünel”e itilen DP’lilerin çoğunluğunun dövüldükten sonra binaya girebildiklerini gösteriyor.

Nitekim Yarbay Güryay da, okulun önündeki ortamı şöyle anlatıyor:

Harp Okulu’nun etrafı ve bilhassa ön kısmı çoğu subaylardan müteşekkil bir öfkeli insanlar kalabalığı ile dolmuştu... Hele yıkılmış DP iktidarının isimleri halk arasında pek kötüye çıkmış simaları getirildikçe, setlerini yıkmış koskoca bir barajın azgın sularına dönmüş bu insanların gazabını önlemek, beşer gücünün gösterebileceği bir marifet değildi.”

DP’lilerin maruz kaldıkları saldırıları “Gazabın son derece aşırı şekilde mübalağa edilmiş tepkileri” olarak nitelendiriyor Güryay. Bu muameleye hedef olanlar arasında Murat Ali Ülgen, Samet Ağaoğlu, Hamdi Sancar, Kemal Çakın’ı hatırladığını aktarıyor.

MENDERES LİNÇTEN NASIL KURTULDU?

Yazının Devamını Oku

Çin’den aşıların gecikmesinin nedeni Uygur Türkleri meselesi mi?

26 Mayıs 2021
Çin Halk Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Wang Yi, bundan iki ay önce 24 Mart günü Ankara’ya ayak bastı.

Konuk bakanla yapılan görüşmelerdeki önemli bir gündem maddesi, Çin’in taahhüt ettiği Sinovac aşılarının tesliminde ortaya çıkan gecikmelerdi.

Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre Wang Yi’nin geldiği 24 Mart günü sabahı saat 09.00 itibarıyla Türkiye’de yapılmış olan toplam aşı miktarı 13 milyon 844 bin 506 doza ulaşmıştı. Bu toplam içinde iki doz aşı olmuş vatandaşların sayısı 5 milyon 723 bin 377’ydi.

İlk aşının 13 Ocak’ta Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca’ya yapıldığını hatırlarsak, iki buçuk aya yakın bir zaman geçmişti. Yaşanan sorun, Çin’in yaptığı teslimatın imza attığı sözleşme ile taahhüt ettiği miktarın çok altında kalmış olmasıydı.

Kasım ayında yapılan anlaşmaya göre, Pekin merkezli Sinovac firması, aralık-ocak-şubat döneminde 50 milyon aşıyı Türkiye’ye teslim etmiş olacaktı. Şubat ayında varılan ikinci bir mutabakat çerçevesinde, bunu mart-nisan döneminde gelecek ikinci bir 50 milyon dozluk parti izleyecekti. Böylelikle, gelen toplam 100 milyon dozla mayıs ayı sonuna kadar 50 milyon vatandaşın iki kez aşılanması suretiyle, Türkiye yaza toplumsal bağışıklık açısından kısmen rahatlamış bir şekilde girecekti.

Oysa mart ayı sonu yaklaşırken toplamda ancak 13.8 milyon doz aşı yapılabilmişti. Teslimat, altına imza atılan takvimin çok gerisindeydi.

AŞI VE UYGUR TÜRKLERİ AYNI GÜNDEME GİRİNCE

Çin teslimatı neden geciktiriyordu? Gerisinde siyasi bir neden mi yatıyordu?

Bu soruya yanıt ararken Dışişleri Bakanı

Yazının Devamını Oku

Aşı stratejisinde karşılıksız çıkan vaatler

25 Mayıs 2021
Prof. Uğur Şahin ve Dr. Özlem Türeci’nin kurucu ortak oldukları Alman BioNTech firması ile varılan ve eylül ayı sonuna kadar 120 milyon doz mRNA aşısının teslim edilmesini hedefleyen mutabakat, COVID-19 salgınıyla mücadelede ülkemizde genel bir iyimserlik dalgasının yerleşmesine yol açmış bulunuyor.

Geçen cumartesi günü yayımlanan “Türkiye BioNTech Tercihinde Neden Geç Kaldı?” başlıklı yazımızda, Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca’nın ilk aşamada bu seçeneğe mesafeli baktığını, tercihini Çin aşısı Sinovac üzerinde kullandığını hatırlatmıştık. Koca’nın bütün aşı stratejisini, bu tercihle birlikte nisan ayından itibaren yerli aşının devreye gireceği gibi dayanaksız çıkan bir varsayım üzerine inşa ettiğini kendi açıklamaları üzerinden göstermiştik.

Türkiye’nin salgınla mücadelede azımsanmayacak bir zaman süresini kaybetmesine neden olan bu kararların ardından şimdi BioNTech’in seçeneğinin ön plana çıkmasıyla yeni bir evreye geçiliyor. Salgınla mücadeledeki bu dönemeç noktasında, geride bıraktığımız dönemde kamuoyuna yapılan vaatlerle bu vaatlerin gerçekleşme durumunu karşılaştırıp, bir döküm çıkartmakta yarar var.

TOPLUMUN ANCAK YÜZDE 14.25’İ AŞILANABİLDİ

Tabii bu karşılaştırmayı yapabilmek için salgına karşı aşılamanın 13 Ocak’ta başlamasından sonra geçen yaklaşık dört buçuk aylık süre zarfında aşı kampanyasının nasıl bir akışta seyrettiğini de dikkate almamız gerekiyor. Yazımızı tamamlayan grafik uygulanan bir ve iki doz aşıların toplamlarını haftalık zaman dilimleri üzerinden gösteriyor.

Tablodaki nihai toplam dün sabah saat 09.00’da Sağlık Bakanlığı’nın web sitesindeki resmi veriyi esas alıyor. Buna göre, yeni bir hafta başlarken dün sabah itibarıyla bugüne dek yapılmış toplam aşı miktarı 27 milyon 876 bine gelmişti. İki doz aşı olmuş vatandaşlarımızın sayısı 11 milyon 919 düzeyindeydi. Dün saat 16.30 sularında bu sayı 12 milyon eşiğini geçti.

Türkiye’nin nüfusu TÜİK’e göre 83 milyon 614 bin dolayında. Buradan hareketle, geçen dört buçuk aya yakın süre  içinde nüfusun henüz yüzde 14.25’inin aşılanmış olduğunu söyleyebiliriz. Genel kural olarak, güvenli bir toplumsal bağışıklık eşiğine ulaşılabilmesi için nüfusun yüzde 75’inin aşılanmış olması gerekiyor.

Kuşkusuz, COVID-19 geçirmiş olan 5 milyonun üzerindeki insanın da bağışıklık kazandığını kabul ederek bu hesaba dahil etmeliyiz. Ayrıca, bu hastalığı farkında olmadan geçirenlerin sayısı bilinmiyor. Her halükârda, Türkiye’nin bu güvenli eşiğin çok uzağında durduğunu teslim etmek durumundayız.

Bu tablonun bize gösterdiği en önemli olgu, şu ana kadar ağırlıklı olarak Çin’den gelen aşıların düzenli bir tedarik akışının olmadığı, akışın sürekli iniş çıkışlar gösterdiğidir. Bu arada, en sıkıntılı zaman kesitinin 10-16 Mayıs haftası olduğunu söylemek mümkündür.

Yazının Devamını Oku