Sedat Ergin

ABD, 15 Temmuz ve ucu açık bir tartışma

19 Temmuz 2021
“ABD, müttefikimiz Türkiye’nin yanındadır. Biz Türkiye’yi destekliyoruz. Bu destek kesindir ve değişmez. Bu darbe teşebbüsü, Türkiye’nin halkına yapılmış bir hareketti. Ben özür diliyorum, keşke daha önce gelebilseydim...”Bugün Beyaz Saray’da oturmakta olan ABD Başkanı Joe Biden’ın bu “özür” açıklamasının tarihi 24 Ağustos 2016. Yani 15 Temmuz girişiminden neredeyse bir buçuk ay kadar sonra...

Biden, o tarihteki ABD Başkanı Barack Obama’nın ‘Başkan Yardımcısı’ sıfatıyla İstanbul’a gelerek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile yaptığı uzun bir görüşmede 15 Temmuz darbe girişimi nedeniyle Ankara ile Washington arasında beliren bulutları dağıtmaya çalışmıştı.

Biden, Erdoğan’ın yanında yaptığı bu açıklamada “Darbe girişimine gerektiği gibi tepki veremediğimiz için şahsen Türkiye’ye geldim” derken, ABD yönetiminin 15 Temmuz kalkışması karşısında sergilediği tutumun en azından yetersiz kaldığını kabulleniyordu.

Obama yönetiminden başka yetkililer de verdikleri mesajlarla, attıkları adımlarla bu çizgiyi yerleştirmeye çalıştılar o günlerde. Bunlardan biri, bugün ABD’nin Dışişleri Bakanı olan Antony Blinken’dır. O dönemde ABD Dışişleri Bakan Vekili olan Blinken, 27 Eylül 2016 tarihinde Ankara’ya yaptığı ziyarette bizzat TBMM’ye gidip, bombalanan bölümleri ziyaret ederek yıkıntıların önünde gazetecilere Türk demokrasisiyle dayanışma açıklaması yapacaktı.

Blinken’ın, aynı gün NTV’ye yaptığı bir açıklamada “ABD’de ve dünyanın geri kalan bölümünde Türk demokrasisine yönelik bu saldırının, darbenin neden yapıldığının yeterince anlaşılmadığını söylemeliyim” diye konuşması da açık bir özeleştiriydi.


Antony Blinken, 27 Eylül 2016 günü TBMM’de yıkıntıların önünde basına şu açıklamayı yaptı: “Burada, Türk halkının temsilcileri aracılığıyla darbenin karşısında, demokrasiden yana durduğu yerde bulunmak beni çok duygulandırdı. Halkın temsilcilerinin bir araya geldikleri Meclis’te bu saldırıya maruz kaldıklarını görmek çok açık ve kuvvetli bir mesaj veriyor. Temaslarıma Türkiye’de demokrasiden yana ve darbenin karşısında duranlara saygılarımı sunarak başlamak istedim.”

ABD’NİN İLK AÇIKLAMALARI YETERSİZ OLUNCA

Gelgelelim, sonradan kayda geçirilen bu özür ifadelerinin, yapılan özeleştirilerin Ankara cephesinde ortaya çıkmış olan ABD’ye dönük tereddütleri giderdiğini söyleyebilmek güçtür. Bunun gerisinde, kalkışmanın gerçekleştiği gece Obama yönetiminin bu harekete karşı sergilediği tavrın, Ankara’nın beklediği süratte ve kuvvet derecesinde olmaması önemli bir faktördür.

Yazının Devamını Oku

Bir darbe davasında adaletin gecikmesi

17 Temmuz 2021
Geçenlerde İzmir’de Ege Ordu Komutanlığı darbe davasının devam etmekte olan ikinci bölümü kamuoyunda pek fark edilmeden sessizce sonuçlandı.

Toplam 141 sanığın yargılandığı davanın bu bölümünde tam 94 sanık beraat ederken, sanıklardan 4’ü hakkında da ceza ve karar verilmesine yer olmadığına hükmedildi.

15 Temmuz darbe girişiminin beşinci yıldönümü dolayısıyla darbe davalarının genel seyrini değerlendirirken bugün bu davayı özellikle büyüteç altına yatırmak istiyorum.

EN HIZLI HAZIRLANAN İDDİANAMELERDEN BİRİ

Ege Ordu Komutanlığı davası, aslında başından itibaren çok da olağan görünmeyen bir dizi yargı pratiğine sahne oldu. Örneğin, soruşturmadaki şüpheli sayısının yüksekliği göz önünde bulundurulduğunda, iddianamenin büyük bir hızla hazırlanmış olması dikkat çeken yönlerinden biriydi.

İddianame 21 Ekim 2016 tarihinde mahkeme heyetine sunulduğunda, darbe girişiminin üzerinden henüz üç ay gibi bir zaman geçmiş ve toplam 267 sanık hakkında deliller değerlendirilip suçlamalar yöneltilmişti. Sanık sayısı daha sonra 279’a çıkacaktı.

Yöntem olarak, İzmir il sınırları içindeki Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri’ne bağlı 20 dolayında birlikte darbe fiili çerçevesinde değerlendirilen faaliyetler tek bir iddianame çatısı altında toplanmıştı. Dava 30 Ocak 2017 tarihinde başladığında, hepsi de tutuklu 15 general/amiral sanık sandalyesinde oturuyordu.

Bu davanın savcısı daha sonra ABD’li rahip Craig Brunson davasının iddianamesini yazarak Türk kamuoyunda tanınacak olan Berkant Karakaya’ydı.

137 SANIĞA 

Yazının Devamını Oku

Olağanüstü Hal Komisyonu’nda bekleyen bir dosya...

16 Temmuz 2021
Pek çok kişi onu 15 Temmuz darbe girişiminden hemen sonra basına yansıyan haberlerden İnegöl’de köftecide yemek yerken yakalanan darbeci korgeneral olarak hatırlıyor.

Lokantada gözaltına alındığı doğru. İşin darbeye katıldığı kısmına gelince, yargılama süreci suçlamanın tam aksi yönünde bir kararla sonuçlandı.

Gelgelelim kendisinin hukuki durumu hâlâ boşlukta...

DARBEYİ SİDE’DE TATİLDE ÖĞRENDİ

Korgeneral Erdal Öztürk, bundan beş yıl önce İstanbul’da Üçüncü Kolordu Komutanı olarak görev yapmaktaydı. Kalkışma olduğunda tatil için Side’deki Jandarma kampında bulunuyordu.

O gece darbecilerin atama listeleri ortaya çıktığında, “İstanbul Sıkıyönetim Komutanı” görevinin karşısına Erdal Öztürk isminin yazılı olduğu anlaşıldı.

Kritik bir başka delil, Öztürk’ün darbe gecesi İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden yetkilileri arayıp kendilerine darbeye katılmaları yolunda talimatlar verdiğinin ses kayıtlarıyla ileri sürülmesiydi.

Darbe girişimi gecesi Üçüncü Kolordu’ya bağlı birçok birlikten tankların ve diğer askeri araçların kışlaların dışına çıkarak köprüleri trafiğe kapatmaları, kolorduya bağlı unsurlar tarafından İstanbul’un pek çok noktasında kalkışma eylemlerinin gerçekleştirilmesi doğrudan Korgeneral Öztürk ile ilişkilendirilecekti.

Öztürk

Yazının Devamını Oku

Darbe davalarında top artık Yargıtay’ın sahasında

15 Temmuz 2021
Bundan tam beş yıl önce bugün, darbe girişiminin sahadaki fiili hareketlerle kendisini gösterdiği o ilk anlarda, kalkışmanın niteliği, boyutları ve büyüklüğü hakkında karanlıktaydık.

Aradan tam beş yıl geçtikten sonra bugün 15 Temmuz 2016 tarihindeki kalkışmadan yargıya intikal etmiş olan Türkiye genelinde 289 fiili darbe davası var karşımızda. Halen Çanakkale’de devam etmekte olan 5’inci Alay Komutanlığı davası hariç tutulursa, toplam 289 davadan 288’i birinci derece mahkemelerde sonuçlandırılmış bulunuyor.

Bu toplam içinde bir-iki sanıklı küçük davalar olduğu gibi, Akıncı Üssü gibi 475 sanığın yargılandığı büyük davalar da söz konusudur. Bunun bir nedeni de, toplam 56 ile yayılan bu davaların açılmasında savcılıklar tarafından farklı yöntemler kullanılmış olmasıdır.

Örneğin İstanbul’da darbeye teşebbüs fiilinin gerçekleştiği her yer-mekân için ayrı dava açılması yoluna gidilerek toplam 56 dava süreci yürümüştür. Akıncı Üssü davasında ise Hava Kuvvetleri’ndeki farklı illere yayılan darbe faaliyetleri bütünlük içinde tek bir çatıda toplanınca iddianame genişlemiştir.

YARGILAMALAR NEYİ GÖSTERDİ?

Bu davaların öncesinde askeri makamlar tarafından hazırlanan detaylı idari tahkikat raporları, bunlara dayanan iddianameler, soruşturma ve yargılama aşamasında ortaya konan diğer deliller, yapılan beyanların oluşturduğu külliyat üzerinden, 15 Temmuz gecesi yürütülen askeri faaliyetlerin çok büyük bir bölümü bugün gün ışığına çıkmış bulunuyor.

Ortaya çıkan bütün gerçekler, 15 Temmuz gecesine ilişkin hâlâ yanıtı aranan sorular olmadığı anlamına gelmiyor. Kuşkusuz, önümüzdeki dönemde kamuoyunda yanıt aranan sorulara açıklık kazandırılması ihtiyacı ortadan kalkacak değildir. Ancak böyle olması, 15 Temmuz gecesi karşımıza çıkan temel gerçeği değiştirmiyor.

Bütün bu dava dosyalarında belirleyicilik taşıyan olgu, 15 Temmuz gecesi tek bir merkezden verilen talimat üzerine ülkenin dört bir tarafında aynı anda sistematik bir askeri faaliyetin başladığı ve bu kalkışmanın karar alma mekanizmasının merkezinde ve uygulamasında Fetullah Gülen’e bağlı bir gizli yapılanmanın bulunduğudur. Adına isterseniz FETÖ deyin, isterseniz cemaat...

SANIKLARIN NEREDEYSE ÜÇTE BİRİ BERAAT ETTİ

Yazının Devamını Oku

Darbeci suçlamasıyla 1.808 gün hapis yatıp tahliye olan bir askerin mağduriyeti

14 Temmuz 2021
Bundan bir yıl kadar önce 22 Temmuz 2020 tarihinde bu köşede çıkan “Nasıl Sonuçlanacağını Çok Merak Ettiğim Bir Dava” başlıklı yazım, 15 Temmuz darbe girişiminden hemen sonra tutuklanan ve yargılama süreci sonunda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan dönemin Harp Akademileri Komutanlığı Kurmay Başkanı Tümgeneral Hasan Nevzat Taşdeler’in durumunu konu alıyordu.

Tümgeneral Taşdeler’in dosyasını incelediğimde doğrusu olayların akışı içinde mahkûm olmasını gerektirecek bir tabloyla karşılaşmamıştım. Darbe girişiminin gerçekleştiği 15 Temmuz gecesi olaylar başlayınca görev yerine gelmiş, astlarına Ankara’dan darbecilerin gönderdiği sıkıyönetim direktifine uyulmaması talimatını vermiş, komutanlığın bütün kapılarını kapattırıp darbeye karşı faaliyetleri yönlendirmişti.

Buna rağmen birinci derece mahkemede darbeye katıldığı gerekçesiyle mahkûm olması, istinaf sürecinde bu kararın onanması bende ciddi bir mağduriyetin ortaya çıktığı kanaatine yol açmıştı. Söz konusu yazımda delillerin mahkûmiyet kararını desteklemediği yolundaki izlenimimi kayda geçirerek, metni “Yargıtay’ın bu dosyada alacağı karar şimdiden merak uyandıran bir konu haline gelmiştir” diye bitirmiştim.

Ayrıca, ağabeyi Orgeneral Nusret Taşdeler’in de Ergenekon davasında terör örgütü yöneticisi olduğu gerekçesiyle 2012 yılında tutuklanıp ardından müebbet hapse mahkûm olması da ilginç bir durum yaratıyordu. Ağabeyi FETÖ’nün hedefi olurken, kardeşi FETÖ’nün darbe girişimine katılmaktan mahkûm ediliyordu.

Yargıtay 16. Ceza Dairesi, bu konudaki kararını 30 Haziran 2021 tarihinde verdi ve Taşdeler hakkındaki hükmü bozarak kendisinin tahliye edilmesini kararlaştırdı.

Şimdi geçen 30 Haziran gününe, Taşdeler’in Silivri Cezaevi’ndeki tek kişilik hücresine dönelim.

‘TAHLİYE OLDUN, 10 DAKİKAYA HAZIRLAN’

Taşdeler’in Yargıtay’ın Ankara’da hakkında verdiği karardan haberi yoktu. Akşam saatlerine doğru hücrede oturuyordu ki, kapının yemeklerin verildiği kapağının açıldığını ve infaz görevlisinin “Nevzat Taşdeler sen misin. Tahliye oldun, on dakikaya hazırlan” dediğini duydu.

Yargıtay, alınan kararı hiç bekletmeden Silivri’ye göndererek, tahliye işlemini başlatmıştı.

Yazının Devamını Oku

Sanayideki atık suların denetiminde özellikle küçük işletmelere dikkat...

10 Temmuz 2021
Marmara Denizi’nde karşımıza çıkan deniz salyası (müsilaj) sorununun gerisinde üç faktör var Çevre Bakanı Murat Kurum’a göre.

Bunlardan biri, küresel iklim değişikliği sonucu Marmara Denizi’nde 2.5 derecelik bir sıcaklık artışının ortaya çıkması.

İkincisi, Marmara Denizi’yle ilgili yapısal bir faktör. Denizde dikey ve yatay su karışımlarının az olmasından dolayı deniz şartları durağan bir yapı gösteriyor, bu da su sirkülasyonunu azaltıyor.



Üçüncüsü ise “

Yazının Devamını Oku

Evsel atık sularda ‘ileri biyolojik arıtma’ için kat edilecek yol var

9 Temmuz 2021
ÇEVRE BAKANI KURUM’LA ATIK SU YÖNETİMİ DOSYASI (1)

MARMARA Denizi’nde geçen ay şiddetlenen deniz salyası (müsilaj) felaketi, çevre sorunlarının ülkemizde yarattığı tehlikenin boyutları konusunda toplumda sarsıcı bir etkiye yol açtı. Bu felaketin başat nedeni olarak -diğer faktörlerin yanı sıra- atık suların arıtılması meselesini görebiliriz.

Yani, A) Evsel atık sular ve B) Sanayi atıklarının bilimsel ölçütlere uygun gerekli ve yeterli arıtmadan geçmeden denize bırakılması ya da akarsulara, derelere bırakılıp bu yoldan denize ulaşması, bu gibi çevresel sorunların patlak vermesinde çok temel bir faktör.

Felaketin ulaştığı nokta, beni Türkiye’deki atık suların doğaya bırakılmadan önce ne ölçüde arıtmadan geçtiği sorusuna yanıt aramaya yöneltti. Benzer bir saikle, bundan 16 yıl kadar önce Hürriyet Ankara Temsilciği görevim sırasında, dönemin Çevre Bakanı Osman Pepe ile aynı konuda bir mülakat yapmıştım.

Gazetemizde 2 ve 9 Ocak 2005 tarihlerinde yayımlanan bu mülakatlarda (*), Türkiye’deki nüfusun yüzde 45’inin (32.4 milyon) evsel atıklar açısından arıtma sistemi olan belediyelerde yaşadığı, kalan yüzde 55’in (39.6 milyon) yaşadığı yerleşimlerde ise kanalizasyonun herhangi bir arıtmadan geçmeden doğaya, yani denizlere, göllere, nehirlere, derelere bırakıldığı gerçeği ortaya çıkmıştı.

Peki geçen 16 yıl içinde Türkiye atık yönetiminde nereye geldi? Aslında Marmara Denizi’nde geçen ay karşımızda beliren korkutucu tablo başlı başına fikir verici. Deniz salyasıyla ilgili tartışmaların gündemi kapladığı günlerde yalnızca Marmara değil, ülke çapındaki fotoğrafın bütününü görebilmek amacıyla bu dosyadan sorumlu Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’a bir dizi soru yönelttim. Bakanın bu sorularıma yanıtları dün elime ulaştı. Bugün ve yarın, yer yer yorumlayarak, kendisinin yanıtlarını aktarmaya çalışacağım.

BELEDİYELERDE YAŞAYAN NÜFUSUN YÜZDE 89’UNA ARITMA HİZMETİ

 Yasaya göre, Türkiye’de evsel atık suların yönetiminden ağırlıklı olarak belediyeler sorumlu. Türkiye Belediyeler Birliği’ne göre, Türkiye’de büyükşehir ölçeğinden beldelere kadar inen toplam 1.397 belediye var. Bakan

Yazının Devamını Oku

Bir parti nasıl kurulur ya da kurulamaz?

7 Temmuz 2021
Girin önce İçişleri Bakanlığı’nın web sitesine ve oradan da “Sivil Toplumla İlişkiler Genel Müdürlüğü”nün sayfasına. “İşlemler” başlığının altında “Siyasi Parti Kuruluşu Nasıl Yapılır?” diye bir bölüm göreceksiniz, tıklayın.

Diyor ki, bu bölümün girişinde İçişleri Bakanlığı: “Siyasi partiler, aşağıda belirtilen ve her birinden beşer adet hazırlanan bildiri ve belgelerin, İçişleri Bakanlığına verilmesiyle tüzel kişilik kazanırlar.”

Altında da bu bildiri ve belgelerin neler olduğunu sıralıyor: Siyasi partinin adı, genel merkez adresi ile kurucuların adı, soyadı, doğum yeri ve tarihi, adresi gibi bilgilerin yer aldığı bütün kurucular tarafından imzalanmış bir bildiri formu, kurucuların parti kurucusu olma şartını taşıdıklarına dair imzalı beyannameleri, kurucuların nüfus kayıt örnekleri, adli sicil belgeleri, parti tüzüğü ve programı...

Hepsi bu kadar... Bakanlığın web sayfasında aktarılan bu bilgiler, 22 Nisan 1983 tarihli 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun partilerin kuruluşunu düzenleyen 8’inci maddesinde yazılanların büyük ölçüde tekrarıdır.

Kanunun aynı maddesinde ayrıca “Bilgi ve belgelerin alındığı anda, İçişleri Bakanlığınca bir alındı belgesi verilir” deniliyor.

Bir sonraki fıkrada da “İçişleri Bakanlığı, kuruluş bildirisi ve alındı belgesinin onaylı birer örneği ile bildiri eklerinin birer takımını üç gün içinde Cumhuriyet Başsavcılığı ile Anayasa Mahkemesine gönderir” diye ekleniyor.

ANAYASA: ‘PARTİLER İZİN ALMADAN KURULUR’

Yasaya bakıldığında, yeni siyasi partilerin kuruluş aşamasının karmaşık olmayan kolay bir bürokratik işlemler dizisi şeklinde düzenlenmiş olduğunu fark etmek mümkündür.

Yasanın bu yönü Anayasa’da hâkim olan bakışın bir uzantısıdır. Anayasa’nın “

Yazının Devamını Oku