Sedat Ergin

100’üncü yıldönümünde Türkiye Cumhuriyeti hangi farkı yarattı?

28 Ekim 2023
Bizim kuşağımız Cumhuriyet’in kazanımları anlamında her şeyi hazır buldu.

Kuruluşundaki olağanüstü çabayı, özveriyi kitaplardan öğrenmek, üstelik sıkça hamaset dolu nutuklar üzerinden dinlemek zorunda kalmak, belki başlangıçta Cumhuriyet’in değerini tam olarak kavramamızı önledi bile denebilir.

Ancak çoğumuz yaşımız ilerledikçe, dünyayı tanıdıkça, bulunduğumuz bölgenin açıldığı farklı coğrafyalarda olan bitenleri izleyip ülkemizin farklılığını hangi alanlarda gösterdiğini karşılaştırmalı bir şekilde gördüğümüzde, galiba Cumhuriyet’in anlamını daha iyi hissetmeye, kavramaya başladık.

*

Aslında Cumhuriyet’in değerini anlayabilmek için önce Türkiye’nin 20’nci yüzyıla çökmekte olan bir imparatorluk kimliğiyle nasıl girdiğine, ardından bu yüzyılı kat edip 21’inci yüzyıla nasıl farklı bir kimlik ve özgüvenle adım attığına bakmakla yola koyulabiliriz.

Bu çerçevede Türkiye’nin bugün üyesi olduğu İslam İşbirliği Örgütü’ne üye diğer 56 ülke ile arasındaki çok temel bir farka işaret etmek bile tek başına yeterli olabilir.

Bütün bu ülkeler arasında, bütün sorunlara rağmen, demokratik kurumlarını uzun bir süredir çalıştırabilme yeteneğini kazanmış olan, göreceli çoğulcu özgür bir siyasi düzeni ortaya çıkartabilmiş, aynı zamanda bireysel girişimciliğin önünü açıp liberal bir ekonomiyi yaşatabilen yegane örnektir Türkiye Cumhuriyeti.

Kuşkusuz, Cumhuriyet’in eğitimde, bilim ve teknolojide, kültür ve sanat gibi alanlarda kat etmiş olduğu anlamlı mesafeyi de bu denkleme dahil etmemiz gerekir.

*

Yazının Devamını Oku

Cumhuriyet’in 100. yıldönümüne doğru... Atatürk, Cumhuriyet’in geleceğinde kadınlara güveniyordu

27 Ekim 2023
***

CUMHURİYET’in kuruluşunun ilanından aylar öncedir. Gazi Mustafa Kemal, 21 Mart 1923 tarihinde Konya’da Hilal-i Ahmer’in (Kızılay) Kadınlar Şubesi’nin çay ziyafetinde kadınlara hitaben yaptığı konuşmada, Türkiye’nin geleceğinde kadının oynayacağı rolü anlatırken, toplumu “feyz ve fazilete ulaştırmak için yürünecek bir yol”dan söz eder.

Gazi, bu yolu şöyle anlatır:

Büyük Türk kadınını mesaimizde müşterek kılmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını ilmî, ahlâki, içtimaî, iktisadî hayatta erkek şeriki (ortağı), refiki, muavin ve muzâhiri yapmak yoludur. Kadınlarımız hatta erkeklerden daha çok münevver ve daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar.

Konuşmasının devamındaki şu sözleri, kadın-erkek eşitliği konusunda ne kadar kuvvetli görüşlere sahip olduğunun açık bir ifadesidir:

Şükranla ifade etmek lâzımdır ki, hiçbir yerde kadınlarımız erkeklerin dûnunda (aşağısında) değildir. Hemen her yerde kadın ve erkek seviyesi arasında bir teâdül (denklik) görmekteyim. Bu hâl şayan-ı iftihardır. Kadınlarımızın, daha namüsait şerait (koşullar) altında erkeklerden geri kalmayışı ve belki aynı şerait tahtında erkeklerden ileri gidişi mucib-i mefharettir (iftihar vesilesidir).

Şunu da ilave edeyim ki, kadınlık meselesinde şekil ve kıyafet-i zâhiriyye (görünüş) ikinci derecedir” dedikten sonra devam eder Gazi:

Asıl mücadele sahası, kadınlarımız için şekilde ve kıyafette muvaffakiyetten ziyade, asıl muzaffer olunması lâzım gelen saha nur ile, irfan ile, fazilet-i hakikiyye ile tezeyyün ve tecehhüz etmektir (zenginleşmiş ve donanmış olmaktır). Ben muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarının dûnunda (aşağısında) kalmayacak, bilâkis pek çok cihetlerde onların fevkine çıkacak nur ve irfanda tecehhüz edeceklerine (donanmış olacaklarına) katîyyen şüphe etmeyen ve buna suret-i kat’iyyede emin olanlardanım.

CUMHURİYET, ERKEK İLE KADIN ARASINDAKİ ÇİN SEDDİ’Nİ YIKTI

Yazının Devamını Oku

Cumhuriyet’in 100’üncü yılında dış politikanın genel bir muhasebesi

26 Ekim 2023
Önümüzdeki pazar günü Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100’üncü yıldönümüne ulaşacak olmamız, Cumhuriyet’in pek çok alanına yayılabilecek bir muhasebeyi de davet ediyor.

Eğitim ve bilimden ekonomiye, demokrasi tecrübesi ve hukuk düzeninden diplomasiye kadar pek çok alanda Cumhuriyet’in yüz yıllık seyrinin değerlendirmesi yapılabilir, artıları ve eksileri ile birlikte. Bu egzersizi yaparken ele alınan her bir alanda Türkiye’nin nereden yola çıkıp, nereye geldiği sorusuna yakından bakılabilir.

Ancak bütün bu alanlar içinde biri var ki, özel bir ilgiyi hak ediyor. Türkiye’nin geçen yüz yıl içinde göreceli olarak en başarılı çıktığı alanlardan birinden, Cumhuriyet’in dış politika alanındaki serüveninden, Türk diplomasinin geride kalan bu zaman zarfında verdiği sınavdan söz ediyoruz.

Kuşkusuz, yüz yıllık bir sürenin değerlendirmesini hangi başlıkta olursa olsun tek bir köşe yazısının sınırları içine sıkıştırabilmenin güçlüklerini, bunun taşıdığı riskleri belirtmeye gerek yok. Böyle bir değerlendirme, kaçınılmaz olarak ancak çok temel yönelişlere dikkat çekmek ve hepsinin bir arada ifade ettiği ana anlama odaklanmak durumundadır.

Ana tespit, Cumhuriyet’in dünyayla ilişkilerinde geçen yüz yılda büyük ölçüde barış içinde geçen bir dönemi tamamlamakta oluşudur.

***

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadrolarının çoğu görevlerinin önemli bir bölümünü cepheden cepheye savaşarak geçirmiş Osmanlı kurmay subaylarından oluşuyordu. Kurulan Cumhuriyet’in bekası, ayakları üzerinde yükselebilmesi, kurumlarını inşa edebilmesi, öncelikle bir barış ikliminde yaşamasına bağlıydı.

Atatürk’ün Balkan Paktı ve Sadabad Paktı gibi bölgesel ittifaklarla Türkiye’nin sınırları boyunca ve yakın çevresinde bir barış kuşağı yaratma çabası, bu barışçı arayışın bir ifadesidir.

Cumhuriyet’in ilk döneminin başka kazanımlarını da vurgulayalım. Örneğin, 1936 yılında imzalanan Montrö Sözleşmesi ile 1923’te Lozan Antlaşması’nda Boğazlar’ın egemenliği konusunda açık kalmış olan bir parantezin kapatılıp Türk Boğazları üzerinde denetim yetkisinin sağlanması herhalde en kayda değer başarı öykülerinden biridir. Son Ukrayna savaşında Montrö’nün değerini daha yakından anladık.

Yazının Devamını Oku

Avrupa Birliği’nin Gazze’deki inandırıcılık sınavı

25 Ekim 2023
Hamas’ın 7 Ekim saldırısı ve İsrail’in buna buna misillemede bulunmasıyla patlak veren savaşın sonuçları, serpintileri, yalnızca bölgeyle ve bu çatışmalara taraf olan ülke ve aktörlerle sınırlı kalmıyor.

Savaşın seyri ve ortaya çıkan insani trajediye nasıl bir karşılık verileceği, uluslararası camianın önde gelen ülkelerini, güç merkezlerini ve kurumları da kritik bir sınamaya tabi tutuyor.

Bu yönüyle savaş ilerledikçe, uluslararası düzeni, küresel ölçekteki dengeleri, saflaşmaları ve algıları da ciddi derecelerde etkileyen boyutlar kazanıyor.

Tabii bu başlığı değerlendirmek üzere yola koyulurken öncelikle şu temel tespiti yapmamız gerekiyor. Tırmanmakta olan savaşı tetikleyen, Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e düzenlediği baskında asker-sivil ayrımı gözetmeksizin her yaştan insanı katletmesi, ardından aralarında yaşlı kadınların da bulunduğu 200’den fazla insanı kaçırıp rehin alması eylemi oldu.

Eğer kriz Hamas’ın bu saldırısıyla sınırlı kalsaydı, suçlamaların, kınamaların odağına Hamas’ı yerleştirerek sorumlu ilan edilebilirdi.

Ancak, İsrail’in bu baskına hiçbir ayrım gözetmeyen, acımasız, orantısız bir bombardımanla karşılık vermesi, dahası Gazze’yi bütünüyle abluka altına alarak suyu, elektriği keserek burada yaşayan 2 milyondan fazla insanın hayat hakkına saldırması, bu süreçte 5 binden fazla insanın ölmesi krizi farklı bir yere taşımış bulunuyor. BM’nin önceki gün açıkladığı verilere göre, Gazze’de ölen Filistinlilerin yüzde 62’si çocuklar ve kadınlardan oluşuyor.

*

İsrail’in bombardımanı ve ablukası karşısında tavır almadığı gerekçesiyle eleştiriler öncelikle ABD’ye yönelirken, Avrupa ülkelerinin ve Avrupa Birliği’nin tutumunun da artan ölçüde sorgulandığı gözleniyor. AB ve kurumları da Gazze Savaşı nedeniyle ciddi bir sarsıntıdan geçiyor bugünlerde.

Bu sarsıntının birçok yansıması söz konusu.

Yazının Devamını Oku

Türkiye, son Gazze kriziyle bölge ile normalleşmeden önce karşılaşsaydı ne olurdu?

24 Ekim 2023
Hamas’ın İsrail’e düzenlediği 7 Ekim saldırısı ve İsrail’in bu baskına Gazze’yi ablukaya alarak mukabelede bulunmasıyla patlak veren ve bütün bölgeyi bir ateş çemberinin içine almakta olan savaşı izlerken, Türkiye’nin yakın bir zamana kadar Ortadoğu ülkelerinin azımsanmayacak bir bölümüyle köprüleri atmış olduğu gerçeğini hatırlamaktan kendimi alıkoyamıyorum.

Ve hatırladıkça da her seferinde şu soru karşımda beliriyor:

Bu savaş daha önce meydana gelmiş olsaydı ve Türkiye bu krize bir kısmı çatışmalara doğrudan taraf ya da sınırdaş olan bu ülkelerle ilişkileri kopmuş bir şekilde yakalansaydı, nasıl bir tabloyla karşılaşırdık?

Tabii, aynı soruyu -Türkiye bu ülkelerle ilişkilerini onarmamış olsaydı bugün nasıl bir durum yaşanırdı- şeklinde de formüle edebilirsiniz.

Kuvvetle muhtemeldir ki, geçen iki haftayı aşkın süre içinde gözlediğimiz diplomatik faaliyetin önemli bir bölümünün icrasında ciddi bir güçlükle karşılaşılırdı.

*

İsrail-Hamas savaşıyla girilen büyük bölgesel sarsıntının hemen başlangıcında Türkiye’nin attığı ilk adımlardan biri, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirmesi oldu.

Erdoğan, saldırıdan iki gün sonra 9 Ekim’de aradığı Herzog’a, “Gazze halkının topluca, ayrım gözetmeksizin zarar görebileceği bir adımın, bölgedeki acıları ve şiddet sarmalını daha da artıracağını” vurguladı.

Hamas’ın İsrail’e saldırdığı 7 Ekim günü ilk açıklamasında taraflara

Yazının Devamını Oku

Gazze’de günde bir litre suyla hayatta kalmaya çalışmak

21 Ekim 2023
İSRAİL’in Gazze Şeridi’ni abluka altına almasından sonraki süreçte, elektronik posta adresime Birleşmiş Milletler’in İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi (OCHA) tarafından günlük olarak gönderilen, buradaki insani ihtiyaçların durumuna ilişkin raporları yakından izlemeye çalışıyorum.

Bu raporlarda kayda geçirilen insani durumun her geçen gün ne kadar kötüleştiğini, ne kadar dramatik bir görüntü kazandığını gösterebilmek için dün saat 11.45’te gelen son raporun bazı başlıklarını özet olarak aktarmak istiyorum bugünkü yazımda.

BM’nin bu alandaki uzman kuruluşu OCHA’nın dünkü raporu, çatışmaların başlamasından sonraki 13’üncü gün itibarıyla gelinen durumu 19 Ekim, yani perşembe akşamı itibarıyla yansıtıyor.

ENKAZ ALTINDA KURTARILMAYI BEKLEYEN YÜZLERCE İNSAN VAR

Bu rapor hemen girişinde, önceki akşam itibarıyla ölen Filistinlilerin toplamının 3 bin 785’e geldiğini belirtiyor. OCHA’nın Gazze Sağlık Bakanlığı’na dayanarak paylaştığı veriye göre, ölenlerin toplamı içinde 1.524’ü çocuklardır. Yaralı sayısı ise 12 bin 500’dür. Aynı rapor, İsrail tarafındaki kayıpların toplamını 1.400, yaralı sayısını ise 4 bin 629 olarak veriyor.

OCHA raporunda dikkat çekilen önemli bir konu, aralarında kadınlar ve çocukların da bulunduğu -tahminlere göre- yüzlerce insanın bombardıman sonucu yıkılan binaların enkazı altında kaldıkları ve kurtarılmayı bekledikleridir. Enkaz altında yüzlerce cesedin de bulunduğu tahmin ediliyor. Ancak saldırıların sürmekte oluşu ve yakıt sıkıntısı nedeniyle motorlu taşıtların çalıştırılmasında ve araç-gereç taşınmasında yaşanan güçlükler, kurtarma faaliyetlerini zora sokmaktadır.

CESETLER KİMLİK TEŞHİSİ BEKLENMEDEN TOPLUCA GÖMÜLÜYOR

Rapora göre, önceki gün İsrail’in hava saldırıları iki ekmek fırınının çevresini hedef almıştır. Bu sırada aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu pek çok insan fırınların önünde kuyrukta beklemekteydi. Bu iki saldırıda Gazze şehrinde 20, An Nusrat mülteci kampında ise 5 kişi hayatını kaybetmiştir OCHA’nın tespitlerine göre.

BM raporunda aktarılan çok sıkıntılı bir durum, 15 Ekim Pazar günü İsrail’in hava saldırılarında hayatını kaybeden yaklaşık 100 kişinin Rafah kasabasında kimlik teşhisleri yapılmadan topluca gömülmesi hadisesidir. Bunun nedeni, bekletilecekleri bir morg bulunamadığından, cesetlerin çürümemesi için zorunlu nedenlerle kimlik teşhis prosedürleri uygulanmadan defin kararı alınmasıdır.

Yazının Devamını Oku

Batı dünyası ve Filistin meselesinde dengeli bir tutum ihtiyacı

19 Ekim 2023
Gazze’de önceki gün bir hastanenin roket ateşine hedef olması sonucu 500 Filistinlinin hayatını kaybetmesiyle birlikte dünya bir kez daha büyük bir şok içinde.

Bu hadise, Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e baskın bir saldırı düzenleyerek ayrım gözetmeden öldürme ve insan kaçırma eylemleriyle başlayan, İsrail’in de buna ağır bir misillemede bulunmasıyla patlak veren savaşı çok daha tehlikeli bir eşiğe taşımıştır.

Savaşın tırmanış seyrinde her seferinde daha da ölümcül bir nitelik kazanan, insanlık ve vicdan ölçülerinin sınırlarını yok eden bir kötülük sarmalı içinde sarsılıyoruz.

Krizin her yeni aşamasında farklı şekillerde kurulan cümlelerle formüle edilen en sert kınama açıklamaları, rutinleşen tekrarların sonucu olarak artık fazla bir anlam da ifade etmiyor.

*

Hastanenin saldırıya uğramasının sorumluluğuyla ilgili olarak savaşan tarafların birbirlerini suçlayan açıklamalar yapmalarının yarattığı çelişkili tablo zihinleri karıştırmış bulunuyor. İsrail Hamas’ın suçlamalarını kuvvetle reddetse bile, kendisinin bu tür hadiselerde sahadaki günahlarından kaynaklanan sicili o kadar kötüdür ki, olayı duyan pek çok insan şüphe etme ihtiyacını duymamıştır.

Teknolojinin sağladığı imkânlarla bu saldırının gerçek failinin er geç kesinlik içinde ortaya çıkartılmasını beklemek bu aşamada en doğru tutum görünüyor. Bunun için çok uzun bir süre beklemek gerekeceğini zannetmiyoruz.

*

Bu son olaydan bağımsız olarak baktığımızda, fotoğrafın bütününü okuyabilmek için şu tespitleri de kayda geçirmeliyiz. Hamas’ın 7 Ekim’de gerçekleştirdiği baskın saldırı sırasında sivil-asker ayrımı yapmadan insanları öldürmesi, çocukları, yaşlı kadınları bile kaçırmış olması, Filistinlilerin ‘mağdur’ imajına büyük bir gölge düşürmüştür.

Yazının Devamını Oku

Erdoğan cephesinde kapanmayan bir parantez: ABD’nin düşürdüğü Türk SİHA’sı

17 Ekim 2023
***

ÖYLE anlaşılıyor ki, geçen 5 Ekim’de Suriye’de Fırat’ın doğusundaki Tel Temir’de Türkiye’nin bir Silahlı İnsansız Hava Aracı’nın (SİHA) ABD Hava Kuvvetleri’ne bağlı bir F-16 savaş uçağı tarafından düşürülmesi hadisesi üzerinde daha çok konuşup tartışacağız.

Bu olayın meydana gelmesinden hemen sonra Türkiye ile ABD arasında gerek savunma bakanları gerek dışişleri bakanları, ayrıca genelkurmay başkanları arasında yapılan bir dizi ikili görüşmenin sonucu, konunun bir büyük krize dönüşmeden aşıldığı varsayılıyordu.

Her iki tarafta yapılan açıklamalarda, benzer bir hadisenin tekrarının önlenmesi açısından iki ülke askeri makamları arasında işleyen “Çatışmasızlık Mekanizması”nın (Deconfliction Mechanism) daha yakın bir koordinasyon içinde işletileceği vurgusu ön plana çıkmıştı. Nitekim, hadisenin ertesi günü Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasında “İlgili taraflarla çatışmasızlık mekanizmasının daha etkin işletilmesi yönünde gerekli tedbirler alınmaktadır” denilmişti.

Bir NATO ülkesinin savaş uçağının bir başka NATO müttefikinin SİHA’sını düşürmesi, olağan karşılanabilecek bir durum değildir.

Yine de ilk bakışta, böyle bir hadiseden sonra yaşanabilecek olan bir büyük sarsıntı, taraflar arasında yürütülen kriz idaresiyle olabilecek en düşük bir eşikte atlatılmıştı.

İşte bu yöndeki yorumların aslında boşlukta kaldığını, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından geride bıraktığımız günlerde yapılan bir dizi açıklamayla anlamış bulunuyoruz. Beklentilerin tam tersine, “5 Ekim Vakası”nın Erdoğan’ın zihninde kuvvetli tepki tetikleyen bir yer tuttuğunu görüyoruz.

***

Altı çizilmesi gereken bir nokta,

Yazının Devamını Oku