Paylaş
Orhan Gencebay İstanbul seçimlerinde AK Parti adayı Murat Kurum’a destek verdiği için yerden yere vuruluyor. Sinan Akçıl aynı şekilde. Çünkü marş besteledi Murat Kurum için.
Neymiş efendim, o koskoca Orhan Gencebay’mış.
Herkesin Orhan Baba’sıymış.
Nasıl olur da taraf tutarmış?
Bunları söyleyenler de anlı şanlı gazeteciler, yorumcular.
Peki bunda kötü ne var, onu hiç anlamıyorum. Bir sanatçı elbette ki sevenlerinin bir kısmını incitecek, gücendirecek tavırlardan, üsluplardan kaçınmak zorunda.
Bir siyasi partiye karşı değil, hayatın bütününe muhalif olmak, sistemi eleştirmek, çarpıklıklara dikkat çekmek zorunda.
Ama bu demek değil ki sanatçının siyasi görüşü olmayacak.
Şehrinin, ülkesinin, gezegeninin iyiliği için şu ya da bu taraftan olmayacak.
Fazıl Say mesela...
“İlk kez kazandık diyorum. Bu sonuç müthiş arkadaş” diye yorumladı seçimleri.
Pınar Altuğ “Kırmızı sana çok yakıştı Türkiyem” şeklinde paylaştı sevincini.
Şevval Sam “Başkan İstanbul’a çok yakışıyorsun. Türkiye’ye yakışıyorsun. Gurur duyuyoruz seninle” sözleriyle tebrik etti Ekrem İmamoğlu’nu.
Ezgi Mola, Mansur Yavaş’a desteğini açıkladı: “Hiçbir çocuk beslenmeliği olmadan okula gitmesin, barınaklarda canlara iyi bakılsın...”
Ha şöyle!
O taraftan ya da beri taraftan.
Her kim siyasi bir konuya dikkat çekiyorsa ağzına sağlık.
Ama sadece hoşumuza giden şeyler söylediği zaman değil, her halükârda ağzına sağlık.
Hani meşhur bir tartışma vardır:
Sanat sanat için mi, sanat toplum için mi? Ben ikincisinden yanayım.
Hatta bana kalırsa bir sanatçının siyasi görüşünün olmaması asıl kötü olan.
“Eğri ya da doğru, çevrende olup biten hakkında senin hiç mi fikrin yok” diye sormazlar mı insana?
Hatta ve hatta oturduğu yerden fikir beyan etmekle kalmamalı, yeri geldiğinde Erdal Beşikçioğlu, Davut Güloğlu, Hakan Peker gibi elini taşın altına da koymalı sanatçı.
Unutmayalım; sanattan, sanatçıdan siyasete zarar gelmez.
Olsa olsa güzellik, estetik, incelik, üslup gelir. Kazanmış da olsalar, kaybetmiş de olsalar her birini ayrı ayrı tebrik ederim.
Belediyelerde mor devrim
81 ilin 11’nde kadınlar erkek rakiplerini geride bırakarak belediye başkanı seçildi.
Az ama yine de umut verici. Bunlardan biri Gaziantep’teki Fatma Şahin.
O da benim gibi “r”leri söyleyemediği için zaten sempatim var ama Antep’te zehir gibi kadınlardan nasıl bir ekip kurduğuna, depremde Nurdağı, İslahiye gibi yerle yeksan olan ilçelerde ilk saatlerden itibaren nasıl çalıştığına bizzat şahidim.
Üçüncü dönemi hayırlı, uğurlu olsun. Kadın başkanlardan dikkat çeken bir diğeri Çeşme’ye başkan seçilen Lal Denizli.
Kendisini tanımam ama babası Mustafa Denizli’nin zarafetinden, vefasından, efendiliğinden bir nebze bile almışsa Çeşme’ye kutlu olsun.
Tekirdağ, Edirne, Afyon, Eskişehir, Bilecik, Aydın, Siirt, Diyarbakır, Batman, Ağrı seçmenlerini de bize kadın başkanlar hediye ettikleri için kutlamak gerek.
Eylem Tok diziye konu oldu
Yaşı tutmadığı halde direksiyon başına geçerek bir kişinin ölümüne neden olan oğlunu önce Mısır’a, oradan da ABD’ye kaçıran yazar Eylem Tok diziye konu oldu.
Çarşamba akşamları Kanal D’de de ekrana gelen “Taş Kağıt Makas” dizisinde bu hafta bu konuya gönderme yapıldı.
Dizinin fragmanında tıpkı gerçek olayda olduğu gibi bir mekânda yemek yerken oğlunun ölümlü kazaya karıştığını öğrenen anne sabaha karşı önce Mısır’a oradan da ABD’ye kaçırıyor çocuğu.
Dizilerin gerçek hayattaki olaylara, toplumsal konulara gönderme yapması çok güzel bir şey. Bakın tam unutacakken, yeniden gündeme getirdiler konuyu.
Plaza Sufisi
Selcen Gür ilginç bir yazar. İlk romanı “Sır ve Gölge”de yaşamın sırları ve gölgeleri arasında kendini gerçekleştirmeye çalışan kadınların hayatlarını konu almıştı. Şimdi yeni çıkan “Plaza Sufisi”ndeyse günümüz insanının “hakikat”e dair sorularını tasavvuf ve pozitif psikolojinin bakış açılarıyla ele almış: Erdem derken neyi kastediyoruz? Neşe ve keder aynı evi paylaşabilir mi? Hız ve tüketimin doruk noktasına ulaştığı çağımızda daha anlamlı bir hayat nasıl sürülebilir?
Paylaş