Ünlü-ünsüz yapılan yorumları okuyorum, aklım çıkacak gibi oluyor:
“Memlekette insanlar bu kadar ekonomik zorluk yaşarken, siz milletin gözüne sokarsanız...” diye başlıyor hepsi.
Arkadaşlar!
Belli ki bunlar görmemiş insanlar. Kendilerini tutamamışlar, açıklanması zor zenginleşmelerinin cakasını satmışlar.
Ama bu, magazinin konusu. Tweet konusu, yorum konusu, paylaşım malzemesi.
Sanki görgüsüzlük yapmasalar, göze sokmasalar hiç mesele yok.
İnsan neye şaşıracağını şaşırıyor!
◊ 62 yıldır evli, 82 yaşındaki Metin Akpınar’ın 35 yıl önce karısını aldattığına mı?
◊ Kendi evliliğinden çocuğu olmayan Akpınar’ın bu yasak aşktan ikiz kızları olduğuna mı?
◊ Kızların daha 2 aylıkken öz anneleri tarafından Antalya’da bir köye terk edildiklerine mi?
◊ Çocukları olmayan bir öğretmen çift tarafından evlat edinip büyütüldüklerine mi?
◊ İkizlerin yıllar sonra görüştükleri annelerinden Metin Akpınar’ın kızları olduklarını öğrendiklerine mi?
◊ Akpınar’ın konudan haberdar olmasına rağmen 14 yıldır evlatlarını reddettiğine mi?
Dile kolay, 18 yıldan fazla olmuş. Haftada bir taneden yaklaşık 1.000 kent yazısı eder. Sadece İstanbul değil, Türkiye’nin her yerinden yüzlerce gece kulübü, restoran, bar, kafe, parti, festival, beach, semt, sokak... Bir o kadar işletmeci, organizatör, dansçı, aşçı, DJ... Ve bunların etrafında bir araya geldiğimiz milyonlarca insan.
Her haftaya 2005 Şubat’ındaki heyecanla başladım: O hafta okurlarımıza sosyalleşebilecekleri, eğlenebilecekleri, yiyip içebilecekleri, keşfedebilecekleri neleri önerecektim?
Yeme-içme dünyası bilir, kurallarım vardı. Yeni bir yer açılacaksa önce benim köşemde çıkmalıydı.
Haber değeri yoksa sahibinin, işletmecisinin adını geçirmeyecek, boy boy fotoğraflarını basmayacaktım.
En kapalı kulüplere bile fotoğrafçımızı sokabilecektim.c
Çünkü aradan geçen yıllarda şöyle bir güven oluştu ki ben magazin çekimi yapmayacaktım, ortam çekimi yapacaktım.
Fotoğraf servisimiz gecenin 1.00’inde, 2.00’sinde yapılan bu çekimlerden pek memnun değildi ama okurlarımıza, oraya gittiklerinde, o saatte kendilerini nasıl bir ortamın beklediğini gösterecektim.
Ne tip insanlarla karşılaşacaklarını, ne giyildiğini, nasıl müzik çaldığını, en sevilen tabakları, bardakları, yaklaşık ne kadar harcayacaklarını...
İlginç değil mi? Çünkü bırakın ödül almış filmi, çok satmış albümü insanlar mezun oldukları okulların diplomalarını bile duvarlarına asıyor.
Şirketteki 10’uncu yıl plaketini bile salonun baş köşesine yerleştiriyor.
Dernekten gelen bağış teşekkürünü, adının geçtiği gazete kupürünü...
Yani şöyle tuhaf bir durum ortaya çıkıyor: İmza gününde imzaladığı kitap o okurun kütüphanesinde en önde ama kitap Zülfü Livaneli’nin kendisinde yok...
Ermişlik, aşmışlık desen değil.
Doymuşluk, mütevazılık desen ona da tam oturmuyor.
İsim bulamadım bu hale.
Altın Portakal’da aldığı “en iyi erkek oyuncu” ödüllerinin yanı sıra en son Bodrum Türk Filmleri Haftası’nda aldığı “yaşam boyu onur ödülü” de bunun somut kanıtları.
Fakat şöyle bir şey oldu...
Kuşkan bu ödül sonrası kendisine soru soran gazeteciye sert bir çıkış yaptı:
“Röportaj yapmıyorum. İşimle ilgili röportaj yapabilirsiniz ancak benimle. Ben 15 yıla yakın zamandır bugünkü şebekler ve maymunlar gibi röportaj derdi olan bir adam değilim.
Ancak bu ödülü almış olmaktan dolayı sizinle sohbet ediyoruz.
Yoksa siz benimle sohbet edemezdiniz.”
Haydaa...
Kendisi röportaj vermiyor olabilir, bu kendi kararı, saygı duymak gerekir.
1. Özel hayatın didik didik edilir...
Evli babası Kenan Tosun’un, Serenay Sarıkaya’nın annesiyle aşk yaşaması sorulduğunda Cansu Tosun çok çarpıcı bir cevap verdi: “Bu mesleği ben seçtim, bana benimle ilgili sorular sorabilirsiniz...”
Ne demekti bu? Ben bu mesleği seçerken özel hayatım dahil, hakkımdaki her şeyin kurcalanacağını biliyordum. Bana benimle ilgili istediğinizi sorun ama yakınlarımı karıştırmayın...”
Böyle işte: Elalem sevgili bulur, gider en güzel tatili yapar ama eğer sen ünlüysen dağdan, tepeden bir paparazzi ne yapar eder, fotoğrafını çeker.
O çekmese civardakiler paylaşır görüntünü. Sadece senin değil, yakınlarının görüntüsünü de.
2. Kılık kıyafetin hep tartışılır...
Daha önce de benzer çok örnek oldu. Volkan Konak’tan tutun Özcan Deniz’e birçok ünlü isim vize alamadıkları için konserlerini iptal etmek zorunda kaldı. Almanya ekip arkadaşlarına vize vermeyince Sumru Yavrucuk, Frankfurt’ta sahneye tek başına çıktı.
Yahu bu nasıl olur?
Bunların hiçbiri mülteci olacak insanlar değil. Kendi ülkelerinde işleri güçleri, malları mülkleri, şanları şöhretleri olan kişiler.
Bütün bunları bırakıp senin ülkende sığınmacı mı olacaklar?
Neyin önlemi bu?
Başvuru evraklarına gelince banka hesaplarına kadar belge istiyorsun bizden. Önündeki bilgisayarda Google mı yok?
Girip Murat Boz, Hadise, Hande Yener yazamıyor musun başvuruyu değerlendirirken?
Türk vatandaşlarına uygulanan bu tecrit aynı zamanda ekonomik bir sömürü.
Belki biliyorsunuz, Paris bir süredir yeni bir tür olduğu iddia edilen tahtakurularının istilası altında.
Önce taşımacılıkta ve özellikle trenlerde ortaya çıkan bu böcekler, sonra sinema salonlarına ve benzeri yerlere de sıçradı.
Taşımacılık Bakanlığı bu sorunu Yaz Olimpiyatları’ndan önce çözmek için büyük bir operasyona hazırlanıyor.
Demek ki sadece kamuya açık yerler değil, lüks otellere de yayılmış tahtakuruları.
“İpucu vereyim, tahtakuruları” yazdığı bir paylaşım yapan Lima, dünya basını gibi bizde de haber oldu.