Kafkasya kökenli Mustafa dedemin, 105 veya 107 yaşında vefat ettiğini tahmin ediyoruz. Beyaz duttan yapılan bol cevizli pestili bir bez torbaya koyup, ağzını bir iple bağlarken bana “Kızım möhkem bağla” demişti. Toprağa torpak, yaprağa yarpak, köprüye körpü derdi.
Dede Korkut Masalları’nı, Fuzûlî’nin Seyahatname’sini, Şeyh Şamil Destanı’nı çok iyi bilirdi. Dede Korkut’un Banu Çiçek ve Bamsı Beyrek hikayesinden esinlenip, ablamın adını Banu Çiçek koymuştu. Benim ismimi ise Fuzûlî’nin eserlerindeki Söhrap’tan etkilenip Sahrap olarak kaydettirmişti.
Arapçayı ve yeni Türkçeyi çok iyi okuyup yazabildiği için ona Molla Mustafa Efendi demişlerdi. Soyadı kanunu çıktığında ise Ataman soyadını tercih etmişti.
Misafiri kapıda bekler, sevinçle boynuna sarılır, elinden çekerek eve getirir, oturtur ve hemen “Ne yersin, ne içersin?” diye sorardı. Bizi anneme sorarken “Uşaklar nerede?” derdi. Biz çocukları kucağına oturtup, kurutulmuş dut, elma, armut, ceviz yedirmeyi çok severdi.
“Dede bugün İstiklal madalyanı takmadın mı?” dediğimizde, “Hele bir namaza gideyim de sonra” derdi. Dumlupınar Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nde, kazdıkları siper çukurunda sabaha karşı paylaşarak yedikleri kuru üzüm ve kuru eriğin tadını hiç unutmadığını anlatırdı...
Nenesinin yaptığı tereyağında kavrulmuş buğday, yani gavutun tadını özlerdi. Annemin Kelkit usulü pişirdiği un haşılının üzerine bol tereyağı döktürürdü. Zaten tereyağı, peynir ve yoğurt onun beslenme düzeninin kahraman üçlüsüydü.
Doğu Anadolu’nun peynir üreticileri, ilk kez Bitlis’in Tatvan ilçesinde gerçekleşen Bitlis Peynir Fuarı’nda bir araya geldi. Anadolu’nun geleneksel ve yöresel peynirlerini bulup ortaya çıkarmak, tanıtmak, yerel üreticilerin önünü açmak, pazarlama ve markalaşma konusunda destek olmak amacıyla yapılan peynir fuarı, çok başarılıydı.
Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı (DAKA) tarafından düzenlenen ve onlarca çeşit yöresel peynirin tüketiciyle buluştuğu, tadım yapıldığı fuara ben de katıldım. Her peynir çeşidinden bir kesme şeker kadar alıp tadına baksam da toplamda en az 1-1,5 kilo peynir yediğimi hesapladım. Hayatımda bu kadar çok ve çeşitli peyniri ilk defa yediğimi söyleyebilirim.
PEYNİRİN TADI BİTKİ FLORASINDAN GELİYOR
Bunca yıldır havalimanına gelip gidiyorsunuz. Peki hiç “ne yesem?” diye düşündünüz mü? Yoksa bir tost, simit, sandviçle geçiştirip, açlığınızı bastırdınız mı?
Çünkü hep acelemiz vardır ve uçağı kaçırmamanın, gideceğimiz yere bir an önce varabilmenin telaşı içinde oluruz. Hepimizin yolculuk hikayesinin başı ya da sonudur havalimanları.
Kimisi cenazeye, kimisi düğüne, kimisi tatile gider...
Telaşla iş toplantısına yetişmeye çalışan bir işadamı ya da torununu görmeye giden bir babaanne de olabilir.
Havalimanlarında, otogarlarda herkes heyecanlıdır ve herkesin yolculuk için bir nedeni vardır.
“Havalimanları duygu durumu çok farklı insanlarla karşılaşabileceğiniz, çok farklı hikayeler duyabileceğiniz bambaşka bir dünyadır” diyor sevgili Bahar Baltacı. İşini tutkuyla yapan, çok emek veren, gülen yüzlü bir BTA çalışanı.
Toplam 18 havalimanında ve 700 aşçısıyla günde yaklaşık 100 binin üzerinde kişiyi ağırlayan BTA, Türkiye’nin en büyük gıda üretim tesislerinden biri konumuna gelmiş bulunuyor.
Azerbaycanlıların dilleri, konuşmaları, hayata bakışları, geleneksel ve sosyal yaşamları, mutfakları ve yemekleri bize çok benziyor. O yüzden “İki devlet, tek millet” deyimini sıkça kullanıyorlar.
Birçoğumuz Türkiye’den bakarken, Azerbaycanlıların Türk asıllı bir devlet olduğunu biliyoruz ama onları çok da iyi tanımadığımızı buraya gelince daha iyi anladım. Sanki uzun süredir görmediğim bir akrabama misafirliğe gelmiş gibi hissettim.
Azerbaycan ise Türkiye’yi yakından takip ediyor. Özellikle TV’deki Türk dizilerine bayılıyorlar.
Milli değerlerine ve kültürel miraslarına çok önem veriyorlar. Mutfaklarının zenginliğiyle çok övünüyorlar.
Azerbaycan’dan televizyon programı teklifi gelince düşünmeden kabul ettim. Ülkenin 12 bölgesini dolaşarak evlere gidecek ve hanımlarla yöresel yemeklerini pişirecektim. Bu formattaki televizyon programını, toplamda 42 şehir dolaşarak Anadolu’da yapmıştım.
Bilmem haberiniz var mı? Ben dünyanın birçok yerine keşkek pişirmek için davet ediliyorum. Artık bana “Keşkekçi Teyze” demeye başladılar.
Milli yemeğimiz olan keşkek, 2011 yılında UNESCO’nun Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’ne kabul edildi.
Sonrasında da uluslararası yemek platformlarında konuşulur oldu.
Bu yazıyı okurken kiminizin “İçli köfte, su böreği, analı kızlı, dolma veya mantı varken neden keşkeği seçmişler ki?” diye aklından geçirdiğini tahmin ediyorum.
Şehirlerinin önünde koşan kişiler vardır. Memleketlerine olan sevgileri, topraklarının değerlerine olan bağlılıkları, tutkuları ve sevdaları hiç bitmez.
Yaşamları boyunca her ortamda, her yakaladıkları fırsatta memleketlerinin yemekleri, tarihleri, doğal güzellikleri, insanları, havası ve suyunu anlatırlar.
Dünyanın neresine giderse gitsinler, hep gurbet hasreti, memleket özlemi duyarlar. Çünkü onlar için yaşadıkları toprakların eşi benzeri yoktur. Ben bu değerli kişileri, memleketlerinin kahramanları, tanıtım yüzleri olarak görüyorum.
KAYISILI LEZZETLER YARIŞMASI
Gaziantep, sahip olduğu zengin mutfağını, yemek kültür mirasını, güneşten, topraktan, tarihten gelen yüzlerce lezzetini tanıtma çalışmalarına bir yenisini daha ekledi.
Gaziantep Uluslararası Gastronomi Festivali’nin (GastroAntepFest) davetlisi olarak Gaziantep’e gittiğimde çok heyecanlıydım. Çünkü dünyaca ünlü pek çok Michelin yıldızlı şefle tanışma imkanı bulacaktım. Pek çok etkinlik, workshop, sergi, konferans arasında koşuşturmaktan, ünlü şef André Lima de Luca’nın hazırladığı “fıstıklı salsa soslu kuzu ızgara”nın tadına bakamadım. Ama bir Türk şef olarak, dünyanın en iyi restoranlarından birini Bangkok’ta işleten sevgili Fatih Tutak’ın “Antep katmeri”nin doyumsuz lezzetini yakalayabildim.
Hayranlıkla izlediğim Fatih şefin uluslararası başarısı, kendi tarih ve coğrafyasının yemeklerini, hikayelerini taa Bangkok’taki restoranına taşıması, kendi geleneksel değerlerini evrensel bir anlayışla yorumlayarak yabancılara beğendirmesi, gerçekten takdiri hak ediyor.
Onunla fotoğraf çektirirken Bursa’da oturan annesine de selam söylemeyi ihmal etmedim. Bir yemek yazarı olarak hayranlık duyduğum İtalya’nın en ünlü kasabı Toskanalı et ustası Dario Cecchini ve ailesi de Gaziantep’e gelmişti. Baklavanın efsane lezzetinin yanı sıra “beyran”ve “kelle paça çorbası”na da bayılmışlar.