Memleketimizin doğası ve iklimi her türlü turizm için olanak tanıyacak şartlara sahip. Bu sebeple genelde sıkça ismini duyduğumuz kayak merkezlerinden aslında çok daha fazlası var. Örneğin Elmadağ-Ankara, Bozdağ-İzmir, Yolaçtı-Bingöl, Altınkalbur Dağları-Bitlis, Hazarbaba (Sivrice)-Elazığ, Zigana-Gümüşhane, Yıldız Dağı-Sivas, Abalı-Van, Bubi Dağı-Ağrı, Salda-Burdur, Ovacık-Tunceli ile Bolkar-Akbulut ve Ergan kayak merkezleriyle Erzincan akla ilk gelenlerden. Bu tesisler şimdilik kendi bölgelerindeki kayak meraklılarına hitap edecek seviyede. Fakat ülkemizde kış turizmi geliştikçe bu yöreler de kendi payına düşeni alacak ve yeni kayak merkezleri kış sporlarını sevenler için alternatif olarak gündeme gelecek. Biz şimdi ülkemizin en çok tercih edilen karlı rotalarından bahsedelim...
Hafta sonu kaçamağı için duraklar
KOCAELİ-BURSA
Büyük şehirlere yakın olan, birkaç saatlik araba yolculuğuyla ulaşabileceğimiz kayak merkezleriyle listeye başlamak isterim. Eğer çok trafik yoksa İstanbul’dan çıkıp 1 saat içinde ulaşabileceğimiz yer Kocaeli-İzmit’teki Kartepe. Sapanca Gölü manzaralı yolda, ormanların içinden gitmek çok keyifli. Yakın olması ulaşım ve konaklama açısından kolaylık sağlıyor ama çok tercih edilmesi pistlerin biraz kalabalıklaşmasına da yol açabiliyor.
The Green Park Resort
Kartepe’de farklı seviyelere uygun pistler mevcut. Yeni başlayanlar için kolay pistlerde, ustalar için dik tepelerde, doğa düşkünleri içinse ağaçların arasında, pistlerin dışına çıkarak kaymak mümkün. Merkezden ayrılmadan kayak keyfini sonuna kadar yaşamak istiyorsanız Dedeman Kartepe ve kayak merkezindeki The Green Park Resort’u öneririm. Biraz daha rahatlamak ve kayak keyfinden sonra kendinizi şifalı sularla ödüllendirmek isterseniz Sakarya iline bağlı Sapanca’daki NG Enjoy’u tavsiye ederim. Gölün sakinliğine karşı, huzurlu bir ormanın içinde, ailece güzel vakit geçirebilirsiniz. Tesiste Türk ve dünya mutfaklarından lezzetler sunan restoranlar, açık ve kapalı havuzlar, hem çocuklara hem de yetişkinlere özel alanlarıyla sakinliği ve eğlenceyi bir arada bulabilirsiniz.Oksijen Zone
Marmara Bölgesi’nde kayak denince akla ilk gelen merkezlerden biri de Bursa’daki Uludağ. Eski adı Olympos olan ve Batı Anadolu’nun en yüksek zirvesi olan dağ 1961’den beri milli park statüsünde. Arabayla çıkmak istemezseniz Bursa’dan kayak merkezine teleferikle yaklaşık yarım saatte, harika manzaralar eşliğinde ulaşmanız da mümkün. Birinci bölgede dağda ilk yapılan tesisler var. İkinci bölgede daha yeni işletmeler görebilirsiniz. Birinci bölgede pistlere yakın konumuyla Beceren Otel ve son ziyaretimde konaklamak için tercih ettiğim Grand Yazıcı merkezin klasikleşmiş adresleri. Birinci bölgenin en yüksek rakımlı noktasında, çam ormanlarıyla çevrili bir noktada olan Oksijen Zone ise bence güzel bir alternatif.
İkinci bölgedeyse orman ve iglo evleri seçenekleriyle
Romanya’nın başkenti Bükreş’te ve diğer şehirlerinde ‘Ayrıcalıklı Rotalar’ programımız için iki ayrı bölüm çektik. Gittiğimiz her kent güzelliğiyle bir öncekini gölgede bıraktı. Fakat zengin tarihi, etkileyici mimarisi ve dinamik yaşamıyla Bükreş büyüleyici bir şehir. Romanya zaten eşsiz bir kültüre sahip ama ülkeyi daha iyi tanıyabilmeniz için önce biraz geçmişinden bahsedeceğim.
Bölgedeki ilk krallık olan Dacia, bizim topraklarımızdan giden Traklar tarafından kuruldu. Dacialılar MS 107 yılında Roma İmparatoru Trajan’ın ordularına yenildiler ve Dacia, Roma İmparatorluğu’nun bir eyaleti haline geldi. Gümüş ve altın rezervleri zengin olan bu topraklar Romalıların gözdesiydi. Bölgedeki yaygın dil Latinceydi fakat zamanla Latin kökenli Romence diye bir şekle evrildi.
14’üncü yüzyılda Romenlerin kendilerine ait beylikleri oldu: Bükreş ve civarındaki Eflak ve bugünkü Moldova’da yerleşmiş Boğdan. Eflak 15’inci yüzyıldan itibaren Osmanlı egemenliğine girdi. Bu dönemdeki en ünlü Eflak voyvodası, yani prensi Kazıklı Voyvoda (diğer adıyla 3. Vlad), uzun süre Osmanlı devletine karşı direndi. Bram Stoker’ın 1897’de yazdığı ‘Dracula’ romanına ve ondan esinlenen pek çok filme konu olan Vlad vahşi uygulamalarıyla tanınıyordu. Fakat prens bölgede yaşayanlar için aslında bir halk kahramanıydı. Boğdan’ın en ünlü voyvodasıysa Büyük Stefan’dı. 3. Stefan diye de bilinen voyvodanın ölümünden sonra Boğdan da Osmanlı egemenliği altına girdi. Zamanla Eflak ve Boğdan Osmanlılara vergi veren, savaşlarda asker yardımı yapan, İstanbul’un yiyecek ihtiyacının karşılanmasında rol oynayan ve voyvodaları Romen soyluları arasından Osmanlı padişahı tarafından seçilen beylikler haline geldi. Ama tüm bunlara rağmen Osmanlılar Romanya’nın özerkliğine karışmadı.
93 Harbi’nde Osmanlılar Ruslara yenilince yapılan Berlin Antlaşması’yla Romanya bağımsızlığını kazandı. Ardından krallık ilan edildi. Alman asıllı Prens Kari, 1. Carol adıyla kuzeni Fransız imparatoru
3. Napolyon’un da onayıyla Romanya’nın ilk kralı oldu.
1944’te Kızıl Ordu Romanya’yı işgal etti ve Sosyalist Romanya Halk Cumhuriyeti ilan edildi.
1967’de Çavuşesku Romanya’nın devlet başkanı oldu. 1989’da Romanya Devrimi’yle Çavuşesku iktidarı son buldu ve ülke demokrasiye geçti. Romanya 2004’te NATO’ya, 2007’de Avrupa Birliği’ne katıldı. 2023’te de Schengen bölgesinin bir parçası oldu.
Eski ve yeninin birlikteliği
Doğası, tarihi ve kaliteli tesisleriyle dikkat çeken Fethiye tam bir çekim merkezi. Eski bir Likya şehri olan Telmessos’un üzerine kurulmuş. Grekçe Makri, Türkçe Meğri diye bilinen ilçe, adını savaş kahramanı bir pilot olan Fethi Bey’den almış. Fethiye’ye gittiğinizde öncelikle körfezine hâkim konumdaki Kadyanda, şehir yapısından dolayı ‘yuvarlak’ anlamına gelen Pınara, en geniş sınırlara sahip Likya kenti olan Tlos ve 1988’den beri UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde olan Ksanthos ile Likya’nın kutsal alanı Letoon antik kentlerini gezi listenize ekleyin.
Denizin tadını çıkarmak için Ölüdeniz Tabiat Parkı, Belcekız Plajı, Kabak Koyu ve 80’den fazla kelebek türüne ev sahipliği yapan Kelebekler Vadisi popüler noktalar. Saklıkent Kanyonu’nda rehberli turlara katılmak macera düşkünlerinin ilgisini çekebilir.
Burada ayrıca kendinizi turkuvaz denizin sonsuzluğuna bırakmak için Faralya bölgesine uğramanızı tavsiye ederim. Burası bence İtalya’daki Salerno Körfezi’nin güney kıyısındaki Amalfi sahiline çok benziyor.
Eski adı Levissi olan Kayaköy ise fotoğrafseverler için görülmesi gereken bir yer. Antik dönemde Karmylassos olarak bilinen bu Rum köyü Likya uygarlığının önemli yerleşim yerlerinden biri üzerine inşa edilmiş. 18’inci yüzyılda Gemiler Adası’nda yaşayan Rumların korsanlardan kaçabilmek için iç taraflara göç ederek köyü kurduğu düşünülüyor. Terk edilmişliği hissedeceğiniz bu köyde şimdi 2 kilise, 14 şapel ve
3 bin 500’den fazla ev var.
Her tarza göre seçenek
Faralya’da konforlu ve sakin bir yer arıyorsanız Lov Faralya’yı öneririm. Yacht Boheme, Yacht Classic ve Unique de listenizde olsun. Kayaköy’deki Kaya Villas Exclusive ile Ada Dreams History, Turunç Pınarı Koyu’ndaki Yazz Collective ve Kabak Plajı’nın yanındaki La Boheme Kabak da diğer seçenekler. Glamping için Kabak Dome Suites ve Perdue öne çıkıyor.
Merkezdeki Hilmi Restaurant, İncir Fethiye ve Sea Me Beach de bence en iyi lezzet durakları.
Chenot Palace Weggis
Alpler’in doğasında yenilenmek
19’uncu yüzyıldan kalma binasıyla eski ve yeniyi uyumla birleştiriyor
İsviçre’nin meşhur Luzern Gölü kıyısındaki otel sadece ülkede değil, dünya çapında ünlü. Sağlık turizminin gözde adresleri arasındaki bu merkezin sahibinin bir Türk şirketi olması ayrı bir gurur. Bu bilgi çok bilinmese de uluslararası bir üne sahip bir tesisin iç dekorasyonunda Türk markalarının adını görmek beni çok mutlu etti. 1880’de Belle Epoque tarzında inşa edilmiş ana bina otelin tarihi kısmı. Ona uyumlu olarak yapılmış iki modern binayla eski ve yeninin harika bir birleşimi sağlanmış. Önünüzde göl, karşınızda Alpler, yemyeşil ormanlara sırtını vermiş bu tesiste aldığınız her nefeste sağlığın damarlarınızda dolaştığını hissediyorsunuz. Otel 3 yıl üst üste hem ‘Dünya SPA Ödülü’nü kazanmış hem de ‘Dünyanın En İyi Detoks Programı’ seçilmiş. @chenotpalaceweggisBorgo Egnazia
Roma yolunun sonunda
Geceleri bahçe ve bina yüzlerce mumla aydınlatılıyor
Bu tasarım harikası otel, tarihin içinde tam bir Akdeniz tatili vaat ediyor. Son dönemde turizm açısından öne çıkan Puglia bölgesindeki tesis, ismini Sultanahmet Meydanı’ndan başlayıp buraya yakın Egnatia kentinde biten eski Roma yolundan almış. 100 yıllık zeytin ağaçlarının arasındaki otelin özellikle restoranları çok başarılı. Tesiste golf sahası var ve Borgo adında tarihi kasabayı da görebilirsiniz. Dünyaca ünlü bu tesis Madonna’nın yaş günü ve Justin Timberlake-Jessica Biel çiftinin düğünleriyle gündeme gelmişti. Burcu Esmersoy da düğünü için bu özel mekânı tercih edenler arasındaydı. Burada kalırken en etkilendiğim anlardan biri, hava kararınca bu harika otelin her tarafını yüzlerce mumla aydınlatmaları olmuştu. O an gerçekten bir masalın içine girmiş gibi hissediyor insan. @borgoegnazia
Hotel das Cataratas
Dünyanın en büyük Müslüman ülkesi olan Endonezya’nın neredeyse 18 bin adası var. Bunlardan özellikle birine, Bali’ye gittiğiniz zaman dikkatinizi çeken ilk şey herkesin mutlu olması. İnsanları, dansları, kültürü, kumsalı, denizi, güneşi, lüks otelleri muhteşem. Tüm bu özellikleri sayesinde ideal bir balayı rotası olarak ünlenmiş. Bali Adası’nın ilk sakinleri yaklaşık 4 bin yıl kadar önce bölgeye yerleşen Tayvanlılar olmuş. Ancak zaman içinde etkilendikleri Hint kültürünü bugün bile soluyorsunuz. Etrafı gezerken her köşe başına sinen sanatsal detayların nedeni 15’inci yüzyılda adaya yoğun bir sanatçı göçünün olması. 19’uncu yüzyıl sonu ve 20’nci yüzyıl başı Bali halkı için çok kanlı geçmiş. Direnmişler ama Hollanda sömürgesi olmaktan kurtulamamışlar. 2. Dünya Savaşı’nı da Japon işgali altında yaşamışlar.
Bali’ye İstanbul’dan 15 saatlik bir uçuşla ulaşıyorsunuz. Changi Havalimanı’nın botanik bahçesine benzeyen ortamı nasıl bir cennete ulaştığınızın habercisi oluyor. Yolculuk yorucu ama Bali sizi hemen hayata döndürüyor.Monkey Forest (Maymun Ormanı)
Sanatın kalbinin attığı yer
Ubud beni en çok etkileyen kentlerden biriydi. Adanın tam ortasında bir kültür vahası olan şehrin anacaddesi Jalan Raya, alışveriş düşkünlerini mutlu edecek dükkânlarla ve şehrin ruhunu yansıtan sanat galerileriyle dolu. Kentin cömertçe sunduğu güzellikleri keşfetmenin en güzel yoluysa bisiklet. En çok ilgi çeken durakların başında maymunların krallıklarını ilan ettikleri Monkey Forest (Mandala Wisata Wenara Wana) var. Üç tapınağın olduğu ormanda hırsızlıklarıyla ünlü yüzlerce maymunla karşılaşacaksınız, hazırlıklı olun.
Ubud’a gidip de Petulu’yu görmeden dönmek olmaz. Burası doğanın kendi çabalarıyla yarattığı bir cennet. Dansçılar ve sanatçılar gününüze renk katabilir ancak Petulu’da başrol kuşların. Fil Mağarası olarak da bilinen Goa Gajah ünlü bir tapınak ama bazıları bu küçük mağarayı gördüğünde hayal kırıklığı yaşıyor. Geleneksel mimari öğelerini görmek için 19’uncu yüzyılda inşa edilmiş Puri Saren Ubud’u (Ubud Sarayı) görmenizi öneririm. Puri Lukisan Müzesi de modern sanattan hoşlananları kolayca etkisi altına alan bir koleksiyona ev sahipliği yapıyor.
Etrafta olağanüstü güzellikte ve çok farklı mimari üslupta binlerce tapınak var. Tanah Lot Tapınağı (Pura Tanah Lot) adanın en gözde yerlerinden ve Bali mitolojisinin öne çıkan yedi deniz tapınağından biri. Burada zehirli denizyılanlarının tapınağı düşmanlara karşı koruduğuna inanılıyor. Bali’de ‘ana tapınak’ olarak adlandırılan Besakih Tapınağı (Pura Besakih) mutlaka listenizde olmalı. Bali mitolojisinde ve inanışında çok önemli olan Agung Yanardağı (Gunung Agung) adanın en yüksek noktası. Gitmişken manzaranın tadını çıkarın. Tampaksiring ise kutsal bir su kaynağı ve Bali’nin Kuta bölgesine yaklaşık iki saat mesafede. Orada ibadet edip yıkanan Hinduları görebilirsiniz.Pura Ulun Danu Bratan Tapınağı
Manzarasıyla sizi büyüleyecek başka bir tapınaksa Uluwatu’da. Tapınak şehirle aynı adı taşıyor ve anlamı da ‘en uçtaki kaya’. Neredeyse 100 metreden okyanusun turkuvaz sularını izleyebiliyorsunuz. Bratan Gölü’nün ortasından yükselen Pura Ulun Danu Bratan Tapınağı ise zarafetiyle sizi büyüleyecek. 17’nci yüzyılda Bali’nin denizler, ırmaklar ve göller tanrıçası Dewi Danu için yaptırılmış.
Sansar dışkısından kahve
Cumhuriyetimizin 100’üncü yılı kapsamında hem dahil olduğum projeler hem de televizyon programımın çekimleri için Ankara’daydım. Bir süredir gezmek için gidemediğim başkenti, böyle anlamlı bir zamanda yeniden keşfetmek benim için harika bir deneyim oldu. Anadolu’nun diğer şehirlerinde olduğu gibi köklü bir tarihi var Ankara’nın. MÖ 1200’lerde Hititlerin yaşadığı şehrin adı Ankuwash imiş. Daha sonra Lidya ve Perslilerin egemenliğine girmiş. Gordion’da kimsenin çözemediği düğümü, kılıcıyla ortadan ikiye ayıran Makedonyalı Büyük İskender, yoluna devam edip MÖ 333’te o zamanki adı Ankyra olan Ankara’ya girmiş. MÖ 24’te Roma İmparatorluğu’nun Galatia bölgesinin başkenti olan Ankara, ticaret yollarının üzerinde bulunmasının avantajını hep yaşamış.
1402’de Anadolu’yu perişan eden Timur, Osmanlı Sultanı 1. Bayezid’i Ankara Savaşı’nda yenmiş. Ardından taht mücadeleleriyle geçen 9 senenin sonunda Fatih Sultan Mehmet’in dedesi olan Çelebi Mehmet düzeni ele alarak Osmanlı devletinin devamını sağlamış. Bu olaydan yaklaşık 500 yıl sonra, bu şehir Türk tarihinin şanlı sayfalarından birine adını kazımış. Atatürk 13 Ekim 1923’te Ankara’yı başkentimiz yapmış.Aslanhane Camisi
Kaleden başlayalım
Ankara deyince akla ilk gelen yerlerden biri kalesi... Buradan çıkalım gezimize; ahşap evlerin arnavutkaldırımlı sokaklara taştığı Ankara Kalesi Hititler tarafından 3 bin yıl önce yapılmış, bugün gördüğünüz surlar Bizans İmparatoru 3. Mikail’in yaptırdıkları. En güzel manzara Ak Kale’den izleniyor. Kalede 24 ahşap sütun üzerinde yükselen Aslanhane, diğer adıyla Ahi Şerafettin Camisi şehrin en çarpıcı yapılarından biri. 1289’a tarihlenen caminin kurucusunun bahçede gömülü olduğu yerse Ankara’daki yegâne Selçuklu anıt mezarı. Aslanhane Camisi ‘Anadolu’nun Orta Çağ Dönemi Ahşap Direkli ve Kirişli Camileri’ adıyla UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girdi.Anadolu Medeniyetleri Müzesi
Türkiye’nin en önemli müzelerinden Anadolu Medeniyetleri Müzesi, kalenin ana giriş kapısına çok yakın. Fatih’in vezirlerince yaptırılan Bedesten ve Kurşunlu Han’ın ev sahipliği yaptığı müzede taş devrinden klasik dönemlere kadar çok sayıda seçkin eseri görebilirsiniz. Atatürk’ün emriyle açılan müzede bereket tanrıçası Kybele heykeli, Mısır Kraliçesi Nefertiti’nin Hitit Kraliçesi Pudahepa’ya yazdığı mektup, Frigya ve Urartu dönemlerine ait eserlerle Ankara civarındaki kazılarda ele geçmiş çok ilginç buluntular sergileniyor.
Burada yan yana sayılabilecek yakınlıkta üç müze var. Anadolu Medeniyetleri’nden çıkıp Rahmi Koç Müzesi’nin olduğu Çengelhan’a girin. Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaptırılan Çengelhan’daki müzeye 2016’da Safranhan da eklenmiş. Burası 1511 yılına ait bir Anadolu kervansarayı olsa da Osmanlı devletinin son dönemleri ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında cezaevi olarak kullanılmış. Çengelhan’ın hemen yanındaki Çukurhan çok güzel Ankara manzaralı bir otel olarak hizmet veriyor. Rahmi Koç Müzesi’nin yanındaki Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi ile Türkiye’nin ilk Kelime Müzesi de görülmeye değer. Vakit ayırmanıza değecek. Zamanınız varsa Ankara Kalesi’nin hemen karşısında Pilavoğlu Han Çarşısı’na da uğrayabilirsiniz. Handa bugün atölye, kafe ve dükkânlar var. 100 metre kadar ilerideki Pirinç Han ise gezginlerin konaklaması için yapılmış; bugün bakır, halı ve antika satılıyor.
Kaleden aşağıya doğru yürüyünce Ulus’ta Cumhuriyet’in ilk yıllarına şahitlik etmiş önemli yapılar çıkıyor karşımıza. Bunlardan ilki, bugün Kurtuluş Savaşı Müzesi olarak kullanılan Atatürk’ün kurtuluş mücadelesini yönettiği ilk parlamento binası. Hemen yanındaki 2. Meclis binası ise Cumhuriyet Müzesi… Cumhuriyet’in ilk yıllarında çok sayıda olaya şahitlik eden Ankara Palas da 2. Meclis’in tam karşısında. Bu iki önemli yapının yakınında, Ulus Meydanı’nda, harf devriminden önce yapıldığı için kaidesi Arap alfabesiyle yazılmış bir Atatürk heykeli var. Kurtuluş ruhunu hissettiğiniz bu müzelerden sonra günün kalanında Anıtkabir’i ziyaret edebilirsiniz. Ama öncesinde I. Ulusal Mimarlık Dönemi’nin en güzel örneklerden biri olan Ankara Etnografya Müzesi’ni görün.
Bizans zamanında İstanbul’dan sonra gelen en önemli ikinci şehir olan Selanik ‘Thermaikos Körfezi’nin Gelini’ diye tanımlanıyordu. Günümüzde Yunanistan sınırları içinde adını Bilgelik Tanrıçası Athena’dan alan Atina’nın ardından ikinciliğini koruyor. Makedonya bölgesinden dünyaya yayılan, fetihleri esnasında 35 bin kilometrenin üzerinde yol kat eden Büyük İskender bölgenin kaderini değiştiren kişi. Selanik de adını Büyük İskender’in üvey kız kardeşi olan Thessalonica’dan alıyor.
Küllerinden doğmuş
Selanik ticaret yolları üzerinde olduğundan, Roma döneminde de önemini sürdürüyor. Hıristiyanlığın simge isimlerinden Tarsuslu Paul, ciddi bir Yahudi nüfusa sahip bu şehrin merkez sinagogunda yeni din hakkında vaaz vererek ilk kilisenin temellerini atıyor. 1492’deyse İspanyol zulmünden kaçıp soluğu Osmanlı’da alan Sefarad Yahudileri için Selanik bir sığınak oluyor... Şehir bu nedenle ‘ikinci Kudüs’ olarak adlandırılıyor kimi tarihçilerin yorumlarında. Kentin kimliğine önemli katkılar sunan Yahudiler, yeniçerilerin kumaş ihtiyacı için kullanılan ‘Selanik çuhası’nın üreticilerinden.
Nüfusun yaklaşık yüzde 40’ını oluşturan Yahudiler maalesef 2. Dünya Savaşı esnasında yaşanan Nazi işgalinin kurbanı oluyor...
Şehir 20’nci yüzyılın başlarında Jön Türklerin ana karargâhı. Bugün Makedonya Valiliği olarak kullanılan bina, 2. Meşrutiyet’in ilanına şahitlik etmiş. 1430’dan 1912’ye kadar Osmanlı’nın kontrolündeki kent, Balkan Savaşları’ndan sonra Yunanistan’a veriliyor. 1917’deki büyük yangın kentin yüzde 80’ini yok edince Selanik, Anka misali küllerinden yeniden doğuyor. 1923’te Türkiye ile Yunanistan arasında yapılan nüfus değişimi neticesinde bugün Selanik’te yaşayan insanların bir kısmı Anadolu kökenli.Beyaz KuleŞehrin sahili tıpkı İzmir’i hatırlatıyor.Ayasofya Kilisesi
Dünyaca ünlü Princeton Üniversitesi’nde Osmanlı tarihi üzerine dersler vermiş olan Prof. Dr. Heath W. Lowry, Selanik’i “Türkiye dışındaki son Osmanlı şehri” diye tanımlıyor. Kentin eski bölümü, surların olduğu kısım ‘Yedi Kule’ olarak adlandırılıyor ve eski İstanbul’u anımsatıyor. Fazla izi kalmamış olsa da 1430’lardan günümüze gelen Bey Hamamı gibi yapılar sizi tarihte bir yolculuğa davet ediyor. Bazı Osmanlı gelenekleri de hâlâ devam ediyor. Selanik’in belli bölümlerinde Beyoğlu’nun eski havası var. Sahilse aynı İzmir. Tek farkı Paralia olarak adlandırılan Kordon’un sonundaki Beyaz Kule. Eski bir Bizans kulesi üzerine Mimar Sinan tarafından inşa edilen bu yapı Selanik’in görülmesi gereken önemli yerlerinden biri. 306 yılında İmparator Galerius’un mozolesi olarak inşaatına başlanan rotunda (yuvarlak planlı Roma yapısı) sonradan kilise haline getirilmiş. Aya Yorgi’ye adanan kiliseye Osmanlılar bir minare ekleyerek 1590’da camiye çevirmişler. ‘Kutsal Bilgelik’ anlamını taşıyan Ayasofya Kilisesi’yse 7. yüzyılda inşa edilmiş. İçinde çok güzel mozaik ve freskler var. Rotunda gibi kiliseden camiye ve tekrar kiliseye çevrilmiş.Aristotelous Meydanı
Görülmesi gerekenler
◊ Gerçek Selanik’i deneyimlemek için Ladadika bölgesini gezmenizi öneririm. Bu bölge, şehir Osmanlı egemenliğindeyken bir pazar olarak kullanılıyordu.
Sayısız kez ziyaret ettiğim ancak hiç bıkmadığım bir şehir Venedik. Bu sene, Lexus’un yıllardır sponsoru olduğu Venedik Film Festivali zamanında bu güzel şehri deneyimleme şansım oldu. Hem dünyanın en eski film festivaline katılmak hem de kırmızı halıda, oyunculuklarıyla takdir kazanan Melisa Sezen ve Salih Bademci ile yürümek unutulmaz bir anıydı. 1932’den beri gerçekleşen Venedik Film Festivali dünyanın en önemli film festivallerinden biri. Bu ayrıcalıklı etkinliğe ev sahipliği yapan Venedik’i birlikte keşfedelim.
2 bin değerli taşla süslü
170 kanal ve 400 köprülü Venedik’in başrol oyuncusu Büyük Kanal (Canal Grande). Bir lagünün içindeki 118 adacıktan oluşan ve anakaraya dar bir yolla bağlanan Venedik, zamanında dünyanın en büyük ticaret devlerindendi. Napolyon zamanında gücünü yitirince, turizmin nimetlerinden istifade etmeye başlamış. Eskiden soyluların geçtiği yollar, bugün turistlerin tekelinde.
Büyük Kanal’ın üzerinde farklı dönemlerde inşa edilmiş 4 köprü var: Scalzi, Rialto, Accademia ve en yenisi Calatrava. Rialto Köprüsü Venedik’in tanıtımında en fazla kullanılan eserlerden biri ve en eskisi. Üzerinde yüzlerce yıllık hikâyeler yüzdüren Büyük Kanal’a bakan saray ve evler romanesk, gotik ve Rönesans dönemlerinin mimari izlerini taşıyor. 15’inci yüzyıl sarayı Ca’ d’Oro, klasik mimarisiyle Pesaro Sarayı ile Venedik Cumhuriyeti’nin düşüşünden hemen önce yapılan ve aristokrat bir aileye ait son yapı olan Grassi Sarayı, Büyük Kanal boyunca en dikkat çeken yapılar. Bunları en rahat görme yolu da bir gondol gezisi.
Alt kısmı düz olan bu kayık, babadan oğula mesleklerini devreden gondolcular tarafından ayakta kullanılıyor. 1562 tarihli bir kanunla tüm gondolların siyaha boyanması zorunlu. 13’üncü yüzyıldan beri, her eylül ayının ilk pazarı Büyük Kanal’da Tarihi Su Karnavalı yapılıyor ve gondolcular becerilerini sergiliyorlar.
Kanallardaki gezintiden sonra ‘Venedik’in kalbi’ diyebileceğimiz San Marco Meydanı’na geçin ve vaktiniz varsa oturup meydanı hissedin. Venedikliler, 9’uncu yüzyılda şehrin azizi olan San Marco’nun kemiklerini İskenderiye’den getirtmiş ve meydana onun adını vermişler. Meydandaki çan kulesinin yüksekliği neredeyse 99 metre. Geçmişte mahkûmları bu kulenin tepesinden atarlarmış. Söylenene göre açık bir havada kulenin tepesinden Hırvatistan’ı hatta Alp Dağları’nı görmek mümkünmüş. Meydanı çevreleyen binalarda kafeler ve pahalı dükkânlar var.
Venedik’in günümüze orijinal haliyle ulaşabilen en eski yapısı olan San Marco Bazilikası ise meydanı bir kral tacı zarafetiyle süslüyor. Bazilika, 11’inci yüzyılda hemen yandaki Dükler Sarayı’na bağlı olarak inşa edilmiş. Kilisede altarın arkasındaki Pala d’Oro (Altın Sunak) dedikleri parça İstanbul’daki sanatçılar tarafından 976’da yapılmış ve 2 bin civarında değerli taşla süslü. Bizans ve Rönesans mozaiklerinin güzel örnekleriyle dolu kilisenin üzerinde, 1204 Haçlı yağmasında İstanbul’dan götürülen dört bronz atın (Quadriga) kopyasını görebilirsiniz. Orijinalleri Marciano Müzesi’nde.