Doğası, tarihi ve kaliteli tesisleriyle dikkat çeken Fethiye tam bir çekim merkezi. Eski bir Likya şehri olan Telmessos’un üzerine kurulmuş. Grekçe Makri, Türkçe Meğri diye bilinen ilçe, adını savaş kahramanı bir pilot olan Fethi Bey’den almış. Fethiye’ye gittiğinizde öncelikle körfezine hâkim konumdaki Kadyanda, şehir yapısından dolayı ‘yuvarlak’ anlamına gelen Pınara, en geniş sınırlara sahip Likya kenti olan Tlos ve 1988’den beri UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde olan Ksanthos ile Likya’nın kutsal alanı Letoon antik kentlerini gezi listenize ekleyin.
Denizin tadını çıkarmak için Ölüdeniz Tabiat Parkı, Belcekız Plajı, Kabak Koyu ve 80’den fazla kelebek türüne ev sahipliği yapan Kelebekler Vadisi popüler noktalar. Saklıkent Kanyonu’nda rehberli turlara katılmak macera düşkünlerinin ilgisini çekebilir.
Burada ayrıca kendinizi turkuvaz denizin sonsuzluğuna bırakmak için Faralya bölgesine uğramanızı tavsiye ederim. Burası bence İtalya’daki Salerno Körfezi’nin güney kıyısındaki Amalfi sahiline çok benziyor.
Eski adı Levissi olan Kayaköy ise fotoğrafseverler için görülmesi gereken bir yer. Antik dönemde Karmylassos olarak bilinen bu Rum köyü Likya uygarlığının önemli yerleşim yerlerinden biri üzerine inşa edilmiş. 18’inci yüzyılda Gemiler Adası’nda yaşayan Rumların korsanlardan kaçabilmek için iç taraflara göç ederek köyü kurduğu düşünülüyor. Terk edilmişliği hissedeceğiniz bu köyde şimdi 2 kilise, 14 şapel ve
3 bin 500’den fazla ev var.
Her tarza göre seçenek
Faralya’da konforlu ve sakin bir yer arıyorsanız Lov Faralya’yı öneririm. Yacht Boheme, Yacht Classic ve Unique de listenizde olsun. Kayaköy’deki Kaya Villas Exclusive ile Ada Dreams History, Turunç Pınarı Koyu’ndaki Yazz Collective ve Kabak Plajı’nın yanındaki La Boheme Kabak da diğer seçenekler. Glamping için Kabak Dome Suites ve Perdue öne çıkıyor.
Merkezdeki Hilmi Restaurant, İncir Fethiye ve Sea Me Beach de bence en iyi lezzet durakları.
Chenot Palace Weggis
Alpler’in doğasında yenilenmek
19’uncu yüzyıldan kalma binasıyla eski ve yeniyi uyumla birleştiriyor
İsviçre’nin meşhur Luzern Gölü kıyısındaki otel sadece ülkede değil, dünya çapında ünlü. Sağlık turizminin gözde adresleri arasındaki bu merkezin sahibinin bir Türk şirketi olması ayrı bir gurur. Bu bilgi çok bilinmese de uluslararası bir üne sahip bir tesisin iç dekorasyonunda Türk markalarının adını görmek beni çok mutlu etti. 1880’de Belle Epoque tarzında inşa edilmiş ana bina otelin tarihi kısmı. Ona uyumlu olarak yapılmış iki modern binayla eski ve yeninin harika bir birleşimi sağlanmış. Önünüzde göl, karşınızda Alpler, yemyeşil ormanlara sırtını vermiş bu tesiste aldığınız her nefeste sağlığın damarlarınızda dolaştığını hissediyorsunuz. Otel 3 yıl üst üste hem ‘Dünya SPA Ödülü’nü kazanmış hem de ‘Dünyanın En İyi Detoks Programı’ seçilmiş. @chenotpalaceweggisBorgo Egnazia
Roma yolunun sonunda
Geceleri bahçe ve bina yüzlerce mumla aydınlatılıyor
Bu tasarım harikası otel, tarihin içinde tam bir Akdeniz tatili vaat ediyor. Son dönemde turizm açısından öne çıkan Puglia bölgesindeki tesis, ismini Sultanahmet Meydanı’ndan başlayıp buraya yakın Egnatia kentinde biten eski Roma yolundan almış. 100 yıllık zeytin ağaçlarının arasındaki otelin özellikle restoranları çok başarılı. Tesiste golf sahası var ve Borgo adında tarihi kasabayı da görebilirsiniz. Dünyaca ünlü bu tesis Madonna’nın yaş günü ve Justin Timberlake-Jessica Biel çiftinin düğünleriyle gündeme gelmişti. Burcu Esmersoy da düğünü için bu özel mekânı tercih edenler arasındaydı. Burada kalırken en etkilendiğim anlardan biri, hava kararınca bu harika otelin her tarafını yüzlerce mumla aydınlatmaları olmuştu. O an gerçekten bir masalın içine girmiş gibi hissediyor insan. @borgoegnazia
Hotel das Cataratas
Dünyanın en büyük Müslüman ülkesi olan Endonezya’nın neredeyse 18 bin adası var. Bunlardan özellikle birine, Bali’ye gittiğiniz zaman dikkatinizi çeken ilk şey herkesin mutlu olması. İnsanları, dansları, kültürü, kumsalı, denizi, güneşi, lüks otelleri muhteşem. Tüm bu özellikleri sayesinde ideal bir balayı rotası olarak ünlenmiş. Bali Adası’nın ilk sakinleri yaklaşık 4 bin yıl kadar önce bölgeye yerleşen Tayvanlılar olmuş. Ancak zaman içinde etkilendikleri Hint kültürünü bugün bile soluyorsunuz. Etrafı gezerken her köşe başına sinen sanatsal detayların nedeni 15’inci yüzyılda adaya yoğun bir sanatçı göçünün olması. 19’uncu yüzyıl sonu ve 20’nci yüzyıl başı Bali halkı için çok kanlı geçmiş. Direnmişler ama Hollanda sömürgesi olmaktan kurtulamamışlar. 2. Dünya Savaşı’nı da Japon işgali altında yaşamışlar.
Bali’ye İstanbul’dan 15 saatlik bir uçuşla ulaşıyorsunuz. Changi Havalimanı’nın botanik bahçesine benzeyen ortamı nasıl bir cennete ulaştığınızın habercisi oluyor. Yolculuk yorucu ama Bali sizi hemen hayata döndürüyor.Monkey Forest (Maymun Ormanı)
Sanatın kalbinin attığı yer
Ubud beni en çok etkileyen kentlerden biriydi. Adanın tam ortasında bir kültür vahası olan şehrin anacaddesi Jalan Raya, alışveriş düşkünlerini mutlu edecek dükkânlarla ve şehrin ruhunu yansıtan sanat galerileriyle dolu. Kentin cömertçe sunduğu güzellikleri keşfetmenin en güzel yoluysa bisiklet. En çok ilgi çeken durakların başında maymunların krallıklarını ilan ettikleri Monkey Forest (Mandala Wisata Wenara Wana) var. Üç tapınağın olduğu ormanda hırsızlıklarıyla ünlü yüzlerce maymunla karşılaşacaksınız, hazırlıklı olun.
Ubud’a gidip de Petulu’yu görmeden dönmek olmaz. Burası doğanın kendi çabalarıyla yarattığı bir cennet. Dansçılar ve sanatçılar gününüze renk katabilir ancak Petulu’da başrol kuşların. Fil Mağarası olarak da bilinen Goa Gajah ünlü bir tapınak ama bazıları bu küçük mağarayı gördüğünde hayal kırıklığı yaşıyor. Geleneksel mimari öğelerini görmek için 19’uncu yüzyılda inşa edilmiş Puri Saren Ubud’u (Ubud Sarayı) görmenizi öneririm. Puri Lukisan Müzesi de modern sanattan hoşlananları kolayca etkisi altına alan bir koleksiyona ev sahipliği yapıyor.
Etrafta olağanüstü güzellikte ve çok farklı mimari üslupta binlerce tapınak var. Tanah Lot Tapınağı (Pura Tanah Lot) adanın en gözde yerlerinden ve Bali mitolojisinin öne çıkan yedi deniz tapınağından biri. Burada zehirli denizyılanlarının tapınağı düşmanlara karşı koruduğuna inanılıyor. Bali’de ‘ana tapınak’ olarak adlandırılan Besakih Tapınağı (Pura Besakih) mutlaka listenizde olmalı. Bali mitolojisinde ve inanışında çok önemli olan Agung Yanardağı (Gunung Agung) adanın en yüksek noktası. Gitmişken manzaranın tadını çıkarın. Tampaksiring ise kutsal bir su kaynağı ve Bali’nin Kuta bölgesine yaklaşık iki saat mesafede. Orada ibadet edip yıkanan Hinduları görebilirsiniz.Pura Ulun Danu Bratan Tapınağı
Manzarasıyla sizi büyüleyecek başka bir tapınaksa Uluwatu’da. Tapınak şehirle aynı adı taşıyor ve anlamı da ‘en uçtaki kaya’. Neredeyse 100 metreden okyanusun turkuvaz sularını izleyebiliyorsunuz. Bratan Gölü’nün ortasından yükselen Pura Ulun Danu Bratan Tapınağı ise zarafetiyle sizi büyüleyecek. 17’nci yüzyılda Bali’nin denizler, ırmaklar ve göller tanrıçası Dewi Danu için yaptırılmış.
Sansar dışkısından kahve
Cumhuriyetimizin 100’üncü yılı kapsamında hem dahil olduğum projeler hem de televizyon programımın çekimleri için Ankara’daydım. Bir süredir gezmek için gidemediğim başkenti, böyle anlamlı bir zamanda yeniden keşfetmek benim için harika bir deneyim oldu. Anadolu’nun diğer şehirlerinde olduğu gibi köklü bir tarihi var Ankara’nın. MÖ 1200’lerde Hititlerin yaşadığı şehrin adı Ankuwash imiş. Daha sonra Lidya ve Perslilerin egemenliğine girmiş. Gordion’da kimsenin çözemediği düğümü, kılıcıyla ortadan ikiye ayıran Makedonyalı Büyük İskender, yoluna devam edip MÖ 333’te o zamanki adı Ankyra olan Ankara’ya girmiş. MÖ 24’te Roma İmparatorluğu’nun Galatia bölgesinin başkenti olan Ankara, ticaret yollarının üzerinde bulunmasının avantajını hep yaşamış.
1402’de Anadolu’yu perişan eden Timur, Osmanlı Sultanı 1. Bayezid’i Ankara Savaşı’nda yenmiş. Ardından taht mücadeleleriyle geçen 9 senenin sonunda Fatih Sultan Mehmet’in dedesi olan Çelebi Mehmet düzeni ele alarak Osmanlı devletinin devamını sağlamış. Bu olaydan yaklaşık 500 yıl sonra, bu şehir Türk tarihinin şanlı sayfalarından birine adını kazımış. Atatürk 13 Ekim 1923’te Ankara’yı başkentimiz yapmış.Aslanhane Camisi
Kaleden başlayalım
Ankara deyince akla ilk gelen yerlerden biri kalesi... Buradan çıkalım gezimize; ahşap evlerin arnavutkaldırımlı sokaklara taştığı Ankara Kalesi Hititler tarafından 3 bin yıl önce yapılmış, bugün gördüğünüz surlar Bizans İmparatoru 3. Mikail’in yaptırdıkları. En güzel manzara Ak Kale’den izleniyor. Kalede 24 ahşap sütun üzerinde yükselen Aslanhane, diğer adıyla Ahi Şerafettin Camisi şehrin en çarpıcı yapılarından biri. 1289’a tarihlenen caminin kurucusunun bahçede gömülü olduğu yerse Ankara’daki yegâne Selçuklu anıt mezarı. Aslanhane Camisi ‘Anadolu’nun Orta Çağ Dönemi Ahşap Direkli ve Kirişli Camileri’ adıyla UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girdi.Anadolu Medeniyetleri Müzesi
Türkiye’nin en önemli müzelerinden Anadolu Medeniyetleri Müzesi, kalenin ana giriş kapısına çok yakın. Fatih’in vezirlerince yaptırılan Bedesten ve Kurşunlu Han’ın ev sahipliği yaptığı müzede taş devrinden klasik dönemlere kadar çok sayıda seçkin eseri görebilirsiniz. Atatürk’ün emriyle açılan müzede bereket tanrıçası Kybele heykeli, Mısır Kraliçesi Nefertiti’nin Hitit Kraliçesi Pudahepa’ya yazdığı mektup, Frigya ve Urartu dönemlerine ait eserlerle Ankara civarındaki kazılarda ele geçmiş çok ilginç buluntular sergileniyor.
Burada yan yana sayılabilecek yakınlıkta üç müze var. Anadolu Medeniyetleri’nden çıkıp Rahmi Koç Müzesi’nin olduğu Çengelhan’a girin. Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaptırılan Çengelhan’daki müzeye 2016’da Safranhan da eklenmiş. Burası 1511 yılına ait bir Anadolu kervansarayı olsa da Osmanlı devletinin son dönemleri ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında cezaevi olarak kullanılmış. Çengelhan’ın hemen yanındaki Çukurhan çok güzel Ankara manzaralı bir otel olarak hizmet veriyor. Rahmi Koç Müzesi’nin yanındaki Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi ile Türkiye’nin ilk Kelime Müzesi de görülmeye değer. Vakit ayırmanıza değecek. Zamanınız varsa Ankara Kalesi’nin hemen karşısında Pilavoğlu Han Çarşısı’na da uğrayabilirsiniz. Handa bugün atölye, kafe ve dükkânlar var. 100 metre kadar ilerideki Pirinç Han ise gezginlerin konaklaması için yapılmış; bugün bakır, halı ve antika satılıyor.
Kaleden aşağıya doğru yürüyünce Ulus’ta Cumhuriyet’in ilk yıllarına şahitlik etmiş önemli yapılar çıkıyor karşımıza. Bunlardan ilki, bugün Kurtuluş Savaşı Müzesi olarak kullanılan Atatürk’ün kurtuluş mücadelesini yönettiği ilk parlamento binası. Hemen yanındaki 2. Meclis binası ise Cumhuriyet Müzesi… Cumhuriyet’in ilk yıllarında çok sayıda olaya şahitlik eden Ankara Palas da 2. Meclis’in tam karşısında. Bu iki önemli yapının yakınında, Ulus Meydanı’nda, harf devriminden önce yapıldığı için kaidesi Arap alfabesiyle yazılmış bir Atatürk heykeli var. Kurtuluş ruhunu hissettiğiniz bu müzelerden sonra günün kalanında Anıtkabir’i ziyaret edebilirsiniz. Ama öncesinde I. Ulusal Mimarlık Dönemi’nin en güzel örneklerden biri olan Ankara Etnografya Müzesi’ni görün.
Bizans zamanında İstanbul’dan sonra gelen en önemli ikinci şehir olan Selanik ‘Thermaikos Körfezi’nin Gelini’ diye tanımlanıyordu. Günümüzde Yunanistan sınırları içinde adını Bilgelik Tanrıçası Athena’dan alan Atina’nın ardından ikinciliğini koruyor. Makedonya bölgesinden dünyaya yayılan, fetihleri esnasında 35 bin kilometrenin üzerinde yol kat eden Büyük İskender bölgenin kaderini değiştiren kişi. Selanik de adını Büyük İskender’in üvey kız kardeşi olan Thessalonica’dan alıyor.
Küllerinden doğmuş
Selanik ticaret yolları üzerinde olduğundan, Roma döneminde de önemini sürdürüyor. Hıristiyanlığın simge isimlerinden Tarsuslu Paul, ciddi bir Yahudi nüfusa sahip bu şehrin merkez sinagogunda yeni din hakkında vaaz vererek ilk kilisenin temellerini atıyor. 1492’deyse İspanyol zulmünden kaçıp soluğu Osmanlı’da alan Sefarad Yahudileri için Selanik bir sığınak oluyor... Şehir bu nedenle ‘ikinci Kudüs’ olarak adlandırılıyor kimi tarihçilerin yorumlarında. Kentin kimliğine önemli katkılar sunan Yahudiler, yeniçerilerin kumaş ihtiyacı için kullanılan ‘Selanik çuhası’nın üreticilerinden.
Nüfusun yaklaşık yüzde 40’ını oluşturan Yahudiler maalesef 2. Dünya Savaşı esnasında yaşanan Nazi işgalinin kurbanı oluyor...
Şehir 20’nci yüzyılın başlarında Jön Türklerin ana karargâhı. Bugün Makedonya Valiliği olarak kullanılan bina, 2. Meşrutiyet’in ilanına şahitlik etmiş. 1430’dan 1912’ye kadar Osmanlı’nın kontrolündeki kent, Balkan Savaşları’ndan sonra Yunanistan’a veriliyor. 1917’deki büyük yangın kentin yüzde 80’ini yok edince Selanik, Anka misali küllerinden yeniden doğuyor. 1923’te Türkiye ile Yunanistan arasında yapılan nüfus değişimi neticesinde bugün Selanik’te yaşayan insanların bir kısmı Anadolu kökenli.Beyaz KuleŞehrin sahili tıpkı İzmir’i hatırlatıyor.Ayasofya Kilisesi
Dünyaca ünlü Princeton Üniversitesi’nde Osmanlı tarihi üzerine dersler vermiş olan Prof. Dr. Heath W. Lowry, Selanik’i “Türkiye dışındaki son Osmanlı şehri” diye tanımlıyor. Kentin eski bölümü, surların olduğu kısım ‘Yedi Kule’ olarak adlandırılıyor ve eski İstanbul’u anımsatıyor. Fazla izi kalmamış olsa da 1430’lardan günümüze gelen Bey Hamamı gibi yapılar sizi tarihte bir yolculuğa davet ediyor. Bazı Osmanlı gelenekleri de hâlâ devam ediyor. Selanik’in belli bölümlerinde Beyoğlu’nun eski havası var. Sahilse aynı İzmir. Tek farkı Paralia olarak adlandırılan Kordon’un sonundaki Beyaz Kule. Eski bir Bizans kulesi üzerine Mimar Sinan tarafından inşa edilen bu yapı Selanik’in görülmesi gereken önemli yerlerinden biri. 306 yılında İmparator Galerius’un mozolesi olarak inşaatına başlanan rotunda (yuvarlak planlı Roma yapısı) sonradan kilise haline getirilmiş. Aya Yorgi’ye adanan kiliseye Osmanlılar bir minare ekleyerek 1590’da camiye çevirmişler. ‘Kutsal Bilgelik’ anlamını taşıyan Ayasofya Kilisesi’yse 7. yüzyılda inşa edilmiş. İçinde çok güzel mozaik ve freskler var. Rotunda gibi kiliseden camiye ve tekrar kiliseye çevrilmiş.Aristotelous Meydanı
Görülmesi gerekenler
◊ Gerçek Selanik’i deneyimlemek için Ladadika bölgesini gezmenizi öneririm. Bu bölge, şehir Osmanlı egemenliğindeyken bir pazar olarak kullanılıyordu.
Sayısız kez ziyaret ettiğim ancak hiç bıkmadığım bir şehir Venedik. Bu sene, Lexus’un yıllardır sponsoru olduğu Venedik Film Festivali zamanında bu güzel şehri deneyimleme şansım oldu. Hem dünyanın en eski film festivaline katılmak hem de kırmızı halıda, oyunculuklarıyla takdir kazanan Melisa Sezen ve Salih Bademci ile yürümek unutulmaz bir anıydı. 1932’den beri gerçekleşen Venedik Film Festivali dünyanın en önemli film festivallerinden biri. Bu ayrıcalıklı etkinliğe ev sahipliği yapan Venedik’i birlikte keşfedelim.
2 bin değerli taşla süslü
170 kanal ve 400 köprülü Venedik’in başrol oyuncusu Büyük Kanal (Canal Grande). Bir lagünün içindeki 118 adacıktan oluşan ve anakaraya dar bir yolla bağlanan Venedik, zamanında dünyanın en büyük ticaret devlerindendi. Napolyon zamanında gücünü yitirince, turizmin nimetlerinden istifade etmeye başlamış. Eskiden soyluların geçtiği yollar, bugün turistlerin tekelinde.
Büyük Kanal’ın üzerinde farklı dönemlerde inşa edilmiş 4 köprü var: Scalzi, Rialto, Accademia ve en yenisi Calatrava. Rialto Köprüsü Venedik’in tanıtımında en fazla kullanılan eserlerden biri ve en eskisi. Üzerinde yüzlerce yıllık hikâyeler yüzdüren Büyük Kanal’a bakan saray ve evler romanesk, gotik ve Rönesans dönemlerinin mimari izlerini taşıyor. 15’inci yüzyıl sarayı Ca’ d’Oro, klasik mimarisiyle Pesaro Sarayı ile Venedik Cumhuriyeti’nin düşüşünden hemen önce yapılan ve aristokrat bir aileye ait son yapı olan Grassi Sarayı, Büyük Kanal boyunca en dikkat çeken yapılar. Bunları en rahat görme yolu da bir gondol gezisi.
Alt kısmı düz olan bu kayık, babadan oğula mesleklerini devreden gondolcular tarafından ayakta kullanılıyor. 1562 tarihli bir kanunla tüm gondolların siyaha boyanması zorunlu. 13’üncü yüzyıldan beri, her eylül ayının ilk pazarı Büyük Kanal’da Tarihi Su Karnavalı yapılıyor ve gondolcular becerilerini sergiliyorlar.
Kanallardaki gezintiden sonra ‘Venedik’in kalbi’ diyebileceğimiz San Marco Meydanı’na geçin ve vaktiniz varsa oturup meydanı hissedin. Venedikliler, 9’uncu yüzyılda şehrin azizi olan San Marco’nun kemiklerini İskenderiye’den getirtmiş ve meydana onun adını vermişler. Meydandaki çan kulesinin yüksekliği neredeyse 99 metre. Geçmişte mahkûmları bu kulenin tepesinden atarlarmış. Söylenene göre açık bir havada kulenin tepesinden Hırvatistan’ı hatta Alp Dağları’nı görmek mümkünmüş. Meydanı çevreleyen binalarda kafeler ve pahalı dükkânlar var.
Venedik’in günümüze orijinal haliyle ulaşabilen en eski yapısı olan San Marco Bazilikası ise meydanı bir kral tacı zarafetiyle süslüyor. Bazilika, 11’inci yüzyılda hemen yandaki Dükler Sarayı’na bağlı olarak inşa edilmiş. Kilisede altarın arkasındaki Pala d’Oro (Altın Sunak) dedikleri parça İstanbul’daki sanatçılar tarafından 976’da yapılmış ve 2 bin civarında değerli taşla süslü. Bizans ve Rönesans mozaiklerinin güzel örnekleriyle dolu kilisenin üzerinde, 1204 Haçlı yağmasında İstanbul’dan götürülen dört bronz atın (Quadriga) kopyasını görebilirsiniz. Orijinalleri Marciano Müzesi’nde.
İzmir’de sizi sanat karşılar
Sarı yaz denizsiz olmaz diyenler için rotamız İzmir’den başlayabilir. İzmir’deyse muhakkak Arkas Sanat’a uğramanızı öneririm. 1780’lerden kalma Mattheys Köşkü, 5 yıl süren restorasyonun ardından müzeye dönüştürüldü. Arkas ailesinin öncülüğünde gerçekleşen projeyi özel kılan sadece tarihi değeri değil; manevi önemi de var. Çünkü hem Atatürk’ü misafir etmiş hem de işgal günlerinde ülkemizin kaderi bu evde konuşulmuş. Arkas Halı Koleksiyonu’ndan seçilen, Batı ve Orta Anadolu’da 16 ile 19’uncu yüzyıllar arasında dokunmuş 75 adet klasik dönem Anadolu halısı da müzede sergileniyor. Harika bahçesinde Bornova’nın zamana dayanıp ayakta kalabilen 9 köşkünün minyatürlerini görmeyi ihmal etmeyin.
Merkezde değil Çeşme’de konaklayacaksanız Ilıca’daki Rasim Palas’a uğrayın. Rasim Lenger tarafından 1924’te otel olarak açılmış ve 1999’a kadar misafirlerini ağırlamış. Atatürk, 1926’daki suikast girişiminin ardından bu otele gidip 8 gün kalmış. Tekrar kapılarını açan otelin dekorasyonunda geçmişle uyum, şık bir biçimde yakalanmış. Sahile nazır otelin bahçesindeki deniz ürünleri ağırlıklı restoranı çok keyifli.
Çeşme yerine tercihiniz Alaçatı ise bir aile işletmesi olan Nefes Otel, merkezden uzakta sakin bir adres. Binalar yeni ama Alaçatı’daki eski Rum evlerinden çıkan taşlar kullanılarak yapılmış. 4 binada 25 odaları var. Otelin lezzet durağıysa bahçesindeki Alesta Restoran.
Alaçatı’yı Alaçatı yapan isimlerden biri olan Leyla Figen’in geçmişte misafirlerini özenle ağırladığı evi de çok güzel bir otele dönüştürüldü. Alaçatı’nın en yeni adreslerinden biri olan KestelINN tasarımıyla, sanata verdiği değerle ve mutfağıyla öne çıkıyor. Henüz çok yeni ama artık burası benim için Alaçatı’nın gizli vahası. Arkasındaki imza, ülkemizin değerli işinsanlarından Işınsu Kestelli’ye ait, mimarıysa Hakan Ezer. Yılın 12 ayı açık. KestelINN’de kalmasanız da ödüllü şef Beste Bağlayan’ın yönetimindeki restoranı deneyimlemenizi tavsiye ederim.
İzmir’den güneye doğru inelim ve denizin de en güzel zamanlarını yaşayalım diyenlere Kesre Koyu’ndaki 160 bin metrekarelik alanda, çam ve palmiye ağaçları arasında 2017’den beri açık olan Club Marvy’yi öneriyorum. Kesre’nin 180 derecelik deniz manzarasına sahip Mar SPA ve deniz üzerindeki kabanalarda hizmet veren Mar SPA Adult Beach’in modern SPA terapileri bedeninizi ve ruhunuzu arındırıyor. Michelin yıldızlı şef Cristina Bowerman’a ait restoranların bir şubesi de Club Marvy’de. İzmir Havalimanı’na 50 dakika uzaklıktaki tesisten yarım saat içinde Efes Antik Kenti’ne ulaşıyorsunuz.
Bağlarla dağlar arasında
Sonbahar sarı yaz olduğu kadar aynı zamanda bağbozumu zamanı demek. Bu sebeple sarı yaz önerilerime Gelibolu Yarımadası’ndaki Caeli’yi de ekledim. Burası sadece gusto sahibi bir otel değil; yerli ve yabancı sanatçıların eserleriyle dolu bir sanat galerisi, gelişmiş damak zevklerine hitap ediyor. Otelin kendine ait mahzeni var ve ne zaman giderseniz açık; düzenlenen özel turlarla burayı ziyaret edebiliyorsunuz.
Yaz başında Akdeniz’den başladığımız, Güney Ege’yle sürdürdüğümüz turumuza şimdi Kuzey Ege’nin en güzel köşeleriyle devam ediyoruz. Ayvalık’ın sokaklarında kaybolmak, Şeytan Sofrası’nın muhteşem manzarasını izlemek, Cunda’da masmavi denizin tadını çıkarmak, Kaz Dağları’na çıkıp bol oksijenli havayı ciğerlerinize Yaz başında Akdeniz’den başladığımız, Güney Ege’yle sürdürdüğümüz turumuza şimdi Kuzey Ege’nin en güzel köşeleriyle devam ediyoruz. Ayvalık’ın sokaklarında kaybolmak, Şeytan Sofrası’nın muhteşem manzarasını izlemek, Cunda’da masmavi denizin tadını çıkarmak, Kaz Dağları’na çıkıp bol oksijenli havayı ciğerlerinize çekmek, Bozcaada’da güneşi batırmak, Troya’nın izlerini takip etmek ve Çanakkale’deki şehitlerimize bir selam durmak yapılacaklar listenizde mutlaka olsun.
Göç hikâyeleri
AYVALIK
Balıkesir’in en gözde ilçesi Ayvalık’ta mübadele sonrasının izlerini sokaklarında, insanlarında, en çok da mutfağında hissediyorsunuz. Geçmişin alışkanlıkları da devam ediyor. Mübadeleyle Midilli’den gelenlere ‘Adalı’, Girit’ten gelenlere de ‘Gritikos’ deniyor. Kuzey Ege turunuza başladığınızda Ayvalık’ın sürprizlerle dolu sokaklarında kaybolmanızı tavsiye ederim. Kiliseden çevrilen Saatli Camisi’ni, 1970’ten beri kurulan perşembe ve bitpazarlarını listenize eklemeyi unutmayın. İlçede çok sayıda plaj var ama en ünlüsü Sarımsaklı. Gündüz denizin tadını çıkarıp akşam güneşini muhteşem bir manzaraya karşı batırmak isterseniz adresiniz Şeytan Sofrası olsun. Çıkacağınız tepede Ayvalık adaları, Midilli ve güzel bir esinti bekliyor sizi. Her yanına kurdelelerin bağlandığı, bir tel kafesin içinde devasa bir ayak izi göreceksiniz. Rivayete göre buraya adını veren şeytanın ayak izi bu. Popüler bir mekân olduğu için kalabalık olan Şeytan Sofrası yerine günbatımı için biraz daha sakin iki önerim daha var: Tavşan Kulakları Tepesi ve Cennet Tepesi.Ayvalık demek zeytinyağı ve onun tatlandırdığı muhteşem yemekler demek. Ünü ülke çapına yayılan zeytinyağlarını coğrafyasına borçlu. Kaz Dağları’nın bol oksijenini bereketli topraklarla buluşturan rüzgârlar sayesinde, zeytin ağaçları o kendine has aromasını kazanıyor. Mutlaka yerel üreticinin zeytinlerini ve zeytinyağlarını tadın ve sevdiklerinize de alın.
Mis kokulu ada
CUNDA
Ayvalık’a bağlı irili ufaklı 22 adadan yerleşime tek açık olan Cunda. 1973’te korumaya alındı. Türkiye’nin sit alanı ilan edilen ilk kasabası olma özelliğine sahip. Adaya giderken üzerinden geçtiğiniz köprünün Türkiye’nin ilk boğaz köprüsü olduğunu hatırlatayım.İstanbul’daki Boğaz Köprüsü’nden 9 sene önce yapıldı. Ayvalık ile Cunda arasındaki Lale Adası’nı Cunda’ya bağlıyor. Herodot, Cunda’dan MÖ 459’da ‘Ekatonisos’ adıyla bahsetmiş. Sonraları adanın zengin florasına atıfla ‘mis kokulu’ anlamında Moshonisia denmiş. Piri Reis ise Yunt Adaları içinde söz etmiş. Bugünkü adı Cunda ise ‘yelken açmak’ anlamına gelen İtalyanca kökenli bir denizcilik terimi. Resmi adı da Alibey Adası. Kurtuluş Savaşı’nda Yunan birliklerine karşı silahlı mücadeleye başlayan ilk birliğin komutanı Yarbay Ali Çetinkaya’dan geliyor.Cunda’nın bohem tarzdaki sokaklarında kaybolurken zamanın durduğunu hissedersiniz. Adada koruma altında 2 bine yakın tarihi ev var. Ayvalık’tan çıkarılan lav birikintisiyle oluşan dünyaca ünlü sarımsak taşı, bu evlerin ana malzemesi. Adadaki turunuzu tamamlamak için Tarihi Taş Kahve’ye mutlaka uğrayın. Lokma ve sakızlı kurabiye yemeden dönmeyin. Deniz keyfini de unutmayalım. Adanın en güzel plajları Çataltepe, Pateriça, Duba, Cunda ve Arkadeniz. Adanın merkezinde 1873’te yapılan Rum Ortodoks Kilisesi, o yıllarda adada yaşayan yaklaşık 10 bin kişilik cemaate hizmet vermiş. Bu neoklasik yapı, önce camiye çevrilmiş. 1944’te depremle hasar görünce terk edilmiş. Uzun yıllar bakımsızlıktan harabeye dönen yapının kaderi Koç grubunun dokunuşuyla değişti. Tam iki yıl süren başarılı bir restorasyonun ardından Ankara ve İstanbul’daki Rahmi Koç müzelerinin minyatürü sayılabilecek bir koleksiyonla Mayıs 2014’te açıldı.