Türk fotoğrafına emek veren az sayıda kadından biri Nihal Gündüz. Çalışma alanının yoğunluğunu reklam fotoğrafları alıyor. Ama yaptığı belgesel çalışmalarda Haliç’in sakinleri de askerler de onun objektifinde yer buluyor. 100. yılında Türk Hava Kuvvetleri’nin de kapılarını açtığı Gündüz, birikimlerini Yeditepe Üniversitesi’nde moda fotoğrafları konusunda verdiği eğitimlerle de gençlere aktarıyor.
“Tarımda kadın” temalı GÜBRETAŞ’ın basın fotoğrafları yarışmasında birlikte jüri koltuğunu paylaştığım Nihal Gündüz’le reklam ve moda fotoğraflarını, erkek egemen bir dünyada var olmayı konuştuk. İşte Gündüz’ün anlattıkları:
İŞ DÜNYASINDA CİNSİYET AYRIMI YOK
“Bu alanda meslektaşlarım arasında bir ayrıcalık yaşamıyorum. Herkes işini yapıyor. Doğru olan ve olması gereken de bu. Ama tabi kadın olmak, özellikle belgesel fotoğraflar üzerine çalışıyorsanız iletişim kurma noktasında sizi bir adım öne geçirebiliyor. Sonuçta erkeklerin hakim olduğu bir alanda çalışıyorsanız, bu dünyaya girdiğinizde daha özenli davranılıyor. Ayrıcalık yaşanıyor. Ama belgesel çalışmalarda gördüğünüz ayrıcalığı, iş dünyasında görmeniz zor. Sektörel olarak baktığınızda kadın-erkek ayrımı yok. Yalnızca sonuç odaklı işlerde iyi projelere imza atmanız gerekiyor.
MODA FOTOĞRAFLARI YARATICI
‘Haliç Tersanesi Sakinleri’ ve ‘Son Tophaneli’ gibi belgesel fotoğraf projelerine imza attım. 100. yılında Türk Hava Kuvvetleri’ne davet edilen birkaç fotoğrafçıdan biri, kadın olan tek fotoğrafçıydım. Bu dönemde ‘Haliç Metro Geçiş Köprüsü’ üzerinde çalışıyorum. Moda fotoğrafları ile başlayan fotoğraf serüveni benim için reklam fotoğraflarıyla sürüyor. İşlerimin yoğunluğunu reklam fotoğrafları alıyor. Moda fotoğrafları yaratıcılığınızı sonuna kadar kullanmanız gereken bir alan. Moda fotoğraflarını daha yaratıcı buluyorum. Ama reklam fotoğraflarında kurgulanmış işlere imza atıyorsunuz. Ajansın bir projesi ve bir planlaması var ve bu kurgusallıkta siz fotoğrafçı olarak iyi bir uygulayıcı olmalısınız. 2010 yılından bu yana Yeditepe Üniversitesi’nde moda fotoğrafı derslerine giriyorum. Seçmeli olmasına rağmen oldukça ilgi görüyor ve çok tercih ediliyor. Ama fotoğraf okumak eskiden daha büyük bir ayrıcalıktı. Dijital dünyanın fotoğrafı getirdiği bir nokta, daha kolay ulaşılır olması oldu. Şuna inanıyorum: yaratıcıysanız, işinizi hakkıyla yapıyor ve fark ortaya koyuyorsanız sektörde varolabilirsiniz.”
HAVA KUVVETLERİ'Nİ ÇEKTİ
Fotoğraf sevdası sayesinde tanıştım Gökhan Emre Akıl’la. Henüz bir ünivesite öğrencisi olmasına rağmen fotoğraf makinası ile yaşadığı aşkı gizleyemeyen ve hayatı bu sevdasının izinde sürdüren Akıl, şimdilerde 3 kez gittiği Afrika’dan fotoğraflarını sergilemeye hazırlanıyor.
Genellikle ustalarla yaptığımız sohbetlere bu kez 24 yaşında genç bir fotoğraf sevdalısını ekledik. Afrika seyahatleri sonrasında fotoğrafları üzerine konuşmalar yaptığımız Gökhan Emre Akıl, kara kıtaya yaptığı yolculuğu şöyle anlattı:
“Hayatımı fotoğrafa adadım. Fotoğraf çekerek para kazanıyorum. Kazandığım paralarla fotoğraf çekmek için farklı coğrafyalara gidiyorum. 14 yaşında dededen kalma fotoğraf makinesi sayesinde tanıştım bu sevdayla. Önce bizim evin sakinlerini ve evdeki eşyaları çekiyordum. Sonra evin karşısındaki parka dadandım. Orada kuşları besleyenler, oynayanlar, banklarda oturan yalnız yaşlı insanlar. Zaman içinde geliştirdim kendimi. Şimdilerde ise moda fotoğrafları ve ünlülerin sahne fotoğraflarını çekiyorum. Hüsnü Şenlendirici, Hakan Altun, Hakan Taşıyan, Sevcan Orhan, Cemal Safi gibi sanatçılarla çalıştım.
AKLIMIN İÇİNDE ŞİMŞEKLER ÇAKTI
Babam uçak teknisyeniydi sık sık anlatırdı Afrika’yı. Bir gün Uganda ile ilgili bir belgeseli izlerken aklımın içinde şimşekler çaktı, ‘Burada olmalıyım’ diye. Fotoğraftan kazandığımı fotoğrafa aktarma fikri de o anda doğdu. Ertesi günü biriktirdiklerimle Afrika’ya gittim, Uganda’ya. Sonrasında aynı şeyi iki kez daha yaptım. Her gidişimde daha fazla kalmaya ve daha geniş bir alanda çalışmaya özen gösteriyordum. Tanzanya, Kenya, Somali’nin kuzeyi pek çok yeri gezdim. Hatta en son gidişimde üzerinde Türkiye ile ilgili baskılar olan 500 tişört yaptırdım çocuklara.
BENİ ÇOCUKLARIN BAKIŞLARI ETKİLEDİ
Bu tişörtler ve çikolatalarla gittim. Uçağa binerken tabi yüküm sınırları geçmişti. Ama THY yetkililerine durumu aktarınca ek ücret almadan taşıdılar bagajımı. Afrika’daki farklı hayat ve oradaki çocukların bakışları beni çok etkiledi. Belki bu yüzden tekrar gittim bu coğrafyaya ama bu bakışları başkalarıyla da paylaşmak istiyorum. Burada çektiğim fotoğraflardan bir sergi açmaya hazırlanıyorum. Fotoğraf seçimleri bitmek üzere sanıyorum önümüzdeki bir kaç hafta içinde de serginin duyurusunu yaparım”
Fotoğrafçılığın en zor alanlarından biridir, spor foto muhabirliği. Kurgu yapılamaz, ışık istediğiniz gibi değildir, karşınızdaki kişiler ya da makineler size poz vermez. Anı yakalamak adına deklanşöre basan foto muhabirinin iç güdülerine en fazla muhtaç olduğu iştir spor organizasyonunda fotoğraf çekmek. Bu alanda büyük Ankara’nın yetiştirdiği büyük bir usta Selçuk Mumcu.
Şimdilerde emekliliğin keyfini çıkaran Mumcu ile üyesi olduğu TSYD’nin Ankara Şubesi’nde sık sık sohbet etme fırsatım oluyor. Mesleğe ilk başladığım yıllarda Antalya’da futbol takım kamplarına geldiği sırada tanıştım bu usta isimle. Elinde teleobjektifleri, son model makinaları, fotoğraf ekipmanları ve ağır başlı tavrı ile kolayca dikkat çeken, mesleğinin kendisine kazandırdığı havayı üzerine de ustaca giydiren Selçuk Mumcu ile zaman içinde gelişen bir dostluğun, ağabey – kardeş ilişkisinin sıcaklığı ile yaptığımız sohbeti aktarıyorum:
BAŞARININ SIRRI SEVGİ
“Hayatımı adadığım bir iş foto muhabirliği, garip bir aşk bu içine giren çıkamaz kolay kolay. Her ne iş olursa olsun ona sevgiyle aşkla bağlanırsanız karşılığını da alırsınız. Foto muhabiri olarak çalıştığım 33 yılda başta Türkiye Foto Muhabirleri, Türkiye Spor Yazarları ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nden aldıklarım olmak üzere onlarca ödül kazandım. Dünyada bir çok ülkede fotoğraf çektim. İnsanlar, tribünlerinde bir maç izlemek için dünyaları verir. Burada saysam ayak bastığım futbol sahalarını inanıyorum kıskanacak bir çok futbol sevdalısının ahını alırım. En iyisi söylememek en azından adlarını. Ama bu mesleğin en zor yanı farklı coğrafyalarda birbirinden farklı koşullarda çalışmak ama belki en keyifli yanı da bu.
FOTO MUHABİRİ AVCIDIR
Ben mesleğe spor foto muhabiri olarak başlamadım. 1978’de girdiğim Milliyet’te 1982 yılında spor servisinde çalışmaya başladım. Spor fotoğrafı keyifli bir iştir. Ama çok zordur. Bir de eski teknolojide düşünün hangi müsabaka olursa olsun ilk 10 dakikasından fotoğrafı kurtarıp, filmi çıkaracaksın. Düşünün koca sahada top koşturan adamlardan bir an evvel en iyi kareyi çekmeye çabalıyorsunuz. Ben hep foto muhabirini bir avcıya benzetirim. Avcı nasıl avını yakalamak için bitmez tükenmez bir takip ve sabır gösterir, bizde de öyledir. Avcı bilir avının yaklaştığını, hisseder. İyi bir foto muhabiri de bunu bilir. Bir de avını tanır avcı. Ne avlayacaksa ona göre hazırlanır. Bir spor foto muhabiri içinde öyledir. Bir tenis karşılaşmasında raketin ne zaman topa kalkacağını, bir güreş müsabakasında sporcunun rakibini ne zaman savuracağını, bir maçta kale önünde kimin kafaya sıçrayacağını bilir. O sabrın sonunda istenilen kareyi yakalanır. İşte o an yaşanacak mutluluğu anlatacak kelimeler bulmak mümkün değil tabii
DUYGUSUZ OLMAZ BU İŞ
Ben 36’lık filmlere de fotoğraf çektim, digital makinaların disketlerine de. Bugünün teknolojisinde fotoğraf çekmek çok kolay gibi görünse de sanatın incelikleri teknoloji ile bütünleşmediği sürece istenilen kareleri yakalamak mümkün değil. Ne fotoğrafı çekilecek olursa olsun eline makineyi alan kişi estetik ruh taşımalı, geometrik bir hafızası olmalı. Açıkçası foto muhabirliği duygusuz yapılacak iş değildir.
Birbirlerinin şehirlerinden ilham alan Onan ve Abadzic’in siyah beyaz fotoğraf karelerinden oluşan “Kesişen Yollar” adlı sergi, İstanbul Tophane’de Tütün Deposu’nda sergileniyor. Hem bu serginin, hem de Onan’ın kişisel bir sergi serisinin önümüzdeki aylarda Ankara’ya taşınması planlanıyor.
25 yıldır profesyonel olarak çalışan, sergileri ve belgesel filmleri ile tanınan fotoğraf sanatçısı ve yönetmen Timurtaş Onan ile 1991 yılında Almanya’da fotoğrafçılığı seçen sonrasında ise ülkesinde Zagrep’te mesleğini sürdüren sergileri, ödülleri ve çektiği basın fotoğraflarıyla da Hırvatistan’da büyük bir şöhrete sahip olan fotoğrafçı Stanko Abadzic, “Kesişen Yollar” sergisi ile gündeme geldi. Timurtaş Onan, Antalya’da yaşadığım yıllarda tanıdığım ustalardan biri. Uzun yıllar öncesine dayanan dostluğun üzerine bu sergi bahane oldu sohbetimize. Entellektüel fotoğraf bilgisi, imza attığı projelerle sürekli kendisini yenileyen bir sanatçı Timurtaş Onan.
YEREL YÖNETİMLERE BÜYÜK İŞ DÜŞÜYOR
Fotoğraflarıyla Türkiye’yi dünyaya tanıtan isimlerden Onan’ın anlattıklarından bir iki satır başı:
“Birçok konuda olduğu gibi fotoğrafta da İstanbul’un adından söz ettirmesinin önemli bir sebebi var. Burada ne olursa olsun bir şekilde üretilenlere sahip çıkılıyor. 12 yıl kaldığım Antalya’da birçok projeye imza attım. Ama o fotoğraflara yerel yönetimler bile sahip çıkmadı. Ankara’ya zaman zaman söyleşilere geliyorum, fotoğraf gösterilerine, sergilere elbette ilgi var. Ama İstanbul gibi değil maalesef. Bence kentlerde özellikle yerel yönetimlere büyük iş düşüyor, sanata ve kendi kültürlerine sahip çıkmak için.
HER PROJEYE AYRI TEKNİK
Çağdaş projelerle gündeme gelmekten mutluyum. Fotoğraflarımda geometri ve karar anı önemli bir olgu benim için. Her projede farklı bir doku yakalamaya özen gösteriyorum. Faklı fotoğraf projelere farklı tekniklerle yaklaşmaya çalışıyorum. Örneğin Paris’i, Zagreb’i dijital çektim ama Beyoğlu’nu siyah beyaz 6x6 negatife çektim. Orta format negatif, küçük format, renkli, siyah-beyaz, dijital projeye göre seçiyorum bunları. 1980’den beri Roman’ları çalışıyorum. Bu benim için büyük bir proje ve önümüzdeki aylarda sergileri, sunumları, gösterileri ile tüm Türkiye’yi gezecektir.”
Timurtaş Onan kimdir?
Türk basın fotoğrafçılığını geleceğe taşıyacak isimlerden Milliyet Gazetesi’nin genç foto muhabiri Yavuz Özden, tutkusu olan dağcılığı karelerine yansıtıyor. Gazi Üniversitesi Gazetecilik bölümü mezunu 32 yaşındaki genç foto muhabiri, dağcılık merakı sayesinde Başkent’in sıkıcı siyasi ortamından da uzaklaştığını söylüyor.
Milliyet Gazetesi Ankara Bürosu’nda 10 yıldır görev yapan ve fotoğraflarıyla dikkat çeken Yavuz Özden, henüz üniversite yıllarındayken tanıdığım bir foto muhabiri. Üniversite yıllarında eğitimini sürdürürken Anadolu Ajansı’nda mesleğe adım atan Yavuz Özden, dağcılık sporu ilede aynı dönemde tanıştığını anlattı. Mesleğin bu genç yıldızı ile dağcılık fotoğrafları üzerine konuştuk, işte onun anlattıkları:
SİYASİ GÜNDEMDEN KAÇIŞ
“Başkentin yoğun siyasi gündeminden uzaklaşmaya çalışıyorum zaman zaman. Dağcılık bu anlamda benim için kaçış noktası. Ankara’da çalışan çoğu foto muhabirinin yaşadığı bir sıkıntı bu. Evet fotoğraflarınızdaki kişiler önemli, takip ettiğiniz olaylar Türkiye gündeminin genelde tartışılan konuları. Ama siyaset dünyasında çoğu kez aynı döngüde tekrarlanan kareleri çekiyorsunuz. Bakanlar Kurulu, meclis grup toplantıları, mitingler. Buralarda da sıra dışı anlarda yakalıyorsunuz. Ama bu da aynı ortamdan farklı bir kare veya farklı bir bakış açısı. Bu yüzden bu döngü dışına çıkan işlerde çalışmayı her meslektaşım gibi ben de daha çok seviyorum.
BİRÇOK DAĞA TIRMANDIM
Dağcılık sporu ile tanışalı yaklaşık 15 yıl oldu. Bu sürede Türkiye’nin birçok dağına defalarca tırmandım. Foto muhabirliği ve dağcılık tüm güçlüklerine rağmen beni hayata bağlıyor. Doğa, fotoğraf sevdalıları için bambaşka güzellikler sunuyor. Ama dağcılık fotoğrafları çekmek isteyenler öncelikle iyi bir eğitim almalı. Çok az insanın ayak bastığı noktalarda deklanşöre basmak elbette inanılmaz büyük bir zevk ama bu işin oldukça tehlikeli ve güç olduğunu da hatırlatmak isterim. Birçok üniversitede veya bazı derneklerde özel kulüpler, etkinlikler oluyor. Bir şekilde bu programlara katılarak kendilerini geliştirebilirler. Ama ne olursa olsun bu bir ekip işi, bu iş yalnız yapılmaz.”
YUKARI ÇIKTIKÇA GÖKYÜZÜ MAVİYE BÜRÜNÜR
Bir kentte çektiğiniz karelerde gökyüzü masmavi çıkmaz çoğu kez. O şehrin tozu, dumanı, gazı, isi buna izin vermez. Oysa dağda yukarı çıktıkça gökyüzü daha berrak bir maviye bürünür. Bu biraz foto muhabirliği, gazetecilik gibi, ansızın değişebiliyor atmosfer. Tabii bu farklılıkları da fotoğraflamak ayrı bir lezzet. Her an her şeye hazırlıklı olma duygusu foto muhabirliği için de dağcılık için de geçerli.
Türk basın fotoğrafçılığı son aylarda art arda kayıplar yaşadı. Dün İstanbul’da toprağa verdiğimiz dünya çapında başarılara imza atan EPA foto muhabiri Kerim Ökten, ondan yalnızca birkaç gün önce sonsuzluğa uğurladığımız Sabah Gazetesi spor foto muhabiri Süleyman Gültekin ve bir ay önce aramızdan ayrılan iki usta isim; Yaşar Uçar, Ekel Türkoğlu...
Dünyanın önemli fotoğraf ajanslarından Magnum’un foto muhabiri tanımı “Kendini mesleğine adayan kişi” sözüne birebir uyan dört usta vizör. Ortak özellikleri mesleklerine aşk bağı olan bu dört isimi de saygıyla anarken Süleyman Gültekin’i de tanıtmak istiyorum.
TEKNOLOJİ TAKİPÇİSİ BİR USTA
TSYD’de de uzun yıllar yöneticilik yapan spor basının en önemli vizörlerinden Süleyman Gültekin, ansızın gelen kalp krizi ile aramızdan ayrıldı. 48 yaşındaki usta spor foto muhabiri sahaların ‘Süleyman abi’si teknolojiyi en iyi takip eden basın fotoğrafçılarından da biriydi. Mesela şimdilerde internet medyasının hızı gereği yeni yeni uygulanmaya çalışılan çekilen fotoğrafın aynı anda aktarılma işini 7-8 yıl önce dönemin teknolojisi ile başarabilen bir foto muhabiriydi Süleyman Gültekin.
FOTO MUHABİRİ ÇEKERKEN DÜŞÜNÜR
Türkiye Foto Muhabirleri Derneği’nin yayınladığı Foto Muhabiri Dergisi’nin bir sayısına da konuk olan Süleyman Gültekin, meslektaşı Osman Altunterim’le yaptığı röportajda, “Fotoğrafçı sadece deklanşöre basar ve o anı ölümsüzleştirir. Ancak foto muhabiri bir fotoğrafı çekerken o fotoğrafın sayfada nasıl kullanılacağını, nasıl bir haber ile bütünleştirilip okuyucuya sunulacağını ve gazeteyi okuyan insanlara nasıl bir göz zevki yaşatacağını düşünür. Bir sanatçının hazzını yaşar iyi bir kare yakaladığı zaman. Aslında bu işin püf noktası sabır ve inanç” diye anlatmıştı mesleğini.
20 YIL GALATASARAY’I İZLEDİ
Her yıl 200’ün üzerinde maçta fotoğraf çeken diğer branşlarında zaman zaman özel organizasyonlarında deklanşöre basan Gültekin, 20 yıla yakın bir süredir de Galatasaray’ı izliyordu. Spor gazetecilerinin yaşadığı deplasman serüveni sayesinde dünyanın dört bir yanını gezen Gültekin, “Kaç ülke gördüm bilmiyorum” diyerek yaklaşık 5 yüz kez yurt dışına çıktığını anlattığı sırada evinden ayrı geçirdiği anları da “Bu mesleğinde zorluğu bu herhalde” diye aktarıyordu.
Başkent, çok önemli bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde 12 Nisan’a kadar gezilebilecek olan “Foto Muhabirliğin 40 Yılı, Sipa Kuşağı” adlı sergi, bir nevi Sipa Press’in kurucusu Gökşin Sipahioğlu’na saygı sunumu.
Serginin açıldığı Çağdaş Sanatlar Merkezi, 2009 yılında da SIPA kurucusu Gökşin Sipahioğlu’nu ağırlamıştı. Sipahioğlu, FSK’nın gerçekleştirdiği 5. Ankara Fotoğraf Günleri kapsamında Fotoğrafta 50. Yıl Onur Heykelciği’ni burada almış, 2008 yılında da Hacettepe Üniversitesi Sanat Merkezi’nde fotoğraflarının yer aldığı “Monsieur Sipa, Photographe” sergisinin açılışına katılmıştı. Dünya basın fotoğrafının en önemli isimlerinden, Fransızların “Grand Turc” (Büyük Türk) olarak andığı Gökşin Sipahioğlu ile ben de bu tören ve sergi açılışları sırasında tanışıp sohbet etme mutluluğunu yaşamıştım. Bu yazıyı da sergideki fotoğraflar yerine Gökşin Sipahioğlu’nun kareleri ile sunmayı seçtim. O fotoğrafları görmek için, “Bu sergiyi kaçırmayın” derim.
YAKIN TARİHE TANIKLIK EDEN OLAYLAR
Fotoğrafçı Michel Setboun ve gazeteci Sylvie Dauvillier’in 2011 yılında hayatını kaybeden Gökşin Sipahioğlu’nun anısına hazırladığı “Foto Muhabirliğin 40 Yılı, Sipa Kuşağı” isimli kitapta, 1973 yılında Türk foto muhabiri Gökşin Sipahioğlu tarafından Fransa’da resmen kurulan SIPA’nın yakın tarihe tanıklık eden 100’e yakın fotoğrafı, metin ve röportajlarla destekleniyor. Fransız Kültür Merkezi desteği ile Çağdaş Sanatlar Merkezi’ne getirilen sergide bu kitapta yer alan ve son 40 yıl içerisinde toplumların ortak belleğinde yer etmiş önemli olaylardan fotoğraf karelerinden özel bir seçki sunuluyor. Sergide gösterilen fotoğrafların seçimini ise Sipa Press Haber Ajansı’nda fotoğraf editör ve direktörü olarak çalışmış olan gazeteci Mesut Tufan yaptı.
GÖKŞİN SİPAHİOĞLU KİMDİR
28 Aralık 1926’da İzmir’de doğdu. İstanbul’da Saint Joseph Fransız Lisesi’nde okudu. Sonradan Efes Pilsen basketbol takımına dönüşecek olan Kadıköy Spor Kulübü’nün kurucusu ve oyuncusu oldu. İstanbul Üniversitesi’nde gazetecilik eğitimi aldı. Gazeteciliğe İstanbul Ekspress gazetesinde spor yazarı olarak başladı. “Sait Ceylan” takma adıyla yazılar yazdığı gazetede yazı işleri müdürü oldu. 1955’te yayımladığı “Selanik’te Atatürk’ün doğduğu evini bombaladılar” haberinin ardından 6-7 Eylül Olaylarının ortaya çıkmasını planlamakla suçlandı. 1956’da İsrail-Mısır Savaşı’nda Sina Çölü’nde çektiği yaralı Mısır askerleri fotoğrafları, ilk büyük haberi oldu. 1957’de annesinin Nişantaşı’daki evini ipotekleyerek hayata geçirdiği Yeni Gazete’de Çetin Altan ve Aziz Nesin’in ilk yazıları yayınlandı. Bir süre genel yayın yönetmenliğini yaptığı Vatan’da kurduğu erken baskı sistemi, Türk gazeteciliğine yaptığı önemli katkılardan birisidir.
ÇİN’E VİZE ALAN İLK TÜRK GAZETECİ
1960’lı yıllarda Hürriyet Gazetesi için çalışmaya başladı; dört yıl içinde 80 ülkede röportajlar yaptı. Kültür Devrimi öncesinde Çin’e vize alan ilk Türk gazeteci oldu. 1966’da Erol Simavi’nin teklifini kabul ederek Hürriyet Gazetesi’nin Paris büro şefi olarak Fransa’ya gitti. Sipahioğlu 1969 yılında, Sipa Press’i daha sonra eşi olacak olan Amerikalı gazeteci Phyllis Springer ve Cumhuriyet gazetesinin Atina muhabiri Kosta Daponte ile birlikte gayriresmi olarak kurdu. Foto muhabirlerini olayların öncesinde olay çıkacak bölgelere yönlendirmede çok ustaydı. Bu sayede Sipa Press bir marka haline geldi ve bünyesinde dünyanın en zengin fotoğraf arşivlerinden birisini oluşturdu.
Gazi Üniversitesi’nde 42 yıl görev yaptı, binlerce öğrenciye fotoğrafı sevdirdi, 18 kitabı, onlarca sergi albümü ve hakkında yazılan kitaplar var, birçok kuruma sanat danışmanlığı yaptı, Türkiye’nin en önemli resim koleksiyonlarından birine sahip İbrahim Demirel. Türk fotoğrafının Ankara’da yaşayan önde gelen isimlerinden Demirel, 1980’li yıllarda fotoğraflarının toplatıldığını söyledi. Demirel, “Ben kelimelerle, cümlelerle, kalıp cümlelerle konuşamam. Ben fotoğraflarımla konuşmak istiyorum. Hayatı anlatmak için sözleri değil, fotoğrafı kullanmayı seçtim” dedi.
GÖRSEL SANATTIR
Okul yıllarında Ara Güler ve Fikret Otyam karelerini yakından takip ettiğini, bu iki ismin etkisi ile tanıştığı fotoğrafa bir hayat adadığını aktaran İbrahim Demirel, “Tabii her ne kadar Ara Güler, ‘Yok’, ‘Değil’ dese de fotoğraf sanattır. Herkes fotoğraf çeker ama fotoğrafı çeken profesyonel, bakış açısını, farklılığını ortaya koyar, fotoğrafı çekerken kendi dilini kullanır, etkisini yansıtır karesine. En güçlü iletişim aracı fotoğraftır, bir meslektir de. Ama aynı zamanda en çarpıcı görsel bir sanat dallarından biridir fotoğraf” diye konuştu.
BİNLERCE ÖĞRENCİ YETİŞTİRDİM
Ankara’da 1982 yılında kurduğu hatta bugün Başkent’in seçkin sanat merkezlerinden biri olan, sanatsall eğitimlerinde verildiği Sanatyapım Plastik Sanatlar Atölye ve Galerisi’nde sohbet ettiğim Demirel, fotoğraf ve resim konusunda geleceğe birikimlerini aktarmayı kendisine hedef seçtiğini söyledi. Demirel, “Gazi Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak 40 yılı aşkın süre fotoğraf dersleri verdim. 1981’de hazırladığım “Fotoğraf” ders kitabı basıldı. Binlerce öğrencim oldu. Şimdi bazılarına bakıyorum, gurur duyuyorum, aralarında fotoğraf konusunda Türkiye’nin en büyük isimleri var” diye konuştu.
FOTOĞRAFLARI TOPLATILDI
İbrahim Demirel’le yaptığım uzun sohbetten not aldığım cümleler: