Ankara’da yaşayan Türkiye’nin fotoğraf alanındaki en önemli isimlerinden Hamit Yalçın, fotoğraftan aldığını yine fotoğrafa veren bir sevdalı. 1980’li yılların başında gazetede televizyon sayfasında çalışırken tanıştığı şöhretler, onu tanıtım fotoğrafları çekmeye itmiş. Bugün başkanlığını üstlendiği Anadolu Fotoğraf Derneği ile Türkiye’yi kucaklayan Yalçın, “Anadolu’dan ışık yükseliyor” diyerek Türk fotoğrafçılığının her geçen gün daha da ileri gittiğini aktarıyor.
Hamit Yalçın, hayatını reklam ve tanıtım fotoğrafları çekerek kazanıyor. Ama yaşamının büyük bölümü Anadolu’nun dört bir yanında fotoğraf çekerek ve sergilere söyleşilere katılarak geçiyor. Türkiye’nin yanı sıra onlarca ülkeye de Anadolu’yu fotoğraf kareleri ile taşıyan Yalçın, geçtiğimiz ay davet edildiği Kolombiya’da Türk fotoğrafçılığını anlattı. Hamit Yalçın’la hayatını adadığı fotoğrafı konuştuk:
ÇOCUK YAŞTA BAŞLADI
“Fotoğrafla çocuk denecek bir yaşta tanıştım. Sıra arkadaşıma alınan fotoğraf makinesi benim de ilgimi çekmişti. Kısa süre fotoğraf makinesi sahibi oldum. Hatta 13 yaşındaydım, ortaokul yıllarında o fotoğraflarla bir okul gazetesi çıkardım. Fotoğrafta giderek ilerledim ve lise biter bitmez Ankara’da Bayrak Gazetesi’nde işe başladım.
1977-1980 yılları arasında gazetenin televizyon sayfasının haberlerini yaptım. O zamanki adı TRT sayfası tabii. Tek kanal var ve merkezi Ankara’da. Çekimler için tüm şöhretler Ankara’ya geliyor. Bugün İstanbul’da olan magazin gazeteciliği de o dönem Ankara’da yapılıyor. Stüdyo çekimleri, sahne çekimleri derken ben birçok şöhretin tanıdığı bir isim oldum. Bunun üzerine foto muhabirliğine veda edip tanıtım fotoğrafları çekmeye başladım. Endüstriyel fotoğraflarla birlikte hala Ankara’daki stüdyomda tanıtım fotoğrafları çekmeye devam ediyorum. Ama Ankara’nın değişen çehresi ile bana poz verenler artık sanatçılar değil daha çok siyasiler. Bu aralar kapımı seçim fotoğrafları için daha çok çalıyorlar.
ÜNLÜLER TÜRKİYE’Yİ DOLAŞIYOR
TRT’de çekim için Ankara’ya gelen şöhretlerin fotoğraflarını Koleksiyoncular Derneği’nin isteği üzerine arşivimden çıkardım. Kareler tek tek yayına hazırlandı ve Beyaz Cam’ın Şöhretleri isimli bir sergi sayesinde Türkiye’yi gezmeye başladı. Zonguldak, Kocaeli, Bolu’da sergilendi. Geçtiğimiz hafta da Kayseri’deydi. İlgi gördüğü sürece fotoğraflar, başka kentlere de taşınacak.
Bir kitap mağazasında raflara bakarsanız ve tercihiniz fotoğraf üzerine yazılmış bir eserse baktığınız kitaplar arasında mutlaka ama mutlaka “Özer Kanburoğlu” ismi ile karşılaşırsınız. Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölüm Başkanı Prof. Dr. Özer Kanburoğlu, “Fotoğrafı anlatan adam” olarak akıllara kazınmış durumda. Profesörün “Eskiden insanlar folklor, müzik kurslarına katılarak sosyalleşiyordu. Bugün bu görevi artık fotoğraf yapıyor” sözleri giderek yaygınlaşan fotoğrafın geldiği noktayı anlatmaya yetiyor.
FOTOĞRAFIN PROFESÖRÜ
Çektiği fotoğraflarla da dikkat çeken Kanburoğlu ile fotoğraf üzerine sohbet ettik. Fotoğrafın profesörü bir isimle sohbeti onun cümleleri ile aktarıyorum:
“Ben de fotoğraf konusunda amatör bir sistemden geliyorum. Akademiden önce 1988’de Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde fotoğrafa başladım ve daha sonra akademiye girdim. Ama kişisel olarak bilgi tam olduğu sürece herhangi bir fotoğrafçıyı mektepli ya da alaylı diye ayırmıyorum. Mesleğini yapabiliyor mu, sevebiliyor mu, mesleğine saygılı mı? Bu soruların cevabı “Evet” ise, geri kalanlar teferruattır.
BAŞKA BİR HOBİ Mİ BULSAM?
Fotoğraf artık çağımızda gerçekliği anlatmıyor. O kadar çok manipülasyon yapılıyor ki; portresi çekilen kişi bile kendini tanıyamıyor. O nedenle “Fotoğraf gerçektir” efsanesi artık yıkıldı. Hatta siz ne kadar manipülasyon yapmasanız da, insanlar, “Yapmıştır” diye değerlendiriyor. Fotoğraf artık fotoğrafçılardan çıktı. Bizim düşlediğimiz anlamda “Biricikliğini” yitirdi.
SOSYALLEŞMENİN YENİ ARACI
Sırf bu yüzden “Acaba başka bir hobi mi bulsam” diye düşünüyorum. Bugün fotoğraf sosyalleşmenin aracı artık. Eskiden insanlar folklor, Türk Sanat Müziği ya da Türk halk Müziği kurslarına katılarak sosyalleşiyordu. Bugün bu görevi artık fotoğraf yapıyor. Gerek teknolojinin ucuzlaması gerekse kolaylaşması fotoğrafın daha fazla insan tarafından farklı amaçlar için de kullanılmasına yol açtı. Sonuçta fotoğraf bizim çocuğumuz olmaktan çıktı.
Türk fotoğrafının Ankara’da yaşayan efsane isimlerinden biri de Sıtkı Fırat, “Sıladan Gurbete Fotoğrafın Ardında Altmışbeş yıl” adlı kitabının tanıtımını geçtiğimiz günlerde Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde bir fotoğraf gösterisiyle yaptı. Tanıtımla birlikte “Anadolu’da bin yılın Türk İzleri”, “Türk Dünyasından Renkler”, “Saklı Cennet Kemaliye”, “Gönül gözümden” isimli dört sergi de eş zamanlı olarak açıldı. 27 Ocak’a kadar açık kalacak sergi görülmeye değer.
KÜLTÜR VE SANAT BÜYÜK ÖDÜLÜ ALDI
2011 Yılı’nda Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 4 fotoğrafçıya Kültür Sanat Büyük Ödülü verdi. Sıtkı Fırat, Ara Güler, İzzet Keribar ve Sabit Kalfagil’le birlikte bu ödülü alan ustalardan biri oldu. Kitabını, fotoğrafı ve Ankara’yı konuştuk 85 yaşındaki büyük ustayla. Altmışbeş yıl önce tanıştığı fotoğraf sayesinde, dünyasını vizörden görüp, deklanşöre dokunarak kalıcı kıldığını anlatan Fırat, hayatın başında yıllarını verdiği resim sanatının fotoğraflarına etkisinin büyük olduğunu söyledi.
Sıtkı Fırat’la uzun sohbetten ilgi çekecek bölümleri aktarıyorum, onun cümleleriyle:
1960’TA ANKARA’YA GELDİ
1948-1951 yılları arasında şimdiki Gazi Üniversitesi’nde verilen resim eğitimleri sırasında fotoğraf dersleri de vardı. O zaman fotoğrafa ilgi duymaya başladım. Resim öğretmeni olarak bir süre çalıştıktan sonra 1960 yılında Ankara’ya yerleştim. Ama tüm Türkiye’yi de dolaştım sonrasında. Biz zaten bir kaç fotoğrafçıydık, ülkenin tarihini, doğasını fotoğrafladık. İyi ki de yapmışım, bugün devlet arşivlerinde binlerce fotoğrafım var. Bu kareler ülkenin envanteri, yıllarca tanıtımlarda kullanıldı.
BAŞKENT’TE İLK RENKLİ BASKI
1980 yılında Fırat Color’u açtım. Şimdi oğullarım Aykut ve Artuk bu işin başında. Renkli fotoğrafın yeni yeni yaygınlaştığı yıllardı. Ama profesyonel anlamda standardı olan bir labaratuvar yoktu. Bu açığı kapattık. Hala renkli ve negatif filmlerin banyosunu yapıyorlar. İstanbul dahil Türkiye’nin dört bir yanında eski usül fotoğraf çeken az sayıda fotoğrafçı buraya gönderiyor filmlerini.
Tempo ve Hürriyet Dergi grubunda uzun süre çalıştıktan sonra Radikal Gazetesi’nin de kuruluşunda görev yapan Gülümser İşçelebi, emekli olduktan sonra bile fotoğraftan vazgeçmedi. Her foto muhabirinin bir tutkusu vardır, yelkenli yatlarda onun tutkusu oldu. İşçelebi, 25 yıldır deniz organizasyonlarını fotoğraflıyor.
Erkeklerin egemen olduğu mesleğin önemli isimlerinden Gülümser İşçelebi, foto muhabirliğini ve 25 yıllık tutkusu yat fotoğraflarını anlattı. Türkiye Foto Muhabirleri Derneği’nin de üyeleri arasında yer alan İşçelebi, “Fotoğraftan emekli olunmuyor. Ben basından işyerinden emekli oldum, mesleğimden değil. Fotoğraf çektiğim anlarda gözüme hiç bir şey görünmez, sadece fotoğrafı düşünürüm. Bugün makineyi elime aldığımda aynı duyguları yaşıyorum. Hala foto muhabirliği yapacak enerjiye sahibim” diyerek sözlerine başlıyor.
ANCAK TUTKUYLA MÜMKÜN
İşçelebi’ye göre kadın bir foto muhabiri olmak ancak fotoğraf tutkusuyla mümkün. İşte kadın bir ustayla sohbetten satır başları:
“Çalıştığım yıllarda hobim mesleğim oldu. Çalışırken dinleniyordum, dinlenirken çalışıyordum. Foto muhabiri olarak çok zorlandığım anlarda zamanı belgelemek adına çalıştım. Keyifli anların fotoğraflarını çektiğim anlarsa bana büyük mutluluklar verdi.
OĞLUMUN DOĞUMU İLE EMEKLİ OLDUM
1987-1999 yılları arasında önce Tempo Dergisi ve Hürriyet dergi grubu için çalıştım. Radikal gazetesinin kuruluşunda çalışmaya başladım ve oğlumun doğumuyla birlikte basından ayrılmak zorunda kaldım. Tempo yıllarımda 5 yıl her hafta Ankara Devlet Opera ve Balesinde çekim yaptım. Bu çalışmalarım 1993 yılında Kültür bakanlığı tarafından basılan “Uçarcasına” ismiyle kitap olarak Cumhuriyet’in 70. Yılı etkinlikleri içinde basıldı.
25 YILDIR YAT YARIŞI
Ankara’ya bir kaç saat uzaklıktaki Bolu’da Yedigöller Milli Parkı ile Abant ve Gölcük tabiat parkları doğal güzellikleri ile ilgi çekiyor. Gazetecilik mesleğine Bolu’da başlayan Kenan Gürbüz, bu kenti fotoğraflarıyla Türkiye’ye tanıtan isimlerin başında geliyor.
HER YIL 4 MEVSİM FOTOĞRAFLIYOR
Kenan Gürbüz’le Türkiye’nin acı hatırası 17 Ağustos depremi sırasında başlayan dostluğumuz pek çok noktada kesişti. Uzun yıllar Bolu’da görev yaptıktan sonra 8 yıl önce Türkiye’nin başka bir cennet köşesi Muğla’da mesleğini sürdürmeye başladı. Üstelik, Muğla’da yaşamasına rağmen her yıl dört mevsim Bolu’yu fotoğraflamayı bırakmadı.
KENTİN TURİZM ELÇİSİ
Bu yüzden Ankara’nın yanı başındaki doğa cennetleri Yedi Göller, Gölcük ve Abant’ı “Bolu’nun sahip olduğu güzelliklerin dünyaya ve Türkiye’ye tanıtılması için hala gönüllü bir turizm elçisi gibi çalışmaya devam ediyorum” diyen Kenan Gürbüz’den dinlemek istedim:
ZAMANI UNUTTUĞUM YER
“Meslek hayatımda unutulmaz bir yeri var Bolu’nun. Bana göre, burası sahip olduğu doğal güzelliklerin ancak yüzde 10’unu tanıtabilmiş bir kent. 30 bin kareden oluşan bir Bolu arşivim var ve son 4 yılda çektiğim 10 bin kare daha ekledim bu arşive. Bolu, fotoğraf çekerken zamanı unuttuğum bir yer. Fotoğraf tutkunlarının burayı tercih etme sebebi de bu herhalde. Göynük ve Yedigöller, fotoğrafçılar için bir cennet. Özellikle, Mudurnu ve Göynük’te çok iyi korunmuş bir mimari yaşam var. Yöre halkının insancıl yaklaşımı da fotoğraf sanatçıları açısından önemli bir avantaj.
TARİH VE KÜLTÜR GEZİSİ
Usta Ara Güler’in foto muhabiri tanımlamak için kullandığı söz, bu mesleği yapanların doğasını anlatıyor: “Herkes bir yerden kaçarken ters yönde koşan adam varsa, O adam foto muhabiridir.” Suriye’de kaçırılan Milliyet foto muhabiri Bünyamin Aygün, bu sözün hakkını sonuna kadar veren ve mesleğinin heyecanını damarlarında hisseden bir dostum. Makinasını boynundan ayırmayan Aygün için fotoğraf hem, mesleği hem de hobisi.
SICAK BÖLGELERİ BİLEN İSİM
Ortadoğu’daki son gelişmeleri son yıllarda yakından takip eden Bünyamin Aygün, bölgede hareketliliğin başladığı ilk günden bu yana en sıcak noktalarda deklanşöre basıyor. Kendisi ile ben de 2003 yılında ABD’nin Irak’a yaptığı harekat öncesinde Güneydoğu’da görev yaparken tanışmıştım.
FOTOĞRAF KİTAPLARI VAR
Haber konusunda foto muhabiri içgüdüleri ve kaybetmediği heyecanla hareket eden Aygün, farklı fotoğraf projelerini de kitaplaştıran yaratıcı bir isim. Milliyet Gazetesi’nin usta foto muhabiri, “Işığa Tutunmak”, “Gümüşhane”, “Dört Mevsim Kağıthane” ve “Türkiye’nin Çatıları” isimli, fotoğraf kitapları var. Aygün’ün bir an evvel ailesine ve sevenlerine kavuşmasını diliyor ve geçtiğimiz yıl yayınlanan son kitabı “Türkiye’nin Çatıları”nın hikayesini aktarıyorum.
45 KENTİ FOTOĞRAFLADI
Bünyamin Aygün, “Türkiye’nin Çatıları” adını verdiği proje için Türkiye’de 45 kenti ve bağlı 68 ilçeyi fotoğrafladı. TFMD Foto Muhabiri Dergisi için aynı gazetedeki usta isim Garbis Özatay’la yaptığı röportajda Aygün kitabı ile ilgili şunları söylemişti:
İZİN GÜNLERİNİ FOTOĞRAFA ADADI
Ankara fotoğraflarıyla dikkat çeken Hüseyin Türk, doğup büyüdüğü başkentin arka sokaklarını avucunun içi gibi bilen bir isim. Geçmişte kişisel ve karma sergilerde de boy gösteren Türk, şimdi fotoğraflarını dijital platformlardan paylaşıyor. Türk, “Bir kağıt üzerine basılması düşüncesi bile güzel ama dijital çağın getirdiği olanaklarla mecra çok daha geniş şimdi” sözleriyle bu şekilde büyük kitlelere ulaşabildiğini söyledi. Kendisi için önemli olanın fotoğrafı çektiği anda hissettiklerinin başka insanlara aktarılması olduğunu aktaran Türk’le başkentin arka sokaklarını konuştuk.
FOTOĞRAFA KAFAYI TAKTIM
Mesleğim, grafik tasarım. Böyle olunca fotoğrafta mesleğimle ilişkisi olan bir alan. Fotoğraf, çocukluk hayalim, yapmayı çok istediğim bir işti. Yeni başladığım, yarı aktif dönemleri saymazsam aktif olarak 12 yıldır fotoğraf çekiyorum. Son 7 - 8 yılldır bu işe bir hayli kafayı taktığımı beden ve yürek yorduğumu söyleyebilirim.
YAŞADIĞIM ŞEHRİ FOTOĞRAFLIYORUM
Yaklaşık 3 yıldır yaşadığım şehre, Ankara’ya daha bir dikkat kesildim. Arka sokakları daha çok fotoğraflıyorum. Makinemi boynuma takınca “Arka sokakları fotoğraflayacağım” diye planlı bir çekim yapmıyorum. Genellikle haftasonları yani mesaimin olmadığı günlerde ve kendimi oralarda buluyorum. Zaten fotoğraflar, duygu yüklü fotoğraflar oradan çıkıyor.
İÇLERİNDEN BİRİ OLUYORUM
Kentin her noktasını fotoğraflamayı seviyorum. Ama ekseriyetle Ulus ve civarlarında oluyorum. Başkentin arka sokaklarında mümkün olabildiğince orada yaşayanların içlerinde olmaya özen gösteriyorum. Ben de yirmili yaşlarıma kadar kenar bir mahallede büyüdüm. İşçi bir bir babanın çocuğuyum ve zaten yaşadığım hayattan çok da farklı mekanlar ve zamanlar değil benim için.
VÜCUT DİLİ YETERLİ
Uğur Kavas, yok olan bu tesisin hikayesini 11 yıl boyunca araştırdı ve bir kitapta topladı. Destek bulamayınca kitabı yayınlayabilmek için, emekli ikramiyesinden ayırdığı parayı harcadı, kütüphanesindeki kitapları, koleksiyonundaki fotoğrafları sattı ve bankadan kredi çekti.
Ankaralı araştırmacı Uğur Kavas’ın “Atış Poligonu” isimli kitabı ay sonunda Sanat Kitapevi’nde satışa çıkıyor. Kitabın hayata geçişindeki öykü ise yürek burkuyor. Kavas, yıllar süren araştırmasını kitaplaştırdıktan sonra Başkent’teki bir çok belediye ve sivil toplum kuruluşunun kapısını çaldığını ancak destek bulamadığını söyledi ve kapıların yüzüne kapanmasından dert yandı.
ANKARA SEVDALISI BAŞKENTLİ
Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü (BYEGM) Foto Film Şubesi’nden 2007 yılında emekli olan Uğur Kavas’la bir dönem Türkiye Foto Muhabirleri Derneği yönetiminde de birlikte görev yaptım. Ankara sevdalısı Uğur Kavas, fotoğraf ve Ankara üzerine yaptığı araştırmalarla yayınladığı kitaplarla dikkat çeken bir isim. Kavas’la yeni çalışması “Atış poligonu” ve bu binanın öyküsünü konuştuk. İşte Uğur Kavas’ın ağzından Başkent’teki yok olan bir tesisin hikayesi:
BİR KARE FOTOĞRAFLA BAŞLADI
“BYEGM’de çalıştığım sıralarda fotoğraf arşivini düzenlerken elime bir fotoğraf geçti, Yaklaşık 11 yıl önceydi. Fotoğrafta bir inşaat görülüyordu. Neresi olduğunu merak ettim. Arkada 19 Mayıs Stadyumu yavaş yavaş yükselen üzerinde iskeleler olan bir yapıydı. Bende merak uyandıran öndeki bina ise Atış Poligonu’na aitti. Bu fotoğrafın üzerine araştırmalara başladım. Öncelikle devlet arşivlerinde, kütüphanelerde çalıştım, gazete koleksiyonlarını taradım. Bu araştırma serüveni müzayedelerde ve özel koleksiyonlarda bu yere ait fotoğrafların, belgelerin ve buradaki dökümanların izini sürerek devam etti.
YOL İÇİN YIKILDI
Ankara 19 Mayıs Stadyumu ve Hipodrom’la aynı yıl 1936’da açılışı yapılan Atış Poligonu, 20 yılı aşkın bir süre ile Ankaralılara atıcılığın öğretildiği ve atış talimlerinin yapıldığı bir mekandı. Bu poligonun çok güzel olan bahçesi de yıllarca Ankaralıların uğrak yeri oldu. 1957 yılı Yücel-Uybadin Planı çerçevesinde gerçekleştirilen yol genişletme çalışmaları sırasında bu güzelim yapı yok oldu. Tesis bugünki Paraşüt Kulesi’nin önünde yer alıyordu.