Türkiye’de foto muhabiri denince akla ne yazık ki; yalnızca bir iki isim geliyor. Oysa dünyanın dört bir yanında başarılı işlere imza atan ve yurt dışında Türkiye’den çok daha iyi tanınan pek çok foto muhabiri var. Bu usta isimlerden biri de 2004 yılında dünyanın en önemli basın ödüllerinden Pulitzer’i de kazanan ilk ve tek Türk, Reuters Foto Muhabiri Murad Sezer. Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nda (UMAG) bir süredir yapılan fotoğraf sohbetlerinin bu haftaki konuğu bu usta isim olacak. Murad Sezer, cuma günü Ankara’da UMAG’da fotoğrafseverlerle buluşacak.
Gazetecilikte 25 yılı geride bırakan Murad Sezer, meslek hayatının son 17 yılını Associated Press (AP) ve Reuters gibi dünyanın en saygın iki haber ajansında fotomuhabiri ve fotoğraf editörü olarak çalışarak geçirdi. Değerli dostum Murad Sezer’le Ankara’daki söyleşisi öncesinde konuştuk.
İşte anlattıkları:
SAVAŞI DA, OLİMPİYATI DA İZLEDİ
“Pulitzer’i bir savaş fotoğrafı ile aldım. Kosova, İsrail-Filistin, Afganistan ve Irak gibi çatışma ve savaş alanlarında bulundum. Ama kendimi bir savaş muhabiri olarak tanımlamıyorum. Ben bir ajans fotoğrafçısıyım. Yeri geldiğinde savaş, yeri geldiğinde politik bir toplantı, bir spor organizasyonu izliyorum. Mesela 3 yaz, 2 kış, 5 olimpiyat izledim. Ama Madonna Türkiye’ye gelirse onu izliyor, ertesi sabah bir gösteride fotoğraf çekip bir sonraki akşam da maça gidebiliyorum. Farklı ortamlarda çalışmak pratik ve tecrübe kazandırıyor, bakış açısını genişletiyor, daha geniş bir vizyonla bakmamı sağlıyor.
ULUSLARARASI AJANSTA ÇALIŞMANIN KEYFİ
Uluslararası bir ajansta çalışmanın avantajı rutinden uzak olmak. Bir gazetede veya Türkiye’deki bir ajansta çalışıyorsan illa ki rutini kurtarmak zorundasın, fakat bizim için bu geçerli değil. Bu özgür bir ortam ve daha yaratıcı işlere imza atma olanağı sunuyor. Türkiye’nin gündemindeki politik olaylar bile ilgimiz dışında kalabiliyor. Ama Paris’te yüzbinlerin yürüdüğü bir olayın yansıması, burada İstiklal’de 10 kişi yürüyorsa işin uluslararası ayağı bu örneğin. Bunu takip ediyoruz. Gündemimizi daha çok Türkiye’den dışarıya yansıyan önemli olaylar ve uluslararası olayların Türkiye’ye yansımaları belirliyor. Türkiye’de basın fotoğrafına bakış ile dünyada basın fotoğrafına bakış arasında tabii büyük bir fark var. Bunun temel nedeni de gazetelerde fotoğrafı ehil insanlar seçmiyor.
Basın fotoğrafçılığının temel unsurlarından biri olarak, fotoğrafın bilgi vermesi istenir. Ama, geçmişi foto muhabirliği olan, Türkiye’nin sosyal medya Instagram’daki fenomen ismi Mustafa Seven, yürüttüğü farklı bir projeyle bunun tam tersi bir düşünceyle karşımıza çıkmaya hazırlanıyor. Seven, geçtiğimiz haftalarda yine Instagram üzerinde açtığı projenin adını taşıyan yeni hesabı ‘Faces.Of.The.World’ ile duyurduğu çalışmasında dünyadan portreleri hiç bir bilgi içermeden sunuyor. Seven’in çarpıcı cümlesi, fotoğraf üzerinden hazırladığı barış projesinin gücünü ortaya koyuyor:
“Kültürel, inançsal, politik, toplumsal kimliklerimizden sıyrılıp salt insan olarak birbirimizin yüzüne bakarsak. Aramızda fark yok aslında.”
TÜRKİYE’Yİ TEMSİL EDİYOR
Katıldığı konferanslar, sergiler ve dahil olduğu projelerle fotoğraf alanında Türkiye’yi dünyada temsil eden Mustafa Seven, Türkiye’de de yaptığı ‘Come see Turkey’ gibi projelerle ülke tanıtımına katkı sağlıyor. Benim de Instagram’a girmemdeki isimlerden biri olan değerli dostum Mustafa Seven, yeni projesi ile farklılıklarımızı ortadan kaldırıyor. Mustafa Seven’le, sonucunda kitaplaştırmayı planladığı ama öncesinde sergilerle sunmayı düşündüğü ‘Dünyanın Yüzleri’ projesini ve yeni Instagram hesabı ‘Faces.Of.The.Earth’ü konuştuk. İşte anlattıkları:
DÜNYADA SAVAŞ VE GÖZYAŞI VAR
“Dünyada o kadar kötülük var ki. Her yerde savaş var, gözyaşı var, kan var. Bunu yapanlar insanlar. Ama dünyayı bu kötülük ve kan yumağından kurtaracak olan da yine insan. Bunu bizden başka kimse yapamaz. Kültürel, inançsal, politik, toplumsal kimliklerimizden sıyrılıp salt insan olarak birbirimizin yüzüne bakarsak. Bağ kurmamız o kadar kolay ki. İnsanların yüzlerine bakınca aramızda bir fark olmadığını görüyoruz. Fransa’da yaşanan son olay da bunu ortaya koymadı mı? Kötülüğü yapan kan akıtan da insan, karşı çıkan tepki gösteren de insan ve tepkiler kimliklerden uzaklaşıp tek vücut olunca gerçekten etkili oluyor. Tüm dünyada başarılması gereken asıl düşünce bu olmalı. Bu projenin tek ve en büyük amacı da bu. Bütün hikaye, bu sihirli cümlelerde ‘Hepimiz aynıyız’, ‘Hiç bir farkımız yok.’
KİM OLDUĞUNU ANLATMAYAN YÜZLER
‘Dünyanın insanları’ projesindeki en önemli noktalardan biri de fotoğrafların altında kimlikleri tanımlayacak hiç bir bilginin olmaması. Hiç birisi hakkında çekildiği yer dışında bilgi vermeyecek, kim olduğunu anlatmaya çalışmayacak. Gana’dan Çin’e, ABD’den Güney Afrika’ya, Rusya’dan Filipinler’e, Orta Avrupa’nın hemen hemen tamamından Avusturalya’dan, Ortadoğu’nun bir çok ülkesinden Uzak Asya’ya portreler var şimdi elimde. Daha da genişleyecek ve fotoğraflarda yalnızca portrelerle, yüzler insanların bağ kurmasını kolaylaştıracak.,
Foto muhabirleri tüm dünyada tarihin tanıkları olarak anılır. Bunun sebebi yalnızca fotoğraf çekerken tanık oldukları tarihi anlar değildir. Gazetede yayınlanan bir kare fotoğrafın kanıt olmasındandır aslında. Dilediğiniz kadar yazarak ya da sözle anlatmaya çalışın, bir kare fotoğrafın ortaya koyduğu gerçeklik kadar inandırıcı olamazsınız. Oysa bu tarihe tanık karelerin pek çoğunun ömrü gazete sayfalarının hayatı ile yani bir günle ya da internet portalında kaldığı bir kaç saatle sınırlı.
Türkiye Foto Muhabirleri Derneği’nin düzenlediği Yılın Basın Fotoğrafları Yarışması’nın 2015 yılı başvuruları geçtiğimiz günlerde başladı. Bu yıl 30. kez düzenlenen bu yarışmanın belki de en büyük önemi gazetelerde bir gün ömür biçilen pek çoğu fotoğraflara yeni hayatlar vermesi.
İlki 1985 yılında düzenlenen yarışma aralıksız olarak sürdürülüyor. Basın fotoğraflarının değerlendirildiği Türkiye’deki bu tek yarışmada ödül alan kareler, yıl içinde sergilerle ülkeyi dolaştığı gibi yarışmaya katılan fotoğraflardan oluşan bir seçki de 1988 yılından bu yana her yıl bir katalogda toplanıp yayınlanıyor. Yarışmada ödül alan kareler bir ülkenin, bir ülkede basın fotoğrafçılarının çektiği fotoğrafların hafızasını oluşturuyor.
HAFIZALARA KAZINAN KARELER
Van Depremi’nde yaşanan acıyı Yunus’un son bakışlarında anlatan Reuters foto muhabiri Ümit Bektaş’ın karesi bu yarışma sayesinde tarih sayfalarına taşındı. Türkiye’nin en büyük ekonomik krizlerinden biri Habertürk foto muhabiri Arif Akdoğan’ın Başbakanlık önünde çektiği fotoğrafta yakaladığı atılan yazar-kasayla hafızalara kazındı. Milliyet foto muhabiri Bünyamin Aygün’ün daha Suriye’de olaylar bu kadar büyümeden çektiği fotoğraf bu yarışmadan aldığı ödülle birlikte savaşın masum olmayan yüzü ile tüm dünya medyasına taşındı. Geçtiğimiz yıl ödül alan Reuters foto muhabiri Osman Örsal’ın çektiği kırmızılı kadın yıllar sonrada bu yarışmanın kataloğunda yıllar sonra bile bir ülkenin yaşadığı en sancılı olayların simgesi olarak gösterilecek. Bunlar gibi pek çok kare Yılın Basın Fotoğrafları Yarışması sayesinde 30 yıldır, Türkiye Foto Muhabirleri Derneği’nin sergileri, basılı eserleri ve organizasyonlarıyla bir kaç günlük ömürlerinden sıyrılıp geleceğe taşınıyor.
YILIN BASIN FOTOĞRAFLARI
1984 yılında kurulan Türkiye Foto Muhabirleri Derneği, 1985 yılından bu yana Yılın Basın Fotoğrafları Yarışması’nı düzenliyor. Bugün Yılın Basın Fotoğrafları Yarışması’nın tüm patent ve isim haklarının da sahibi olan derneğin 30 yıldır aralıksız olarak sürdürdüğü organizasyona her yıl yüzlerce gazeteci, binlerce fotoğrafla katılıyor. Geçtiğimiz yıl 19 fotoğraf ile 4 fotoğraf serisinin ödül aldığı yarışmaya 4 bin 5 yüzün üzerinde kare katıldı. 1988 yılından bu yana aralıksız olarak yayınlanan Yılın Basın Fotoğrafları Kataloğu’nda ise her yıl seçilen 300 kare fotoğraf basılıyor. Fotoğraf alanında medyanın en önemli organizasyonu olan bu yarışma için başvurular 30 Ocak’ta son buluyor. Yarışmanın başvuruları ise internet üzerinden derneğin web sitesi
Sazlıkların her yıl aynı dönemde yakılmasının dikkat çekici olduğunu belirten Ornito Foto Kuş ve Yaban Hayat Fotoğrafçıları Derneği Başkanı Mehmet Gürbüz, sazlıklarla birlikte başta nesli tükenmekte olan kuşlar olmak üzere pek çok türün üreme alanının, dolayısıyla gölün geleceğinin yok olduğunu söyledi.
İSYAN EDİYORUZ
Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nda geçtiğimiz günlerde katıldığı bir söyleşinin ardından fotoğrafçı dostlarımdan Ornito Foto Derneği’nin kurucusu Mehmet Gürbüz’le uzun süren sohbetimizde Mogan Gölü’nde çıkan yangınlardan bahsetti. Aralık ayı sonunda yangınların başladığını Şubat’ta ise arkası arkasına sazlıkların yakıldığını iddia eden Gürbüz, “İsyan ediyorum. Doğa fotoğrafçıları isyan ediyor. Doğa severler isyan ediyor” diyerek tepkisini dile getirdi.
40 KUŞ TÜRÜ BURADA YUMURTLUYOR
Dünyada Mogan Gölü gibi şehre bu kadar yakın bir kuş cennetinin çok az görüldüğünü ancak Mogan’ın korunamadığını belirten Gürbüz’ün sözleri isyanındaki haklılığın altını çiziyor. İşte anlattıkları:
“Mogan, Ankara’da artık şehrin neredeyse merkezinde. Ama bu gölde her yıl Türkiye’den geçen 450 kuş türünden 240’ı tespit edilmiş durumda. 40 farklı kuş türü burada yumurtluyor. Bu inanılmaz bir rakam ki aralarında Dikkuyruk gibi nesli tükenmekte olan bir ördek var mesela. Yalnızca bunlarda değil onlarca kara ve su canlısının da bu göl yaşam alanı. Yakılan sazlıklarla bu hayvanlar, buradaki canlılar katlediliyor. Üstelik yanan sazlıklar bir çok hayvanın yumurtalarını da bıraktığı üreme alanı. Yakılan sazlıklarla yumurtaları, yumurtalma alanları, yavruları yani arasında nesli tükenmekte olan hayvanlarında bulunduğu canlıların gelecekleri yanıyor.
ARALIK’TAN ŞUBAT’A SAZLIK YAKILIYOR
Üstelik Mogan’ın sazlıklarında her yıl aynı dönemlerde seri yangınlar yaşanıyor. Yangın tarihlerini tespit ettik. Hattabenim dışımda Kamil Öge ve Melih Özbek gibi usta fotoğrafçılar defalarca bu yangınları fotoğrafladılar. Aralık ayı sonunda sazlıklar iyice kuruduktan sonra yangınlar başlıyor. Şubat’a kadar yangınlar bir kaç kez tekrarlanıyor. Şubat ayında ise ardarda defalarca buradaki sazlıklarda yangınlar çıkıyor. Bu dönem baharın başlangıcı yani sazlıkların tekrar yeşermeye başlamasının hemen öncesine denk geliyor. Bu kadar tesadüf olabilir mi? Bu sazlıklar bilerek yakılıyor. Turistik tesislerin manzarasını bozduğu veya kentsel dönüşüm projeleri için alan açılması gibi sebeplerle yakıldığını düşünüyoruz.
Mesleğin bu anlamda en etkili alanı ise hiç kuşkusuz. foto muhabirliğidir. Bir kare fotoğraf çok şey anlatabildiği gibi kamuoyunu da yönlendirebilir. Çeşme’de görev yapan foto muhabiri dostum Denizhan Güzel de fotoğrafları ve yaptığı haberlerle Yunanistan ve Türkiye arasında köprü kurmayı başarmış, iki ülke arasında elçi olmuş bir isim. Güzel, bu alandaki çabalarıyla geçtiğimiz yıl Sakız Adası’nda ‘onur madalyası’ ile ödüllendirildi.
Sıcak dostluğu benim için çok farklı bir yeri olan meslektaşım Denizhan Güzel’le Yunanistan’ın Sakız Adası Ticaret Odası ve Sakız Adası Turistik Otelciler Birliği tarafından kendisine verilen ‘onur madalyası’nı ve mesleği konuştuk. Çeşme’ye yerleştikten sonra Sakız Adası’nda bulunan bir çok kamu kurumu ve sivil toplum örgütü ile adadaki halkla ilişkilerinin zaman içerisinde ilerlediğini belirten Denizhan Güzel, iki halk arasındaki dostluk, barış ve kardeşlik duygularını geliştirmeye katkı sağlamaktan mutlu olduğunu bu sayede iki bölgenin de ekonomik açıdan da kalkınacağını söyledi.
İşte Denizhan Güzel’in anlattıkları:
İZMİR’DE ŞEFİMİZ MUSTAFA BALBAY’DI
“1986 yılında Milliyet Gazetesi’nde mesleğe başladım. Ustalarla çalışmam benim için büyük bir şanstı. İzmir’de şefimiz Mustafa Balbay’dı. Meslekte foto muhabiri olarak ilerlememin en büyük sebebi Türkiye’nin efsane foto muhabiri Hüseyin Kırcalı ile çalışmak oldu. Hüseyin Kırcalı sayesinde fotoğrafı sevdim. İzmir’e ne zaman gelse beni yanına alırdı, bana çok şey öğretti. Sonrasında İzmir’de farklı gazetelerde çalıştım yıllarca. 2010 yılında da Anadolu Ajansı’nda Çeşme Bürosu’nu kurdum ve çalışmaya başladım. Farklı bir macera böyle başladı, o yıl Çeşme’ye taşındım.
İNSANLARLA İLİŞKİLERİMİ GELİŞTİRDİM
Çeşme’ye geldikten sonra gazeteci olmam sebebi ile zaman içerisinde insanlarla ilişkilerimi geliştirmeye, hem Çeşme’den hem de Sakız Adası’ndan haberler yapmaya başladım. Gazetelerde ve internet sitelerinde çıkan haberler insanların ilgisini çekmeye başladı ve Çeşme’ye gelenler mesafenin kısa olması nedeniyle de Sakız Adası’na daha sık gitmeye başladı. Adaya tur düzenleyen şirketler Çeşme ve Sakız’da ortak organizasyonlar gerçekleştirmeye başladı. Şu anda Sakız Adası, özellikle Ege bölgesinde yaşayan Türklerin en fazla ziyaret ettiği destinasyonlardan birisi konumunda.
İLK KEZ BİR TÜRK MADALYA TAKTI
Geçtiğimiz günlerde Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde savaş ve çatışma bölgelerinde foto muhabirliği ve gazetecilik üzerine bir söyleşiye katıldım. Genç öğrencilerin pek çoğu bu alanda çalışmak istiyor, hatta bıraksanız yarın Suriye’ye, Irak’a, Somali’ye gidip gazetecilik yapmaya hevesleniyor. Oysa bu alanda çalışmak bir birikim, tecrübe gerektiriyor. Hatta oraya giden yol önce kent gazeteciliğinden, kendini geliştirmekten, ispatlamaktan geçiyor.
Bu söyleşinin bir gün sonrasında Türkiye’de foto muhabirliği üzerine kendini en iyi geliştiren isimlerden dostum Tolga Adanalı ile Antalya’da buluştuk. Adanalı, “Ben fotoğraf çekiyorum, editörlük yapıyorum. Profesyonelim diyebilmek için hangi işi yaparsanız yapın, yaptığınız işi iyi bilmenin şart olduğuna inanıyorum” diyerek kendini geliştirme çabasının amacını aktardı. Yakında tanıtımları başlayacak olan Depo Photos fotoğraf ajansının kurucuları arasında yer alan Tolga Adanalı, fotoğraf eğitimini New York’ta School of Visual Arts’da master yaparak tamamlayan usta bir isim. Tolga Adanalı ile sohbetimiz genç foto muhabirlerine ve fotoğraf tutkunlarına bir yol haritası oldu. O sohbetten satır başları:
ABD’DE MASTER YAPTI
“Gazeteciliğe henüz üniversite sıralarında otururken başladım. 1996 yılıydı Yeni Asır’a adım attığımda. Sonrasında foto muhabiri olarak bir yol çizdim kendime. Bu alanda da hep bir adım ileriye gittiysem bunun en önemli sebebi sürekli mesleki olarak yenilenme çabamdır. Meslek hayatımda hiç bir zaman ‘Tamam işi buldum. Burada ne isteniyorsa onu yaparım’ demedim. Hep mesleki birikimimin üzerine birşeyler koydum. Dünyaca önemli pek çok gelişmeyi olayı izleyen bir foto muhabiri olmama su altında fotoğraf çekmeyi öğrendim. Sonrasında Türkiye kıyılarını görüntüledim. Aynı kıyıları paraşütle de görüntüledim. Pek çok meslektaşım için zirve denebilecek bir noktadayken fotoğraf eğitimimi sürdürmek istedim ve master yapmak için ABD’ye gittim.
Orada da boş durmadım ama. Örneğin NBA’de fotoğraf çeken ilk Türk foto muhabiri benim. 2009 yılında NBA’ye akrtedite oldum ve Amerika’da bulunduğum dönemde 100'ün üzerinde NBA karşılaşmasında fotoğraf çektim.
MİKROKOPTER EĞİTİMİ
Burada bulunduğum dönemde hava fotoğrafları çekebilmek için mikrokopter eğitimi aldım. Bugün Türkiye’de bu alanda proje geliştirebilen az sayıdaki fotoğrafçıdan biriyim. Şimdi birçok insanın gözünde iyi bir foto muhabiriyim belki ama bu bir birikimin ürünü. Yetenekli olabilirsiniz, iyi fotoğraflar çekebilir, bu alanda şanslı da olabilirsiniz. Ama açıkçası gerçekten iyi bir foto muhabiri tanımını hak etmek yalnızca eğitimle de olmuyor, bunun yanısıra zaman ve tecrübe gerektiriyor. Şimdi bir jet pilotu nasıl uçuş saatiyle değerlendiriliyorsa foto muhabiri için de bu böyledir. Irak’tan Afganistan’a, Libya’dan Haiti’ye, Gölcük’ten Van’a pek çok savaş, çatışma ve deprem, sel gibi doğal afet ortamında görev yaptım. Pekin Olimpiyatları, Üniversite Oyunları, Şampiyonlar Ligi gibi uluslararası oyunları da kapsayan çok sayıda spor aktivitesini takip ettim. G20, G8, Nato, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu gibi 50'nin üzerinde politika ve ekonomi ağırlıklı uluslararası zirvede foto muhabiri olarak çalıştım. Dolayısıyla ben fotoğraf çekerken bu birikimle bu tecrübeyle deklanşöre basıyorum. Ama kendimi geliştirme serüveni maalesef bitmedi ve bitmeyecek. Benim için yarın olduğu sürece yeni şeyler için fırsat vardır.”
TOLGA ADANALI KİMDİR?
Foto muhabiri Şükrü Akın, “Usta” tanımını bu anlamda fazlasıyla hek eden isimlerin başında geliyor. Tanık olduğu yüzlerce tarihi olayın, takip ettiği onlarca siyasi liderin, fotoğrafladığı şöhret isimlerin yanı sıra Şükrü Akın, yetiştirdiği, elinden tuttuğu Onlarca foto muhabiri ile gerçek bir usta.
PAYLAŞMAK HAYAT FELSEFESİ
“Paylaşmak, benim hayatımda kendime yaşam felsefesi olarak seçtiğim bir söz” diyen Şükrü Akın, kısa insan ömründe güzelliklerle anılmanın bu sayede gerçekleştiğine inandığını belirtti. Akın, bugüne kadar tecrübesini de genç yeteneklerle paylaşmaya, onların elini tutmaya, onlara yol gösterip fırsatlar yaratarak önlerini açmaya çalıştığını, bunda da başarılı olduğunu çok defa gördüğünü söyledi. Başta yaşadığı kent İzmir olmak üzere Ankara, İstanbul ve Türkiye’nin bir çok kentinde emek verdiği gazetecilerin görev yaptığını dile getiren Usta foto muhabiri, “Meslekte pek çok başarılı işe imza attım ama benim en büyük başarım sanırım bu çocuklar” diye konuştu.
FOTOĞRAFLARI DÜNYADA YAYINLANDI
Benim için de bir usta olan Şükrü Akın’ın anlattıklarını keyifle dinlediğim gibi büyük bir keyifle aktarıyorum:
“1983 yılında gazetecilik mesleğine Anadolu Ajansı’nda adım attım. pek çok başarılı işe imza attık. Dünya medyasında tartışılan işlerden bahsediyorum. Yunanistan’ın uyarı ve tehditlerine rağmen Piri Reis Araştırma Gemisi Ege’ye açıldığında o gemide ben de vardım. Fransa eski Cumhurbaşkanı Fransuva Mitterand ölümünden bir hafta önce Antalya’daydı, yalnızca Coşkun Aral ve ben vardım. ABD Başkanı Bill Clinton eşi Hillary ve kızı Chelsea ile Efes’i gezerken takip eden gazetecilerden biri de bendim ki burada çektiğim pek çok kare Güney Kore’den ABD’ye gazetelerde yayınlandı. Bunlar, pek çok insanın ya da gazetecinin içinde bulunmayı isteyeceği anlardan yanızca birkaçı. Bu, gazeteciliğin getirdiği keyifli bir ayrıcalık.
KOLAY YETİŞMİYOR KOLAY KAYBEDİLİYOR
Foto muhabirliği ve gazetecilik geçmişte bugünkü teknolojik imkanlardan oldukça uzaktı. Kendi banyomuzu hazırlar, filmimizi yıkar, fotoğrafımızı seçer, karta basar telefoto ile uzun ve zahmetli bir süreçle gönderirdik merkeze. Şimdi teknoloji ve iletişimle gelişti meslek de. Bugün pek çok foto muhabiri çok daha başarlı işlere imza atıyor. Yetiştirdiğim onlarca genç var, belki yüzlercesine de emeğim geçmiştir. Takip ediyorum onları ve yeni genç yetenekleri de. Ama üzülüyorum bir taraftan. Bu çocukların yaptığı işler dünya standartlarının bile üzerinde çoğu zaman. Ama foto muhabirliği Türkiye’de her geçen gün geri gidiyor. Gazetelerin foto muhabiri kadroları her geçen gün azalıyor. Fotoğrafa verdikleri önem her geçen gün geriye gidiyor. Ama dünyaya bakıyorsunuz tam tersi. Foto muhabirleri en azından çalıştıkları kurumlarda el üstünde tutuluyor. Bunun çok basit bir mantığı var. Fotoğraf bir yayının imzasıdır. Farklılığı orada yaratırsınız. Ve bu imzayı atacak foto muhabiri çok kolay yetişmiyor ama maalesef Türkiye’de çok kolay kaybediliyor.
Fotoğrafçılar Mehmet Arslan Güven, Uğur Kavas, Yaşar Tıpırdamaz ve Osman Merttopçuoğlu’nun karelerinden oluşan 90 fotoğraflık sergi 20 Aralık’a kadar Cermodern’de gezilebilecek.
Seçimlerini Mehmet Arslan Güven’in yaptığı sergide Uğur Kavas’ın başlıklı adlı 30 kızıl ötesi fotoğrafı, Yaşar Tıpırdamaz’ın “Peyzajlar” başlıklı 10 panoramik doğa fotoğrafı, Osman Merttopçuoğlu’nun “Yemen’den” başlıklı 30 özgün fotoğrafı, Güven’in “Aphotic-Işıksızlar” başlıklı 20 manüplasyon çalışması yeralıyor.
HİÇ BİR AKIMA BAĞLI OLMAYAN ESERLER
“Ankara’da; fotoğraf, fotoğrafçılar” başlıklı serginin ilkini Adnan Veli Kuvanlık, Adnan Polat, Ufuk Özkan ve Çerkes Karadağ ile birlikte 2004 yılında Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde düzenlediklerini belirten serginin küratörü Mehmet Güven, “Uzun bir aranın ardından tekrarlanan bu sergideki fotoğraflarda hiçbir akıma, stile, renge, motife, objeye, nesneye karşı ön yargılı olamadan, bağlı kalmadan çalışan fotoğrafçıların emeklerini göreceksiniz” dedi.
IŞIKSIZLAR
“Aphotic” – “Işıksızlar” başlığı altında sergilenen fotoğraflar, Mehmet Arslan Güven’in ilk siyah beyaz sunumu. Renkleri fotoğraf işleme yöntemleriyle yok ettiği fotoğraflar için Güven, “Göndermelere yol açmayan. Bütünleşmeye ve düşünmeye çağırmayan. Oluşturmayı tetiklemeyen. Ön bilgilendirmeye gerek duymayan. Kimilerine göre fotoğrafın özüne aykırı kareler” diye konuştu.
BİR BAŞKA ANKARA
Ankara’ya tutkun fotoğrafçılardan Uğur Kavas’ın “Görünmeyen ışıkta Ankara” başlıklı çalışmasında ise başkentin kızılötesi ışıkla çekilen kareleri yer alıyor. Kavas, gün ışığı yerine farklı bir teknikle çekilen kareler için bilimsel deneylerde ve havacılıkta kullanılan kızılötesi ışığı seçtiğini söyledi. Bu özel fotoğrafları başkentin bu alandaki usta ismi Ali Değer’in geliştirdiği fotoğraf makinesi sayesinde çektiğini belirten Kavas, “Ali Değer, bir digital bir fotoğraf makinesinde yaptığı geliştirmelerlerle kızılötesi ışığı yakalayan yeni bir fotoğraf makinesi ortaya çıkardı. Bu sayede, elektromanyetik spektrumda çıplak gözle görünmeyen ışıkları (dalgaboyu 700/1350 nm) görünür kıldık. Onlarca Ankara fotoğrafı arasından seçilmiş karelerle başkente içsel yaklaşım gerçekleştirdik” dedi.