Rıza Özel

Başkent’in “Gecekondu”ları

28 Temmuz 2015
Başkent’in en büyük sorunlarından biri çarpık yapılaşma.

Zaman zaman tartışmalı kentsel dönüşüm projeleri ile gündeme gelen Ankara’nın merkezinde kalan gecekondular ve burada süren zorlu yaşam mücadelelerini genç meslektaşım Barış Kaykusuz, 5 yıldır adım adım fotoğraflıyor. Fotoğraflarına kişisel bir proje olarak başladığını belirten Kaykusuz, “Kendileri de ‘gecekondu’ tanımını kullanıyorlar. Kimilerine göre şehrin kanayan yarası, kimilerine göre küçük şirin evleri. Bu iki uç beni fotoğraflamaya itti” sözleriyle çalışmasını anlattı.

BURADA YAŞANAN SIKINTI KENTE YAYILIYOR

Gazi Üniversitesi’nin fotoğraf alanındaki popüler öğrencilerinden biri olarak eğitimini sürdürdüğü yıllarda tanıdığım Barış Kaykusuz, okul döneminde mesleğe ilgisi ile dikkatimi çekmişti. Sonraki yıllarda da genç bir meslektaşım olarak zaman zaman yanyana deklanşöre bastığım Kaykusuz, şimdilerde Ankara Büyükşehir Belediyesi Basın Merkezi’nde foto muhabiri olarak görev yapıyor. İşinden arta kalan zamanlarında, Ankara’nın varoşlarını fotoğraflayan Kaykusuz’la Başkent’in ‘Gecekondu’larını konuştuk:
“8 yıldır Ankara’da yaşıyorum ve 5 yıldır gecekondu yaşamını fotoğraflamaya çalışıyorum. Yıllar içinde şehirlerin hızla büyümesiyle çağın çok gerisinde kalan bu gecekondular kimilerine göre şehrin kanayan yarası, kimilerine göre küçük şirin evleri olarak yeni şehir yapısı içinde boğuldular. Kentsel dönüşüm projeleriyle yeniden inşasına başlanılan bu alanlarda yaşanan sıkıntılar ister istemez bütün şehre yayılıyor.

RANT PİYASASININ KISKACI ALTINDALAR

İnşaat sektörünün hızla ilerlediği bu dönemde şehrin içinde kalan bu gecekondular rant piyasasının kıskacı altında. Özellikle Çankaya, Mamak ve Altındağ’da sıkça görülen gecekondularda binlerce insan hala zor bir hayat yaşanmaya devam ediyor. Birileri yıkım kararı olan evleri bile başkalarına kiralarken, kimi boş evler de madde bağımlılarının yuvası haline gelmiş durumda. Aslında buralarda yaşayanların pek çoğu da mağdur. Burada yaşanan mağduriyetlere, sıkıntılara fotoğraflar sayesinde az da olsa çare olabilmek benim için büyük mutluluk.

YIKIM İÇİN BOŞALTILAN EVLERE SURİYELİLER YERLEŞTİ

Yazının Devamını Oku

#enguzelankara

16 Temmuz 2015
Instagram’daki #enguzelankara ve #hurriyetankara etiketli fotoğraflar arasında bu haftanın seçkisini ‘Ankara’da yaz’ kareleri arasından derledik.

Başkent’te yaz sıcağının etkilerini, bu etiketleri kullanan @ibrahimgumusisik, @dilekgulsen ve @osmancangurdogan’ın fotoğraflarına yansımış.
KİMİNDE KİTAP KİMİNDE GİTARHaftasonu güneş yüzünü azıcık gösterse başkent sakinleri Seğmenler Parkı’nda alır soluğu. Kimini elinde kitabı, kimini omuzunda gitarıyla Ankara’da yaşayan binlerce kişiyi ağırlar Seğmenler Parkı. Önümüzdeki hafta ‘Seğmenler Parkı’ndan kareler arasında #enguzelankara ve #hurriyetankara etiketli fotoğraflardan bir seçki yayınlayacağız.
Seğmenler’deki en güzel kare benim diyorsanız, Instagram’a fotoğraflarınızı bu etiketlerle yollamayı unutmayın. Fotoğrafların üzerinde tarih, isim ya da başka bir yazı bulunmaması gerekiyor. Gönderdiğiniz fotoğrafların telif hakları yine size ait olup, Hürriyet Ankara’da okur fotoğrafları projesi dışında bir amaçla kullanılmayacaktır.

İşte Rıza Özel’in seçimleriyle Instagram’dan #enguzelankara

İBRAHİMGÜMÜSISIK

TERİNİ SİLİYOR

‘Ankara’da yaz’ı anlatan en özel kare, @ibrahimgumusisik kullanıcı adıyla Instagram’da fotoğraflarını paylaşan İbrahim Gümüşışık’ın imzasını taşıyor. Başkentin simgesi Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ebedi istirahatgahında saygı nöbeti tutan askerin terini bir ziyaretçi mendili ile siliyor.

DİLEKGULSEN

Yazının Devamını Oku

#enguzelankara

7 Temmuz 2015
Geçtiğimiz hafta başladığımız Instagram’daki #enguzelankara ve #hurriyetankara etiketli fotoğrafların yayınını Ankara’nın simgeleriyle sürdürüyoruz.

Bu etiketleri kullanan @senemini, @ercomertmetehan ve @umutkarayel’in Ankara’nın bilinen noktalarını farklı açıdan yansıttıkları fotoğrafları Hürriyet sayfalarında yer buluyor.

ANKARA’DA YAZ

Haftalarca süren yağmurlar ve koyu gökyüzü başkent sakinlerini yaza hasret bıraktı. Güneş yeni yeni kendisini göstermeye başladı. Gelecek hafta #enguzelankara ve #hurriyetankara etiketli fotoğraflar arasından “Ankara’da yaz” konulu karelerden bir seçki yayınlayacağız. “Ankara’da yaz”ı en iyi ben görüntülerim diyenler Instagram’da yükleyecekleri karelerine bu etiketleri de eklemeyi unutmasın diyoruz.
Fotoğrafların üzerinde tarih, isim ya da başka bir yazı bulunmaması gerekiyor. Gönderdiğiniz fotoğrafların telif hakları yine size ait olup, Hürriyet Ankara’da okur fotoğrafları projesi dışında bir amaçla kullanılmayacaktır.

İşte sizlerden gelen Instagram’daki #enguzelankara karelerinden bazıları:

KALEDEN KOCATEPE


Yazının Devamını Oku

Yüzler farklı acılar aynı

30 Haziran 2015
Başta Ankara olmak üzere Diyarbakır, Urfa, Antep ve Kilis’te yaşayan Suriyelileri fotoğraflayan Ünal Çam, “İnsanlar yanlarından geçip gidiyor. Ama bilmedikleri, Ankara’da küçük bir Suriye var. Kapı ve penceresi olmayan evlerde ve derme çatma çadırlarda yaşamaya çalışıyorlar” dedi.

Hemen yanı başımızdaki Suriye’de yaşananlar, her geçen gün daha da kötüye giyiyor. Bu acı tablo, bu kötü gidiş Türkiye’deki Suriyeli mülteci sayısınında günden güne artmasına sebep oluyor. Tüm Türkiye’nin görmeye alıştığı Suriyeli sığınmacılar, Ankara’da da hayat mücadelesi veriyor. 2013 yılından bu yana başta Ankara olmak üzere Diyarbakır, Urfa, Antep, Kilis’te yaşayan Suriyelileri fotoğraflayan Milliyet Gazetesi’nden Ünal Çam, “Başkentin kavşaklarında, camilerinde, sokaklarındalar. İnsanlar yanlarından geçip gidiyor. Ama bilmedikleri, Ankara’da küçük bir Suriye var. Kapı ve penceresi olmayan evlerde ve derme çatma çadırlarda yaşamaya çalışıyorlar” dedi.

FARKLI YÜZLER ORTAK ACILAR

Tanıştığı her Suriyeli’de aynı ortak acılara tanık olduğunu aktaran Milliyet’in genç yüzlerinden Ünal Çam, sık sık fotoğraflarını çektiği komşudan gelen mültecilerle yaşadıklarını anlattı:
“Suriyeli mültecilerin hayatlarını, yaşadıkları yerleri fotoğraflamaya başlamam ‘evlerini, ülkelerini terk etmek zorunda kalan bu insanlar dilini bilmedikleri bir ülkede nasıl yaşar’ sorusu üzerine başladı. Görev için gittiğim bir çok kentte de yine elimden geldiği kadar Suriyeli mültecileri görüntülemeye çalıştım. Bölgede yaşayan ve Suriyelilere yardım eden sivil toplum kuruluşlarınında bu fotoğraf serüveninde oldukça yardımı oldu. Çünkü aramızda ciddi bir dil problemi vardı. Evlerine, derme çatma barakalarına gittim. Çoğu zaman gördüğüm manzara içler acısıydı. Çoğu evde ne yatılacak bir yatak, ne ısınacakları bir soba vardı. Çocuklar yaşadıkları zor hayatı algılayamıyorlar. Çocuk olmanın verdiği rahatlıkla buldukları bir tahta parçası ya da kırık bir bisikletle oyunlar oynarken anne ve babalarının gözlerinde gelecekten duydukları umutsuzları okumamak imkansız. Bir ailenin evine ya da ev diye adlandırdıkları çadırlarına misafir olduğumda birbirimize olan yabancılığımız kısa sürede sona eriyor.

ANKARA’DA KÜÇÜK BİR SURİYE VAR

Beni en çok şaşırtansa Ankara’daki Suriyelilerin durumu oldu. Sokaklarda sıklıkla gördüğümüz bu insanların nereye nasıl şartlarda yaşadığını öğrenmeye çalıştım. Altındağ, Çankaya, Mamak başta olmak üzere hemen hemen Ankara’nın tamamına yayılan Suriyelilerin fotoğraflarını çekmek için Ulus’un en eski mahallelerinden tarihi Hacıbayrım-ı Veli Camii’nin arkasında bulunan Hacıbayram Mahallesi’ne gittim. Başkentin göbeğinde resmen küçük bir Suriye inşa edilmiş durumda. Ve burada ki durum, gördüklerimin en kötüsü. Kapı ve penceresi olmayan evlerde ve derme çatma çadırlarda yaşamaya çalışıyorlar. Kışın yaptığım çekimlerde çoğu evde soba yoktu, olanlar ise yakacak odun bumadıkları için çöplerden topladıkları kağıtları, yıkılan gecekondu enkazından çıkardıkları tahtaları kullanıyordu. Bazen bir bakış ile ne kadar çaresiz ve zor durumda olduklarını anlatıyorlardı. 18 yaşında eşi ile Türkiye’ye gelen Ali Muhammed’in şimdi bir oğlu var. 4 aylık bu bebeğin adı Ali Ali. Kartonlarla ısıtılmaya çalışılan naylon ve battaniyelerden örülü çadırda iki direk arasına gerilen iplerden yapılmış beşiğinde yatan Ali’nin babası geleceklerinden umutlu olmadığını bakışları ile anlatıyor. Muhammed Ali ve ailesinin fotoğrafları yayınlandıktan sonra belediye ekipleri onları yaşadıkları sağlıksız ortamdan çıkarıp AFAD’ın kurduğu çadır kentlere yerleştirildi. Muhammed Ali ve ailesinin fotoğrafına her baktığımda şuanda ne yaptıklarını,durumlarının nasıl olduğunu merak ediyorum.”

ÜNAL ÇAM

8 Temmuz 1989’da İzmir’in Ödemiş ilçesinde doğan Ünal Çam, Konya Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nde eğitimine devam ettiği yıllarda staj için geldiği Milliyet Gazetesi’nde muhabir olarak çalışmaya devam ediyor. Lise yıllarında başlayan fotoğraf ilgisinin üniversite tercihlerinde etkili olduğunu söyleyen Çam, “Fotoğraf haberin tamamlayıcısı, çoğu zaman tek anlatıcısı. Gördüğüm, yaşadığım acıları mutlulukları fotoğraflamayı seviyorum. Elimden geldiği kadar iyi bir arşiv tutmaya özen gösteriyorum. Fotoğraflarımı gazetenin dışında daha çok insana ulaştırmak için Facebook, Twitter ve İnstagram gibi sosyal medya ağlarında da güncel olarak paylaşmaya gayret ediyorum” dedi.

Yazının Devamını Oku

Fotoğrafçısı Demirel’i anlattı

24 Haziran 2015
Geçtiğimiz hafta vefat eden 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in uzun süre en yakınındaki isimler arasında yer alan fotoğrafçısı Mustafa Öztartan, ‘Baba’ ile ilgili anılarını anlattı.

Meslek hayatının 29 yılında 5 başbakan ve 4 cumhurbaşkanı ile görev yapan Öztartan, Demirel’i anlatırken duygulu anlar yaşadı.

ÇUKURLU’NUN MAKAM ARACI GELDİ

Mesleğe başladığım ilk yıllardan itibaren yakından tanıdığım ve bu mesleğin gizli kahramanları arasında üst sıralarda sayabileceğim az sayıda ustadan biri Mustafa Öztartan. Onunla Cumhurbaşkanı Demirel hakkında uzun ve keyifli bir sohbet ettik. Süleyman Demirel’le başbakanlığı döneminde 2 yıl çalıştığını, cumhurbaşkanı olduktan sonra Çankaya Köşkü’ne geçtiğini söyleyen Öztartan, “Bir gün Koruma Müdürü Şükrü Çukurlu’nun makam aracı geldi ve beni Çankaya Köşkü’ne götürdü. Çukurlu, ‘İşin, efendiliğin ve kişiliğinle buradasın’ diyerek bana Köşk’te çalışmayı teklif etti. Elbette ben de şerefle kabul ettim. 1994 yılı 5 Ekim’inden bu yana da Cumhurbaşkanlığı’nda çalışıyorum” sözleriyle devletin zirvesinde deklanşöre basmaya başlamasının hikâyesini aktardı.
Öztartan’ın keyifle dinlediğim renkli, hatta bazıları gizli kalmış anılarını aynı cümlelerle aktarıyorum.
“Başbakanlığındaki yıllarda bir 23 Nisan günü Demirel, koltuğunu verdiği çocuğa ‘Haydi bakalım sen Başbakansın. Telefon elinin altında, devletin imkanları elinin altında ne istiyorsun, ne yapacaksın?’ diye sordu. Çocuk hiç ses çıkarmadı. Demirel aynı sözleri tekrarlayınca çocuk, ‘Ben oturmayacaktım ki. Ben yanlışlıkla oturdum’ deyince Demirel, ‘Üzülme, senden önce de bu koltuğa zaman zaman yanlışlıkla oturanlar oldu’ diyerek yanıt vermişti.

ÖZAL ÖLDÜĞÜNDE ÇÖKTÜĞÜNÜ GÖRDÜM

Onunla yıllar geçirmiştim. Bakışlarından çoğu kez ne hissettiğini sevincini, hüznünü bilirdim. Sonuçta, fotoğrafçısı bir liderin en yakınında sürekli objektiften izlediği yüzün ne anlattığını çok iyi tanır. 17 Nisan 1993’te Aydın’da Adnan Menderes Üniversitesi’ndeydik. Özel Kalem Müdürü Cengiz Sonay, bir not iletti. O an Demirel’in omuzlarının düştüğünü gördüm. Yüzündeki ifade inanılmazdı. Bir an öylesine çöktü ki aklıma ilk gelen Nazmiye Hanım’la ilgili kötü bir haber aldığı oldu. Kalktı ve kürsüye geldi ve Özal’ın vefatını açıklayıp ‘Milletimizin başı sağolsun’ dedikten sonra o gün tüm programlarımızı iptal etti, Ankara’ya döndük.

ERDOĞAN BAŞBAKAN OLUR

Yazının Devamını Oku

İçimizden kareler

17 Haziran 2015
Ankara Kızılay Metrosu, geçtiğimiz hafta farklı bir sergiye ev sahipliği yaptı.

Türkiye Haber Kameramanları Derneği öncülüğünde açılan sergide medyanın çalışma ortamı fotoğraflarla sunuldu.
‘Enstantaneler Fotoğraf Sergisi’nde gazeteciler, haber kameramanları, foto muhabirleri, muhabirler ve canlı yayın ekiplerinin mesleklerini yaparken yaşadıkları zorlukların yanı sıra renkli anlarından fotoğraflar da yer aldı. Estetik kaygı ile çekilmeyen ve pek çoğu yalnızca meslektaşlarının o anlarını tespit eden karelerden oluşan fotoğraflara, taşların gaz fişeklerinin havalarda uçuştuğu gösterilerden, politik olaylara, uzun süren başbakanlık nöbetlerinden, aranmalarına kadar gazetecilerin perde arkasındaki yüzünü yansıttı.

ENSTANTANELER BASIN

Sergi ismini sosyal medyanın popüler paylaşım sitelerinden Facebook’ta 2012 yılı Kasım ayında Hürriyet Foto Muhabiri Selahattin Sönmez tarafından oluşturulan ‘Enstantaneler Basın’ sayfasından aldı. Bu sayfayı ziyaret ederek özellikle Ankara’daki gazetecilerin çalışma ortamlarında çekilen fotoğraflarını görebilirsiniz. Sayfadaki fotoğrafların büyük bölümünde imzası bulunan Selahattin Sönmez, “Tarihe tanıklık eden gizli birer kahraman olduğumuzu düşünüyorum. İnsanlar gazete sayfasını çevirince karşılaştıkları yazılar, fotoğraflar, televizyonu açınca karşılarına çıkan haber görüntüleri, o sırada yayın yapan muhabirler. Bu insanların perde arkası hallerini anlatan fotoğraf karelerini bir araya topladık” dedi.

Yazının Devamını Oku

İç savaşın gülen yüzleri

9 Haziran 2015
Hemen yanı başımızda 3 yıl önce başlayan iç savaş, beraberinde büyük acılar getirdi.

Milyonlarca Suriyeli artık sınırlarımızın içinde... Pek çoğu da zor şartlarda yaşıyor. Özellikle sınır illerinde görev yapan meslektaşlarımız Suriye’den gelen mültecilerin hikayelerini fotoğraflarıyla gündeme taşımayı sürdürüyor. Doğan Haber Ajansı’nın Mersin’de görev yapan genç yeteneklerinden İbrahim Maşe, tüm zorluklara rağmen tüm saflıklarıyla Suriyeli çocukluklarıyla gülen yüzlerini fotoğraflarına taşıdı.
“Her şeye rağmen çocuk onlar. Yaşadıklarının farkında bile değiller. Hayat şimdilik bir oyun gibi onlar için. Kan ve şiddet olmadan savaşın acı yüzünü anlatmak istedim” sözleriyle fotoğraflarındaki çocukları anlatan genç meslektaşımla hikayesini konuştuk:

YAŞAM YOLCULUĞUNA ÇIKTILAR

“2011’in nisan ayıydı. Türkiye’ye milyonları taşıyan Suriye’deki iç savaş başladı. O günden bu yana bölgede aileleri ile birlikte ‘yaşam yolculuğu’na çıkan yüzbinlerce Suriyeli çocuk, Türkiye’de kamplarda, evlerde, sokaklarda yaşamaya başladı. Doğduğu toprakların çok uzağında savaştan arda kalan çocukluklarını yaşamayı sürdürüyorlar. Çocukların gözlerinde gördüğüm ışığın ardından objektifimi çocuklara yöneltmeye karar verdim. Bu fotoğraf hikayesi böyle başladı.

SAVAŞIN MAĞDURU ÇOCUKLAR

‘İç Savaşın Gülen Yüzleri’ni, savaşı çocuklarının gülen yüzlerini fotoğraflarımla farkı şehirlerdeki üniversitelerde, fotoğraf derneklerindeki söyleşilerimde, sunumlarımda binlerce kişiye ulaştırdım. Bir kitap fikri için erken olsa da bir sergi ile bu projeyi daha da görünür kılmak istiyorum. Bu çocukların savaşın izlerini ruhlarında ve bedenlerinde taşıdıklarını hissediyorum. Çoğunluğu, aile bireylerinden en az birini kaybetmiş. Okullarını, oyun oynadıkları sokakları bırakıp buralara gelmişler. Fotoğrafladığım çocuklar, çok ama çok zor bir hayatı yaşıyorlar. Bu kareler savaşın en büyük mağdurlarının çocuklar olduğunu da açıkça tekrar tekrar ortaya koyuyor. Her birinin kendine has ayrı bir hikayesi var. Yaklaşık 6 aylık bir çalışmanın sonucunda ortaya çıktı fotoğraflar.”
İBRAHİM MAŞE KİMDİR?

1990 yılında Antalya’da doğdu. İletişim Lisesi Gazetecilik Bölümü’nde okuduğu sıralarda fotoğraf ile tanışan Maşe, Zenit 122 ve bir makara 200 asa film ile ilk karelerini üretmeye başladı.

Yazının Devamını Oku

Acıdan geriye kalan kareler

2 Haziran 2015
Maden faciasında 301 işçinin hayatını kaybettiği Soma, tüm ülkeyi yasa boğdu.

Milyonlar, yaşanan acılara fotoğraf kareleriyle tanık oldu. Onlarca foto muhabiri görev yaptı, o gün objektifleriyle tuttukları notları geleceğe taşıdılar. Facia ardında babasız büyüyecek 432 çocuk, eşini çocuğunu toprağa vermiş yüzlerce aile bıraktı. Bir yıl sonra geriye bu acıyı unutturmayacak hafızalara kazınan fotoğraflar kaldı.
ACILARIYLA BAŞBAŞA KALDILAR

Facianın ardından Soma’ya gidenlerden biri de bendim. Acının odağında 20 güne yakın kaldım. Aklımda ise son gün çektiğim madende ölen eşi Uğur Çolak’ın mezarı başında yapayalnız gözyaşı döken 23 yaşındaki Duygu Çolak kaldı. İlk günlerinde yüzlerce kişilik kalabalıkları ağırlayan mezarlıkta o sabah yalnızca genç kızın sessiz hıçkırıkları duyuluyordu. Henüz birkaç gün geçmesine rağmen Soma, acılarıyla başbaşa kalıyordu. Aradan bir yıl geçti. Soma İzmirli foto muhabirleri Cem Öksüz, Turan Gültekin, Emin Mengüarslan, Emre Tazegül ve Mehmet İnmez fotoğraflarıyla Soma’da yaşanan faciayı, ardında bıraktığı acıyı, ailelerin yalnızlığını hatırlattı. Türkiye’nin pek çok noktasında pek çok defa omuz omuza çalıştığım İzmir’in usta vizörleri, Yargı ve Güvenlik Muhabirleri Derneği’nin organizasyonu ile kentte “Unutmayacağız” sloganı ile açtıkları “Soma 301” adlı bir sergiyle şehit olan 301 madenciyi andı. 50 kare fotoğrafın yer aldığı sergideki pek çok kare o günlerin acı hatıralarının izlerini taşıyor. Bu sergi adım adım Türkiye’yi gezip Soma’yı unutturmamalı.

ACISINI YÜREĞİMİZDE HİSSETTİK

Manisa Soma’da yaşananları ve madencilerin zor koşullarını faciaya tanıklık eden foto muhabirlerinin Türkiye ve dünyaya duyurduğunu belirten İzmir Yargı ve Güvenlik Muhabirleri Derneği Başkanı Mehmet İnmez, “Rakam olarak çok kolay telaffuz ediliyor 301. Ama anlamı çok büyük derin acılar taşıyor, Soma’da. Meslektaşlarım Cem Öksüz, Turan Gültekin, Emin Mengüarslan, Emre Tazegül’le günlerce bu acının içinde yaşadık. Akılda kalan karelere imza attık. Madenden sağ kurtulan yüzü karalar içindeki işçinin yüzü, bir madencinin altı delik çorapları, başka bir madencinin çamurlu çizmeleri, taktığı ucuz kol saati ile döktüğü gözyaşı, eşini arayan genç bir kızın acı dolu ifadesi, arkadaşlarını bekleyen madencilerin hüzünü Soma’da simge oldu. Bu karelere imza atan foto muhabirleri, kara haberin düştüğü Soma’da ailelerin acısını deklanşörümüzde, hem de yüreğimizde hissettik. Meslektaşlarım Cem Öksüz, Turan Gültekin, Emin Mengüarslan, Emre Tazegül’le birlikte yaşanan acının unutulmaması için çektiğimiz fotoğrafları sergiledik” diye konuştu.
İnmez, Soma maden faciasının birinci yılında şehit veren köyleri gezdiğini, şehit veren ailelerin acısının ilk günkü kadar taze olduğunu vurgulayarak, böyle felaketlerin bir daha yaşanmaması için gereken tüm önlemlerin alınması gerektiğini de hatırlattı.

Yazının Devamını Oku