Rahmi Turan

Sporkent’te mescit olayı!

7 Ağustos 2008
SELİMPAŞA, İstanbul’a 60 kilometre mesafede güzel bir sayfiye yeri ve Sporkent de Selimpaşa’nın çok sevimli bir tatil beldesidir. Deniz kıyısında, ağaçlar arasında iki katlı evler... Upuzun muhteşem bir kumsal... Pırıl pırıl bir deniz... Ve göz alabildiğine uzanan tatlı bir Marmara mavisi...

Geçen hafta sonu oradaydım. Sporkent’te yaşayan dostlarımı ziyaret ettim. Fakat o ne? Uzun süredir uğramadığım bu tatil beldesinde tatsız bir hava vardı. Türkiye’nin hali gibi, bu güzelim yer de dinsel nedenlerle gergin bir havaya bürünmüş, beldenin gazinosunda "mescit" açılması, siteyi adeta ikiye bölmüştü.

Bir grup mescidi savunuyor ve "Biz ibadetimizi nerede yapacağız? Nerede namaz kılacağız?" diyordu.

Karşı çıkan grup ise, "Gazinoda, müzikli eğlencelerin yapıldığı, içkili yemeklerin düzenlendiği, herkesin mayo ile veya şortla dolaştığı gürültülü bir mekánda mescit olur mu?" diyordu.

* * *

Türban nasıl Türkiye’nin havasını bozmuşsa "mescit olayı"nın da, tatsız tartışmalarla, o sevimli tatil kentinin huzurunu kaçırdığını gördüm.

İlle de mescit diye tutturmanın bir anlamı var mı? Mescit olmadan namaz kılınamaz mı?

Sporkent’te herkesin evi iki adımlık yolda. Arzu eden evine gidip ibadetini yapamaz mı? Mescit bir gösteriş yeri mi?.. Profesör Dr. Yaşar Nuri Öztürk diyor ki:

"İslam, resmi mabet, resmi din adamı ve dinsel kıyafet fikrine karşıdır. Namaz için hiçbir özel mekán zarureti yoktur. Her Müslüman, vakti gelen namazı hiç kimsenin önderliğinde ve hiçbir mekánın çevrelemesine ihtiyaç duymadan olduğu yerde kılar."

* * *

Namaz bir dua şeklidir ve tek Allah’lı dinin ilk tebliğcisi Hazreti İbrahim’den beri kılınan ve uygulanan bir işlemdir.

Kuran’da namaz kılmayanları kınayan, lanetleyen tek ayet yoktur. Tersine, gösteriş için namaz kılan insanları kınayan ayet vardır. Namazda gösteriş değil, duygu ve içtenlik önemlidir.

Mevláná’ya göre: "İnanç olmadan namaz kılmak, ikiyüzlü insanların dua etme halidir."

Namaz, Allah ile gizli olarak baş başa kalmak, dertleşmek, şükretmek, tövbe etmek, yardım istemek şeklinde bir dua işlemidir. Allah’ı anmanın bir yoludur. İnsanın Yaradan’a sevgi, saygı ve minnetini göstermesi olayıdır. Namaz hali, sessiz ve huzurlu bir ortam gerektirir. Gürültülü Sporkent Gazinosu’nun içinde kurulan mescitte sessiz ve huzurlu bir ortam olabilir mi? Bu mümkün mü?

* * *

Peki, mescit ısrarı neden? Gösteriş mi? Oysa Allah gösterişi sevmez, inanç ister.

Mevláná’ya göre: "Ancak imandan kaynaklandığında namazın bir değeri vardır. Kalp huzuru, namazın ön şartıdır. Gece ve gündüz ibadetle meşgul olsan ve bundan dolayı övünsen neye yarar? Çünkü namaz, karakterlerde bir değişikliğe sebep olmalıdır. İbadete koşan niceleri vardır ki, sadakatleri olmadığı halde sevap umarlar."

Profesör Dr. Gazi Özdemir’e göre, "Namaz, amacını bilerek ve sadece Allah rızası için kılınmalıdır. Allah’ın istediği, namazın arzu edilerek ve başkalarına gösteriş olmamak üzere kılınmasıdır".

Maun Suresi 4, 5, 6: "Vay haline o namaz kılanların ki, namazlarından gaflet içindedir. Namazın amacının ne olduğunun farkında değildir onlar. Riyaya sapanlardır onlar, gösteriş yaparlar."

Sözün kısası: Namaz, gösteriş için kılınmaz!
Yazının Devamını Oku

Borçlu ölür mü, sürünür mü?

4 Ağustos 2008
BİR ulusun ya da bir insanın akıllanma yeteneği varsa hem hayattan hem tarihten ders almalıdır. Peki, biz ders alıyor muyuz?

"Borçlu ölmez benzi sararır" derler. Bu atasözü doğru olabilir ama bazen de borçlu olanların sonu rahmetli Banker Kastelli’ye benziyor!

Dış borç kamburumuzun her geçen gün büyüdüğünü gördükçe ders almadığımız, aynı tuzağa düşmekte olduğumuz görülüyor. "Kör bile aynı çukura iki defa düşmez" diyenler herhalde bizleri tanımadıkları için böyle konuşmuş olmalılar...

Geçmişte birçok mali kriz, Türkiye’nin aşırı borçlanması nedeniyle patlak verdi ama ülkemizde hálá "Borç yiğidin kamçısıdır" diye düşünen avanakların sayısı az değil...

2001 krizinden sonraki günlerde dış borçlarımız 77 milyar dolar kadardı. Bu yılın ilk üç ayında toplam dış borcumuz 200 milyar dolara yaklaştı.

İç ve dış borçların tümü ise AKP göreve başladığında 221 milyar dolardı, şimdi 483 milyar dolar!

Şu anda dünyanın en yüksek faizini ödüyor, yabancıların kárlarına kár katıyoruz. Bu borçlanma aynı hızla devam ederse, birkaç yıl sonra borçlarımız yaklaşık ikiye katlanacak ve ödenmesi mümkün olmayan boyutlara yükselecek.

* * *

Bu aşırı borçlanmanın sonu "toprak tavizine" gider diye korkuyorum!

Dedik ya, akıllanma yeteneğimiz sınırlı olduğu için tarihten ders almıyoruz.

Osmanlı İmparatorluğu da böyle borçlanmış ve batmıştı.

Osmanlı’nın 1850’li yıllarda hazine açığı iyice büyümüştü. Devlet, memur ve askerlerin maaşlarını ödeyebilmek için, dışarıda İngiltere ve Fransa’dan, içeride Yahudi sarraflardan yüksek faizle borç almaya başladı.

Osmanlı’nın ilk aldığı borç, Padişah Abdülmecit zamanında, 1854 yılında İngiltere’den aldığı borçtur. Bundan sonra borçlanma her yıl devam etti. Fransa’dan alınan ilk borcun tarihi ise 1860’tır.

7 yıl içinde devletin yabancılara borçlanması 16 milyon altına ulaştı.

Dış ve iç borçların kabarması, ekonomik dengelerin sarsılması, maaşların gecikmeli ödenmesi, huzursuzlukları büyütüyor ve devlet otoritesi zayıflıyordu.

Duruma çareler arayan devlet ise bir sürü yasaklar getirerek ve bugünkü gibi ağır zamlar yaparak sorunu çözeceğini sanıyordu. Bu arada rüşvet denilen pislik, devletin en üst kademelerine kadar çıkmıştı. Devlet memurları rüşvetsiz iş yapmıyordu. Çöküş kaçınılmazdı.

Yoksullaşan insanlar geçimlerini sağlamak için tefecilerin eline düştüler (bugünkü kredi kartı felaketzedeleri gibi).

Sonunda Osmanlı’nın düzeni iyice bozuldu. Devlet yönetimine rüşvet yerleşip kök saldı, adam kayırma da aldı yürüdü. (Size bugünleri hatırlatmıyor mu?)

* * *

Duraklama Devri’nin başladığı 1593’te Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları 19 milyon 902 bin 191 kilometrekare idi (bugünkü Türkiye’nin yaklaşık 25 katı).

1876’da 13 milyon kilometrekareye indi (bugünkü Türkiye’nin yaklaşık 16 misli).

1908’de 9 milyon kilometrekareye geriledi (bugünkü Türkiye’nin yaklaşık 12 katı).

1918’de, İmparatorluk tamamen dağıldı. (Yurdun her yanı işgal edildi.)

Eğer Mustafa Kemal gibi muhteşem bir komutan çıkıp yedi düvele savaş açmasaydı, elimizde bugünkü Türkiye de kalmayacaktı.

Şimdi dış güçler aynı taktikle, ata yadigárı son toprakları da elimizden almak istiyorlar.

"Gaflet ve dalalet" içinde bulunanlar, devamlı borçlanıp hain planı, bilerek ya da bilmeyerek, kolaylaştırıyor. Bu gidişle bize yeni bir Atatürk, yeni bir Kurtuluş Savaşı gerekecek!
Yazının Devamını Oku

Gerisi hikáye!

3 Ağustos 2008
HERKES yüce yargının kararını işine geldiği gibi yorumladı.<br><br>Birbirinin tam tersi yorumların uçuştuğu bu gürültü patırtı arasında "Hangi yoldan gitmeli?" diye soranlar da var. Nereye gideceğini bilmiyorsan, hangi yoldan gittiğinin önemi yok.

Laik cumhuriyet ilkelerinin gösterdiği uygarlık, çağdaşlık yolu mu? Yoksa şeriat hükümlerinin geçerli olduğu tutucu bir din devleti yolu mu?

Türkiye bugün nereye gittiğini bilmeyen bir insan gibi... Şaşkın, kararsız, perişan...

Anayasa Mahkemesi’nin 11 üyesinden 10’u, AKP’nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı (merkezi) olduğu yönünde oy kullandı. Parti kapatılmadı ama bu kararla AKP’nin gericiliği tescil edilmiş oldu.

AKP artık sabıkalı bir partidir.

Uzun lafa ne gerek var? Gerçek olan budur!

* * *

Peki şimdi AKP düşüncesini değiştirir mi, artık laiklik karşıtı olmayacak mı?

Evrende her şey değişir. Değişim, değişmeyen tek şeydir. Değişmezsek gelişemeyiz. Gelişemiyorsak yaşamıyoruz demektir.

Ancak aptallar ve ölüler düşüncelerini hiç değiştirmezler.

Yargı "Suçlu" dedi, AKP mahkûmiyet aldı. Para cezası 23 milyon YTL.

Fakat kimin umurunda? Boş ver, işle suçu öde cezayı! Hani "Paran kadar konuş!" diye bir laf vardır ya... Bu da öyle... Herkes parası kadar konuşur!

AKP kapatılmadı ya, gerisi teferruat!

* * *

Bir şeyler değiştirmek isteyen insan önce kendinden başlamalıdır,

Tayyip Bey de öyle... Fakat gördüğümüz kadarıyla onda değişme emareleri yok gibi...

Siz ne derseniz deyin, kitaplar yazın, ne yaparsanız yapın, anlatabildiğiniz, karşınızdakinin anladığı kadardır.

Tayyip Bey "Durmak yok, yola devam" diyor. Ne demek bu?

Şu sözler ona aittir:

"Türban için söz söyleme hakkı din ulemasınındır."

"Millet isterse laiklik elbette elden gider."

"Elhamdülillah şeriatçıyım."

"Demokrasi bir araçtır. Tramvay gibi, durağa gelince inersin."

"Başörtüsü, velev ki siyasi simge olsa ne olur?"

Tayyip Bey "Durmak yok, yola devam" derken bunları mı tekrarlamak istiyor? Yoksa, Anayasa Mahkemesi’nin ihtarını değerlendirip gerçekten değişecek mi?

Bunu ileride göreceğiz.

* * *

Yüce mahkemenin "AKP suçludur ama kapatma cezası ağırdır" şeklinde özetlenecek kararı eleştirilebilir, hukuki olmaktan çok siyasi bulunabilir ama ülke için hayırlı olmuştur.

Hiç değilse Ak Parti’nin gerçekten ak mı, kara mı olduğunu iyice göreceğiz. Eğer gereken dersi alacaksak, bu her türlü sıkıntıya değer.

Partileri mahkeme değil, millet kapatmalı... Doğru olan budur... Kapatmanın çözüm olmadığı daha önce kapatılan 4 partinin isim değiştirerek bugüne kadar gelmesinden bellidir.

Artık boynunda sabıka kaydı olan AKP, dileriz izlediği yanlış yoldan döner. Çağdaşlığa engel olursa, ülke bu engeli de aşacaktır. Engeller aşılmak içindir, takılmak için değil!
Yazının Devamını Oku

Dürüst olmak tehlikelidir!

31 Temmuz 2008
DOSTLARINIZA gönderdiğiniz bir yılbaşı kartına, devletin iç ve dış güvenliğini tehdit ettiği iddiasıyla, MİT ve polis tarafından postanede el konulacağını düşünebilir misiniz? MİT’in, Emniyet’in, Vali’nin, İçişleri Bakanı’nın, Başbakan’ın, bir yılbaşı kartının peşine takılacağını, tüm devlet yetkililerinin ayağa kalkacağını tahmin edebilir misiniz?

Bir yılbaşı kartı nedeniyle cezalandırılacağınızı düşünebilir misiniz?

Bütün bunlar dürüst bir devlet memuru olan Yozgat Hukuk İşleri Müdürü Asım Aslan’ın başına geldi.

* * *

Yıllar önce partizanlık yapmadığı, tarafsız olup iktidar partisinin çıkarlarını korumadığı için Asım Aslan’ın başı derde girmişti.

Yozgat Valisi onun hakkında soruşturma açtırmış, eski bir tarihte yazdığı "Sömürülen Atatürk" adlı kitabında bölücülük yaptığı iddiasıyla Kayseri Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne şikáyet etmişti. Yargılama 1986 yılından 1993 yılına kadar sürmüş, bu arada o günkü ANAP iktidarı onu kara listeye almıştı...

O tarihte, Yozgat Hukuk İşleri Müdürü iken 210 bin lira maaş alan Asım Aslan, tayin edildiği yeni görevinde 98 bin lira maaş almaya başlamıştı. Böylece ailesiyle birlikte açlığa mahkûm edilmiş oluyordu.

"Adalet istiyorum" diye bağıran Asım Aslan, uzun bir hukuk mücadelesinden sonra aklandı, görevine döndü ama çilesi bitmedi!

Bu defa yazdığı bir yılbaşı tebrik kartı sakıncalı bulundu, mahkemelik oldu, insan haklarını, demokrasiyi, barışı savunan yılbaşı tebrik kartı nedeniyle tekrar cezalandırılıp devlet memurluğundan çıkarıldı.

* * *

İzlenen, dinlenen, gözaltına alınan ve 7 yıl yargılanan yılbaşı tebrik kartı şöyle:

"Yeni yılınızı, insan haklarının çiğnenmediği, düşünce suçunun olmadığı, demokrasinin tüm kurumlarıyla işler hale geldiği, emekçi sınıfların da kapitalist sınıflar gibi örgütlenip devlet yönetiminde söz sahibi oldukları, milli gelirin adil dağıtıldığı, sosyal adaletin gerçekleştiği, ekonomimizin IMF’nin ve para babalarının çıkarlarına göre değil, çalışan geniş halk kitlelerinin çıkarlarına göre yönetildiği, kalkınmış, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmış, tam bağımsızlığın, özgürlüğün, barışın, kardeşliğin, dostluğun, sevginin egemen olduğu yepyeni bir Türkiye’nin özlemiyle kutlar, sağlık, başarı ve mutluluk dilerim...

ASIM ASLAN-Yozgat Hukuk İşleri Müdürü"

* * *

Bu yılbaşı kartı tüm devlet yetkililerini ayağa kaldırdı, dava açıldı.

2 Cumhuriyet Savcılığı ile 8 mahkeme (toplam 62 savcı ve yargıç) yılbaşı kartı ve ona bağlı davaları karara bağlamak için yıllarca çalıştı.

Yılbaşı kartı 7 yıl yargılandı ve sonunda aklandı.

"Bir yılbaşı kartı ile bu denli uğraşan devlet yetkilileri, hortumcular, soyguncular, hırsızlar, mafyalar, çetelerle uğraştılar mı acaba?" diyen Asım Aslan, "Bir Yılbaşı Kartının Hikáyesi" adında kitap yazıp başına gelenleri anlattı. (İletişim: 0 542 642 89 66)

Pişmiş tavuğun başına bile gelmeyen haksızlıkları yaşayan Asım Aslan:

"Yıllarca süren hukuk mücadelesini kazandım. Mahkemeler yılbaşı kartını ve beni akladılar. Dünyanın hangi demokratik bir ülkesinde devlet yetkilileri, insan haklarını, barışı ve özgürlüğü savunan bir yılbaşı kartı ile bu denli uğraşıyor acaba?" diyor.

Asım Aslan’ın bilmediği gerçek şu: Bu ülkede dürüst olmak da, hak aramak da çoğu zaman tehlikelidir!
Yazının Devamını Oku

Utanmayana ’Ayıp’ demenin yararı yoktur!

28 Temmuz 2008
ADAM öfke içinde "Bunların yüzü yıkanmakla ağarmaz!" diyordu. "Hayrola, neden bu kadar kızgınsın?" diye sordum. Kaşlarını çattı, gözlerimin içine dik dik bakarak şöyle dedi:

"Milletin üzerine ölü toprağı serpilmiş. Baksanıza kimseden ses seda çıkmıyor. Bunlar bir günlük milletvekiline bile kıyak emeklilik hakkı getirecekler. Gazeteler iki gündür bu haberlerle dolu. Millet sürünürken Allah’tan reva mı bu?"

AKP’nin kapatılma davasıyla ilgili gelişmelerin erken seçimi gündeme getirmesi ihtimali var. Bu durumda, iki yıllık süreyi doldurmadıkları için milletvekili emekliliği hakkından yararlanamayacak olan 150 parlamentere imkán sağlamak amacıyla Meclis’te düğmeye basıldı.

Vatandaşın tepkisi buna idi...

* * *

Şu bir gerçek: Yıllardır, Meclis’e giren milletvekillerinin büyük bir bölümü, halkı değil kendini düşünüyor. Yani, bal tutan parmak yalıyor!

Bunlar seçim öncesi, milletvekili dokunulmazlığının kaldırılacağına dair sözler verirler, yeminler ederler, ancak seçildikten sonra bir türlü eyleme geçmezler...

Kendi maaşlarına zam yaparken ve kıyak emeklilik konusunda karar alırken bir dakikada anlaşıveren parlamenterler, iş dokunulmazlığa gelince yan çizerler. Neden?

Aralarında yargılanmaları gereken o kadar çok kişi var ki... Milletvekili dokunulmazlığı kalkarsa çoğu mahkemede hesap vermek zorunda kalacak! Yaparlar mı bu kabadayılığı?

* * *

Bir derginin 22 Temmuz seçiminden sonra yaptığı araştırmaya göre Meclis’in suç dosyası şaşırtıcı ve ibret verici... Bakınız kaç kişi, hangi suçlarla ilişkili?

3 kişi tecavüz suçundan yatmış.

19 kişi eşine şiddet kullanmakla suçlanmış.

7 kişi sahtekárlık suçundan tutuklanmış.

19 kişi karşılıksız çek yazmaktan suçlu bulunmuş.

117 kişi doğrudan veya dolaylı olarak en az iki işinde iflas etmiş.

84 kişi seçimden önceki yıl içinde, sarhoş olarak araç kullanmaktan tutuklanmış.

71 kişi kötü kredi geçmişi sebebiyle kredi kartı alamıyor.

14 kişi uyuşturucu ile ilgili suçlardan tutuklanmış.

8 kişi mağazada hırsızlık yaptığı gerekçesiyle tutuklanmış.

21 kişi halen bir davada sanık olarak yargılanıyor.

Bu arada tespit edilemeyen bazı önemli ya da önemsiz suçlar da var tabii.

CHP lideri Deniz Baykal "Dokunulmazlıkları kaldıralım" diye boşuna yırtınıyor.

Parlamentoda tablo böyle iken, milletvekili dokunulmazlığını kaldırırlar mı sanıyorsunuz?

Bunu umanlar, daha çoook beklerler!

Utanmayana "Ayıp" demenin yararı yoktur!

* * *

Amerikalı ünlü yazar Mark Twain’in tavsiyesi:

"Sinirlenince 10’a kadar sayın... Sakinleşeceksiniz...

Çok sinirlenmişseniz hiç beklemeden küfrü basın...

Rahatlayacaksınız!"

Bu tavsiyeye uysak mı acaba?
Yazının Devamını Oku

Türkçe’nin Anatomisi

27 Temmuz 2008
DİLLER uluslara, sözcükler insanlara benzer. Her toplumda dil, her zaman, bir önceki kuşağın kendisinden sonrakilere bıraktığı bir mirastır. Dil nedir? İnsanların, düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için sözcüklerle ya da işaretlerle yaptıkları anlaşma biçimidir.

Ortalama olarak 18 aylık bir çocuk 20 kadar farklı sözcük bilir. Daha sonra sözcük öğrenme hızı artar; 20 ayda 100, 24 ayda 300 ve 3 yaşında yaklaşık 1000 kelime olur.

* * *

Türkçe, dünyanın en gelişmiş, büyük dilleri arasındadır. UNESCO’nun 1980’li yıllarda yaptığı araştırma, tüm Türkçe lehçelerini yeryüzünde 200 milyon kişinin konuştuğunu ortaya koydu.

Türkçe, dünyada en çok konuşulan İngilizce, Çince, Hintçe, İspanyolca gibi dillerin arasında beşinci ya da altıncı sıradadır demek yanlış bir değerlendirme olmaz.

Türkçe’deki tüm sözcüklerin (2007) sayısı 104 bin 481’i bulmuştur. Bütün büyük diller gibi Türkçe’nin ve bu arada Türkiye Türkçesi’nin içine yabancı kökenli sözcükler girmiştir.

Türkçe’deki yabancı sözcüklerin oranı yüzde 14,33’tür.

Türkçe’deki yabancı kökenli sözcüklerin sayısı ise 14 bin 973’tür.

Türkçe’ye en çok Arapça, Farsça ve daha az miktarda olmak üzere Fransızca, İngilizce, Almanca ve Türkiye’de yaşayan azınlıklardan, komşu ülkelerden, yabancı kökenli sözcükler girip yerleşmiştir.

İşin ilginç yanı, Türkçe sanılan bazı sözcüklerin yabancı kökenli oluşudur. Örneğin "Örnek" Ermenice, "Kaldırım" Rumca, "Masa" Arapça’dır.

Günümüzdeki Türkçe dil ve lehçeleri şöyledir:

Türkiye Türkçesi, Azeri Türkçesi, Türkmence, Kırgızca, Kazakça, Taranca, Yeni Uygurca, Sarı Uygurca, Kazan Tatarcası, Nogayca, Çuvaşça, Yakutça.

* * *

Kaşgarlı Mahmut
bin yıl önce, 11’inci yüzyılda kaleme aldığı ilk Türkçe lügata "Diván-ü Lügat-it Türk" (Türk Dilleri Sözlüğü) adını verdi.

Kaşgarlı Mahmut, kitabın önsözünde Türk ulusuyla övündüğünü, onu yüce değerlerde gördüğünü, Türklerin özel ve üstün niteliklerini okuyucularına anlatmak istediğini dile getirdi.

Kaşgarlı’nın bu özgün eseri, türünün ve döneminin günümüze ulaşabilmiş tek örneğidir.

Yazın dünyasında saygın bir yeri olan yazar dostum Erdoğan Tokmakçıoğlu, Kaşgarlı Mahmut’tan bu yana, dilimizin bin yıllık tarihini inceleyip, "Türkçe’nin Anatomisi"ni yazdı. Türkçe’nin sanılandan daha "büyük ve önemli" bir "dünya dili" olduğunu, dünyanın "konuşulan ilk 5-6 büyük dili" arasında önemli bir yeri bulunduğunu anlattı.

"Her şeyimi borçlu olduğum Türkçeme ufak bir hizmette bulunabildiysem ne mutlu bana" diyen Tokmakçıoğlu, tüm Batı dilleri (İngilizce, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Almanca ve diğerleri) ortada "yok" iken "Türkçe’nin var olduğunu", hem de "edebiyatı ile birlikte var olduğunu" gösterdi.

* * *

Türkçe’yi seviyorsanız ve dilimizin zenginliği hakkında daha geniş bir bilgi sahibi olmak istiyorsanız "Türkçe’nin Anatomisi" adlı bu değerli eseri okumanızda büyük fayda var. (Geçit Kitabevi 0-212-526 07 01)
Yazının Devamını Oku

Kumar günleri!

24 Temmuz 2008
DÜNYANIN en borçlu ülkelerinden biriyiz... Toplam borçlarımız 483 milyar doları buldu. Bugün doğan her bebek 5 bin 23 YTL borçla dünyaya geliyor... Bu borcu elbette ki vatandaş olarak bizler yapmadık ama bizler ödeyeceğiz. İktidarın ahbap-çavuş ekonomisi sonucu büyüttüğü borçlar ileride, bugün henüz doğmamış çocuklarımız tarafından ödenecek. Ödenebilirse tabii.

Böyle bir devlet refah üretebilir mi? İktidara geldiğinde "Hortumları kestik" diyen zatı muhterem, tam tersine vanaları sonuna kadar açmış görünüyor.

Peki, bu zavallı insanlar ne yapacak?

Çalışmadan kazanmak birçok kişiye tatlı geliyor. Millet umudunu piyangolara bağlamış durumda.

"Gökten yağmur yağsa, bahtsızın tarlasına düşmez" sözünü bilmiyorlar, umutla bekliyorlar! Malum, umut fakirin ekmeği!

* * *

Hukukun Egemenliği Derneği Başkanı Av. Erdem Akyüz dostumuz "Öğrenim olanağı bulunmayan, bulduğu işte yeterli ücret alamayan, geleceğe ilişkin hiçbir umudu ve güvencesi kalmayan insanların tek umudu şans oyunları ve kumar" diyerek, yaptığı bir araştırmayı yollamış. (erdemak@gmail.com)

Buna göre, doğumdan ölüme, evlilikten boşanmaya kadar tek beklenti "ya çıkarsa"...

Haftanın günleri yedi ama kumar günleri çok daha fazla. İşte listesi:

Pazartesi (On Numara), çarşamba (Şans Topu), perşembe (Süper Loto), cumartesi (Sayısal Loto), cumartesi-pazar (Spor Toto), cumartesi-pazar (Spor Loto), her gün (İddaa), her gün (Kazı Kazan), her ayın 9, 19, 29’unda (Milli Piyango), hemen her gün (At Yarışları).

Lokallerde ve internette oynanan oyunlar (kumarlar) ise sınırsız!

Bir sosyal hukuk devletinde, umudun bu kadar yitirilmesi nedeniyle insanca yaşamın kumara bağlanması görülmemiştir.

Anayasa ne diyor? "Herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilat kurar."

Devletimiz de buna göre gerekli teşkilatı "Milli Piyango Genel Müdürlüğü" ile kurmuştur. Şimdi sıra, altın yumurtlayan bu tavuğu, yabancılara satmaya gelmiştir. İşin kaymağını onlar yesin diye!

* * *

Devletin yanı sıra televizyonların düzenlediği öyle yarışma programları var ki tam bir afyon!

En gözde program, eylüle kadar yaz tatiline giren "Var mısın, Yok musun?" lotaryası.

Yarışmacılar birbirine soruyor:

"Kutunda ne var? Kutunu nasıl hissediyorsun?"... Ve bu, geceleri saatler boyu sürüyor.

"Kim 500 Milyar İster?", "Turnike", "Şansa Bak", "Düello", "Çarkıfelek", "Rus Ruleti", "Şans Yolu", "Şans Kapıyı Çalınca" gibi yarışmalar da umut ticareti yapıyor.

Hayattaki tüm ümidini yitirmiş yüz binlerce kişinin kuyruğa girdiği bu yarışmaların yanı sıra çoğu bilgisiz jüri üyelerinin dünya ve Türkiye sorunları üzerinde ahkám kestiği "Alaturka pop starlar", "Dest-i izdivaçlar", "Dans yarışmaları" da yüksek reyting yapan programlar arasında yer alıyor.

Telefonda sesini duyduğu, ekranda şöyle bir gördüğü ve paravan arkasında "görücüye çıktığı" kadına ve erkeğe soruyor: "Kaç lira maaş alıyorsun?"

Sonra hep birlikte göbek atıp oynamaya başlıyorlar. İşte, toplumun geldiği nokta burası!

Av. Erdem Akyüz, "Bu ne biçim iştir? Millete yazık değil mi?" diye soruyor. Ne yapalım dostum? Her toplum layık olduğu yaşam tarzına kavuşur!
Yazının Devamını Oku

Bodrum’da tesettür oteli!

21 Temmuz 2008
YİRMİ yıldır, yaz aylarının bir bölümünü Bodrum’da geçiririm.Eski adı "Halikarnassos" olan Bodrum sadece deniz, güneş, dans, müzik ve eğlence kenti mi? Çılgın gece hayatının dışında bir şey yok mu? Olmaz olur mu?

Hızla değişen turizm cenneti Bodrum’da bu yıl "Tesettür oteli" de açıldı... Sanki bir o eksikti! Artık muhafazakár ve kıskanç kocalar, eşlerini gönül rahatlığıyla Bodrum tatiline götürebiliyorlar!

"Hisar" adındaki tesettür oteli, sezon başında Bodrum’un Bitez Beldesi’nde faaliyete geçti. Alkollü içki satışının yasak olduğu oteldeki iki havuzdan biri kadınlara, diğeri erkeklere tahsis edildi. "Kadınlar havuzu" paravanla çevrilerek, meraklı gözlerden saklandı.

Otelin müdürü Sefa Ekin "Turizmde her türlü tatil anlayışına saygı göstermek gerektiği için bunu düşündük" diyor.

Ülkedeki şartlar değiştikçe, Bodrum’un görüntüsünde de büyük değişiklikler oluyor, şortlu, mayolu turistlerin yanında, her yanı sımsıkı kapalı, tesettürlü hanımlar da boy gösterir hale geldi... Yabancı turistlerin onlara bakışlarındaki şaşkınlık çok net okunuyor:

"Bu cehennem sıcağında nasıl böyle dolaşabiliyorlar?"

* * *

Bodrum, eğlence ve tatil kenti olduğu kadar büyük bir tarih ve sanat hazinesi...

Bodrum’da tarihin çok eski yıllarına doğru ilginç bir yolculuğa çıkabilir, 4 bin yıl öncesine kadar uzanabilirsiniz.

15’inci yüzyıl ortalarında Anadolu’daki tek Hıristiyan kalesi olan Bodrum Kalesi’nde gezintiye çıkabilir, Saint Jean Şövalyeleri’nden kalan zırhları, armaları, Fransız ve İtalyan kalelerini, Osmanlı zindanlarını gezebilirsiniz...

Şövalyelerin esirleri kapattıkları zindanları ve kapısında "Allah’ın olmadığı yer" yazılı korkunç işkence odalarını görebilir, dehşet içinde kalabilirsiniz.

Milattan önce 4’üncü yüzyılda yapılan, Anadolu’nun en eski antik tiyatrosundan, antikçağdaki adı Arşipel olan Ege Denizi’nin çıldırtıcı maviliğini ve Bodrum Kalesi’nin soluk kesen manzarasını seyredebilirsiniz.

Dünyanın en görkemli sualtı arkeoloji müzesinde, denize binlerce defa dalışla parça parça dışarı çıkarılarak bir araya getirilen tarihi batıkları ziyaret edebilir, rahmetli Zeki Müren’in bugün müze haline getirilen evinde onun sesini dinleyip nostaljiye dalabilirsiniz.

* * *

Başka neler yapabilirsiniz Bodrum’da?

Doğa turları, çevrede yürüyüşler, denizde yat gezileri ve dalışlar yapabilir, ünlü yazarımız rahmetli Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir’in yaşadığı yerleri gezebilirsiniz.

"Tarihin babası" olarak tanınan Heredot’un doğduğu yerdir Bodrum.

Dünyanın 7 harikasından biri olarak kabul edilen "Kral Mausollos’un anıt mezarı" geçmişte Bodrum’da bulunuyordu. İngilizler kaçırıp Londra’ya götürdü. Şimdi Bodrum’da, bu muhteşem anıt mezarın kalıntılarını görebilirsiniz.

Bodrum sadece gürültülü gece hayatından, sosyete dedikodularına konu olan aşk skandallarından ibaret bir yer değildir. Bodrum’da sanat, kültür, tarih ve emsalsiz bir doğa vardır. Yabancı turistler, daha çok bu nedenlerle severler Bodrum’u.

* * *

Bodrum Yarımadası’nda 200 bin konut var. Son iki yılda yapılan konutların sayısı 30 bin. 5 bin adet yeni villa daha yapılıyor. Buna karşılık yarımadada ne su, ne yol ne de elektrik yeterli. Doğru dürüst çöp merkezi bile yok! Üstelik tüm güzelliklerinin yanı sıra, yasağa rağmen, yarımada gürültü kirliliği içinde. Devletin üvey evlat muamelesi yaptığı Bodrum, dört-beş yıl sonra hálá güzel kalabilecek mi? Bundan şüpheliyim!
Yazının Devamını Oku