Rahmi Turan

Hazin biten görkemli hayat!

30 Ocak 2011
BÜYÜK tepki toplayan “Muhteşem Yüzyıl” dizisinde Hürrem Sultan’dan başka çok dikkati çeken bir tip daha var.<br><br>Pargalı İbrahim Paşa! Dizide hep “Pargalı” diye anılıyor. Bazı tarihçilerin Venedikli olduğunu iddia ettiği Pargalı, bir Rum olan ve ilk adı bilinmeyen İbrahim, küçük yaşta Türklerin eline esir olarak geçiyor ve sonraki yıllarda “Kanunî Sultan Süleyman” adıyla anılacak olan Şehzade Süleyman’a hediye ediliyor. Yıl 1510...
15 yaşında olan Şehzade Süleyman, kendisiyle aynı yaştaki Pargalı İbrahim’le çok iyi arkadaş oluyor ve kardeş gibi büyüyorlar.
İbrahim büyüdükçe, görenleri hayran bırakan yakışıklı bir delikanlı oluyor ve kölelikten Osmanlı İmparatorluğu Sadrazamlığı’na doğru müthiş serüveni başlıyor.
Peki, Pargalı İbrahim Paşa şanslı mıydı? Hem evet, hem hayır!
Padişah Yavuz Sultan Selim, 22 Eylül 1520’de hayata veda edince 25 yaşındaki Şehzade Süleyman tahta çıktı. Pargalı İbrahim’in şansı iyice açılmış, yıldızı parlamıştı. Çünkü yeni padişahın en yakın arkadaşıydı ve hükümdar ona “Kardeşimden yakınsın” diyordu.
* * *
Pargalı İbrahim, çok iyi keman çalardı. Kemanın tellerini o kadar ustaca kullanırdı ki, dinleyenler hayran kalırdı.
İbrahim’in kemanının tellerine sanki en içten nağmeleriyle şakıyan bülbül konmuş gibiydi. Bu yanık keman sesine Kanunî Sultan Süleyman da hayran olurdu.
Pargalı İbrahim “Paşa” unvanını aldı, Kanuni Sultan Süleyman’ın kız kardeşi Hatice Sultan’la dillere destan bir düğünle evlenerek saraya damat oldu. Kanuni’nin, İbrahim Paşa’ya gösterdiği büyük sevgi, dostlarını bile çatlatıyordu.
Çok akıllı olan Pargalı İbrahim Paşa, 27 Haziran 1523’te, Kanuni tarafından “Sadrazam” yapıldığında henüz 28 yaşındaydı.
* * *
Kölelikten sadrazamlığa (başbakanlığa) yükselmek, muazzam bir olaydır.
Damat İbrahim Paşa artık kendisini padişahla eşit görmeye başlamıştı. Çok önemli işler de başardı... Kazanılan zaferlerde, Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra, ikinci büyük şan onundu... Bazı konularda kendisini padişahtan bile daha yetkili gibi göstermeye ve bu şekilde davranmaya başlamıştı.
O kadar güçlenmişti ki, yabancı devlet adamları bile ondan “Sultan İbrahim” diye söz ediyordu. Pargalı İbrahim Paşa’nın ünü ve serveti hızla büyürken, bir yandan da adım adım acı sona doğru yaklaşıyordu.
* * *
Kanuni Sultan Süleyman, devletin en yüksek makamına çıkardığı Pargalı Damat İbrahim Paşa’nın ölçüyü kaçırdığını düşünmeye başlamıştı.
Padişah bir ramazan akşamı İbrahim Paşa’yı iftara çağırdı. Tatlı bir şekilde uzun uzun sohbet ettiler. Kanuni Sultan Süleyman ona “Bu gece sarayda kal” dedi.
Sadrazam yatmak için, hazırlanan odaya geçti, tatlı bir uykuya daldı.
Aynı anda Cellat Kara Ali oraya girdi, yağlı kemendi onun boynuna doladı. Sadrazam İbrahim Paşa uyandı, bir süre direndi ama faydasız... Cellat Kara Ali çok güçlüydü.
Yan odadaki Padişah, boğuşma seslerini duyuyor ve sonucu bekliyordu.
Sadrazam, son nefesini verdiğinde 41 yaşındaydı. (15 Mart 1536)
Padişahın bir numaralı adamıydı. Saraya damat oldu “Makbul İbrahim Paşa” unvanını aldı, sonra Padişah tarafından boğdurulup “Maktul İbrahim Paşa” oldu. Görkemli hayat acı bitti. İşte “Muhteşem Yüzyıl” dizisinin, yaşamı ders konusu olacak üçüncü kahramanı bu...
Yazının Devamını Oku

Gazetecilik ödülü

27 Ocak 2011
AYNI fikirde olmadığımız kişiler bazen, eleştirilerimize öfkelenerek bize çatarlar. Hoşgörü ile bakarız onlara... Kızgınlıkları yersizdir. Çünkü...
Ülkede hepimizin aynı fikirde olması iyi bir şey değildir!
Çalışmayı ve gelişmeyi yaratan, insanlara yeni ufuklar açan fikir ayrılıklarıdır.
Hayat sınavını geçmek için bilgi, tedbir ve sabır gerekir.
Hayatta bir amacı olmayan insanlar, bir ırmak üzerinde akıp giden saman çöplerine benzer ve akıntıda kaybolup giderler!
Bizim bir amacımız, bir hedefimiz, bir rüyamız var!
Bu amaç, doğru olduğuna inandığımız fikirleri savunarak, dilimizin döndüğü, kalemimizin yettiği kadar insanlarımızı uyarmak, Türkiye’nin gelişmesine katkıda bulunmaktır.
“Dost acı söyler” misali, genellikle ülkemizde gördüğümüz çarpıklıkları, olumsuzlukları, halkımızın çektiği sıkıntıları, yoksulların ıstıraplarını dile getiririz.
Bunu yaparken, bazı kesimlerin şimşeklerini üzerime çektiğimizin de bilincindeyiz tabii...
Dediğimiz gibi, amacımız, her şeyimizi borçlu olduğumuz ülkemize hizmettir.
Bunu yaparken kesinlikle hiçbir maddi ödül beklemeyiz... Fakat yıllardır, çeşitli basın kuruluşlarından aldığımız manevi ödüller bize güç verir.
* * *
Ankara’da 8 yıldır başarıyla yayınlanan siyasi bir dergi var:
“Meclis Haber Dergisi”
Genel Yayın Yönetmenliği’ni Murat Polat’ın yaptığı dergi, her yıl okurlarının oylarıyla “Türkiye’ye hizmet edenleri” ödüllendiriyor.
Seçim tamamen, dergi okurlarının elektronik posta ve mektup yoluyla verdiği oylarla yapılıyor.
Bu şekilde, yılın başarılı siyasetçileri, başarılı gazetecileri, başarılı belediye başkanları, başarılı bürokratlar seçiliyor.
* * *
Meclis Haber Dergisi ve okurları 8’inci yılında verdikleri oylarla beni “Yılın gazetecisi” seçmişler...
Ankara Akar Otel’de düzenlenen törende ödüller dağıtıldı.
Ben, işlerimin yoğunluğu nedeniyle Ankara’ya gidemediğim için, ödül törenine katılamadım.
Törende, “Hürriyet Gazetesi köşe yazarı Rahmi Turan, objektif ve tarafsız yazılarından dolayı okurlarımız tarafından ‘Yılın gazetecisi’ seçildi” diye anons edildi ve ödülümü benim adıma gazeteci arkadaşım Coşkun Bel aldı.
“Bizim Sağlık Dergisi”nin sahibi olan Coşkun Bel’e de “Sağlıkta yılın gazetecisi” ödülü verildi. Coşkun’un iki ayda bir yayınladığı “Bizim Sağlık Dergisi” gerçekten sağlık konusunda geniş bilgi kaynağı. Derginin bir de sağlık sitesi var: (www.bizimsaglik.com )
* * *
Meclis Haber Dergisi okurlarının seçtiği çok sayıda “yılın milletvekili, belediye başkanı, başarılı basın mensupları” da var. Hepsi bu sütuna sığmaz.
Ben, en ilginç bulduğum 3 isimden bahsedeceğim:
? Yılın Devlet Adamı Ödülü: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan.
? Yılın Başarılı Bakanı: Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek.
? Yılın Başarılı Siyasetçisi: Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener.
Aynı okurların, beğendikleri bu siyaset adamlarıyla birlikte beni de seçmeleri doğrusu
bana çok ilginç geldi. Çünkü malumunuz, ben o siyasetçilere muhalefet yapan bir yazarım.
Demek ki, Meclis Haber Dergisi okurları objektif davranıp, beğendikleri siyasetçileri eleştiren bir yazarı da sevebiliyor. Dergi yöneticilerine ve okurlarına teşekkür ediyorum.
Yazının Devamını Oku

Osmanlı’da harem hayatı!

24 Ocak 2011
“MUHTEŞEM Yüzyıl” dizisi bence ağır tempolu ve sıkıcı... Bu bakımdan iyi not alamaz ama toplumda bazı tartışmaları başlatması ve Osmanlı Harem Hayatı’nı gündeme getirmesi bakımından yararlı oldu.
“Harem” dokunulmaz, kutsal, korunan yer anlamına geliyor.
Osmanlı döneminde, padişah saraylarında olduğu gibi, sadrazamların, vezirlerin, paşaların da haremleri vardı.
Bu haremlerde Kapalıçarşı yakınındaki “Esir Hanı”ndan satın alınan genç ve güzel yabancı kadınlar bulunurdu.
Haremde, Rum’u, Çerkez’i, Arap’ı... Rus’u, İtalyan’ı, Macar’ı... Her milletten kadın vardı.
Bembeyaz odalıklar her odada, beşer beşer, efendilerini beklerdi.
Sarayın köşesinde berisinde, hepsi heyecan içinde, haremağaları dört dönerdi.
Hadım edilerek erkeklikleri yok edilen ve çoğu zenci olan kölelere “Haremağaları” denirdi. “Kızlarağası” onların amiriydi ve bunların hepsi “Valide Sultan”a, yani padişahın annesine bağlıydı. Patron “Valide Sultan” idi.
Haremağaları, kadınlar bölümü olan “Harem” ile erkekler bölümü olan “Selamlık” arasında hizmet gören kölelerdi.

Harem daireleri, konak ve saraylarda, genellikle iç avluya bakacak bir şekilde planlanırdı. Harem, saray kadınlarının yabancı erkeklerle karşılaşmadan, rahatça günlük hayatlarını sürdürdükleri yerdi. Osmanlı saraylarında haremin iki temel işlevi vardı:
1) Padişahın özel yaşamını sürdürdüğü ve eş bulduğu yerdi. O gece, esmeri sarışını, uzunu kısası, zayıfı tombulu, hangi kadını canı çekerse, koynuna alırdı.
2) Harem, bir okul görevi görürdü. Esir pazarından satın alınan cariyelere Osmanlıca öğretilir, iyi bir eğitim görmesi sağlanırdı. Osmanlı’da Harem-i Hümayun, ileride padişah annesi olabilecek cariyeleri yetiştirirdi, devlet adamlarını yetiştiren “Enderun” okullarına eşdeğerde bir kurumdu.

Bugün, zihinlerde oluşan “harem hayatı” genellikle yanlıştır. Çünkü Türk halkı hiç görmediği padişah evini, Avrupalı yazarların, diplomatların fantezilerinden, Batı kökenli ressamların, kendi hayalleriyle süsledikleri resimlerden öğrendi.
Harem hayatı, zihinlerde hep büyülü, egzotik ve erotik bir ortam olarak canlandı.
Padişahın özel evi olan harem, “mahrem” bir yerdi ve “nâmahremler” asla giremezdi. Anlatılan tasvirler ve çizilen resimler hep hayal gücüne dayanıyordu.

Cariyeler, genç ve güzel kadınlardı. Hareme gelen yeni cariye sıkı bir disiplin altında uzun bir eğitimden geçirildikten sonra padişaha sunulurdu.
Cariyelerin çoğu, bir süre sonra vezirlere, beylere, paşalara zevce (eş) olarak verilirdi.
Saraya yeni alınan esir kıza “acemi” denir, ona Müslümanlık, Türk-İslam âdetleri ve ibadet gibi dini bilgiler, dikiş-nakış, hanendelik (şarkıcılık), sazendelik (saz çalma) sanatı öğretilirdi. Böylece acemi cariye iyice yetiştirildikten sonra cariyeliğe yükseltilerek padişahın beğenisine sunulurdu.
Hünkârın yatağına aldığı cariye “Haseki” adıyla anılır, bunlardan “gözde” olan “Padişahın kadını” olurdu. Çocuk doğuran haseki “Şehzade annesi “ olarak ayrıcalık kazanır, onun maaşı arttırılırdı.

Kimi tarihçiler hareme “Entrika ve fesat yuvası” olarak bakarken, kimi tarihçiler de “Harem bir kültür okulu ve nezaket yuvasıydı. Haremle ilgili olarak yayınlanan, çıplak resimler, erotik hamam sahneleri Batılı ressamları fantezilerinden ibarettir” der.
Yazının Devamını Oku

Dizi film rekoru!

23 Ocak 2011
MAŞALLAH televizyonlarımızda “dizi bolluğu” var. Bir yıl içinde 18 televizyon kanalında kaç dizi film oynatılmış, biliyor musunuz?
Tam 317 adet dizi, halkımızın beğenisine sunulmuş!
Ekonominin değişmez kuralıdır bu: Arz ve talep!
Talep olmasa bu kadar dizi çevrilir mi?
Rakamlar, halkımızın dizilere ne kadar meraklı (hatta meraktan da öte bir düşkünlük içinde) olduğunu gösteriyor.
En çok entrika, gerilim, aşk ve ihanet dizileri revaçta...
Milletimiz, gerginlikten, heyecandan, insanların birbirlerini aldatıp kazıklamasından, yasak aşklardan, ihanetlerden zevk alıyor, bunlardan büyük keyif duyuyor!
Halkımız, bu tür filmleri ağzı açık bir şekilde, zevkle, lezzetle, hayranlıkla izliyor. Bir kısım insanlarımız ise Meclis Dilekçe Komisyonu’na şikâyet mektupları yağdırıyor.
Diyorlar ki: “Tarihi çarpıtıyorlar, ahlakı bozuyorlar, ahlaksızlık aşılıyorlar” vs...

Doğrusu garip bir toplum haline geldik.
Bir yandan izlenme reytingleri kırılıyor, diğer yandan binlerce şikâyet mektubu yağıyor!
Her diziyi, ayran budalası gibi ağzı açık izlemek de yanlış, bunların yasaklanması için Meclis’i ve RTÜK’ü dilekçe yağmuruna tutmak da yanlış...
Hep böyle aşırılıklar içinde mi olmalıyız? Hiçbir şeyin orta yolunu bulamaz mıyız?
Herkesin elinde kumanda aleti var. Beğenmeyen, rahatsız olan basar düğmeye, başka kanala geçer! Bunu yapmak o kadar zor mu? Nedir bu ilkel şikâyet mektupları?

RTÜK’ün “Muhteşem Yüzyıl” dizisine ihtar cezası vermesi ve diziyi yayından kaldırmakla tehdit etmesi, gelen bu yoğun şikâyet mektupları ve siyasi baskı sonucudur.
Ben şahsen kurulun bu kadar hoşgörüsüz, bu kadar tutucu olduğunu sanmıyorum. Sadece, “Tepkilere karşı koyma cesaretleri, direnme güçleri yok!” diye düşünüyorum.
Aynı ilkel düşünce tarzı Fransa’da olsaydı, birçok “Napolyon filmi” oynatılamazdı. Napolyon’un aşkları, seks hayatı, uğradığı ihanetler defalarca filme alındı ve gösterildi. Fransızlar “Tarihi kahramanımız küçük düşürülüyor” diye düşünüp olay çıkarmadılar!

Avrupalıların “Muhteşem Süleyman” adını taktıkları Kanuni Sultan Süleyman, siyaseti, ordusu, askeri yeteneğiyle Osmanlı Devleti’ni “Cihan İmparatorluğu” haline getirmiş, Avrupa, Asya ve Afrika’da Osmanlı topraklarının yüzölçümünü 15 milyon kilometrekareye, bugünkü Türkiye’nin yaklaşık 20 misline, çıkarmıştı.
Ömrünün büyük bölümünü at sırtında geçirmiş, Mohaç Meydan Muharebesi’nde kazandığı eşsiz zaferle Macaristan’a hâkim olmuş, bir yandan da Viyana kapılarına dayanmıştı.

Kanuni Sultan Süleyman güçlü bir imparatordu ama o da bir insan değil miydi?
Kadınlara düşkünlüğü yok muydu?
Gerçek Rus asıllı Hürrem Sultan’a büyük aşkı nedeniyle onun etkisi altında kalarak paşaların kafalarını kestirtmemiş miydi?
İhtirasının yarattığı facialar yok muydu?
Hayatının son döneminde iki oğlunu ve beş torununu boğdurarak öldürtmemiş miydi?
Fransızlara kapitülasyon (çok düşük vergi ile Türk topraklarında ticaret yapma) hakkı vererek ileriki yıllarda Osmanlı Devleti’nin çökmesinde rol oynamamış mıydı?
Kanuni Sultan Süleyman, tüm hataları ve sevaplarıyla tarihe mal olmuş bir kişidir.
Yazının Devamını Oku

Şeker onlara, kazık bize!

20 Ocak 2011
İŞSİZLİK oranı 1.8 puan gerilemiş! Kısa adı TÜİK olan Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre Türkiye’de işgücü piyasasında emeğini arz edenler 554 bin kişi artarak 22 milyon 972 bir kişiye yükselmiş.
Böylece 2009’da 3 milyon 300 bin kişi işsizken, bu sayı 2010’da 2 milyon 900 bin kişiye gerilemiş. Ne kadar iyi, değil mi?
Fakat bu iyi rakamlar, sadece kâğıt üzerinde... Gerçeği pek yansıtmıyor. İşsizlikle mücadele dernekleri, ülkede gerçek işsiz sayısının bunun en az üç katı olduğunu belirtiyor.
Kadir Has Üniversitesi’nin yaptırdığı bir araştırmada “Türkiye’nin şu anki en büyük sorunu nedir” sorusunun cevabı “İşsizlik” çıkmış... Oran yüzde 54.3... İşsizlik sorununun çözüleceğine inanmayanların, yani umutsuz kitlenin oranı ise yüzde 68...
* * *
“Kalkınıyoruz. Dünyanın en istikrarlı ekonomisine sahibiz. Dünya ekonomik krizle çalkalanırken biz krizi iyi atlattık” gibi laflar, böbürlenmekten başka bir şey değil!
Türkiye bütçesi devamlı açık veriyor.
İhracat “114 milyar dolara” çıktı denilirken, ithalatın “199 milyar dolara” yükseldiği telaffuz edilmiyor!
İhracat ile ithalat arasında aleyhimize fark 85 milyar dolar! Ürkütücü bir rakam!
Bu yıl, devlet 10.5 milyar, özel sektör ise 32 milyar dolar dış borç ödeyecek.
73 milyon nüfusumuzun yaklaşık yarısı yoksul. Bu yoksul kesimin bir bölümü açlık sınırında... Bunlar hiç konuşulmuyor.
Özelleştirme sonucu artık en önemli varlıklarımızın büyük kısmı yabancıların denetimine geçmiş durumda...
Elmaşekerinin elmasını yabancı şirketler yiyor, bize kazığı kalıyor!
* * *
On-on beş yıl öncesine kadar “Dünyada tarım ürünleri kendi kendisine yeten 7 ülkeden biriyiz” diye övünürdük. Ya şimdiki durum ne? Ürettiğimiz tüketime yetmiyor, hemen her türlü gıda maddesini dışarıdan alıyoruz. Et, süt, tarım ürünleri, hatta canlı hayvan...
Bu mudur iyi ekonomi?
2003 ile 2010 yılları arasında (son 8 yılda) yabancı şirketlerin Türkiye’den kendi ülkelerine kâr aktarımı brüt 89 milyar dolar oldu.
Kâr transferleriyle Türkiye’nin elde ettiği 35 milyar dolarlık gelir düşüldüğünde yabancıların net kâr transferinin 54 milyar dolar olduğunu görürüz.
Bu da, yabancı şirketlerin iliğimizi nasıl emdiklerinin göstergesidir!
* * *
30 Eylül itibarı ile Türkiye’deki yabancı kaynak miktarı 117 milyar dolara erişmiş...
Bu paraların 75 milyar doları borsada, 9.5 milyar doları banka mevduatlarında, 33 milyar doları Hazine bonolarında işlem görüyor.
Gelen yabancı kaynakla (sıcak para ile) hiçbir üretim yapılmıyor. Ülkemizin üretimine ve işsizliğe hiçbir katkısı olmuyor. Sıcak para, elde ettiği tatlı kârlarla geri gidiyor!
Cari açığımızdaki (döviz açığındaki) artış bu sıcak para ile kapatılıyor.
Gün kurtarılıyor ama geleceğimiz kararıyor!
* * *
İstanbul Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler Odası’nın, Merkez Bankası ve Hazine’nin rakamlarına dayanarak hazırladığı “Faiz ve Kâr Transferi 2011” raporuna göre, yabancıların sadece 2010 yılında ülkemizden götürdükleri para 10.6 milyar dolar!
Tüm bunlar için “İyi” deniliyorsa, söylenecek başka bir söz kalmıyor!
Bu gidişle, kendi ülkemizde yabancılara çalışan ırgatlar haline geleceğiz.
Onlar patron, biz işçi... Gidişat bu!.. İyi mi?
Yazının Devamını Oku

Muhteşem padişah, muhteşem hatalar!

17 Ocak 2011
“Muhteşem Yüzyıl” dizisinde, mahremiyetinin ihlal edildiği, içki içtiği ve kadın düşkünü gibi gösterildiği iddia edilen Kanuni Sultan Süleyman’ın en büyük oğlu Şehzade Mustafa’yı nasıl boğdurtarak öldürttüğünü dün anlatmıştım.

Kanuni, gerçekten Osmanlı İmparatorluğu’nun en büyük üç padişahından biriydi, olağanüstü yetenekleri vardı, üstün bir devlet adamı ve çok iyi bir komutandı...
Fakat o da bir insandı ve her insan gibi zaafları vardı. Gerçek adı Roksalan olan Rus asıllı karısı Hürrem Sultan’ın etkisinde kalarak en kabiliyetli oğlu Şehzade Mustafa’yı acımasızca boğdurtması, bu zayıf yanlarından biridir.
Kanuni Süleyman, Şehzade Mustafa’dan sonra, diğer oğlu Şehzade Bayezid ile 5 torununu da boğdurtarak öldürttü.

Padişah olabilse, imparatorluğun kaderini değiştirecek yetenekte olan Şehzade Mustafa, iftiralar ve kurulan kalleş tuzaklar sonucu öz babasının kurbanı olmuştu.
Şehzade Mustafa’nın ölümünden son derece üzülen kardeşi Cihangir de üzüntüsünden hastalanıp ölünce Kanuni’nin hayatta iki oğlu kaldı: Şehzade Selim ve Şehzade Bayezid.
Kanuni Süleyman, tahtında gözü olduğunu sandığı Şehzade Bayezid’den de şüpheleniyordu. Çevresindekilerin de telkini ile Kanuni, küçük oğlu Bayezid’i tam anlamıyla bir asi olarak gördü ve büyük oğlu Şehzade Selim’i ordusuyla Bayezid’in üzerine yolladı.
İki kardeş, 29 Mayıs 1559 günü Konya yakınlarında karşılaştı. Kanlı bir savaş oldu ve Padişah’ın desteklediği Şehzade Selim’in ordusu Bayezid’in ordusunu bozguna uğrattı.

Yenilen Şehzade Bayezid, 1559 yılı ramazan ayında, Orhan, Abdullah, Mehmed  ve Mahmud adlarındaki oğullarıyla İran’a sığındı. Üç yaşındaki en küçük oğlu Osman ile kızlarını Amasya’da bıraktı.

Yazının Devamını Oku

‘Öldürüyorlar beni baba!’

16 Ocak 2011
GÜRÜLTÜLER koparan “Muhteşem Yüzyıl” dizisi için, kısa adı RTÜK olan Radyo Televizyon Üst Kurulu’na, organize bir biçimde on binlerce şikâyet mektubu gönderilmesinin anlamsızlığını bundan önceki yazımda anlatmıştım. Tutucu zümreye hoş görünmek isteyen siyasilerin de etkisiyle RTÜK, diziyi yayınlayan kanala “ihtar” cezası verdi ve “Sultan Süleyman’ın mahremiyetini ihlale devam ederseniz diziyi 1 ile 12 kez kapatırız” dedi.
Batılıların “Magnificent/Muhteşem” diye adlandırdığı Kanuni Sultan Süleyman, içki de içerdi, kadınlarla da yatıp kalkardı... O da bir insandı...
Üstün meziyetlerinin, büyük devlet adamlığının ve askeri dehasının yanı sıra, iki oğlunu ve beş torununu boğdurarak öldürtmekle de ünlü idi.

Yıl 1520... Yavuz Sultan Selim “Şiri Pençe/Aslan Pençesi” denilen bir çıbanın vücudunu tahrip etmesi sonucu ölüyor. Oğlu Süleyman 25 yaşında Osmanlı tahtına oturuyor ve 1566 yılına kadar 46 yıl dünyaya hükmediyor.
Yasaklanması istenen dizi film bu büyük padişahın hayatını, Hürrem Sultan’a aşkını, zaferlerini, devlet adamlığını ve zaaflarını anlatıyor.
Tepkiler nedeniyle, dizide göstermeye cesaret edecekler mi bilemiyorum ama Kanuni’nin “2 oğlunu ve 5 erkek torununu acımasızca boğdurttuğu” tarihi bir gerçektir.

Kanuni’nin, 8’i erkek, biri kız, 9 çocuğu dünyaya gelmişti. Şehzadelerden dördü, bir-bir buçuk yaşlarında öldü, padişahın hayatta dört erkek çocuğu kaldı,
Padişahın “veliaht” gözü ile baktığı şehzadesi Mehmet de, 22 yaşında ansızın öldü.
1553 yılına gelindiğinde Kanuni 58, Şehzade Mustafa 39, Şehzade Selim 30, Şehzade Bayezid 28 ve Şehzade Cihangir 23 yaşındaydı.
Konya Valisi olan en büyük Şehzade Mustafa, iyi bir eğitim görmüş, sağlam karakterli, mert bir kişiydi ve babasından sonra hükümdarlığın tek adayı idi.
Ne var ki, Kanuni’nin büyük aşkı Hürrem Sultan, onun değil, kendi oğullarından birinin (Şehzade Bayezid veya Şehzade Selim’in) padişah olmasını istiyordu.
Hürrem Sultan, bir Rus papazın kızıydı ve gerçek adı Roksalan idi. Başka bir cariyeden olan Şehzade Mustafa’nın gözden düşmesi için bin türlü entrika çeviriyordu. Yakın adamı ve damadı olan rüşvetçiliğiyle ünlü Sadrazam Rüstem Paşa da Hürrem’e yardım ediyor, Şehzade’nin ağzından yazılmış sahte “darbe mektuplarını” Kanuni’ye göstererek “Oğlunuz sizi devirmek istiyor” diyordu.
“Muhteşem” denilen o akıllı padişah bu dalaverelere inanmak basiretsizliğini gösterdi.

Bir İran seferi hazırlandı. Şehzade Mustafa’ya da askerleriyle birlikte orduya katılması emredildi. Aslında bu hain bir tuzaktı!
Ordu Konya yakınlarında iken Şehzade Mustafa babasının elini öpmeye gitti. Padişah çadırına girdiğinde babasının orada olmadığını görüp şaşırdı...
Aynı anda, saklandıkları yerden çıkan dilsiz 7 cellat, ne olduğunu anlayamadan Şehzade’nin üzerine atıldı. Mustafa çok güçlü bir gençti. 7 cellatla yiğitçe boğuştu, birkaçını yere serdi, ellerinden kurtuldu, tam çadırdan çıkarken (sonradan paşa yapılan) Zal Mahmut Ağa arkasından yetişip, yorgun düşen Şehzade Mustafa’yı yay kirişi ile boğdu.
Talihsiz Şehzade’nin “İmdaaat! Beni öldürüyorlar baba!” diye yeri göğü inleten çığlıklarını, öbür çadırda bekleyen Kanuni Sultan Süleyman duydu ama yüreği hiç sızlamadı!
YARIN: Şehzade Bayezid ve 5 oğlu nasıl öldürüldü?
Yazının Devamını Oku

Muhteşem Süleyman!

13 Ocak 2011
GÜNLERDİR “Muhteşem Yüzyıl” dizisine saldırıyorlar! Neden? Gerçeklere uymuyormuş, Padişah Kanuni Sultan Süleyman içkici ve kadın düşkünü gösterilerek küçük düşürülüyormuş!
Önce şunu söyleyeyim: Diziyi ben de beğenmedim... Çok daha iyi yapılabilirdi. Bir sürü eksikliklerle, yanlışlıklarla dolu fakat... Bu belgesel bir film değil ki... Tarih dekoru içinde geçen bir hikâye! Neden böyle acımasızca hücum ediliyor?
Kızmak, saldırmak, yasaklatmaya kalkışmak tam bir ilkellik!
Filmin yapımcıları da “Biz tarihi gerçekleri anlatıyoruz” diye iddia etmiyorlar ki... 16’ncı yüzyıldaki birtakım olaylar, senaryoyu hazırlayanlar tarafından süslenmiş, harem hayatı ön plana çıkarılmış, televizyon seyircilerine hoşça vakit geçirtmek için bir dizi hazırlanmış... Beğenmiyorsan seyretme birader!
10’uncu Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın tahta çıktığı 1520 yılında Topkapı Sarayı’nda harem yoktu zaten... Padişahların haremleri o tarihte Beyazıt’taki eski saraydaydı.
Bu tür değişiklikleri hoş görmek gerekir çünkü “Muhteşem Yüzyıl” dizisi bir belgesel değil. Böylesine acımasızca saldırılara ne gerek var?
* * *
Diziyi izleyenlerden 90 bin kişi Radyo Televizyon Yüksek Kurulu’na şikâyet dilekçesi yollamış... Padişah’ın içki içip cariyelerle eğlenmesi izleyenlerin ağrına gitmiş...
Padişahlar da erkekti ve kadınları severlerdi. Onların da insani zaafları bulunuyordu. Kanuni Sultan Süleyman’ın torunu 3’üncü Murat’ın, 50’ye yakın cariyesinden doğan 100’den fazla çocuğu vardı.
Batılı ülkelerin “Muhteşem” sıfatını verdiği Kanuni Sultan Süleyman gerçekten, Osmanlı tarihinin en büyük padişahlarından biridir. Büyük bir devlet adamı ve mükemmel bir komutandı. Onun dönemi parlak zaferlerle doludur.
Kanuni Süleyman 46 yıl hüküm sürerek en uzun süre tahtta kalan Osmanlı padişahıdır. Elbette ki insani zaafları da vardır. Bunlar onun değerini azaltmaz ki...
* * *
Dizide, birtakım harem sahneleri var diye bu büyük padişah küçülmüş müdür?
Osmanlı’da padişahlara güzel ve gösterişli kızlar armağan etmek bir gelenekti. Ayrıca harem hayatı sadece padişah saraylarında değil, zengin olan herkesin konağında vardı.
“Harem”in anlamı, saray, köşk, konak gibi zengin evlerde kadınlara ayrılmış bölüm demektir. Haremleri yönetenler de genellikle zenci olan “hadım edilmiş haremağaları” idi.
Kısacası, parası olan haremini kuruyor, Kapalıçarşı yakınındaki Esir Hanı’ndan satın alınan ve Müslüman olmayan esir kadınlar, sahipleri tarafından cariye (köle) olarak, istenildiği gibi kullanılıyordu.
Bütün bu gerçekler bilinirken, harem hayatını gösteriyor diye “Muhteşem Yüzyıl” dizisine saldırmak doğru mudur?
* * *
Kanuni Sultan Süleyman, 522 yılda 36 padişah gören Osmanlı İmparatorluğu’nun en büyük 3 padişahından biridir. Tarih sırasına göre:
1) Fatih Sultan Mehmet, 2) Yavuz Sultan Selim, 3) Kanuni Sultan Süleyman.
Kanuni’nin devlet adamlığı, askeri yetenekleri ve komutanlığı tartışılmaz.
Sokullu Mehmet Paşa gibi üstün devlet adamları, Mimar Sinan gibi görkemli mimarlar, Barbaros ve Turgut Reis gibi büyük deniz kahramanları o devirde yetişmiş, Kanuni Süleyman’ın dehası Osmanlı’yı dünyanın en güçlü devleti haline getirmiştir. Ancak...
O muhteşem hükümdarın, aslan gibi 2 oğlunu ve küçük yaştaki 5 torununu boğdurtarak öldürttüğünü biliyor muydunuz? Bunları pazar günkü yazımda anlatacağım!
Yazının Devamını Oku