Pucca Günlük

İtaatkâr hakkında konuşmalı mıyız?

25 Mayıs 2014
Bizim gazetede Karolin Fişekçi’nin yeni çıkan kitabına dair röportajı okuyunca heyecanlanmıştım. Eski sevgilisinin kim olduğu ve anlam veremediğim o garip pozu dışında; sonunda birinin yerli işi ‘Grinin Elli Tonu’ yazması merak uyandırdı.

Yanlış biliyorsam düzeltin ama Türkiye’de ilk erotik roman kadın yazar, Adnan Menderes’in metresi Suzan Sözen olmuştu. Kocası, dönemin emniyet müdürü Ferit Avni Sözen’di. Menderes davasında “Kocamı kurtarmak için Menderes’le yattım. Adnan Menderes eve geldiği zaman kocam giderdi” diye ifade vermişti Suzan Sözen. Türkiye’de erotik kitap yazmanın ne kadar zor olduğundan bahsetmeme gerek yok sanırım: Parkta köpeğe tecavüz ettikten sonra ‘‘Bana kuyruk salladı, onun da canı istiyordu’’ diye ifade verenler, “Gecenin vakti dışarda ne işi varmış, o etekle sokağa çıkmasaymış” diye tecavüzü haklı bulan insan dışı yaratıklar... Böyle bir ülkede cinselliğin kadın tarafından ulu orta konuşulması tabii beklenemez. Erkek için farklı: Şahin K gibi bir figür baştacı edilir, kahraman ilan edilir, görüldüğü yerde onunla fotoğraflar çektirilip en kral adam yerine konulur. Kadın cinsellikten bahsediyorsa, göğüsleri görünüyorsa, biraz kışkırtıcı konuşuyorsa zaten onun yolu yoldur, isterse bilmem kaç tane diploması olsun cinsel obje kimliğini ne yaparsa yapsın alt edemez.
Porno sadece erkekler için var. Takma tırnaklı, yapay ağızlı, full makyaj, kabarık sarı saçlı kadınların gülümseyerek gelen pizzacıyı karşılamasını, hiçbir kadının beğeneceğini zannetmiyorum. Kadınlar için porno film zaten hayal, en fazla Fransız filmlerinden birkaçı, eh işte. Konuşacağımız bir platform, tartışacağımız, paylaşacağımız alan hiç yok. Bunu sadece at gözlükleriyle bakıp, ‘istekli kadın’ görüntüsüyle görmemek lazım. Evliliği, ilişkiyi devam ettiren en büyük olaylardan biri cinsel ilişkiyken, çoğumuz hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. En son Kadınlar Kulübü sitesinde, gayet masumca kocasıyla olan problemini yazan bir kadının günlerce erkekler tarafından başka sitelerde aşağılandığını görünce, bunu aşağılayan insanların çoğunun üniversite mezunu, görmüş geçirmiş insanlar olduğunu da varsayınca, bu ülkede kadın olmanın verdiği değerden bir kez daha utandım.

İtaatkâr’ın en büyük problemi

Cinsel hayat bu kadar hayatımızın içinde yer almasına rağmen o geceye dair birkaç şehir efsanesi dışında çoğumuzun bildiği tek bir bilgi yoktu mesela. Grinin Elli Tonu’nun bu kadar yok satmasının en büyük nedeni buydu. Hepimiz bir şeyler öğrenmek istiyorduk çünkü. Karolin Fişekçi’yi de bu yüzden kutluyorum. İtaatkâr kitabına gelirsek Grinin Elli Tonu’na maalesef pek yaklaşamamış. Mıymıy Ana’nın aksine İtaatkâr’da sürekli olarak, Mine’nin güzelliği, muhteşem göğüsleri, dillere destan kalçaları... Jinekoloğu bile, ‘Vay babam vay ben böyle bir şey görmedim’ diye ödül verecek nerdeyse. Herkes ona âşık, herkes tapıyor. O çok zeki, o çok akıllı, o çok başarılı, kendine güveni tam... Sayfalarca övmelere doyamıyor. Ben biraz daha kusurları dile getirmeyi seven, gerçek hayatın kusurlardan örülü olduğuna inanan biri olduğum için belki bilemedim. Darısı nice cesur insanlara...

Yazının Devamını Oku

Sizin de gününüz kutlu olsun

11 Mayıs 2014
Anneler Gününüz kutlu olsun, öğle yemeğini buzdolabının önünde yiyen çocuklar.

Kardeşlerine annelik yapan ablalar, ablalarının saçlarını okşayıp ‘hepsi geçecek’ diyen küçük kardeşler. Anneler Günü’nden korkup, içi daralanlar; asıl sizin gününüz kutlu olsun

Anneler Günü, Babalar Günü işte ne bileyim Sevgililer Günü gibi olayların insanları mutlu etmekten çok, çökerttiğini düşünüyorum. Buruk, yarım hissettiriyor insana kendini. “Ee onlar üzülüyor diye anamızın gününü kutlamayalım mı” diyeceksiniz. Siz de haklısınız. Anne olsam, çocuğum karşıma gelip, “böyle günler kapitalizmin oyunu ebede übede” diye konuya girse, üç gün internetini keser, sokağa çıkmama cezası veririm. Alt tarafı alacağın çiçek ya da mutfak malzemesi, bunu bile olay haline getirecek kadar ne yaşattım sana bunu esirgiyorsun? “Mervelere ders çalışmaya gidiyorum” diye izin alırken hatırlatırım bu laflarını, terbiyesiz! Olmayan çocuğumla da kavga ettiğime göre asıl hikâyeme geçebilirim...
Halk Eğitim Merkezleri yeni oluşmaya başladığı günlerde, Anneler Günü için orada bir etkinlik yapalım dedik. Daha çocuk yaşta sayılırım, matematik defterimin arkasına kendi çapımda ‘Sidikli Sindirella’ diye bir oyun yazdım. Topladım milleti, o oyunu canlandırdık.

Sidikli Sindirella’nın dramı

Hikâye şu: Sindirella uykudayken, üvey kardeşleri bir gece onu korkutur, o kara geceden beri Sindirella çişini tutamaz. Bir de üstüne babası ölünce kızımız iyice içine kapanır. Okul hayatı biter, arkadaşlarıyla görüşmez. Üvey annesi ve kardeşlerinin ayak işlerini yapmaktan başka çaresi de kalmaz. Okulun yılsonu balosuna âşık olduğu ünlü pop yıldızının geleceğini öğrenir. Önce bir peri bekler, ona balkabağından araba yapsın diye. Peri gelmeyince, annesinin eski gelinliğini kesip biçerek elbise yapar. Balon etek olduğu için altına giydiği bağlama bezi de belli olmaz. En son belediye otobüsü 12’de olduğu için eve o saatte dönmelidir. Sonra işte klasik hikâye, popçu buna âşık olur meğer o da altına kaçırıyormuş falan filan.
Korkunç derecede kötü ama çok eğlenerek oyunu oynamıştık. Ezberimiz iyi değildi, gelinlik bulamadığımız için biri evden perde getirmişti. Annesi perdeleri görünce kalp krizi geçiriyordu. Neyse asıl olay, oyun bitince herkes annesine bir tane gül verecek, onu çok sevdiğini söyleyecek. Annemle ayrı şehirlerdeyiz, zaten görüşmüyoruz diye sahneye bir tek ben çıkmayacağım. Sadece anneler olacağı için babamı davet etmemiştim zaten. Sahne arkasına yollanıp, kısırı marulun içine doldurup yerken, beni çağırdılar. İçeri bir girdim, onca kadının arasında elinde kendinden büyük çiçekler olan babamı gördüm. Yanıma geldi, “Asıl senin Anneler Günün kutlu olsun” dedi. Bir alkış kıyamet. Sonra ben onun kutladım, o bir daha benim derken saatlerce ağladık orada. O sahneyi hiç unutmuyorum, hayatım boyunca aldığım en güzel hediye olmuştu...
Sizin de Anneler Gününüz kutlu olsun, öğle yemeğini buzdolabının önünde yiyen çocuklar. Kardeşlerine annelik yapan ablalar; ablalarının saçlarını okşayıp ‘hepsi geçecek’ diyen küçük kardeşler. Her gece uyumadan önce bütün dua haklarını gökyüzünde melek olan annesinden yana kullananlar... Çocuk Esirgeme Kurumlarının yatakhanesinde birbirine ebeveynlik yapan çocuklar... Anneler Günü’nden korkup, içi daralanlar; asıl sizin gününüz kutlu olsun.

Yazının Devamını Oku

Çocuklar çığlık değil kahkaha atsın

4 Mayıs 2014
Kendimizi, çocuklarımızı kimden koruyoruz?

Erkeklerden. Yani babamız, kardeşimiz, amcamız, sevgilimiz, hayat arkadaşımız, sıra arkadaşımızın cinsinden...
Ne korkunç, ne büyük bir travma aslında, nasıl bir güvensizlik bu

Çocuklarınıza sahip çıkın, çocuklarınızı yanınızdan ayırmayın, çocuklarınızı sokağa tek başına yollamayın gibisinden akıllar veriliyor, konuşmalar yapılıyor. Tecavüz haberlerinden sonra da aynı uyarılar kadınlar için yapılıyor: “Gece dışarı çıkmayın, yanınızda biber gazı bulundurun, üstünüze başınıza dikkat edin.’”
Gizem’in katili, Süleyman Akdeniz işinde gücünde bir adam. Gizem’in ablasına âşık üstelik, evlenmek istiyor. Ailesini pikniğe götüren, arkadaşlarıyla eğlenen biri. Sabah işe gidiyor, akşam işten dönüyor. Okul arkadaşları olmuş, sevgilileri olmuş. Normal sıradan bir vatandaş yani... Gizem’in ablasıyla evlenmek istemiş, ailesi karşı çıkınca, küçük çocuğu kaçırıp işkence ederek aileden intikam almış. Savunması bu yönde.
Ailesine sorsan, benim insan diyemeyeceğim bu Süleyman Akdeniz’i çocuk katili, işkenceci diye bilirler miydi acaba? Erkek çocukları eğitilmeli. Bu iş yine kadınlarda yani annelerde bitiyor. Erkek çocukları, “Ağam, paşam, erkek bu, her şeyi bilir, göster pipini, ablası su getir bakim kardeşine” diye büyütüldükçe, evde gördüğü o hakkı, sokakta da istiyor adam. O kadın ona ait olmalı; penisi onun en değerli varlığı...
Kız çocuklarınız neyse, erkek çocuklarınız da aynı değerde. Çalışmak, para kazanmak, güç, statü ise sorun; artık kadınlar erkeklerden daha iyi yerlerde, daha fazla maaş alarak çalışıyor. Çocuklar arasında saygıyı korumak başka bir şey, korkutmak bambaşka. Çoğu kız, “Abin duyarsa seni öldürür, erkek kardeşin bilirse seni keser, düzgün otur kardeşinin yanında” diye büyütülüyor. Kendi kız kardeşine bile bu derece uzak büyüyen bir çocuğun büyüyünce başka kadınlara nasıl yaklaşmasını bekliyorsunuz? İlk aşkını, başına gelen güzel olayları abisine anlatmayacaksa bir kız çocuğu, büyünce nasıl güvensin başkalarına?
Bir de şu var tabii... Bazı evler, sokaktan daha tehlikeli. Bazı evler var; çocuklar orada “Bana en yakınım bunu yaptıysa, herkesin buna hakkı var” diye büyüyor. Bazı evler var, konuşursa kimsenin inanmayacağını bildikleri, onu daha çok suçlayacaklarını gördükleri... Onları kim nasıl koruyacak? Ceza sisteminde mutlaka değişikliğe gidilmeli. Korku verilecekse illa o noktada verilmeli... Böyle haberlerin gündeme gelmesinden rahatsız olan bir kesim var; olay normalleştiriliyor diye düşünüyorlar. Bence tam tersi; normalleştirilmiyor, aksine “Bunu yaparsan eninde sonunda bulunacaksın, linç edileceksin” diye gösteriliyor.

Yazının Devamını Oku

Evlenmek ya da evlenmemek işte bütün mesele bu!

27 Nisan 2014
Aile, toplum, arkadaşların. “Evlen, evlen, evlen” diye dillerinde tüy bitiyor.

Bekar olmanın da evlenmenin de iyi yanları var aslında...

Neden evlenmek isteriz?
Ev kiraları çok yüksek, koca bulmak ev arkadaşı bulmaktan daha kolay.
Bütün arkadaşların evlendi, ilk çocuklarını doğurdu. Lisenin en kaşar kızının bile, gelinlikli Facebook profil fotoğrafı var.
Düğünlerde millete taktığın altınlarla kendine kuyumcu dükkânı açarmışsın.
Son gittiğin iki düğünde sarhoş olup pistin önce tozunu attırdın, seni zorla yerine oturttular, bu kez masada sızdın.
Kedine köpeğine öyle bir bağlandın ki “Çocuğu olanları artık iyi anlıyorum” diye diye hayvanı öpmelere doyamadın.

Yazının Devamını Oku

Arkadaşım ol yeter böylesi daha güzel

21 Nisan 2014
Artık ayrıl-barış derken yalamaya dönen üç senelik ilişkimizi en sonunda bitirme kararı almıştık.

Bir taraftan canlı canlı derisini yüzmeyi isteyip, bir taraftan da “Şimdi o olsaydı” diye iç geçirdiğim bir ilişki olunca haliyle ayrılık kolay olmuyor. Biz de arkadaş kalalım dedik. Tabii bunu da başaramadık

Bence insanlar birbirlerinden kötü bir şekilde ayrılmalı. Yoksa imkanı yok, kopamıyorsun! Çünkü adam sana hiçbir şey yapmamış. Sadece beraber yaşamayı başaramamışsınız o kadar. Bir şey yapsa ayrı dert, yapmasa ayrı dert. Bize de yaranılmıyor resmen. Beraberken daraldığın bunaldığın her şey ayrıldıktan sonra saçma bir şekilde hoşuna gidiyor. Sanki o söylemese yemek yemeyeceksin.
Yeniden mi başlasak?
Adamı sevgiliyken daha az görüyordum yemin ederim. Her gün aktiviteden aktiviteye koşuyoruz. Sabah gözümü bi açıyorum “Sana simit getirdim”den bir başlıyor, bütün günü onla geçirmiş oluyorum. Arada bir dönüp birbirimize “Yeniden mi başlasak” diyoruz, sonra geçmiş görüntülerimiz aklımıza geliyor, sessizce televizyon izlemeye devam ediyoruz. İlişkimiz sırasında hiç mevzuu geçmeyen konuşabilme özgürlüğüne sahibiz. “Yemin ederim bir şey yapmayacağım, söyle hadi beni hiç aldattın mı?” diye tuzak sorular soruyorum ama yemiyor. “Sen zaten şöylesin böylesin” diye dalga geçmelerimiz var bi de onların sonu hep kavgayla bitiyor.
Yalnız kıskançlık olayını aşamadık. “Hadi sana bi kız bulalım ya” diyecek kadar da geniş değilim, kusura bakma. Ne kızı ya? Keşke benden sonra hiç hayatı olmasa, keşke öylece evinde oturup beni beklese, arayıp aklıma girmese ya da ne bileyim ölmüş gibi davranabilse. Ayrılık böyle bir şey olsa, insanlar hayatlarına devam etme kararı aldığı an, karşı tarafı soyutlayabilsek. Güzel ayrılık diye bir şey yok çünkü. Arkadaş kalmak, önce o yalnız kalma korkunu kolay atlatmanı sağlıyor gibi gözükse de sonrasında daha kötü yapıyor. Yolumuza da gidemiyoruz, aynı yolda hiç yürüyemiyoruz. Vardır elbet bir çıkış yolu diye birbirimize bakıp gülüyoruz.

Yazının Devamını Oku

Karın içeri, göğüs dışarı, derin nefes...

13 Nisan 2014
Güneşin kendini göstermesiyle bilmem kaç yılda aldığımız kiloları yaza kadar verelim maratonu başlamış bulunmakta.

İnternette aranan şok diyetler, basenlerden kurtulma egzersizleri, eve yakın spor salonu arama telaşı... Merhaba güneş, selam olsun sana yaz, hoş geldin ‘ekmeği kestim mi yaza kadar iki beden incelirim’ umudu...

- Bir salona yazılacaksanız, kiloymuş, yağmış bedeninde bulunan suymuş onları bir ölçüyorlar önce. Ben o yüzleşme anını yaşamak istemediğimden yazılmadan önce biraz kilo vereyim diyen insanlardanım.. Sonra bir bakıyorum bir sene geçmiş. Neyse işte eline hangi antrenmanları yapacağın bir liste veriyorlar. Önce “Durumum bu kadar vahim mi” diye üzülüyorsun. “Haftada iki bisiklet sürerim” diye düşünüyorken verilen programı görünce derin bir yutkunuyorsun şöyle...
–Spor salonlarını halk plajı gibi düşünmekte fayda var. Halk plajlarında nasıl hafta sonları insanlar balık istifi oluyorsa, salonlarda da iş çıkış saatlerinde durum aynen öyle... Mutlaka bir saat öncesinde gidip, belirlediğiniz yere havlu atın. Hatta tel örgülerle çevirin.
–Yürüyüş bantında televizyon izlemek bana yaramıyor açıkçası. Oysa iki işi, hatta beş-altı işi birden aynı anda yapabilen bir insanım. Ama Müge Anlı’yı izleyemiyorum. Sürekli olarak “Yaa katil o kadın! Hâlâ tutuyorsunuz onu orada. Suratından pislik akıyor pislik!” diye sinir krizleri geçiriyorum. Zaten orada onu izleyen tek benim, millet hep müzik dinliyor.
–Grup derslerini bi türlü sevemedim. Sanki herkes takır takır yapıyor bir ben başaramamışım gibi hissediyorum. Lisede, sadece üniversiteli çocuklarla çıkan havalı kızlar grubunun bir başka versiyonu da bu grup derslerinde en önde duran tipler. Yakışıklı hocaların derslerinde ön taraf, hep parlak taytlı, saçları bozulmayan, terlemeyen ve sürekli gülümseyen kızlarla dolu... Bi de her ders sonrasında hocanın başına toplanıp, gereksiz gereksiz sorular sorup insanı hayattan soğutuyorlar. Yooo kıskanmıyorum canım, ne münasebet!
–Öğrenci yurtlarından edindiğimiz alışkanlıkla, soyunma odasında hiçbir uzvumuzu göstermeden duşa girip çıkmayı biz biliyoruz da bilmeyen yaşı geçkin teyzelere de bunu öğretmek gerekli. Kafamı bir çeviriyorum; titreyen, kırmızı, üzeri sivilceli bir et parçası yüzümün 15 cm ilerisinde. Sonra gelsin travmalar!
–Benim en sevdiğim olay aletli pilates. Tek hocayla çalıştığın için öpe öpe devam etmek zorundasın. Hocana karşı sorumluluk hissediyorsun çünkü. Bir de onca para veriyorum yazık günah diye içten içe kendinle hesaplaşma durumun var. Onda da işte ne zaman kaçamak yapacak olsam hocamın yüzü önümde beliriyor, “Aylardır sana verdiğim emeklere haram olsun puuuu!” diyecekmiş gibi geliyor, elimden atıyorum o çikolatayı. Sonra geri alıyorum tabii.

Yazının Devamını Oku

Ayrılığın ev hâli

6 Nisan 2014
Çift kişilik hayattan tek kişiye dönüşün güzel tarafları yok mu? ‘Evde tek başına’ tecrübelerini bir de benden dinleyin

Aylar önce beraber yaşamanın zorluklarını anlatan bir yazı yazmıştım. Rujla aynaya ‘seni seviyorum’ yazma döneminden tavana kanla ‘öleceksin!’ yazma evresine girince bir yerde yanlış yaptığımızın farkına vardık. Üç sene geçti, bu kaçıncı aydınlanış, bu kaçıncı “Bir daha tövbeler olsun yüzünü görmek istemiyorum” ayrılıkları. O yüzden biz de arkadaş arkadaş ayrılalım olayına geçtik. Peki sonra ne oldu, bir bakalım...
Yok yatağın sol tarafında da yatıyorum, vay efendim yatakta topaç gibi dönüyorum, yok bacaklarımı pergel gibi açıyorum falan filan yalan bunlar! Bir kere yatağa gitmiyorsun. Salonda televizyon karşısında üzerine bir şey örtüp elinde kumandayla uyukluyorsun. Bir yandan iyi, ‘hadi yerimize’ deyip darlayarak uykunu kaçıran biri yok, bir taraftan kötü, her sabah boynun tutuluyor.
Önünde iki seçenek oluyor, ya yemek yiyerek acını hafifletmeye çalışıyorsun ya da “Yaz geliyor, eskiden zayıflamak yeterdi, şimdi bir de yok göbişimin üstünde iki oyuk olsun, yok bacağımın ön kası uzun dursun” diyerek kendini fit olmaya adıyorsun. İlk bir hafta “Ben acımdan ne yediğimi biliyor muyum?” diyerek, kahvaltıda künefe yiyecek kıvamdaydım. Şu an onları eritmeye çalışıyorum.
Arabada makyaj yapma, evde sürekli bir şeylerini unutma olaylarım bitti. Çünkü yanımda sürekli “Hadi hadi eee 10 saat geçti hadi!” diye iki ayağını bir pabuca sokan biri yok.
Futboldan anlama kapasitem “çocukların ne güzel baldırları var ya”dan öteye gitmezken, iddia bayii gibi hangi maç ne zaman hepsini biliyordum. Spor kanallarının S’si yok şimdi evde.
Artık uykumu da alıyorum, sabahları dinç bir şekilde uyanıyorum. Çünkü geceleri kimsenin telefonunu karıştırmak için fazla mesai yapmıyorum. O neydi öyle ya! Uyan, bi beş dakika tepesinde zebani gibi dikilerek uyanacak mı diye bekle. Yastığının altından milim milim telefonu çek. Pıtı pıtı adımlarla banyoya koş. Nefesini tutarak şifreyi aç. Sonra ne var ne yoksa silmiş olsun. Bir de üstüne “ne saklıyorsun da her şeyi siliyorsun!” diye kavga çıkar.
Bunu en kibar nasıl anlatabilirim bilmiyorum ama bağırsak sorunu olanlar anlarlar, tuvalete gitmek bizim için adeta seremoni eşliğinde olur. Bütün sorunlarının çözümünü, seni üzen olayların asıl nedenini orada düşünürsün. Biraz daha kalsan hayatın anlamını bile orada bulabilirsin... İşte şimdi o özgürlüğü yaşıyorum. Kapının önünde “Napıyorsun ya orada bunca zaman? İyi misin?” diye seni rahatsız eden biri yok. Su tesisatı dışında başka hiçbir özelliği olmayan küçücük bir alanda ne yapabilirim Allah aşkına?

Yazının Devamını Oku

İnternetim benim biricik sevgilim

30 Mart 2014
Malum, Twitter kapandı, üstüne Youtube...

Facebook sıra bekliyor. Sosyal medya adına ne varsa, insanların paylaşım yaptığı bütün alanlar tek tek kapatılıp sana “Sen düşünemezsin, senin bir fikrin olamaz” deniliyor

Kendimi bildim bileli hayatımdaki her şeyi internette hallediyorum. Alışverişi, dizi izlemeyi, tape izlemeyi, ‘köpeğim çok havlıyor’ meselesine çözüm aramayı, yemek tariflerini, alacağım bir ürünün yorumlarını... Hele akıllı telefonlar geldikten sonra, adres bulma, millete şirin kedi videoları izletme, bulunduğum sokaktaki evlerin kiralarını öğrenme...
Twitter gidince tabii, o programı indir, yok dns değiştir, yok başka ülkenin bilmem nesi derken zaten zamandan hızlı akan şarj, şap diye bitti. Günün yarısını telefonsuz geçirince, telefonumun aslında beynimin bir lopu olduğuna karar verdim. Navigasyonum orada, bankam telefonun içinde, haberler, anında yayın akışı, her boş kaldığımda sürekli elim telefona gidiyor. Hal böyle olunca, yıllardır (belli başlı dizilerin ilk bölümleri ve Müge Anlı hariç), açmadığım televizyonu açtım.
Haberler... Biz zamanında bu kadar yalana nasıl inanıyormuşuz hiç bilmiyorum. Bu kadar yanlı, bu kadar tarafını belli eden, bu kadar açık açık yalan söyleyen haber kanalı olabilir mi? Twitter’da okuduğum, haber sitelerine düşmüş hiçbir haber orada yok, internette kıyamet kopuyor ama televizyonu açtığın an ‘cennet vatan’...
Seçim reklamlarından gına geldi, adam İzmir için aday olmuş, reklamını İzmir’de çekmeye tenezzül bile etmemiş. Şarkı söyleyen siyasetçiler önce bir eğlenceli geldi ama her beş dakikada bir, el insaf!
Dizilerdeki karakterler huysuz şirin, bilge şirin, kadınsa aptal sarışın şirinden öteye gidemiyor. İçinde azıcık siyaset barındıran her şey, ya zamanının sağcı solcu davaları ya da onun da eskisi.
Şu an kıyamet kopuyor memlekette. Ama gündeme göre yazılan dizilerde o da yok! Korkunç bir olay gibi vermek zorunda değilsin ama ulusalcı bir komşuyla daha muhafazakâr bir ailenin komik olayları olsun mesela. Senin halkın bu çünkü, bunu konuşuyor şu an.

Yazının Devamını Oku