Pucca Günlük

Çok çirkin çıkmışım, sil lütfen...

9 Eylül 2014
Akşam bir baktım, sosyal mecralara onca fotoğraf arasından o fotoğrafı koymuş: Göz kapalı, ağız hipopotam gibi açık, gıdım Turgut Özal!

Eeee yeter be içim dışım selfie oldu! Başta çok eğlenceliydi, ‘oley!’ dedik, kendi kendimize çektiğimiz fotoğrafları oraya buraya atmak için bahane arıyorduk, hızır gibi yetişti. Sonrası tufan, bozgun, karayel. Instagram ana sayfam sadece kocaman gözlü, burun deliklerini ekrana yapıştırmış insan suratlarıyla doldu taştı.

Selfie ya da özçekim, hayatımıza bir girdi, nefretle aşk arasında olan o duyguyu yaşattı bize resmen. Bi kere, “Tatlım beni şurada bi çeker misin?” arkadaşlarından kesin kurtulduk. Garsonlara otuzuncu kez telefonunu uzatıp, “Ayy gözlerim kapalı çıkmış ya lütfen bi daha!” diyen kızları da hayatımızdan eledik. Popoyu göstermeden çekilen fotoğraf hayat kurtarır, ‘Ohh be!’ diye sevinç çığlıkları attık. Evde altımızda pijamayla, suratımıza spiker makyajı yaparak poz vermek dünyanın en rahat olayıymış, ona dünden razıydık. Yalnız bu sefer de otobüste selfie, camide selfie, düğünde selfie, tuvalette, eşşeğin çekirdeğinde selfie’ye kadar vardı bu iş.

KIZ FOTOĞRAF ÇEKMEDİK!

Buraya kadar da sorunum yoktu, sorun epeydir görüşmediğim bi arkadaşımla başladı. Çok da samimi olmadığımız için, “Ee n’apıyosun, sen n’apıyosun” muhabbetinden sonra telefonlarımıza kilitlendik, birbirimize komik videolar izlettik. Yemekler yendi, tam kalkacakken arkadaşım “Kız, fotoğraf çekmedik!” dedi, suratını suratıma dayadı, telefonunun kamerasını gözümüze doğru soktu. Takriben 20 fotoğraf çekildik. Başlarda dişim görünmesin ağzımı kapatayım, kafamı aşağı iteyim, gözlerimi parlak parlak açayım dedim ama sonra sıkıldım tabii.

Yazının Devamını Oku

Çok çirkin çıkmışım, sil lütfen!

7 Eylül 2014
Akşam eve bir geldim, tüm sosyal mecralara onca fotoğraf arasından o fotoğrafı koymuş: Gözüm yarı kapalı, hipopotam gibi açık, gıdım olmuş Turgut Özal...

Eeee yeter be içim dışım selfie oldu! Başta çok eğlenceliydi, ‘oley!’ dedik, kendi kendimize çektiğimiz fotoğrafları oraya buraya atmak için bahane arıyorduk, ‘Hızır gibi yetişti’ dedik. Sonrası tufan, bozgun, karayel. Instagram ana sayfam sadece kocaman gözlü, burun deliklerini ekrana yapıştırmış insan suratlarıyla doldu taştı. Tam bitiyordu, hoop bu kez Türkçe kullanalım ‘Özçekim’ diyelim buna dendi ve kasedi sardık başa...
Selfie ya da özçekim, hayatımıza bir girdi, nefretle aşk arasında olan o duyguyu yaşattı bize resmen. Bi kere, “Tatlım beni şurada bi çeker misin?” arkadaşlarından kesin kurtulduk. Garsonlara otuzuncu kez telefonunu uzatıp, “Ayy gözlerim kapalı çıkmış ya lütfen bi daha!” diyen kızları da hayatımızdan eledik. Popoyu göstermeden çekilen fotoğraf hayat kurtarır ‘Ohh be!’ diye sevinç çığlıkları attık. Evde altımızda pijamayla, suratımıza spiker makyajı yaparak poz vermek dünyanın en rahat olayıymış, ona dünden razıydık. Yalnız bu sefer de masada kendi kendine dudak büzen arkadaşlarımızın varlığını öğrendik. Trafik biraz sıkışsa, kendi kendini çekmeye çalışan insanlar gözümüze çarpmaya başladı. ‘Otobüste selfie, camiide selfie, düğünde selfie, tuvalette, eşşeğin çekirdeğinde selfie’ye kadar vardı bu iş.

Kız fotoğraf çekmedik!

Buraya kadar da sorunum yoktu, sorunum geçen gün bilmem ne kadar süredir görüşmediğim bi arkadaşımla, “Ya mutlaka haberleşelim hatta bir şeyler yapalım” diye ağzımdan çıkan cümleyle başladı. Bu baştan savma cümle ciddiye alındı, hoop buluştuk. Zaten çok samimi olmadığımız için, “Ee napıyosun, sen napıyosun” muhabbeti bittikten sonra önce telefonlarımıza kitlendik. Ardından ayıp ediyoruz diye düşünüp, birbirimize komikli videolar izlettik. O gerçek bir Facebook kızıydı, bense Twitter. Gösterdiği videoları bir sene öncesinden tüketmiştim zaten. Yemekler yendi, tam kalkacakken arkadaşım “Kız, fotoğraf çekmedik!” dedi, suratını suratıma dayadı, telefonunun kamerasını gözümüze doğru soktu. Takriben 20 fotoğraf çekildik. Başlarda dişim görünmesin ağzımı kapatayım, kafamı aşağı iteyim, gözlerimi parlak parlak açayım dedim ama eee! Sonlara doğru sıkıldım doğal olarak.
Akşam eve bir geldim, tüm sosyal mecralara onca fotoğraf arasından o fotoğrafı koymuş: Gözüm yarı kapalı, hipopotam gibi açık, gıdım olmuş Turgut Özal...

Tamamen genlerimle ilgili

Her kız gibi ben de ‘silsene’ olayına girdim. Gircem tabii be! Kendi yanımda ay gibi parlıyor; ben aç karnına uranyum yemiş yunus balığı! Vay efendim ben bunları ne çok önemsiyormuşum. Hayat bir fotoğraf karesinden ibaret değilmiş. Güzellik göreceli bir kavrammış, önemli olan doğallıkmış. Böyle şeyleri aşmam lazımmış. Allaaahhhhh! Madem öyle dedim, yemedim içmedim çirkin çıktığı bütün fotoğrafları oradan buradan topladım. Gittim Facebook profiline tek tek koydum. 17’inci fotoğrafta beni engelledi. Demek onun da hayatı bir fotoğraf karesinden ibaretmiş.

Yazının Devamını Oku

“Aşkım seni tinder’da görmüşler”

31 Ağustos 2014
Tinder’a girdim, profilime hemen deniz, güneş, dizkapaklarım temalı fotoğraflar koydum. Ve çok şey öğrendim. Hâlâ kullanmıyorsanız, başlamadan önce okuyun derim

Bu ara kimi görsem telefonda başparmağını sürekli sağa sola kaydırıyor. Yeni bir sosyal medya aracı çıktı ve haberim yok diye kısa süreli bi panik yaşadım. Sonra öğrendim meğer tinder’mış. Facebook profilinle kaydolup, sana yakın konumda olan insanlarla ‘tanışma app’i yani. Orada tanışıp evliliğe karar vereni de var, “Bu gece bende uyursun” diyeni de; “Burdan yazışsam yeter, daha fazlasına gerek yok” diyen de. İş böyle olunca sizler için kendimi feda ettim ve programı telefonuma indirdim. Ya saçmalama tabii ki evliliği duymamla alakası yok...
Önce kendime bir facebook profili açtım. Deniz, güneş, dizkapaklarım temalı fotoğrafları koydum.
Dakika bir gol bir! Kimi beğensem meğer beni beğenmiş. Bir havalara girdim ki sorma, sanki gerçekten beni beğenmiş gibi. Bir saniye ya, bunda bir sorun olmalı, hepiniz mi beni beğendiniz yuh! Tabii ki sistem yine kadınları es geçmemiş, sen kimi beğensen, o da seni beğendi diye otomatik eşleştiriyor. Tamam, bu olayı aştığımıza göre devam edebiliriz.
“Eski sevgililerimden birine denk gelir miyim?” diye de içim içimi yiyor. Söyleyeceğim laflar bile hazır. “Seni böyle bir yerde görmek şaşırtmadı. Layığını bulursun inşallah. Neyse ya sana mutluluklar ya da kolay gelsin mi demeliydim. Burada kendine karı kız ayarlayacağına benle evlenseydin ikinci çocuğumuzu seviyorduk. Sen daha ölmedin mi?” Yalnız adamlar artık beni nasıl engelleyip, bana kota koydularsa cennete düşsek, beni cehenneme atın diyecekleri için denk gelemedik tabii.


Muhabbet gitmedi, gidemedi


Yazının Devamını Oku

Başlamadan biten dansözlük kariyerim

24 Ağustos 2014
Madonna’nın doğum gününde göbek atan dansöz Didem haberini okuyunca hayıflandım: Kim bilir, belki de o kadından azar yemeseydim, bugün o partide Didem yerine ben vardım!

Okula başlamadan önce, “Büyüyünce ne olacaksın?” denildiği an, hiç düşünmeden “Gelin olcam” derdim. Ardından dansöz olmak daha havalı gelmeye başladı. Dönen etekler, her taraftan sallanan tüller, pullar, denizkızı gibi upuzun saçlar... Dansöz çıktığı zaman büyülenmiş gibi ekrana bakardım. Hayatımda gördüğüm en güzel şeydi!
Az mı izlemedik Mezdeke dans üçlüsünün kliplerini? Hatta sonra ortadaki mi ne Beyaz’la bir aşk yaşamıştı. “Kızın yüzünü anası babası bile görmemiş, sadece Beyaz görmüş” diye okulda birbirimize anlatırdık. Tanyeli’nin burnu gibi burnumuz olsun diye mandalla evde dolanırdık. Sonra Asena girdi hayatımıza. Her an ekrandan çıkıp, suratımıza iki tokat atacak gibi dans ediyordu. Kıvrıla kıvrıla, döne saça göbek atmak, durduğumuz yerde darbuka sesine göre çat çat çat popo sallamak moda oldu.

Çocuk yaşta göbek havası

Çocuğum daha. Doğum günü partilerinin evde mozaik pastayla kutlandığı seneler... Yine böyle birinin bir doğum günü partisindeyim. Bir müzik çaldı, ‘ayveri si’ diye darbukalar filan... Kızlar çığlık atıp attılar kendilerini orta sehpanın olduğu bölüme. Tek oturan ben olmamak için girdim aralarına. Evet, dansöz olmak istiyordum ama bunun için dans etmek zorunda olacağım hiç aklıma gelmemişti. Ben sadece o şıkır şıkır şeyleri giyer, otobüse biner, gezerim zannediyordum. Dans etmek benim için 23 Nisan’da ‘çiçek’ olmanın ötesine hiç geçmemişti. Hiç bilmediğim bir dünyanın içerisindeydim. O küçücük kızlar bileklerini oynatıyor, omuz filan atıyor. Bense odun gibi durup ortalarında onlara bakıyordum. Bazılarından birkaç hareket kapayım dedim, ıı ıh, başım dönüyordu.
Bir anda bir daire oluşturuldu. Herkes tek tek ortaya geçmeye başladı. Ortaya geçen, insanların gözlerine baka baka göbek atıyor, diğerleri alkışlıyor sonra hoop birini çekiyor bu kez o ortada oluyordu. Ben daha ne olduğunu anlamadan kendimi ortada buluverdim. Ayşecik gibi olmuştum, kızların kafaları kocaman olmuş suratıma suratıma gülüyorlardı sanki. Kazık gibi duruyordum öyle ya. Baktılar bende bi nane yok, ittiler beni, ilk kırmızı kurdeleyi alan kızı aldılar ortaya.

Yazının Devamını Oku

Fingirdeşmeyi beceremiyorum

17 Ağustos 2014
Kendimi yavaş yavaş flörtlerin, tadından yenmeyen ‘olacak mı olmayacak mı’ kıpırtılarının içine atmayı düşündüğüm şu günlerde, flörtün klişe kurallarına bi bakayım dedim. Bakmaz olsaydım, meğer ben hiç flört kızı değilmişim yahu!

-Eski sevgilinizi anlatmayın: Arkadaşlar beni tanıdılar siz kaçın! Eski sevgililerimi anlatma aşamasını geçtim. Gittim bi de onlara kitap yazdım! Kitap yazmamış bile olsam yine kesin anlatırdım. Hayatımda olan her şeyi başka insanlara anlatma gibi iğrenç bir huya sahibim. Beni bakkala yolla, döndüğüm zaman sana bir saat beş dakikalık yolda ne maceralar yaşadım diye bi başlarım. Üstelik ekmek almayı da unuturum.
- Yemekte verdiğiniz siparişe dikkat edin: Yanlış yemek siparişi vermekte üstüme yoktur. O lanet olası spagettiyi yiyemediğimi bildiğim halde, her seferinde bi de salçalı salçalı istiyorum. Çünkü sipariş verirken beynim yanıyor. Bazen çok yemek yediğimi düşünüp benden kaçmasın diye ‘ben bi çorba alayım’ durumuna da girdiğim olmuyor değil. Adam seni yemeğe çıkartmış, sen kaşarlı domates çorbası istiyorsun (?) O kaşar bir uzuyor, yaşarken cehennemi tahmin edebiliyorsun.
-Kız arkadaşlarınıza zaman ayırmayı unutmayın: Sevgili bulunca ben kendi adımı unutuyorum sen ne diyorsun! Kız arkadaşlar başın belada olunca, ayrılınca, ne bileyim borca sıkışınca falan iyi oluyor da bu mutluluk günlerini onlarla paylaşamıyorsun. Mutlaka bir tanesi, ‘Ben demiştimcilik’ oynayacaktır. Bir diğeri senin gözünde Yunan tanrısı olan fanfininin bir açığını bulacaktır. Başka birisiyse hiçbir şey bulamazsa, “Onun yükselen burcu neymiş... Yay mı? Iı ıh hayatta olmaz ama tabii belli de olmaz yine de sen çok kapılma” diye bütün moralini bozacaktır. Bunların hepsini aynı insan da yapabilir tabii.

Maşallah genler iyi

-Dikkat ve ilgiyle onu dinleyin: Başaramıyorum, yapamıyorum. İnsanları dinleyemiyorum! Konuşmaya başladıkları an, sözlerini yarıda kesip hoop ben giriyorum devreye. Ya da onlar konuşurken hayal kuruyorum. Eski sevgilimin boşanmış olduğunu aylar sonra öğrenmiştim. Üstelik bana defalarca hikâyesini anlatmasına rağmen.
- Olmadığınız biri gibi davranmayın: Yukarıda olan maddeye bağlamam lazım bunu. Bir şeyler anlatıyor bla bla bla... O sırada, “Maşallah sağlıklı duruyor, genler iyi. Çocuğumuz olursa babaya benzesin bari. Dişleri sağlam mı açsa biraz ağzını ya.. Düğüne inşallah çok akrabası gelmez. Ya da gelse mi altın altındır. Saçlar da daha dökülmemiş tamam ya ben buna yürürüm” diye düşünürken bana bir soru soruyor. Orada tıkanıp kalıyorum.

Amacım onu alt etmek

-İltifat edin:

Yazının Devamını Oku

Geçen yine bir düğündeyim...

10 Ağustos 2014
Bu yaz amma düğün yaptı, evlenen evlenene. Bir anda ama patır patır dört koldan davetiyeler yığıldı.

Tatil paralarım, elâlemin mürveti için aldığım altınlara gitti. Onca düğün geze geze, ‘bekârlar için düğünlerde hayatta kalma klavuzunu’ hazırlamak farz oldu artık.

* Çok yakınınız bile olsa, kuaförde gelin başı yapılırken sağ tarafta duran kız topluluğu arasına girmeyin. Zaten emin olun, fotoğrafını gösterdiğin topuzu o kuaför sana yapamayacak. Üstelik kaşla göz arasında seni sime boğacak. Ne gerek var? Gelin tribi, sağda solda koşturması, sürekli panik halinde dertlenmesi falan filan ayy hiç çekilecek çile değil.
* Yaşlı kadın gördüğünüz an ölü taklidi yapın. Garip bir şekilde nerede evde kalmış kız varsa kokusunu yüz kilometre uzaktan alabiliyorlar. Ardından birbirlerine sinyal yollayıp, sinsice size yaklaşıyorlar. Önce sizden “Kızım bi yardım et...” ile başlayan istekleri oluyor. Sonra o isteklerin ardı arkası kesilmiyor. Ardından akrabalarınız, okulunuz, işiniz, neden hâlâ evlenmediğiniz, memleketinizle ilgili sorular sorarak bütün enerjinizi emiyorlar. Düğünden sonra üç gün kendinize gelemiyorsunuz.
* Düğünlerde gördüğünüz adamlar yakışıklı falan değil bi unutun onu siz. O bir ilizyon, o, “Herkes evleniyor ben n’apıyorum” korkusunun göz yanılması. Etrafınızı saran, “Kuzenim seni çok beğenmiş” seslerine kulak tıkayın.
*İki sene içerisinde evlenme planınız yoksa altın falan takmayın. Geleceğe yatırım yapıyorum diye, yemedim içmedim gittiğim her düğünde altın taktım. Böyle kameraya göstere göstere taktım bi de. Sonra izlediklerinde beni unutmasınlar, ben evlendiğim zaman onlar da bana taksın maksatlı. Yine yatırımı yanlış yere yaptım tabii. Evlenen değişiyor, evlenen kız, bekâr arkadaşlarıyla bi daha görüşmek istemiyor. Araya kocaman bir soğukluk giriyor. Olan benim maaşıma oluyor.
* Çiftler masasının yakınından bile geçmeyin. Evlenmiş arkadaşlarınızın, sizi o aşağılar bakışları ara ara soktuğu lafları görmezden gelemeyeceksiniz çünkü. Geçmişlerini bir kalemde unutup, hayat tarzınızı eleştirmekten inanılmaz büyük bir haz duyuyorlar. Onlara bu fırsatı vermeyin! Sizi eleştirmedikleri sırada ise; kayınvalidesi, banyoyu değiştirmek istedikleri, evi boyattıkları sırada başlarına gelen ve hiç umurunuzda olmayan hikâyeleri anlatıyorlar. Bu bayıklığa ne kadar katlanabilirsiniz?
* Gelinin çok yakın arkadaşı, ne bileyim kardeşi falan değilseniz, sağ kolu olmanıza gerek yok. Zaten o işi yapmaya gönüllü bir sürü kız olacak. Gereksiz rekabet. O olayı kendine görev edinmiş insanlar var. Hayatında iki üç kez görmüş olduğu kızın düğününe gittiğinde bile mantar gibi gelinin yanında bitiveriyor. Bütün düğün fotoğraflarında maşalı saçlarıyla görümce gibi duruyor orada. Gelin tuvalete mi gidecek, hoop bu kız orada. Gelin ağlıyor mu, hoop çantadan bir mendil. Gelinin makyajı mı aktı, tak tak düzeltir.

Yazının Devamını Oku

Kahkaha atan kadın problemi

3 Ağustos 2014
Arınç’ı seksist sözleri dışında başka bir olayıyla hatırlayan var mı acaba? “Bu kez ne demiş?”çilere altyazısı bol bir Bülent Arınç geçidi

“Kadın, iffetli, olacak; herkesin içinde kahkaha atmayacak.”
Kahkaha ve iffet ne alaka? Gülen, mutlu olan, bunu etrafına belli eden bir kadının neresi kötü olabilir? Bu nasıl korkunç bir bilinçaltı? Nasıl olur da kahkaha atan bir kadının ülkenin iffetini tehlikeye soktuğuna inanabilirsin? Keşke herkes kahkaha atsa, sokakta hızlı hızlı yürüyen mutsuz insanların içinde gülümseyenleri görebilsek! Keşke daha mutlu bir ülke olsa burası, sadece kahkaha atabilsek....
“Nerede o yüzüne baktığımız zaman yüzü hafifçe kızarabilecek, boynunu öne eğecek, gözünü bizden kaçırabilecek iffet sembolü, hayâ sembolü kızlarımız?”
Aynı mantıkla siz niye yüzüne bakıyorsunuz o kadının? Sizin yüzüne bakmanız normal ama kadının size bakması mı anormal? Hep söyler dururum: Önce erkeğin eğitilmesi gerekli. Kadını saklamaktan, kadından nefret etmekten, ötekileştirmekten, suçlamaktan bir adım ileri gidemedik. Erkeğe, kadının da senin gibi bir canlı olduğunu, senden farklı olduğunu tek tek anlatmak lazım. Ve seks denilen aktivitenin iki kişi isterse yaşanabileceğini; kadının da istemesinin çok normal olduğunu; istememesinin de normal olduğunu kafasına vura vura söylemek gerekli...
“Kocasını bırakıp, tatile çıkanlar, direği gördüğünde dayanamayıp direğe çıkanlar...”
Bilmiyorum kaçıncı yüzyılda olduğumuzdan haberiniz var mı? Kadınlar artık kendi paralarını kazanabiliyor, size rağmen kendi kararlarını verebiliyor. Hatta birçok kadın kocasından daha yüksek maaş alıyor. Ne güzel işte! Statü farkı ortadan kalktıkça, aşk daha güzel yaşanıyor. Eşitlikten bahsetmiyorum bile. Eşit değiliz, farklıyız. Zengin koca arayan, “Sırtımı ona yaslamam lazım” diyen, “Beni kocam korusun” diye düşünen zayıf kadınlar yavaş yavaş azalıyor. Hatta tam tersine ne istediğini bilen kadınlar yetişiyor. Darısı eşini eve kilitleyip, o çocuklarımın anası diyerek kadının özgürlüğünü elinden alarak; eskort hatunlarla gününü gün eden adamlara. İlk başta sizden kurtulmak gerekli. Bir kadın kocasını bırakıp, çok rahat arkadaşlarıyla tatile gidebilir. Kadın evinden ayrıldığı an, hemen başkalarıyla çiftleşmiyor, öyle bir dünya yok maalesef.
Direk olayını, Fenerbahçeli Caner Erkin’in eşi Asena Erkin için söylemiş büyük ihtimal. Ya siz ülkeyi yönetmek yerine oturup baştan sona magazin programlarını izlerseniz kusura bakmayın ama sizi kim nasıl ciddiye alsın?

Yazının Devamını Oku

‘Diğer kadın’a hak verilir mi?

27 Temmuz 2014
Aldatılan masum Hülya Koçyiğit’e acıyıp, Lale Belkıs’tan nefret ederek yetişmiş bir kültürün çocukları olarak, kendimizi ‘diğer kadın’ın yerine koymamız mümkün mü? Ya günün birinde ‘öteki’ olursak?

‘Dizüstü Edebiyat’ın güzide yazarı French Oje’den bir kitap: ‘Sen Yokken Yine Yanlış Yaptım’. ‘Keşke Ben Uyurken Gitseydin’i öyle bir noktada kesmişti, kitabı kapattıktan sonra kitabın kahramanı Renda’ya ne oldu diye meraktan ölüyordum. Sonunda serinin, ikinci kitabı geldi. Oleyy! İlk kitapta Renda için çok üzülmüştüm Allah biliyor ya, ‘kıza da yazık be’ modunda okuyordum. Son kitapta ise, tüm kitap bir kaşım havada okundu. Arada bir tokatlamak istedim, “Kendine gel, o ev bırakılır mı?” diye kafasını duvara sürttüğümü hayal ettim. Ama yine çok güldüm, pek sevdim çok içlendim.
Kitabın konusunu anlatıp, büyüyü bozmayayım. Renda, tam ilişkilerden elini ayağını çekeceği sırada başka biriyle evlenmek üzere olan bir adama âşık oluyor. Yani aslında Renda bi nevi, ‘öteki kadın’. Hani o hepimizin nefret ettiği, ismini bile duyduğumuz anda tüylerimizi diken diken eden, saçını başını yolmak istediğimiz. Suratına kezzap atıp, evin bodrumunda dört yıl aç susuz yaşatacağımız kadın.
Ama gel gör kız öyle biri değil. Nefret edemiyorsun, hatta oturup hak veriyorsun. Bi de utanmadan kızıyorsun, ‘Söylesene be adama olan aşkını, söylesene beyinsiz kadın, bak o da seviyo seni!’ diye oturduğun yerden sen panik oluyorsun. Kendini onun yerine çok rahat koyabiliyorsun. Üstelik koyarken hiç öyle vicdanın falan da sızlamıyor. “Bana ne ya, benden önce gördü diye onun tapulu malı mı?” diye rahat rahat düşünüyorsun.


Gamsız Ediz’in hiç mi suçu yok?


Yazının Devamını Oku