Pucca Günlük

İlişkinin internet hali

27 Ocak 2014
Kadınlarda ve erkeklerde ilişkinin gidişatına göre değişen sosyal medya iletilerine bir bakalım dedim bu hafta... Tabii ki en genelleyeninden, huyum kurusun.

Kadınlar

Flört dönemi. Kadın için en güzel dönem yani. “Olacak mı, olmayacak mı? Acaba beni düşünüyor mu, acaba benden mi bahsediyor” sorularına cevap arıyor. Bu dönem, eldeki tüm hünerler gösterilir, karşı tarafa yeşil ışıklı mesajlar verilir, ayrıca esrarengiz de davranılmalıdır:
“Öyle bir mantı yapmışım ki off diyorum valla!”
“O kadar mutluyum ki nedenini söylemem!”
“Allahım sen konuyu biliyorsun. Amin...”
İlişkinin başında, yani cicim aylarında nedense sadece kendi aralarında olan şeyleri oraya yazma ihtiyacı hissederler. Okuyandan başka kimsenin de anlayamayacağı şekilde yazılmalıdır onlar:
“Yaa şişko sensin bi kere!”

Yazının Devamını Oku

Türk’ün ekranla imtihanı

19 Ocak 2014
Dizilerde uzun bakışmalar, halvete girerken savaşa gider gibi hareketler yapmalar, ‘oyunculuk yapacağım’ derken eklem ağrısı çekiyor gibi kıvranmalar... Sahi ne izleyeceğiz biz?

Allah aşkına bu yapımcılar ya da kanal yöneticileri mi artık bu işin sorumlusu bilmiyorum, yayımladıkları dizileri izliyorlar mı? Set işçileri ayaklandı, geri adım atılmadı; oyuncular kıyametleri kopardı yine yok! Diziler sürekli yayından kalkıyor, ‘210 dakika dizi mi olur lan, biz bi yanlış yapıyoruz ama...’ diye düşünen hâlâ çıkmadı...
Bir tutturmuşlar, “halk bunu istiyor” diye, televizyona dayıyorlar korkunç uzunlukta dizileri. Bu halkın işi yok mu? Normal bir insan o kadar süre bir diziye kilitli kalabilir mi? Dizi de dizi olsa, sadece bakışma, arkaya müzik, haydi 5 dakikayı da kliple dolduralım mantığı. Senaristler ne yapsın, sonuna kadar haklılar. Her hafta film senaryosundan daha uzun, daha sürükleyici ve sonu belirsiz bölüm yazmak zorundalar. Zaman denilen şey bu kadar değerliyken, saatlerce tek bir konu üzerinden insanların ekrana kitlenmesini beklemek biraz saf bir düşünce değil mi? Bu kadar mı geri zekâlı zannediyorsunuz siz bu insanları anlamıyorum ki.
Bir de genç nüfusun bu kadar fazla olduğu bir ülkede yapılır mı yahu bu? Al işte, hepimiz internette dolanır haldeyiz. Çocuklar odalarından çıkmıyor, ebeveynleriyle oturup o işte kafanızda çizdiğiniz mutlu aile tablosunda(?) bulunmuyorlar. Zaten çok çabuk her şeyin tükendiği bir dönemdeyiz, ben komikli video bile izlerken, 10 saniyeden uzunsa direkt kapatıyorum. Vine 7 saniyenin bile uzun geldiği bir mecra neredeyse, siz 3 saat bize kimin eli kimin cebindeli diziyi izletiyorsunuz. Dizilerin çoğu uyarlama zaten, dünyada tutmuş diye alıp, aynısının çekildiği diziler... Komedi dizisi neredeyse hiç yok, sürekli bir entrika, pembe dizi havasında. Artık haberleri izlemek bile dizi izlemekten daha eğlenceli hale geldi. En azından sonunu tahmin etmekte zorlanıyorsun.

ARKADAŞIM SORUNUN NE?

Geçen bir dizinin oyuncularıyla röportaj yapmışlardı, ona denk geldim. ‘O onu dövdü, bu buna tokat attı, şunla şu birlikte olunca, şu diziden ayrıldı...’ O kadar süre birlikte olunca artık hepsi sıyırmış, dizi setinde olanlar, dizide olan olaylardan daha hareketli hale gelmiş. Onlar ne yapsın, 7-24 hayatları dizi setinde geçiyor. ‘Aramızda Kalsın’ ve ‘Sevdaluk’ dizisini hariç tutuyorum ama onlarda bile ikinci reklamdan sonra maalesef ilgim alakam dağılıyor. Bir bölümü sonuna kadar izlediğimi hatırlamıyorum maalesef.
‘Muhteşem Yüzyıl’ desen, zinhar da zinhar eski Türkçede başka kelime yok gibi beyni şişiyor insanın. Devamlı pelerinle bi köşeden dönmeler, alt tarafı halvete gireceksiniz, savaşa gider gibi dan dan dan yürümeler... Sırf kıyafetleri güzel olacak diye sabırsızlıkla Medcezir’i bekliyordum. Konuyu da The O.C’den biliyorum neticede. Onda da kafamı ne zaman kaldırsam, Mira eklem ağrıları varmışçasına acı çekiyor. Kıza üzülmekten ne giymiş diye bakamıyorum bile... Başrol oyuncularının aldığı uçuk ücretleri bilince, zannediyoruz hepsi, para içinde yüzüyor. Oysa birçok kişinin ekmek kapısı o diziler. Çaycısından, yönetmenine kadar onca emek boşa gidiyor. Böyle giderse daha çok dizi yayından kalkar, daha çok oyuncu Cihangir’de, ‘bi proje var şimdi onu bekliyorum’ diye gezinir, birçok radyo televizyon mezunu, KPSS’yi bekler, bari devlete kapağı atayım diye...

DİPNOT:

Yazının Devamını Oku

Önüm arkam sağım solum siyaset

12 Ocak 2014
Siyasi ortam hepimizin dengesini bir ince bozdu, bazılarımızı daha bile fazla bozdu. Bir derleyip toplamakta fayda var.

Mayıs ayından öncesine kadar siyaset çoğu kişi için Bahçeli’nin 40’ıncı yıl konuşmasından öte gidememişti. Şimdiyse selam verdiğin herkesle ayakkabı kutularından tut, siyasilerin malvarlığına kadar her şeyi konuşuyoruz. Arada bir apolitik olduğumuz dönemleri özlemiyor değilim. Bir yerde eğlenirken biri dürtecek “Ülke bu halde, sen napıyorsun yaa” diyecek diye ödüm patlıyor. Tabii bu biraz Twitter’ın verdiği baskı yüzünden de... Gündem öyle hızla gelişiyor ki, bir tweet atmadan önce en az 20 dakika bi olay var mı diye bakman gerekiyor. Siyaset tweet’lerini ben de bölüm bölüm ayırdım ayırmasına da aslında daha çok vardı, dizi oyuncuları, gazeteciler vs vs... Malum şu hedef göstermelerden sonra ne kadar kalabalık o kadar iyi...

Daha bunlar bir şey değil

Bir grup var böyle, ellerinde gizli devlet belgeleri var gibi yazıp yazıp duruyorlar. “Bekleyin neler olacak”, “Ohoooo bu ortaya çıkanlar hiçbir şey.” Bir de her skandaldan sonra sanki kendi demiş gibi ekliyor: “Ben demiştim!” Hepimizin bildiği “Kim bilir daha neler var neler” dışında ne demiştin yahu?

Çapulculara karşı Rabiacılar
Rabiacılar çabuk pes etti aslında, bir ara avatarlar sarı dört parmaklarla doluydu. Çoğu kişi de soyadını çapulcu yapacak kadar çok sevmişti. Her olayda “Mısır’da da insanlar ölüyor taam mıı”dan öteye geçemeyen tartışmalar “Anayı bacıyı karıştırma!” ile bitiyordu.

Haydi sokağa!
Gezi olayları hepimizde güzel, acı, tatlı anılar bıraktı. Aynı adrenalin duygusunu hissetmek, yine o birlik olma düşüncesi, “En güzel sokakta çözeriz bu işi” diyerek, her akla gelebilecek en ufacık olayda “Haydi arkadaşlar, Ebru Gündeş’in çocuğu için Taksim’e!”

Arkadaşlar lütfen RT

Yazının Devamını Oku

Bu sene de olmayacak!

6 Ocak 2014
Pırıl pırıl bir 2014 var karşımızda. Şöyle üstündeki tozları silkeleyip yeni yıl kararlarını aldıysan, moralini bozayım, çoğu gerçekleşmeyecek.

En çok alınan ama en az uygulamaya konulan kararlara bakalım, hangisi senin listende vardı?
Nedense akla ilk gelen kilo verme oluyor. Hadi benim durumum belli! Balık etliden hallice olunca, sadece yeni yıl değil, her pazartesiye o kararla uyanıyorum. Bu sene kilo verme olayını geride bırakalım. Zaten olmuyor arkadaşlar, siz hiç 2013’te girdiğimiz gece “Kilo vermeye karar verdim, hoop sene sonunda 20 kilo gitmişti” diyen birini gördünüz mü? O gece yenilen yemeğin, içilen içkinin haddi hesabı olmadı. O mide öyle bir genişledi ki kendine gelmesi zaten ohoooo!
Sen istesen de hayat şartları buna müsaade etmiyor. İlk bir gazla işe ya da okula giderken sefertasında evinden yemek götüreceksin. Bir iki derken, sabahları o yemeği hazırlamak bir süre sonra sana işkence haline gelecek. Öyle tam tamına 8 saat çalışılan bir meslek bulmak zaten koca bulmaktan zor. Sevdiklerinden çok, patronunun yüzünü gördüğün bir sistemde yaşıyoruz. Dua edelim de yemekhane, yemeğe koyduğu yağı değiştirsin.
Yeni bir aşk: Dur bir allasen! Zaten memlekette uzun süreli ilişki kabızlığı var, bir de elindekinden olma. Hem sanki yenisini bulunca ne olacak? Hepsi aynısının laciverti işte! Aynı şeyleri en baştan yaşayacaksın o kadar.’
Yeni bir iş: Hah, işini bırakmak için en güzel zaman! Dolar almış başını yürümüş, ülkede işler karışık, kime ne olacak belli değil. Sen kalk, tam bu zamanda işten çıkmaya kalk! Aferin aferin...
Tüm tatillerde yurt-dışındayım: Lütfen bu fikrini, evlenmek üzere olan hısım akrabana da anlatır mısın? Yıllık izninin yarısı onların düğününde halay çekmekle geçecek. Tatil için ayırdığın paralarsa abiye elbiselere ve yarım altınlara gidecek.
Sigara ve içkiye son: İnş. cnm. ya.

Yazının Devamını Oku

Nerdeyiz aşkım? Evdeyiz aşkım

29 Aralık 2013
Sanki günler çuvala girmiş gibi yeni yılı cümbür cemaat geçirmek yerine sevgilinle birebir kutlamak gibi bir derdin varsa birkaç tüyo vereyim bari.

Yemek olayı önemli, aman diyeyim, ağır yemekler olmasın masada. Bir keresinde saat daha 10 olmuştu, koltukta karnımızı ovalaya ovalaya kendimizden geçmiştik. Şu şampanyayı uzat yerine, “Evde soda var mı ya!” diye birbirimize acıyan gözlerle bakıyorduk.
Önce romantik müzikler, yapmacık bir-iki dans, ardından “Mehmetler de Demet Akalın’a gitmiş”’ serzenişleri, “‘Sanki evine mi gitmişler, küçücük masada ayakta düdük öttürüyorlar” karşılığı ve “Şu kumandayı uzatsana bir” ile başlamadan biten bir kavga.
“Bu sene birbirimize hediye almayalım” olayını ilk defa yaptık. Kesin hediye alacak diye bekliyordum. Yani bu durumun ayak olduğunu herkes bilir. Sürprizi daha da sürpriz haline getiren bir hadisedir, ‘hediye almayalım’ durumu. Gerçekten de hediye almayıp, “Ee sen istemedin, günde 50 kez, ‘sakın alma hediye’ deyip duruyordun” dedi bir de utanmadan. O hatırlatmaları “Bana yükte hafif, pahada ağır bir şey al” diye yaptık herhalde. Salak mıyım hediye istemeyeyim, niye istemeyeyim hem var mı böyle bir şey ya!
“İşimize yarar bir hediye alalım”’ diye geldi bir sene de. O sene zaten yüzüğümü de almıştım ondan kafam rahattı, o yüzden kabul etmiştim. Pembe bir telefon kabını bana uzatınca burnumdan alevler çıktığını hatırlıyorum. Ayy hiç kusura bakma, ben öyle, ‘beni düşünmesi yeter, yok sevgisi her şeye değer’ insanlarından değilim maalesef. Ruhumda yok ne yapayım, hediye sevmek suç mu hem!
Alkol alma oranını da iyi ayarlamak lazım. ‘Victoria’s Secret’ meleklerini izliyor diye adamı kıskanıp, ilgisini nasıl çekerim diye düşünmeye başladım. Striptizle başladığım gece, ortaokuldayken folklor ekibinde oynadığım ‘Aman Adanalım’la devam etti. Kendi kendime halay çekerken, adam çoktan sızıp gitmişti.
00:00… Malum öpüşüyoruz, bunda sorun yok. Bir keresinde bizim gibi komşu da “Baş başa kutlayalım” demiş sanırım. Tam o saatte vur tamburun tellerine! Hayır, bir sene mi beklediniz kardeşim o işi yapmak için, o nasıl böğürmedir. Televizyonun sesini açıyorum yok, duvarlara vuruyorum “Susun” diye yok!
Telefonlarınızı, aman diyeyim, ortada açık bırakmayın! Denizcilik ve Kabotaj Bayramı’nı bile es geçmeyip kutlayan eski sevgililer, yılbaşını boş geçer mi Allah aşkına! Kutla kutla aman bu yıl da kutla, anasının babasının yedi sülalesinin kutladığı yetmiyormuş gibi sen de habire hatırlat kendini.

Yazının Devamını Oku

Belgelerle konuşuyoruz

22 Aralık 2013
“İlişkiyi canlı tutacağız, gündeme ayak uyduracağız” diye sakin giden birlikteliğimizin canına okuduk. Birbirimizin aleyhinde kutular dolusu delil toplamaya başladık. Harıl harıl açık kolluyoruz: Gizli görüntüler, ses kayıtları... James Bond gibi çalışıyoruz. Kirli çamaşırların dökülmesi an meselesi. Sonumuz hayrolsun!

Bu aralar malum, ülkede her şey arapsaçına dönmüş durumda. Bu olaylardan etkilenmeyi geçtik, feyz aldık üstüne. Garip bir şekilde, uzun zamandır yolunda giden, hiçbir sorun yaşamadığımız nur topu gibi bir ilişkimiz olmuş. Kavga bile edemediğimizi fark edince “bu işe bir el atmak lazım dedik” biz de belge toplamaya başladık. Şu an harıl harıl açık kolluyoruz. Belgelerimizi toplayıp, pazar günü büyük bir kıyametle onları birbirimize açıklayacağız.
Sürekli, sanki çok önemli bir şey bulmuşum gibi gözlerimi kısıp “Bittin sen, seni kimse kurtaramayacak” diye tehditlerimi yapıyorum. O da aynı şekilde ne zaman göz göze gelsek, kafasını iki yana sallayarak, “Onu yapmayacaktın işte” diyor. Elinde bir şey var mı bilmiyorum. Umarım yoktur, benim elimdekilerle kavga çıkarılmaz çünkü. Azıcık zorlasam, biraz allasam pullasam, abartsam, belki yalandan bir sinir kriziyle bu raundu ben kazanabilirim. Savcı olarak önce kardeşimi ayarladık. Bütün belgeleri onun önüne serip, hangimiz haklı onun karar vermesini bekleyecektik. Ama kardeşim benim adamım diye, bahçede de “Benden yana olursan, bir hafta evini temizlerim” diye rüşvet verirken görüntülerim ortaya çıkınca, onu aldı görevden. Yerine ikimize aynı mesafede duran bir ortak arkadaş koyduk.

Önce işin dalgasındaydık, “Ehehe elimde nelerin var” diye bir birimizle şakalaşıyorduk. Sonra bir anda iş ciddileşmeye, hatta hırslanmaya, “Bunu ben kazanmalıyım” olayına döndü. Arkadaşlarımla yemeğe gittim, bir baktım bu geldi, masaya ellerini koydu “Gamze de gelecekti hani, hım mm bunu da yalanlar dosyasına ekliyorum.” “Ne alaka, bundan bir şey çıkmaz, bu sayılmaz” desem de olmadı. “Madem öyle gör bakalım” diyerek, ben de toplamaya başladım. Yalnız tek bir kuralımız var: Geçmiş dosyaları açmak yok. Onların altından kalkamayacağımızı fark ettik.

Bir telefon kurcalama durumumuz var, Allah düşmanımın başına vermesin. Kim erken uyursa, o gece o kişi bitti. Bir şey bulacağımızdan da değil, zaten ne var ne yoksa siliyorsun. Sırf pislik olsun diye yapıyoruz. Birimiz vazgeçse, diğeri de bırakacak, “Önce sen kurcalama” diye resmen inatlaşıyoruz. Hayır, işin kötüsü bir gün telefonunu kurcalarken nefessizlikten ölüp gideceğim ondan korkuyorum. Telefonunu yastığının altına öyle bir saklıyor ki, onu orada sinsice alacam derken, nefes bile alamıyorum uyanacak diye. Elimde tek veri, Instagramda Hülya Avşar’ı aramış. Bunu evirip, çevirip öyle bir hale getirmeliyim ki ben kazanayım.

Ses kayıtları olmadan belge toplamak olur mu, tabii olmaz. Telefonla konuşuyor diyelim, telefonumun ses kayıt tuşuna basıyorum, yanına bırakıyorum. Zaten yanımda konuştuğu için montajla evirir çevirir o kayıtları kendi lehime çeviririm diye bekliyorum.
İnternetten alışveriş yapmaya tövbe etmiştim, aldığım her ürün yamuk yumuk çıkınca bu konuda iyi olmadığımı fark ettim. Sanırım kredi kartı ekstrelerimi patlattı, durup durup “bittin ya sen” deyip deyip duruyor. “O sayılmaz saçmalama” diyorum, “sen öyle san” diye korkutuyor. İyice paranoyak oldum, nereden ne bulacak diye.

Evde kendi kendime cinnet provaları yapıyorum. Elinde çok büyük belgeler var diye biraz korkuyorum çünkü. Ancak sesimi ondan daha yüksek çıkartıp, gözlerimi belerte belerte, burnumdan soluyarak konuşursam üste çıkarmışım gibi hissediyorum. Hep öyle oluyor çünkü haksız durumda olduğum an anında carlamaya başlıyorum, bir bakıyorum özrü o dilemiş.

Yazının Devamını Oku

Biri kar kaçamağı mı dedi?

15 Aralık 2013
Bu aralar karlı havayı fırsat bilip sevgiliyle yazlık muhitlere kaçmayı planlayanlar önce bu yazıyı okusun!

Geçmeyen grip yapmışlar ve üstümde deniyorlar sanki. Bir türlü kurtulamadım şu hastalıktan. Tam bitti diyorum, hoop bi’ üşüme, aynı anda bi’ İsmail Türüt terlemesi sar baştan. Hal böyle olunca,
İstanbul’a da Sibirya’dan kar gelince sevgiliyle aklımıza süper bir fikir geldi! Yazları daha sıcak; kışları daha soğuk yerlere tatile gitmek... Sıcak yere gitmek deyince vizyonum bizim yazlıktan öteye gidemediği için romantik kar tatilimizi Alaçatı’da geçirmeye karar verdik.
Alaçatı’da in cin top oynuyor, yazın balık istifi gibi herkesle akraba olarak dolaştığımız sokaklarda sadece biz varız. Eve bi girdik, babam klimayı eve götürmüş çalarlar diye. Utanmasa koltukları da götürecekmiş o ayrı mevzu! Evdeki şömineyi angaryaları ortalıktan kaldırmak için kullanırdık, kapalı mı açık mı, yanar mı söner mi en ufak bir fikrim yok. Ev buz. Hohlayarak ısıtıyoruz birbirimizi. Montumuzun üzerinde iki tane daha battaniye var, hâlâ nasıl ısınabiliriz diye planlar yapıyoruz. Her taraf kapalı. Odun modun bulmamızın imkânı yok. Biz de iki sevgili ne yaparsa, onu yapmaya karar verdik. Aklına gelen şey değil. Montla oturuyoruz diyoruz!

SOĞUKTAN BEYNİ DONAR MI?

Bu arada evde internet yok, ikimiz de interneti vücudunda bir uzuv olarak gören insanlar olduğumuz için bir süre sonra garip geldi bu durum: “Aa senin sakallarında kızıllık varmış!”, “Konuşurken alt
dudağın sağa mı kayıyor?”... İlişki oyunlarından oynayalım dedik: “Hadi bir şeyler itiraf edelim sonra birbirimize hiç kızmayalım”. Sonuçta tabii kimse bir itirafta bulunmadı. “Bak, ölüyoruz, son nefesimi veriyorum,
Allah’ın adını ver, beni aldattın mı, yemin ederim bişi yapmayacağım” diye yalvar yakar diller döktüm ama yemedi. Son harften isim türetmece oynadık, daha ilk soruda eski sevgilisinin adını söyledi, üzerindeki battaniyeyi aldım. Belki soğuktan beyni donar da hafızasını kaybeder.

Yazının Devamını Oku

Yalnızım dedin yanaşamadık

12 Aralık 2013
Uzun süreli ilişkiden çıkmış etrafta yüzen erkek balıklar nasıl avlanır?

Kural bir: Asla yanında geleceğe dair plan yapmıyoruz. Adam zaten o planlar yüzünden boğulmuş, yarını bile hesaplamadan yaşıyor gibi yapıyoruz. “Şimdi biz neyiz?”, “Bu ilişkinin bir adı olmalı”, “Hatice bizi çok yakıştırıyormuş birbirimize” gibi cümleleri geride bırakıyoruz.
‘Seni en iyi ben anlarım...’ Hemen bir eski sevgili hikâyesi uydurup onun, o işin içinden çıkamadığı ilişkisine benzer örnekler veriyoruz. “Aynısını ben de yaşamıştım! Bana da böyle olmuştu... Aynısı oldu, ay valla aynısı! Ay, yok bu kadar da olmaz!” cümleleriyle ortak noktalarımızı belirliyoruz. Sonra bak, sen tecrübesizsin, aynısını yaşadım, orada o hareket yapılmaz olayından girip, adamı sinsice yeme doğru çekiyoruz.
Evlilik, ilişki, nişan, düğün, söz, kaynana bu kelimelerden tiksiniyor gibi davranıp, her fırsatta dalga geçiyoruz. “Bizim için önemi olan iki insanın birbirini sevip sayması” tipinde ezbere üç-beş cümle öğrendik mi gerisi gelir zaten.
Eski ilişkilerden bahsetmek sonsuza kadar yasak. Şimdi sen bahsedeceksin, üzerine o, sonra üstüne nasıl ayrıldığınız falan derken gül gibi kısmeti aldın çöpe çevirdin, aferin sana! Sen kendini tuttun diyelim, karşı taraf durmuyor her fırsatta kıyaslıyor, eski ilişkisiyle hemen konuyu kapatacaksın. Acımak yok, üzülmek yok, “Demek ki seviyorlarmış, yazık kız!” demek hiç yok!

PEŞİN PEŞİN KORKUTMAMAK GEREK

“İki insanın beraber olması hayatlarının sonsuza kadar birleşmesi demek değil ki. Önemli olan ikimizin ne düşündüğü eş, dost ne anlarmış hislerden” diyip durun. Belli ki ilişkisinde üçüncü kişilerden de yana dili yanmış. Bir daha o yarayı alevlendirmenin âlemi var mı?
Önce dost, sonra eskisi yokmuş gibi davranmak. Daha yeni ayrılmışlarsa mevzuya dan dun “Oh, iyi ki bitmiş o kızla” diye girilmez. O yüzden başlarda hep “Senin acını bi’ ben bilirim, en iyi ben bilirim” demeli. Sonradansa “E yeter artık! İnsan arasına karışman gerekli” diyerek, bir daha eski ilişkisinin adının bile geçmeyeceği muhabbetlere dalmalı.

Yazının Devamını Oku