Bu aralar hangi alışveriş sitesine girsem, görümcemin düğünü gibi. Mağazaların vitrinlerde tıkış tepiş abiye kıyafetler var. “Neden” derseniz, cevabı mezuniyet balosu… Hal böyleyken benim mezuniyet anılarımı paylaşmazsam olmaz
Hayatlarınızın en güzel günü olduğuna inandığınız, “Son gün nasıl olursa öyle hatırlanırım” diye düşündüğünüz, okul hayatı boyunca aldığınız harçlığın toplamını bir geceye yatırdığınız o muhteşem gece yaklaşıyor! Tabii benim de bir mezuniyet anım var, olmasa ayıp. Sanki senelerce sadece o gece için okumuşum gibi bir panik, bir heyecan. Üstüne okulun en havalı çocuğuyla gidiyorum mezuniyet balosuna. Koridordan geçerken bile hava bin beş yüz çocukta. Kaleme o 0.5 Tombo ucu bir takışı var, zannedersin CERN deneyi yapıyor. Bütün hayatımı ona adamak istiyorum... Bu muhteşem geceye katılarak, ömrümüzün geri kalanına başlarız kafasıyla, kusursuz elbiseyi bulma çalışmalarına başladım. İzmir’de fellik fellik elbise arıyorum. Kemeraltı’nın altını üstüne getiriyorum. Bütün okul hayatım boyunca sanırım en fazla uğraştığım konu bu olmuştur. Bir ödev araştırmak için google’a bir şey sormaya üşenen ben, o mağaza senin, bu mağaza benim elbise aradım durdum.
Üstüm başım pullu saçım da simli!
Büyük uğraşlar sonucu, sonunda içime sinen elbiseyi buldum. Baştan sona gri pul! Disko topu gibi parlıyorum. Bir de mağazanın aynasında uzun ince görünürken, evde denediğim zaman sanki biri üstüme basmış, ayağını kaldırınca toparlanamamış gibiyim. Gecenin yıldızı olacağıma eminim.
Akıllı telefonlar olmadan önce nasıl aşk acısı çekiyorduk hatırlayan var mı? Film izleme, radyoda ‘sıradaki şarkı ondan bana gelsin’le kahrolma, kendini daha çok yemeğe verme falan filan... Şimdi bakıyorum da telefonumla aşk yaşıyorum sanki. Ayrılık anını telefonu suratımın ortasından düşürmeyerek yaşıyormuşum meğer
Ayrılığın hemen sonrasında en kısa 1 saat, en uzun 1 hafta olmak üzere önce bir ‘acaba’ yoklaması yapılır. Her an geri başlayabiliriz, sakin olmalıyım, yazdıklarım için özür mü dilesem? Ben niye diliyormuşum be! Ay arayan o mu, niye aramıyor şimdi? Çoktan ağlayarak araması lazımdı. Genelde bu dönemde aklı olan, sessizleşir. İnstagram’a fotoğraf koymaz, tweet atmaz, whatsapp’ta online olmaz. Merak etsin, korksun, düşünsün diye beklenilir.
Bu beklemenin sonu büyük bir öfkeyle sona erer. Bazen tetikleyici bir unsur olur. O uyuz olduğunuz kızın fotoğraflarını beğendiğini görürsün, ne bileyim sanki ayrılmamıştır da lotodan ikramiye çıkmış gibi mutluluk pozları falan atar. O öfkeyle, sosyal medyada olan bütün fotoğraflarınızı silersin. Ne var ne yoksa, tuzla buz edersin. Sonra oturup fotoğraflarınızı sildiğini fark edip etmediğini merak edersin. “O silmiş mi” diye durup durup bakarsın. Bu aşamada ufak çaplı bir kavga yaşanabilir, büyütülecek bir hadise değil, kimse bu kısımda olan kavgada barışmaz. Aksine açık yol varsa onu da tıkar.
O öfkeyle onu da her yerden engellersin. Ulaşamasın da görsün, senden mahrum kalsın da anlasın. Bu engelleme ise en kısa 3 dakika, en uzun 3 gün sürer. Zaten engelini açıp açıp bakarsın. “Ayy bişi yazdı mı” diye. Her yerden engelleyip, açmak zaten epey zamanını alır.
Ardından hiç yüklemediğin kadar fotoğraf yüklersin. Ağzın kulaklarında, arkadaşlarınla eğlence halinde, onsuz daha iyi, daha sağlıklı, mutluymuş gibi. Gördükçe çıldıracağına dair bir inancın oluşur. Sonra yorulursun.
Sevgiliyken bakmadığın kadar onu izlemeye başlarsın. Her saniyesini tahmin etmeye çalışırsın. Yazdığı her şeyden anlam çıkarmaya çalışırsın. Bir yerinde, bir noktasında, bir olayının içinde sen olsun, sana dair bir şey olsun istersin. Bulamazsın.
Instagram sayfanızın dörtte üçü popo fotoğraflarıyla doluysa yalnız değilsiniz. Artık olay ‘popoyla’ bir yere gelmekte. Bu yola baş koyan isimleri hatırlayalım
Yıllarca, “Biz erkekler için giyinmiyoruz taam mı! Öyle olsa zaten giyinmezdik!” diye diye dilimizde tüy bitti. Sonunda artık işler değişti: “Artık erkekler için soyunmuyoruz” kısmına geldik! Instagram ana sayfam popo fotoğraflarıyla dolu. Yuvarlak, içine su basmışlar gibi, bir gıdım pürüz yok, ince bacakların üstünde duran 3 buçuk kiloluk et parçaları. Eskiden olsa, öyle bir poz gördüğüm zaman engeli basardım “Ne yapayım senin memeni poponu be kadın!” diyerek. Şimdiyse telefonu gözüme sokuyorum.Acaba kaçırdığım bir şey olabilir mi? O popoyu ne kadar zamanda bu hale getirdi, öncesi var mı? Günde kaç squat yaptı? Gariptir, bazı ‘popolar’ bizi spora özendirirken bazılarına bakınca ‘Aayy paçozz’u basıyorum. Arada nasıl farklar var, örneklerle açıklayalım.
Üç farklı tarz
Mesela Hilal Cebeci, kadın şu an barış elçisi olsa, 7 dilde yazılmış üniversite makaleleri çıksa bile gazeteye koyacakları fotoğraf, makarna yemiş gibi yağlı ağzıyla iki eliyle göğüslerini sıkıştırdığı fotoğrafı olacaktır.
Ama sizin aşk hayatınız kesat. Hemen “Benim ex ne yapıyor acaba” kafasına girmeyin. Neden mi, inceleyelim
Döndüğünüzde ya da o döndüğünde artık ilişkinizin içeriğini bilemiyorum kusura bakma, zaten hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. “Ben bunca acıyı bunun için mi çektim” diye bir de kendine kızacaksın buna öncelikle hazırla kendini.
Ayrılık çok garip bir hadise. Özellikle de senin isteğin dışında oluşmuşsa. Bir anda adamı eşsiz zannediyorsun. Sanki herkes onun peşindeymiş ve kaybeden sen olacakmışsın gibi. Oysa öyle bir şey yok. Değiştiği de yok. O hâlâ aynı öküz.
Ayrılık acısı ne kadar büyükse, geri dönmenin verdiği pişmanlık aynı oranda oluyor. O kadar çok acı çektikten sonra bir kere zaten olaya adapte olamıyorsun. Sanki beklediğin o değilmiş gibi... Kendi gözünde o kadar büyütüp, hayaline sarılıyorsun ki gerçeğiyle karşılaşınca hayal kırıklığına uğruyorsun.
Herhalde bir milyon kez yazdım bunu, bir daha yazmamın bir sakıncası olmaz sanırım. Kimse değişmiyor, değişmeyecek. O yüzden ‘bu sefer farklı!’ falan da olmuyor.
Sağ olun var olun süpersiniz, binlerce fotoğraf geldi. Söz verdiğim gibi birinciyle tanışıp fotoğraf çektirdik. Ama diğerlerinin de hakkını yemeyelim!
Tuttuk, sosyal medya üzerinden binlerce kişinin katıldığı bir kampanya yaptık. O kadar fotoğrafa baktık, seçtik. Ama Allah’ın işi işte, yani bir tek benim başıma gelirmiş sanırım. Birinciye şöyle dikkatli bakın, bir yerden tanıyorum diye düşüneceksiniz kesin. Hayır, Azra Akın değil. Hani sevgilisi, Boğaz Köprüsü’nü kapattırıp evlenme teklifi etmişti de gözümüze gözümüze sokmuşlardı ya, hah işte o! Deniz kenarında fotoğraf çektiren, gelin damat gördüğüm zaman bile, ‘denize itsem mi?’ diye düşünen biri olduğum için bu olaya kayıtsız kalamamışım. Yardırdıkça yardırmışım. Önce intikam almak için beni dövmeye geldiler zannettim ama dünya tatlısı bir çiftti. Çok ama çok sevdim her ikisini de. Düğün planlarını da anlattılar, tarzınla yaşa olayına gerçekten bu kadar cuk oturur birini bulmuşuz. Diğer tarz fotoğraflara gelirsek;
Bu da birincimiz, Senem. Kendisini tebrik eder, mutlu yuvasında huzur dileriz.
Twitter’da ‘SelamYakışıklı’ diye bir hashtag açıp, kızlardan ulaşım araçlarında gördükleri yakışıklıları fotoğraflamalarını istedim. Erkekler, bir kez de siz meta olarak görünün, ne var yani?
Öğrencilik hayatım boyunca her otobüse bindiğimde, dolmuşta kafamı cama dayayıp beyin sarsıntısı geçirmeye çalıştığım zaman, kendi kendime sürekli, “Az kaldı Pucca, çok az. İşe başlayınca bir daha asla otobüse binmeyeceksin” diyordum. Öngörüm biraz düşükmüş. İşe ilk girdiğim zaman maaşım, karnımı doyurmaya bile yetmediği için yine toplu taşıma araçlarına kaldım. Ardından İstanbul’un trafiği gerçekten insanların gözlerinde büyüttüğü gibiymiş onu anladım. Hayatımı resmen, köprü trafiği yönetmeye başladı. Trafik geçsin diye beklemekten ömrüm çürüdü. Toplu taşıma araçlarına gerisin geriye döndüm yani.
Madem döndüm, o zaman eğlenceli bir şeyler yapalım dedim. Paris metrosunda yakışıklıların fotoğrafları çekiliyorsa, bizimki neden olmasın? Hem erkekler demiyor muydu, ‘yabancı kızlar bize hasta, Türk erkeğine bayılıyorlar, turistler buraya sadece erkek için geliyor, yakışıklılık sıralamasında Hırvatları geçiyoruz bla bla bla...” Alanya’da bir yaz garsonluk yaptı diye gaza gelen yurdum genci belki haklıdır dedim. Belki biz körüzdür. Hem kızlar arası destek, yardımlaşma en sevdiğim şey olduğu için Twitter’da, “Ulaşım araçlarında gördüğünüz çıtır çocukların fotoğraflarını ‘SelamYakışıklı’ Hashtag’iyle paylaşalım” yazdım. İlgi alaka süper, kızlar dört koldan fotoğraflar çekmeye başladı. Ben de arandım tarandım, fıldır fıldır gözlerle etrafa baktım baktım durdum. E sizler de boş durmadınız bolca kare gönderdiniz. Şimdi altı adımda toplu taşımada yakışıklı avını değerlendirelim...
1-O metrobüste değil bir yakışıklıyı fark etmek, kendi ayaklarını bile göremiyorsun. Kalabalık çok ama çok kalabalık. O sıkış tepiş insan yığınının içinde yanımda, Gerard Butler bile olsa fark edeceğimi sanmam. Hatta dirseğimle bir itelerim, ‘yavaş ol ayı!’ diye.
2-İnşallah şu an bir sapığa bakmıyorumdur. Allahım lütfen, psikolojik olarak sağlıklı bir insana bakıyor olayım. Yarın üçüncü sayfada, “Bana dik dik baktı, fotoğrafımı çekti, o da beni istiyordu, takip ettim, direndi, 982 yerinden bıçaklayarak öldürmek zorunda kaldım. Ama o istedi yani” diye çıkmasın.
İlişki sadece ‘o’ ve ‘onun sorunları’ etrafında daire çizip duruyor” diye hayıflandığı günler olmuştur. Siz siz olun, böyle düşündürecek tiplerden uzak durun. Peki onları nasıl tanıyacaksınız? İşte 9 ipucu
1-Bir kere mutlaka kafası karışıktır. Hayatında halletmesi gereken büyük problemleri vardır. Hayatı çok zor şartlarda yaşamıştır ve artık büyük oynamak istiyordur. Hedeflerine ulaşması için, kendini ona adaması gereklidir. İnsanlar sorunlarını çözüp normal hayatlarına devam edebilirken, bunlar o noktada takılıp kalırlar.
2-Başarılarına engel olmak isteyen insanların varlığına inanırlar. Kendi kendilerine düşman edinip, onları gözlerinde çok büyütürler.
3-Hiçbir zaman söz vermez. Ama vermiş gibi yapar. Bir anda 10 sene sonrası için planlarını anlatır. İşi bitince mutlaka arayacaktır seni. Bu aralar kafası yoğundur, “Lütfen bir de sen üstüme gelme” diye vicdan baskısı kurar.
Nerede hata yaptım diye tek tek kendi dosyalarını açıp inceliyor. İyi hoş da, dünyaya bir kere geliyorsun neticede… O yüzden hayatı kendi tarzınla yaşa gitsin. Baktın baydı, yordu artık, o zaman değiştirirsin. Hem niye sen değişiyormuşsun. Bırak, onlar değişsin
Bahar geldi, aşk-meşk meseleleri yine patlama yaptı. Bu aralar ben de ilişkilerimde nasıl göründüğüme üçüncü bir kişiymiş gibi bakmaya başladım. Ben haklıyım diye düşündüğüm çoğu şeyde haksız olduğumu fark ettim. Bazense “ya ben bu elemana neden bu kadar taviz vermişim” diye sinirlendim. İlişki tarzım hakkında az çok bir fikrim oluştu...
• Ben kıskanç değilim, insanlar kötü.
Kıskançlık konusunu çok abartıyorlar bence. Neymiş, kendine güvensiz insanlar kıskanırmış. Vay efendim, sağlıklı insan kıskançlık nedir bilmezmiş. Özgüven eksikliğinin en büyük göstergesi, sevgilini kıskanmakmış falan filan. Ya şu devirde bir sevgili bulmak ne kadar zor biliyor musun sen? Bulmuşum bir tane, tabii koruyup kollayacağım. Özgüvensiz de sana benzer, densize bak. ‘Etrafında hiç kadın olmayan bir erkek’ cümlenin tısında olan huzuru sen de hissediyor musun? Ama mümkünse beni kıskanmasın, darlamasın, boğmasın. Ben onun yerine de yaparım, hiç kafasına takmasın.
• Ben ben ben ben!
Şımartılmayı çok seviyorum. Kim sevmez zaten bende ki de laf. Sadece karşılık veresim gelmiyor o kadar. Benim için uğraşsın, benim için yaşasın, benim için dünyayı yaksın! Ben ise sadece ellerimi çırpıp, ‘teşekkür’ edeyim.
• Bir yaklaş bir uzaklaş