Pucca Günlük

12 maddede ‘İzmirli kız’ olmak

29 Mart 2015
İzmir’den İstanbul’a gelmiş her kızın kafasında tilki misali dolaşan klişeler vardır. Onlardan biri olarak bir İzmirlinin anatomisini çıkardım. Madde madde inceleyelim.

1-Bir kere öncelikli olarak ‘biz’ ve ‘diğerleri’ olarak ikiye ayırmayı çok severiz.


2-Başka şehre gittiğimiz zaman, İzmirli olduğumuzu her fırsatta belli edecek hareketler yaparız. Sanki memleketi düşman işgalinden kurtarmış gibi övmelere doyamayız: “İzmir’de şöyle, ay bunu İzmir’de yiyeceksin, İzmir’de bu saatte dışarda olurduk. İzmir’de insanların damarlarından kan yerine alkali su akar bla bla bla.” İzmir’e dönünce ise “Öff bu ne ya, köy gibi. İki adım şehir mi olur” diye burun kıvırırız.


3-Evden çıkıp vapura gidene kadar, sevgilinin eski sevgilisi, eski sevgilinin yeni sevgilisi, borçlun, çocukken asansöre işerken seni yakalayan komşunun oğlu; kısacası herkesle karşılaşma ihtimalin çok yüksek. O yüzden hep anlatacak bir hikâyen, dramatik hale getireceğin olayın vardır. İstanbul’da nerdeee! Eski sevgilimle karşılaşmam için evinin kapısının önünde nöbette beklemem gerekiyor.


4-Kendimizi seviyoruz. Beğenmekten bahsetmiyorum yalnız. Sevmekle beğenmenin arasında çok büyük fark var. Kendimizle dalga geçmeyi seviyoruz. Başkasına bu fırsatı bırakmamak için. Dünya etrafımızda dönsün istiyoruz. Öfff o da yani, işi ne, dönsün etrafımızda ne var!

Yazının Devamını Oku

Tosun yaza hazırlanıyor

22 Mart 2015
Yaklaşık iki senedir kendi yemeklerimi kendim yapıyorum.

Dışarıda sadece çay, çorba içiyorum. Bunu da durmadan yazıyorum ama kendimle gurur duyuyorum, ondan. Toplam 15 kilo verdim. Şimdi yaz yaklaşınca, biraz toparlanayım kafasına girdim. Ay girmez olaydım, ters tepti. Yedikçe yiyorum. Sanki bana “Bir daha sana yemek vermeyeceğiz” demişler gibi. O pis, o yağlı, o leş ama lezzetli şeyleri nasıl özlemişim

Kendimi önce, şu meşhur etçi var ya oraya attım. Böyle kendimi kaybetmişim, masanın üzerine düşen ekmek kırıntılarını bile parmağımla toplayıp yiyorum, o derece bir açlık. Ay yan tarafıma bir baktım, şef ve yanında bir sürü garson. Ama gerçekten de abartmıyorum bir sürü garson bi masanın tepesine toplanmış. Hesaplarını mı ödemiyorlarmış, ay kavga mı çıkacak? “Cidden ödemezsen, bulaşık mı yıkatırlar” diye kendi kendime düşünürken meğer fotoğraf çektiriyorlarmış. Hayatımda gördüğüm en ilginç şeylerden biri sanırım. “Şu an fotoğrafta olmayan, yediğim şeyi pişiren adam işte bu çocuklar.” Sonra diğer tarafıma bir baktım, Allaaaaah! Yandık birtakım ünlüler oturuyor. O masadan, diğer masaya ulaşabilmek için bizim masanın önünden geçmek zorunda. Ben bir panik oldum, bir korktum. Geçerken bize de “Nasıl beğendiniz mi” diye bir grup adam mafya gibi soracak. Ne cevap versem acaba?


Gelmesin, lütfen gelmesin!


Aynı paniği bir kere Alaçatı’da yaşamıştım. İki masa önümüze, cansız manken Vahe ve kamerası geldi. Bütün masayı ayağa kaldırttı, deli deli “Yuppiiiii!” falan dedirtiyor. “Ya bizim masaya da gelirse, tabii ki ‘hayır, istemiyorum, teşekkürler’ diyeceğim. Ya ‘hayır’ dedim diye beni döverse? Manyak mıyım ya niye dövsün adam beni. Ne bileyim, şuna baksana hepsi zıplıyor, bu normal mi?” O yemek bitemedi bir türlü. Ha geliyor, geldi; göz göze gelme, bakma o tarafa. “Allahım gelmesin lütfen gelmesin” diye diye yediğim lokmadan bişi anlamadım. Geleceksen gel be adam, “Yuppi mi?” diyeceğim, ne diyeceksem diyeyim artık!

Yazının Devamını Oku

Gerçeğin elli tonu

15 Mart 2015
Yeni kitap falan derken ‘Grinin Elli Tonu’ ile ilgili yazmaya biraz geç kaldım.

Grey’in Mehmet Aslan’a olan benzerliği, Anna’nın sarı baldır tüylerinin gözüme gözüme girişinin dışında “Benim başıma gelse” diye kendimi sorgulamaktan öldüm öldüm durdum


-Bir kere über-zengin birinin ofisine röportaj için çıkıp; bi kalem ısırdım diye onu etkileyeceğim... Ölme eşşeğim ölme! Ben o ofise, ellerimin üzerinde amuda kalkarak girsem bile adamın ilgisini çekmem.
-Sonra o helikopterle gezdirmeler, bilmem neler... Instagram’a iki foto atacağım diye o sırada adamı kaçıracak olabilme ihtimalini geçtim. Şirket arabası varsa yarabbi şükür diyoruz, Akbil’i dolu adam bulduğumuza minnet ediyoruz neticede.
-Bana o oyun odasını gösterecek ve ben kimseye anlatmayacağım öyle mi? Daha helikopterdeyken, WhatsApp kız grubundakilere olayları canlı yayın aktarırdım. Evden çıkar çıkmaz, gördüğüm her kişiye o odadan bahsedeceğime emin olabilirsin.
-Anlaşma maddeleri için sözleşme veriyor ya. Ha, okumaya üşendiğim için daha verir vermez imzalarım onu kesin. Sonra al başına bela, işin yoksa avukat ara, adamı mahkemeye ver, “Rızamla imzalamadım” diye ağla... ‘Olmayan’, yakışıklı/zengin ama sorunlu sevgilime dava açmayı düşündüm az önce. Sanırım bana bu yüzden ‘güvenilmez’ diyorlar.

Yazının Devamını Oku

Kadının kadına yaptığı kötülük!

1 Mart 2015
Dünyanın herhangi bir yerindeki kadınla aynı dili konuşmasak bile, aynı şeyleri hissedebiliyoruz.

En azından şu 10 ortak noktamız yok mu sizce?

İlk buluşmada ‘aman seks olmasın’ diye iradeni sağlama almak adına tüyleri olduğu gibi bırakmak.
Haftalarca beklediğin o buluşmaya “Giyecek hiçbir şeyim yok” ya da“Kıyafetlerim bana yakışmıyor” diye gitmemek, regl olmak üzereyim, ödemliyim, çirkinim diye gidememek.
İlk gece korkusu, sormaya utanma, zaten cevapların da hiçbir zaman yeterli olmaması. Merak etme! Bir zaman sonra, “Ya bu son gecemizse!” korkusu yaşamaya başlayacaksın.
Âşık mıyım değil miyim ikilemleri. Denemeler, yanılmalar, sürekli teste tabi tutmalar. Ağlıyorsak aşktır diye düşünüp, kötü adamlara kendimizi feda edişimiz. Sonra uslandım diyerek, salak adamlarla vakit kaybedişimiz. Hiçbir zaman dengimiz yok diye karamsarlığa düşüp yalnızlığı tercih edişimiz. Bundan da sıkılıp, hoop tekrar başa dönmelerimiz.
İlk ağda, “Nasıl yani onu orama mı yapıştıracaksın!” İlk çığlık, bu hayatımın sonuna kadar böyle mi devam edecek korkusu. Büyüdüğünü hissetme, üç tane dolgulu sutyeni üst üste giyip, daha büyük göstermek için uğraşma. Zamanla nasıl küçük gösteririm diye düşünme.

Yazının Devamını Oku

Üvey baba şiddetiyle geçirdiğim dört yıl

22 Şubat 2015
Siz o tacizcilerin, o sokakta kadın döven, hayvanlara işkence eden insanların, evde çoluğuna çocuğuna karşı melek mi olduğunu düşünüyorsunuz?

O zaman size sosyopat bir üvey babayla yaşamak nasıl olur onu anlatayım. O adamlar evde neler yapıyorlar, okuyun. Ben hâlâ kâbuslarımda o evdeyim, bir türlü çıkamadım


Twitter’da #Sendeanlat tag’ine yazanları çoğunuz okumuşsunuzdur. Maalesef, taciz o kadar olağan bir durum oldu kadınlar için. Bir arkadaşımızı kafede beklerken, geldiği gibi bize ilk anlattığı şey, başına gelen taciz oluyor. Dinliyoruz, ardından lanetliyoruz, sonrasında ‘Berkecan ve Sude neden ayrılmış’ onu konuşuyoruz. O kadar sıradanlaştı yani. Senelerdir, ‘kadına vurma, dokunma, kadını taciz etme, saygı göster!’ Hayvan haklarıyla ilgili ne uyarı varsa, aynısını kadın için tekrarladılar. Sonuç, ‘ama bizim fıtratımız sizden farklı, bizim ihtiyaçlarımız var, biz erkeğiz!’ Tek argüman bu, savunma namına yaptıkları şey. İşin kötüsü buna çoğu kadının bile inanıyor oluşu. ERKEK YAPAR!

Açlıkla, eziyetle terbiye

Siz o sapıkların, o hastalıklı tiplerin, o sokakta kadın döven, hayvanlara işkence eden insanların, evde nasıl olduğunu sanıyorsunuz? Ben anlatayım, o kötü insanların evlerinde nasıl yaşadığını...

Yazının Devamını Oku

Kız günü etkinlikleri

15 Şubat 2015
O günlerde çok tuhaf oluyor.

Hepimiz kendimizi şişmanlamış, çirkin buluyoruz. Moral tipi kılığına girip birbirimizi teselli ediyoruz. Zor ama eğlenceli geçtiği de oluyor


Sevgililer Günü’nün ertesi günü, size özel günlerimiz hakkında yazınca da ‘zerre umudu kalmamış, evde kalmış kız yazısı’ gibi oldu ama ne yapalım. Bu efsaneyi bilmeyen yoktur, kadınlar çok sık bir arada olursa regl günleri aynı oluyor. Kız yurdunda kalanlar, kız kardeşi olanlar, ev arkadaşıyla yaşayanlar demek istediğimi anlayacaktır. Şöyle söyleyeyim: Babam ayın bir haftası eve gelmemek için bahaneler yaratmaya çalışırdı.
Şimdi bizim de çok sık görüştüğümüz bir arkadaş grubumuz var. Farkında olmadan o günleri bir süre sonra aynı yaşamaya başladık. Bir kere o dönem herkes kilolu, 32 beden giyeni bile o hafta yedikleri için isyan ediyor. Takriben bir saat boyunca, kim nasıl kilo vermeye çalışıp, başaramadı olayını konuşuyoruz. Sonra birbirimize oradan buradan duyduğumuz hiçbir işe yaramayan zayıflama sırlarıyla ilgili ipucular veriyoruz. Bunları yaparken tabii, ‘bu son’ diyerek, önümüzde olan pastayı, pasta olmazsa cipsi, cips olmazsa çikolatayı yiyoruz. Evde oturuyorsak sürekli sipariş veriyoruz. Dışardaysak zaten o masa Halil İbrahim Sofrası.
Birbirinizi alttan alın!
Herkes o dönem kendini çirkin buluyor bir kere. Hülya Avşar, Burcu Esmersoy ne bileyim Özge Ulusoy bile eminim o korkunç hafta geldiği zaman, sabah aynaya bakıp, sinirleri bozuluyordur. Ne makyaj tutuyor, ne giydiğin kıyafet üstünde duruyor. Biz bu aşamaya gelince, birbirimize moral timi oluveriyoruz bir anda. Yaklaşık bir saat herkes birbirini övüyor. “Ya saçmalama sen harika kilo verdin, 2 senede 700 gram vermek ne demek!” “Ben senin cildine bayılıyorum, tamam şimdi biraz süzgeç gibi görünüyor olabilir ama özünde iyi cilt.”

Yazının Devamını Oku

Karşıma çıkmanın bir milyon anlamı olmalı

14 Şubat 2015
Ben inanılmaz kaderci bir insanım.

Aptal saptal şeyleri işaret zannedip, arkasından koşar giderim. Kader denilen şeyi, sadece beraber olacağım adamla özdeşleştirmemse baştan sona benim gerizekâlılığım; orası ayrı mevzu. Arkadaşlarım da biraz bana benziyor; Sevgililer Günü’nde eski aşk acılarımızı sandıktan çıkaralım ki en azından ibret olsun

Üniversite bitmiş, iş hayatına yeni yeni adım atmışım, yeni mezuna göre iyi bir işim var, hayal ettiğim şehirde yaşıyorum. “İşte bu, hayat işte bu” diye çığlıklar atmam gerekirken, içim buruk, içim yarım. Ben paramparça. Çünkü o zamanlar aşkından gözlerimden kan fışkıran çocukla ayrı şehirlerdeyiz. Kesin evleneceğiz, başka alternatifi düşünmek bile saçma. Kısa bir süre sonra yaşadığım şehirde iş bulup, yanıma gelecek. Planımız bu yönde!
Ama bizim küçük bey, bir anda fikrini değiştirdi. Tekrar üniversite sınavlarına girip okumaya karar verdi. Bu yüzden planımızda bir değişiklik oldu, yanıma gelme aşaması biraz uzadı. Uzadıkça bu sıkıldı; uzadıkça buna bir haller oldu; azdı azdı kudurdu. Geldi bana “Mesafeli ilişki sürmüyor, görüyorsun, üzgünüm” gibi birtakım zırvalıklar saçmaladı. Bense söylediklerini yanlış anlayıp, o gece onun yanına gitmeye karar verdim. “Mesafeli olmuyor, yanıma gel” dediğini sanmıştım. Meğer benden ayrılmış.
Şimdi onun yaşadığı şoku da düşünüyorum da... Ertesi sabah, elinde koca bir valizle beni karşısında bulunca, “Yanına taşınıyorum!’ diye ona bir de çığlıklarla sarılınca, kendini kalorifer borusuna asmak istemiştir eminim. Yetmedi, onunla beraber ben de sınavlara girmeye karar verdim. Maksat sevgilime destek olmak. Şans bu ya, aynı okul çıktı ikimize de. İşte kader, işte mucize, Allah bile birlikte olmamızı istiyor. “Senden irili ufaklı bebeler yapıp, soyadını almam için daha başka ne işaretine ihtiyacım var” diyerek ikinci üniversiteyi onunla okumaya karar verdim. Sonuç, ayrıldık... O ikinci sınıfta okulu bıraktı. Yazık oldu. Gitti hemen evlendi. Ben başladığım işi yarım bırakmamak adına okulu devam ettirdim. Üstüne çalışarak, günde dört saat uyuyarak, kredi kartı borçlarım için böbreğimi kime satabilirim diye araştırarak...
Hayatımda yaşadığım en aptal ilişkiydi, en canımı yakan... Her gün “Ben ne zaman, nasıl unutacağım” diye düşündüm durdum. Beni yeterince sevmedi diye her gün “Ondan nasıl intikam alırım” diye düşündüm. Benden vazgeçti diye derisini tırnaklarımla yüzüp, gözlerini dişlerimle çıkarmak istedim. Google aramalarım şunlardı: En etkili beddualar, ayrılık acısı için dua, cesedin kokmaması için ne yaparız...
Sonra ondan intikam almak için blog açtım, yine de kıyamadım. Tamam be, korktum. Ardından orada günlük tuttum. Sonra hoop geldi mi beş kitap. Oldu mu Hürriyet’te bir köşe. “Hayatım bitti, ölüyorum, bir daha eskisi gibi olmayacak hiçbir şey” derken, her şey eskisinden daha iyi oldu. Hayatta en nefret ettiğim insana teşekkür edeceğim neredeyse.

Git dedik iyi ki gitmemiş

Yazının Devamını Oku

Babalar terk etsin ama anneler boşanmasın(!)

8 Şubat 2015
Memlekette her şey zor da annelik daha bir zor. Ünlü olmak zor bir de. Ünlü anne olmak en zoru tabii.

Çağla Şikel’in programında yaptığı çıkışı izlemeyen kalmamıştır tahmin ediyorum. “Bu benim hayatım” diye altını çizip, “Anneyim ben anne” diye atarlanmasıyla son bulan. Ya o, ‘anne’ kozunu kullanmasaydı dedim izlediğim zaman. Yani sen de mi? Bütün magazin haberlerinden en mantıklı bir şekilde kendini aklayan, susmayı en güzel başaran insansın neticede. Ne gereği var, “Anneyim bana dokunmayın” demeye. Çok sıkıcı olmaya başladı, her başı sıkışanın bunun arkasına sığınması. “Eeeah bizimli diyilsin Çağla” diye videoyu kapatıyordum ki altında yazan yorumlara gözüm takıldı. Allah’ım o ne! Kadın sanki boşanma kararı almamış, ülkeyi satma kararı vermiş gibi nasıl saldırmışlar. Bütün zayıf noktalarından tek tek vurmayı başarmışlar üstelik. Alt tarafı boşandı yahu!
Boşanmanın büyütülmesine anlam veremiyorum. İki insanın bir süre sonra aşkları bitebilir. Bu, dünyanın en normal şeyi. Babamın söylediği bir söz var: “Ben yeri geliyor kendi annemle babama bile tahammül edemiyorum. Sırf kalbimi biraz çarpıttı diye sonsuza kadar bir insanla anlaşmam mantıksız değil mi?” Üstelik neden bütün acıyı kadın çekiyor? Çocuğu düşünmek zorunda olan kadın, çevreyi düşünmek zorunda olan kadın, geleceği düşünmek zorunda olan kadın.
Yorumları okuyorum, sanki her gün kadının yanındaymış gibi, anneliğinden tut, yaptığı mesleğe kadar her şeyine saldırmışlar. Öyle bir saldırma ama nasıl öfke dolu.
Sosyal medya hayatımıza girmeden önce ünlülerin bu haberlerinin pek bir önemi yoktu. Onlar da çok sallamıyordu, açıklama yapma ihtiyacı bile duymuyorlardı. Çünkü haklarında ne düşünüldüğünü insanlar bilmiyordu. Haklarında ne düşünüldüğünü bu kadar açık net görebildikleri bir platform olunca hepsi sudan çıkmış balığa döndü. Kimisi işte, “Ben de sizden biriyim hebele hübele” diyerek, Twitter’da yazdı da yazdı. Kimisi dayanamadı, okumuyorum diyerek gözünü kulağını kapadı. Kimisi Mevlana sözlerine adadı benliğini. Başta iyi bir şeymiş gibi dursa da artık iş çığırından çıkmaya başladı. “O orada duruyorsa, ben onu sonuna kadar harcama hakkına sahibim” algısı oluştu millette. Yıllarca sen misin o şaşaalı hayatını gözüme sokan? İlk takılıp düştüğünde ben seni ezeceğim diye and vermiş gibi saldırıldı üstlerine. Bir boşanma haberinde bile ilk aklımıza gelenin bu kadar korkunç düşünceler olması.

Kadın olmak hiç kolay değilBen de boşanmış bir ailenin çocuğuyum. Bizim durum her ne kadar farklı olsa da aslında bu ‘anneyim ben anne!’ isyanını en çok benim anlamam gerekir. Çocukken annemin nasıl harcandığını, konu komşu tarafından küçük görüldüğünü ve bu durumun acısını en çok bizim çektiğimizi çok iyi biliyorum. O utancı yaşamanın ve hayatının sonuna kadar onunla kalmanın ne demek olduğunu. Çocukların acımasızlığını, büyüklerin densiz laflarını, dedikodu için seni harcayan kadınların varlığını...
Yıllar sonra annemle barışmıştım. Barışma da değil aslında ama görüşmeye başladık. Şimdi şimdi onu affetmeye uğraşırken, onu anlamaya çalışırken o günlerde yaşadıklarım aklıma geliyor. Annem, korkup kaçmayı tercih etmiş diyorum. En basit yolu bulmuş. Sorumluluk almak yerine yükü omuzlarımıza atıp gitmiş.

Yazının Devamını Oku