Prof.Dr. Mikdat Kadıoğlu

Uçağa binmeden, servis kaçırılmadan İstanbul’dan Ankara’ya nasıl gidilir

22 Şubat 2010
İstanbul’dan son aylarda rötarsız uçak kalkamaz oldu. Atatürk Havalimanı’na uçuştan bir-iki saat önce gitmek için bir saat İstanbul trafiğinde boğuşacaksın. Sonra da ortalama bir saatlik gecikmeye katlanacaksın. Bir saatlik uçuştan sonra Esenboğa’ya varacaksın. Sonra da yaklaşık bir saatlik karayolu yolculuğuyla Ankara merkezine ulaşacaksın! Benim daha parlak bir fikrim var...

Temmuzda geçirdiğim trafik kazasından sonra kulaklarımda bir uğultu var. Uçak da bu uğultuyu artırıyor. Kışla beraber, sis ve kar da eklenince İstanbul’dan Ankara’ya gidip gelebilmek için uçak yerine başka bir ulaşım aracı aramaya başladım. En lüksünden otobüs bileti, Üsküdar-Atatürk Havalimanı taksi ücreti fiyatında. Seyahat için harcanan vakit ise neredeyse aynı. Bu nedenle, yıllar sonra otobüsle Ankara’ya gitmeye niyet ettim.

LAZ USULÜ SEYAHAT

Hemşerim olan, iyi bildiğim bir firmayı seçip kredi kartımla bileti aldım. Ama Üsküdar’dan Küçükyalı merkez terminaline gidecek servis aracının hareket saatini öğrenmedim. Otobüs şirketinin web sayfasında aradım, taradım bilgi bulamadım. Allah’tan web sayfasında Üsküdar acentesinin telefon numarası var! Önce saat başı, sonra yarım saatte bir, en sonunda dakikada bir arıyorum... Telefonda hışırtıdan başka bir şey yok. Sonra 444’lü hattı aradım. Operatör de kendi acentesine ulaşamadı! En sonunda Küçükyalıya otobüsü yakalamak için taksi tutmak zorunda kaldım.

Dönüşte artık hemşeri filan demeyip başka bir ünlü firmadan bilet almaya karar verdim. İnternetten biletimi alınca gördüm ki bir yolcunun bilmesi gereken tüm bilgiler kâğıdın üstünde, yani süper! Çağı yakalamışlar helâl olsun. Yanlız AŞTİ’den bineceğim servisin hareket saati bir tuhaf yazılmış: 1830! Ne tek ne çift nokta var 18 ile 30’un arasında. Üstünde de peron diye bir yazı var. Ben AŞTİ’de 1830 No’lu peronu ararken 19.00 otobüsünün servisi kaçtı. Tekrar taksi tut! Yani bu seyahat tam da bizim Temel’e layık bir maceraya dönüştü.

Zaten karayolu taşımacılığını da sevmen. “En temiz, en çevreci, en güvenilir ulaşım demiryolu. Senin ne işin var otobüslerde” dedim kendime. Daldım yine internete. Bu sefer yine havaalanına gitmek için taksiye vereceğim parayla tek kişilik yataklı kompartman bileti alacağım. Ankara’da otel ya da misafirhanede pinekleyeceğime tıkır tıkır ray seslerinin ninnisiyle uyuya uyuya giderim. Sabah tıraş olmak için odada lavabo da var. Restoran vagonunda da kahvaltı...

TCDD İLE PROGRAM UYUMSUZLUĞU YAŞADIK

TCDD sağ olsun yolcusunu iyi tanımak adına bir ton soru sorup üye yaptıktan sonra size bir hesap numarası ve şifre veriyor. Bu bilgileri gir, biletini satın al! Taksi, rötar, acente, servisiyle hiç uğraşma. Nerede öyle üç köfte 25’e? Giriyorum TCDD’nin bilet satış sayfası bomboş çıkıyor. Orayı tıkla, burayı tıkla, fayda yok. Kime sorsam internetten tren bileti almakta problem yaşamadığını söylüyor. Bir kişi hariç: Akademisyen olan ben! Neyse ki kullandığım web programının TCDD ile uyumlu olmadığını öğrendim. Yoksa yeteneklerimden iyice şüphelenmeye başlamıştım...

PALANDÖKEN’DE AVAZ AVAZ MÜZİK YAYINI

Sonuç olarak bugün uçağa atlayıp Erzurum’a geldim. Palandöken’in soğuğunda, karında doktorlara küresel iklim değişiminin sağlık üzerine etkilerini anlatacağım! Bu yazıyı da otelde Başbakanlık’ın karşı binadan yaptığı müzik yayını eşliğinde yazıyorum. T.C. Başbakanlık Erzurum Gençlik ve Spor Müdürlüğü Kayak Eğitim Merkezi dışarıya büyük bir kabin hoparlör koymuş, her daldan çalıyor. Bakalım bu hizmetlerini gece saat kaça kadar sürdürecekler! Pazarcıya, pazarlarda bağırarak mal satmak yasak ama Başbakanlık’a avaz avaz müzik yayını yapmak serbest!

Neyse, bu arabesk durumda “İstanbul’dan Ankaraya nasıl gitmeli” problemini henüz çözemedim. Daha önce hızlı tren sefere girince İstanbul-Ankara uçak ve otobüs seferleri biter; Ankara’daki birçok otel kapanır, diye düşünüyordum. Bu iletişim çağında iletişimin önüne koydukları engelleri gördükten sonra artık hiçbir şey düşünemiyorum. Esas benim gönlümden geçen tele-konferansları yaygınlaştırıp toplantı, görüşme için artık bu gereksiz uçak, otobüs ve tren seyahatlerine bir son vermek...
Yazının Devamını Oku

İğneada kömür ve çimento tozuyla değil yumuşak turizmle kalkınmak istiyor!

15 Şubat 2010
Kyoto, Kopenhag protokolleri hikaye. Önemli olan gündelik hayattaki uygulamalar. Kısa vadeli düşünce tarzı ve günü kurtarma anlayışı doğal kaynaklarımızı geri döndürülemeyecek bir şekilde yok ediyor. Buna ancak halk “dur” diyebilir. İğneadalılar işte bunu başardı! Tüm Karadeniz balıkçıları için çok önemli bir avlanma bölgesi olan İğneada Körfezi ve kıta sahanlığı, biyolojik açıdan ülkemizin en önemli balık yatakları. Ama 2007’de Kırklareli’ne bağlı Vize İlçesi’nde kurulan bir çimento fabrikasının ürünlerini ihraç etmek için Körfez’e yapılması düşünülen liman inşaatı yöreyi, yılda 120 bin kamyonun çimento ve kömür tozu taşıyacağı bir sanayi bölgesine dönüştürecek. Bu limanın, yılda en az 175 adet 2-3 bin tonluk geminin giriş çıkış yapacağı bir sanayi limanına dönüşmesi, hem doğayı hem de bu doğadan geçimini sağlayan ve de olası yumuşak turizm gelişmesi içinde yeni geçim kaynakları bulacak insanları perişan edecek bir projeden öteye geçmeyecek.

TUHAF ÇED RAPORU

Oysa Kültür ve Turizm Bakanlığı 2007 yazında İğneada bölgesini turizm alanı ilan etti, karar Resmi Gazete’de yayımlandı. İşte bu gerçekler doğrultusunda hareket eden S.S. Limanköy Balıkçılar Kooperatifi, 2007’de, Edirne İdare Mahkemesi’nde liman inşaatına karşı dava açtı. Çünkü sadece balıkçılığa vereceği zararlar açısından bile son derece basiretsizce hazırlanan liman inşaatı Çevreye Etki Değerlendirme (ÇED) Raporu yanlışlarla doluydu. Bu yanlışlardan sadece birkaçı şöyle:

ÇED Raporu’nun denizle ilgili bölümünde, burada yaşadığı varsayılan ve zikredilen balıkların birçoğu gerçekte Karadeniz’de bulunmuyor. Taşıma, yükleme ve boşaltma işlemleri sırasında hava kirliliği olmayacağı belirtilmesine karşın detaylı bir hesaplama yapılmamış. Kıyı doldurmaları, doğal dengeye büyük zarar veren işlemler olmasına karşılık raporda önemsenmemiş.

Deniz balıklarıyla ilgili değerlendirme yapılmamış. Oysa bölge birçok balık türünün beslenme ve üreme alanı. Deniz açısından son derece yetersiz kalan ÇED Raporu’nda, yapılacak dolgunun doğal zenginliğe etkisi yer almıyor. Tüm limanlarda yaşanan ve deniz ekosistemini olumsuz etkileyen sürekli ve ciddi bir tehdit niteliğindeki gemi kazaları ve olası petrol sızıntıları, ÇED Raporu’nda karşı önlemlerin alınmasıyla sanki tehlike değilmiş gibi gösteriliyor.

YAT TURİZMİ BAŞLATILABİLİR

Taşımacılığın başlamasıyla, varolan karayolu trafiğinin yüzde 38 düzeyinde artacağı, ağır taşıt sayısının ise bu günkünün 2,5 katına çıkacağı öngörülüyor. Ancak rapordaki trafik tahminleri yanıltıcı; ayrıca oluşacak trafik baskısının, çevre ve insanlara etkisi doğru biçimde incelenmemiş. Muhtemel tepkileri önlemek için deniz dolgusunda kullanılacak malzeme ve ocaklar hakkında da yanıltıcı bilgi verilmiş. Üç kişilik bilirkişi raporuyla, halihazırdaki ÇED Raporu’nun bilimsel hatalar ve eksiklerle dolu olduğu tespit edildiğinden, Edirne İdare mahkemesi 7 Aralık 2009’da, davacı S.S. Limanköy Balıkçılar Kooperatifi lehine karar verip ÇED Raporu’nu iptal etti.
Yıldız Dağları’nın eteklerindeki İğneada Beldesi ve Milli Parkı son yıllarda pek çok koruma ve kalkınma projesiyle mercek altına alındı. Ayrıca bölge, uzun-temiz kumsalları, Avrupa’nın en büyük subasar ormanlarıyla da turistik açıdan giderek artan bir ilgi odağı haline dönüşmekte. En önemlisi de Tuna Nehri’nden inen yatların önünden geçip gittiği, yat turizmi açısından da iyi değerlendirilmemiş bir sahil beldesi. S.S. Limanköy Balıkçılar Kooperatifi, limanlarının balıkçı barınağının yanı sıra uluslararası denizcileri kabul edebilecek bir yat limanı bölümüyle geliştirilmesini, karadaki hizmet binalarının iyileştirilmesini ve böylece gerek Limanköy’ün gerekse yörenin kalkınmasında örnek olacak, kaliteli bir yumuşak turizm çalışmasının başlatılmasını istiyor. Bence çok da iyi ediyor!
Yazının Devamını Oku

Turizm merkezlerimizin durumu geçmişe değil geleceğe bakılarak belirlenmeli

8 Şubat 2010
Geçenlerde Davrazdağı gibi birçok kış sporları merkezi için master planı olmadığını yazmıştım. Yanlış yapmışım. Doğrusu, adına “master planı” denilen bir sürü çalışma var! Benim sorum bu planlar yeni turizm tahsisleri için hâlâ geçerli mi?.. Ülkemizdeki birçok kayak merkezinin ilk planlama çalışmalarını başlatıp yönetmiş, Kayak Federasyonu Başkanlığı olmak üzere birçok önemli görevde bulunmuş İsmet Ülker’den “Yeni ve riskli turizm tahsisleri!” başlıklı yazıma itiraz geldi. Davrazdağı Master Planı’nı kendisinin başkanlığında bir ekip yapmış. Daha fazla bilgi için Kültür ve Turizm Bakanlığımız tarafından 2006 yılında basılan “Dağlarımız” adlı kitabına bakabilirsiniz. Bu kitap dağ sporları ve dağ turizmi, yüksek dağlarımız ve kayak merkezlerimizi tanıtan güzel bir kaynak eser...

NEREDEN BİLİYORUZ?

Kitaba göre Davrazdağı Kayak Alanları, ilk kez 1994 Martı’nda değerlendirme konusu yapılmış. Dönemin Isparta Valisi Ertuğrul Dokuzoğlu’nun öncülüğünde başlatılan çalışmalar sonucunda “Davrazdağı Master Planı” hazırlanmış ve yatırımlara başlanmış. Davrazdağı Master Planı ilk kez Jeomorfolog-Jeolog İsmet Ülker başkanlığında bir heyet tarafından hazırlanmış ve 1994’te Isparta Valisi Ertuğrul Dokuzoğlu tarafından uygulanmış. Bu çalışmalara Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan şehir plancısı Gökhan Özok ile Gençlik Spor Genel Müdürlüğü’nden kayak mekanik tesisleri uzmanı Hakan Sağlam katılmış. Yaptıkları etüd ve değerlendirmeye göre Davrazdağı kuzeydoğu yamaçları, normal kış koşullarında 1-2 metre dolayında kar yağışı almakta. 20 Aralık-10 Nisan arasında “110 gün/yıl/süreli” bir kayak mevsimine sahipmiş.
Şimdi neden bu tür çalışmaların bugün için “doğru bilgiden yoksun” olduğunu yazayım: Örneğin Davrazdağı’nda ilk meteoroloji istasyonu 2005’te, 1950 metreye kurulmuş. Benzer şekilde diğer dağlar için de zamanında bilimsel hiçbir veri yokken buraların ne kadar yükseklikte ve kaç gün kar yağışı aldığını nereden biliyoruz? 2000 metrenin üzerindeki kar yağışını bugün bile bilemezken 1994’te bu bilgiler santimi santimine ve günü gününe nasıl elde edilebilmiş! Artık bu analizler FİS kuralına göre yapılmıyor, sadece geçmişe bakılmıyor. Modern klimatolojide “Brückner Periyodu” diye bir şey yok... Yani bugün, benim için gerçek anlamda bir “Davrazdağı Master Planı” yok.

DÖRT DERECE ISINIRSA ALMANYA’DA TESİS KALMAZ

Bırakın 1970, 80, 90’lı yıllarda yapılan çalışmaları. 2000’li yıllarda T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca hazırlanan, “Türkiye Turizm Stratejisi 2003” ve “Eylem Planı 2007 - 2013” raporlarının hazırlanmasında ne bir meteoroloji mühendisi görev almış ne bilimsel veriler ne de küresel iklim değişimi senaryoları kullanılmış. Turizm, iklim ve hava durumuna bağlı bir sektör olmasına rağmen maalesef ülkemizdeki turizmciler tarafından ihmal edilmekte.
Sadece Almanya’da güvenilir doğal karı olan tesis sayısının bir derece santigratlık ısınma ile 11’e (yüzde 60 azalma); iki derecelik ısınmayla beşe inmesi bekleniyor. Dört derece ısınırsa tesis sayısı bire inecek ya da tüm kayak alanları yok olacak! Herkes “Akdeniz turizmi ayakta kalıp gelişecek mi” diye kafa patlatırken Türk turizm sektörünün bundan ne şekilde etkileneceği hakkında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın herhangi bir bilimsel çalışması yok. Yani İsmet Ülker’den bu bayrağı henüz teslim alan çıkmadı.
Geçenlerde bir toplantıda doğru-dürüst “Kuraklık planlarımız yok” dediğimde de birisinin üzerinde “Kuraklık Planı” yazan iki sayfalık kâğıt parçasını bana gösterirkenki sırıtışını unutamıyorum. Amacım zamanın koşullarına göre yapılan hizmetleri hor görüp inkâr etmek değil. Ama “Ben yaptım oldu” deyip daha doğru ve düzgün bir şekilde yeni bir şeyin yapılması engellenmemeli. Şimdi bakanlık 17 ilde kamuya ait arazileri yeni turizm yatırımcılarına tahsis ederken sadece eskiden yapılmış olan “master planlarına” bakmamalı. Özetle, “Türkiye’de kış turizmi için yapılan ciddi ve kapsamlı turizm master plan çalışması yok.” Yani dikkat! Elma şekeri gibi, elimizde bu tesislerin sapı kalmasın, oralar da gecekondu mahallesine dönmesin...
Yazının Devamını Oku

Cenevre’nin soğuğu, Çin’in gizli silahı Türkiye’de rol çalan bilim insanları

1 Şubat 2010
Cenevre’de, soğukta birkaç gün dolanıp havaalanında bir gece mahsur kaldıktan sonra gelip Türkiye’nin gündemine alışmak zor. Hele bir de o kadar konuşulacak önemli konu varken çakma meteorologların yaptığı uçuk kaçık açıklamalara muhatap olmak yok mu! Haftalar önce, Dünya Meteoroloji Örgütü’nün Cenevre’de düzenlenen Küresel İklim Çerçeve Anlaşması görüşmelerine Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü ekibiyle katıldım. 189 ülke, iki düzine kurum ve kuruluşun temsilcileri, iklim gözlemleri ve tahminlerini geliştirip kullanıcılara ulaştırılması konusunu güya tartışıyordu!
Bu arada ABD’deki sınıf arkadaşlarımdan ikisiyle karşılaşmak bana Dünya’nın ne kadar küçük olduğunu hatırlattı. “İklim risk yönetimi” kavramının yerleşmeye başladığını görünce, 10 yıl önce meteoroloji mühendisliği ile afet yönetimi uzmanlığını birleştirmiş olmakla ne kadar doğru bir iş yaptığımı anladım. Ayrıca diplomat olmadığıma da şükrettim!

YUVARLAK MASA AFET TOPLANTISINA İLGİ YOKTU

Yanımda oturan yabancı bir diplomatın toplantı yorumu şuydu: “Burası bir sirk!” Daha önce hazırlanmış taslaklardan hangisinin ele alınacağına karar vermek için bir gün tartışıldı. Daha doğrusu herkes aklına gelen şeyleri söyledi durdu. Sonra da üzerinde karar verilen “taslağın eki nerede” diye bir yarım gün daha aklına esen konuştu. Bu kadar peşrevden sonra güreş etmek için vakit kalmadı! Meğer bu tür uluslararası toplantılar hep böyleymiş. Kopenhang’da da aynı kişiler, biryandan uyuyup güya tartışmıştı. Şimdi de hiçbir şey söylememek üzere söz alanlara “Kopenhag Sendorumu’yla hareket etmeyelim, Kopenhag gibi bu toplantı da fiyasko olmasın” uyarısı yapılıyor...
Cenevre’den Frankfurt’a geçip oradan Larnaka’ya gidecektim. Almanya’daki kar nedeniyle uçuşum son dakikada iptal edildi. Bilet kontuvarına geri gideceğim ama polis bırakmıyor! Havaalanının öteki ucundan alt kata inilmesi gerekiyormuş. Havaalanının bahsedilen ucu ise Fransa’da. Mecburen yürüyerek Fransa’ya girip tekrar İşviçre’ye döndüm. Bir gün sonra konuşma yapacağım vakte yetişemeyeceğim için artık Larnaka’ya gitmem anlamsız olduğundan İstanbul’a dönmek istiyorum. Uçuş iptal olur diye tüm havayolları kendini korumaya almış, bilet satmıyor. Neyse THY’nin nazik çalışanları imdadıma yetişti, memleketime dönebildim.
Döner dönmez ODTÜ Afet Yönetim Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin düzenlediği Yuvarlak Masa toplantısına katıldım. Haiti depreminden sonra yapılan bu çok önemli toplantıya ilgi gösteren gazeteci yoktu. Ama bu toplantı boyunca telefonum susmadı. Birbiri ardına arayan gazetecilerin “20 Ocak’ta havada olağanüstü olayların olacağı” yönündeki bir kehaneti doğrulamak gibi büyük bir sorunu vardı!

İNSAN PROF. OLUNCA HER ŞEYİ BİLİR Mİ

Nedense bu kehaneti yapanın ehliyeti ve uzmanlığına bakmayı hiç akıl edemiyorlar? Neymiş efendim “O da prof’muş, hocaymış!” Ya, işte böyle, bu ülkede prof’san, hocaysan her şeyi bilirsin! Bu durumda ben hem prof’um, hem de doktoralı bir hoca! Yeni geliştirdiğim kapalı bir kalp ameliyat tekniğim var. Var mı gönüllü hasta?
Maalesef bu ülkede rol çalan bilim insanları ile birlikte onların oynadıkları role inanan, danışan, proje yaptıran, köşe veren ve ekranını açanlar var. Bunların yüzünden prof olduğumu söylemeye utanıyor ve kendimi artık “Mikdat Kadıoğlu / Trabzon” diye tanıtıyorum!
Bu arada Prof. Dr. Celal Şengör’ün Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisi’ndeki Zümrütten Akisler köşesinde bahsettiği strategypage.com adlı askeri stratejileri konu edinen web sitesine de bir göz attım. Oradaki bir makelede, Çin Hava Kuvvetleri’nin 30 bin kişi çalıştırdığı Hava Modifikasyonu Bölümü’nden uzun uzun bahsediliyor. Bizim ise bu tür şeyleri konuşmaya bile vaktimiz yok. Ekranlarımızı ve gazetelerimizi eften püften konularla, yalan yanlış bilgilerle dolduranlar zarardan başka bu ülkeye ne veriyor?
Yazının Devamını Oku

Havaların bu günlerde bir sıcak, bir soğuk geçmesinin nedeni iklim değişimidir diyenlere cevabım: Yok deve!

18 Ocak 2010
Havaların bu günlerde bir sıcak, bir soğuk geçmesinin nedeni iklim değişimidir diyenlere cevabım: Yok deve!Avrupa ve Asya donarken İstanbul’daki yazdan kalma havanın neden olduğu soruların bini bir para! Hava, Türkiye’ye torpil mi yapıyor? Havalar mı çıldırdı? İklim değiştiği için mi böyle oldu? Neden böyle bir sıcak; bir soğuk oluyor? Bunlar geçen haftanın sık sorulan havadan - sudan, önemli sorularıydı. İşte develi yanıtım!

Bazen Avrupa donarken Türkiye’nin de içinde olduğu bölgede havanın açık ya da bunun tersinin olmasının yanıtı benim için çok kolay ama açıklaması zor. Fakültede alışmışız bir kere “şekilde görüldüğü gibi” diye diye ders anlatmaya. Aslında bu yazıya sevgili editörüm bir deve resmi koysa çok iyi olur! Geçen hafta “Neden yazınıza, Dikkat! Köprüler ve Viyadükler Yoldan Önce Donar levhasının bir fotoğrafını koymadınız” diye bir eleştiri aldım da!
HÖRGÜÇLERİ HAYAL EDİN
Şansımı şekilsiz anlatımla deneyeyim: Önce coğrafya derslerinden dünyadaki tüm hava olayları ve okyanuslardaki akıntıların en büyük nedeninin kutuplarla ekvator arasındaki sıcaklık farkı olduğunu hatırlamalıyız. Sonra da dünya atmosferinin bu farkı dengeleyerek bir “ısıl huzura” varmaya çalıştığını unutmayın. (Darısı dünyadaki adaletsiz gelir dağılımının başına!) İşte bu ısıl dengenin oluşabilmesi için kutuplardaki soğuk havanın kuzeyden güneye; güneydeki sıcak havanın da kutuplara doğru yer değiştirmesi gerekir.
Bu yer değiştirme gerçekte dalgalar şeklinde oluyor. Bu dalgaları tek hörgüçlü Arap devesi ya da çift hörgüçlü Baktriane devesinin sırt çizgisi gibi düşünün. (Ciddiyim; “dalga” geçmiyorum!) Örneğin dalganın hörgücün olduğu tümseğe benzer şekildeki bölüme meteorolojide biz “sırt”; çift hörgüçlü devenin hörgüçleri arasındaki “u” harfine bezer çukur bölgelere de “oluk” deriz. İşte dalgaların bu sırtlarını güneyden kuzeye doğru sokulmuş sıcak hava; oluklarını ise kuzeyden güneye doğru akan soğuk hava oluşturur.
Sonuç olarak bu oluklar Avrupa ve Asya’nın donmasına yol açar. Türkiye’de havanın çok sıcak geçmesine ise içinde bulunduğumuz sırtlar neden olur. Oluklar ne kadar derinse hava sıcaklıkları o kadar düşük; sırtlar ne kadar yüksekse hava sıcaklıkları da o kadar yüksektir, meteorolojik rekorlar kırarlar. Yakında Avrupa’daki derin bir oluk doğuya doğru Türkiye üzerine hareket ederse durum bunun tam tersine de dönebilir; yani donabiliriz!
SUÇLU ARIYORSANIZ
Özetle sıcak ve soğuk hava dalgaları birbirini takip eder durur! Bu çok normal bir durumdur. Özellikle de kışın. Çünkü kışın olukların doğusunda bulunan soğuk-sıcak cephe sistemleri oluklarla birlikte bize ihtiyacımız olan yağışları getirir. Cephelerin önü ile arkası arasında büyük sıcaklık farkları vardır. Örneğin soğuk cephenin önündeki sıcak sektörde rüzgar, güney-batılıdır yani lodostan eser. Soğuk cephe geçişinde ise yağış vardır. Bu cephenin arkasında ise rüzgar kuzey-batıya yani karayele döner ve hava sıcaklıkları kısa bir sürede 10-20 derece birden düşebilir. Soğuk cephenin arkasında hava açtığı için kuvvetli ayazlar da olur. Soğuk ve sıcak cepheler bir insanın adımları gibi, birbirini takip ettiği zaman birkaç gün içinde hava bir sıcak bir soğuk şeklinde değişkenlik gösterir.

Yazının Devamını Oku

Kar, fırtına ve proje tabanlı öğrenme modeli geldi böyle oldu

11 Ocak 2010
Yılın en soğuk günlerine doğru yaklaşıyoruz. Bu arada “deniz bastı” ve “lodos fırtınası” gibi komik ve yanlış deyimleri de daha sık duymaya başladık. Halbuki bugünlerde kar yağışıyla artabilecek olan kalp krizi riskine karşı halkı uyarıyor olmalıydık.

Sele “taşkın” diye diye beş çeşit seli öğrenemedik gitti. Beş çeşit selden biri de “kıyı selleri”dir. İzmir’de denizin kabarması ve buna ilave olarak fırtına şiddetinde esen lodos nedeniyle İzmir kıyılarında “kıyı seli” görüldü; “deniz basması” değil. Sellerin adını bilmeyenler “kalbura bastı, kolbastı ve külbastı” gibi caddeleri, evleri, işyerlerini “deniz bastı” deyimini uydurup medya araçlarında bol bol kullanıyor. Bu duruma müdahale etmek Türk Dil Kurumu’nun görevlerinin arasında mıdır, değil midir, bilmiyorum. Aslında TDK’nın ne yaptığı hakkında hiç, bir fikrim yok; faaliyetleri hakkında da hiçbir şey duyup görmüyorum.
KES YAPIŞTIR
Denizcilerin kullandığı “Fırtına Takvimi”ne göre ülkemizde fırtınalara verilen isimlerin bazıları şöyledir: Zemheri, Katrancalos, Ayandos, Hüsün, Koz Kavuran, Çaylak, Kuğu, Çiçek, Filizkıran, Kokulya, Ülker, Filiz Koparan, Ülker Doğumu, Kızıl Erik... Bu takvimler sadece 12 Kasım’da lodos  yönünden fırtına şiddetinde esen rüzgara “Lodos Fırtınası” deniliyor. Fakat gerçekte sadece 12 Kasım’da değil; her lodosun fırtına şiddetinde esmesi hemen “Lodos Fırtınası Ege’yi vurdu” gibi ifadelerde “lodos fırtınası” olup çıkıyor. Buna benzer ifadeleri maalesef Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanan raporlarda, TV’lere verilen demeçlerde ve öğrencilerin hazırladığı projelerde de görüyoruz.
Özellikle isteyerek üniversite birinci sınıf öğrencilerine ders veriyorum. En büyük şikâyetim öğrencilerin yorum yapma yeteneklerinin zayıf olmaması. Şimdi Milli Eğitim Bakanlığı “proje tabanlı öğrenme modeli”ne geçerek sadece birtakım bilgileri ezberleyen ve bunları sınav zamanı  kullanan bireyler yetiştirmek yerine, öğrencilerin belirli hedeflere yönelik bireysel olarak kendi öğrenme süreçlerini planladıkları, araştırma ve işbirliği içinde çalışma, sorumluluk alma, bilgi toplama, toplanan bilgileri örgütleme becerilerini geliştirmesini hedefliyor. Fakat gerçek farklı. Bu tür ödev ve projeler daha çok veliler tarafından internetten kopyalanıyor ya da birilerine sipariş ediliyor. Bana da velilerden bu tür “yardım” önerileri geliyor. Milli Eğitim Bakanımızı uyarıyorum, bu çeşit proje ve ödev yapmanın öğrencilere hiç bir faydası olmadığı gibi öğrencileri (“öğrenmeyi öğrenme” yerine) kopyacılığa ve hazıra yönlendiriyor!..
SOĞUKTA AŞIRI HAREKET KALP KRİZİNİ TETİKLER
Aslında bu günlerde kış ve kar yağışıyla beraber soğuk algınlığı ve gribe ilave olarak artacak kalp krizi riskini konuşuyor olmalıydık. Çünkü buz gibi havalarda vücut, ısı kaybını önlemeye çalışırken kan damarlarının büzülmesine neden olur. Vücudun bu doğal hareketi sırasında aşırı fiziksel etkinlikte bulunmak insanlarda kalp krizine neden olabilmekte. Damarların daralması tansiyonu yükseltip kalbe oksijen akışını azaltabilir. Böyle bir durumda  yüksek karda yürümek, kar küremek gibi fiziksel etkinlikler kalp krizini kolayca tetikleyebilir.
Sonuç olarak artık kullandığımız kelimelerin anlamını öğrenme zahmetine girelim lütfen! Hele bir de devlet adına ya da medya kurumu olarak milyonlara hitap ederken ağzımızdan çıkanı kulağımız duymalı. “Mış” gibi yapmaktan da vazgeçmeliyiz. Yani gerçek anlamda proje tabanlı öğrenme modeline geçebilmek için etik kurallara aykırı olarak velilerin ödevleri yapması, ödevlerin interneteki hazır ödev sitelerinden ya da başka sitelerden kopyalanması önlenmelidir. Yoksa 1. sınıf öğrencilerine ders vermekten vazgeçeceğim!

 

Yazının Devamını Oku

Dikkat! Köprü ve viyadükler yoldan önce donar

4 Ocak 2010
Dolunayın, “kırağılı ay”a dönüştüğü ve “Köprüde araçların birbirine girdiği” mevsime geldik! Kış günlerinde sisli puslu da olsa güneşli havalara sevinenler otoyollardaki viyadüklerde, İstanbul’un Unkapanı ve Haliç köprülerinde sabaha karşı görülen gizli buzlanma nedeniyle zor anlar yaşayabiliyor. Haberlere göre “Köprüdeki buzlanmayı fark edip yavaşlamak isteyen bazı sürücüler bariyelere çarptı. Seyir halindeki diğer araçlar da duramayarak zincirleme kazaya neden oldu.” Dikkat ederseniz kaza, “köprü üzerindeki buzlanmayı fark edip yavaşlamak isteyen” araçların bir birine girmesiyle oluyor. Yani araçlar yola aldanmayıp köprünün donmuş olacağını dikkate alarak köprüye girerken yavaşlamış olsalardı kaza olmayabilirdi...

UYARI LEVHALARINA DİKKAT EDİLMİYOR

Gerçekte kışın yüksek basınç merkezinin hâkim olduğu bulutsuz geceler, sakin veya hafif rüzgâr, nemli yeryüzeyi ve geceleyin yüksek çiy, kırağı ve siyah buz oluşumu için çok uygundur. Yani, kışın hava sıcaklıklarının 5 derece civarında seyrettiği zamanlarda yol, köprü, viyadüklerin sıcaklığı çiy veya kırağı oluşturabilir. Bu nedenle, sürücülerin hava sıcaklıkları donma noktasına yakın olduğu zamanlarda ıslak zeminlerde, köprü ve viyadüklerde çok dikkatli araç kullanması bir zorunluluktur...

İşte sırf bu yüzden İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) İstanbul’daki pek çok köprü ve viyadüğün girişine “Dikkat! Köprü ve Viyadükler Yoldan Önce Donar” uyarı levhasını koymuştu. ABD ve benzeri ülkelerde olan bu levhaların konulmasını İBB Afet Koordinasyon Merkezi’nde (AKOM) danışman olarak çalıştığım yıllarda önermiştim. Fakat bu tür levhaların ne anlama geldiğini sürücülerimiz bilmiyor. Sürücü kurslarında da bunların öğretildiğini sanmıyorum. Sonuç olarak bu konuda da hâlâ eğitime ihtiyaç var.

BELEDİYE YERİNE SÜRÜCÜ ÖNLEM ALMALI

Yine haberlere göre “Sürücüler daha önce benzeri şekilde kazaların meydana gelmesine rağmen önlem alınmamasından yakınıyor; “Köprüde ciddi şekilde buzlanma var. Yetkililerin bu durumu görüp önlem alması gerekirdi” diyorlar... Halbuki İBB, şehirdeki gizli buzlanmayla mücadele için Türkiye’de başka hiç bir belediyenin almadığı önlemleri almış durumda.

Örneğin yirmiden fazla sayıdaki köprü ve viyadük gibi yolda daha önce donabilecek noktalara asfalt sıcaklığını, asfaltın üzerindeki çiy, kırağı ve buzu belirlemeye yarayan “Yol Meteoroloji İstasyonları” kurmuştuk. Çünkü meteorolojide hava sıcaklığı yaklaşık olarak yerden 2 metre yükseklikte ölçülür. Bu nedenle yer yüzeyindeki cisimlerin sıcaklığı ile hava sıcaklığı çoğu zaman farklıdır. Bazen hava sıcaklığı sıfır derece olunca yer yüzeyi sıcaklığı donma noktasının üzerinde olabilir. Bazen de yer yüzeyi sıfır derecenin altında bir sıcaklığa sahipken hava daha sıcak olabilir. Bu yüzden İstanbul’da asfaltın donup donmayacağını asfaltın sıcaklığı ölçülerek belirlenmekte ve gerektiğinde asfalt donmadan önce müdahale edilebilmektedir.

Özetle, yüksek basıncın etkisinde olduğumuz kış günlerinde çiy ve kırağıyı dikkate almayanlar trafik kazasına uğrayabilir. Çünkü çiy oluşması için, beton, asfalt, metal ve bitki yüzeyleri idealdir. Bu yüzden alttan toprak tarafından ısıtılabilen yollara aldanmayıp uyarı levhalarına uyularak her tarafı açık olan köprü ve viyadüklerde araç hızı sürücüler tarafından dikkatlice ayarlanmalıdır.
Yeni yılda sizlere ayazsız (yani kırağısız, çiysiz ve gizli buzlanmasız); fakat karlı ve yağmurlu günler dilerim!..
Yazının Devamını Oku

Yeni ve riskli turizm tahsisleri

28 Aralık 2009
Kültür ve Turizm Bakanlığı, 17 ilde kamuya ait arazileri yeni turizm yatırımcılarına tahsis edecek. Kış turizmine yönelik seçilen alanların arasında düşük rakımlı bölgeler, Akdeniz şeridinden alanlar bulunuyor. Bu alanlar iklim değişimi nedeniyle yakın gelecekte sadece yaz turizmine hizmet edebilecek, uyarayım dedim! Resmen kış mevsimine gireli bir hafta oldu. Gelecek hafta sonu ve yılbaşı tatili için kar severler plan yapmaya başladı bile. Tahminlere göre, bu sezondasadece kışın başında hava sıcaklıkları mevsim normallerinin biraz üzerinde olacak. Fakat kışın genelinde hava sıcaklığı ve yağışlar mevsim normalleri civarında kalacak. Bu kışa bakarak sakın aldanmayın!

EN ÇOK KIŞ VE DENİZ TURİZMİ ETKİLENECEK

Kış turizmine yönelik merkezlerin ekonomik faaliyetlerinin tamamı “kar” varlığına bağlı. İklim değişikliğinin dünya turizm sektöründe en çok kış, kıyı ve golf turizmini etkilenmesi beklenmekte. Alçak rakımlı bölgelerdeki kayak tesislerinin iklim değişiminden yüksek rakımlı bölgelerdekilere göre daha çok etkileneceği, er ya da geç sektörden çekilecekleri birçok çalışmayla belirlenmiş.
Bununla beraber maalesef küresel iklim değişikliğinin etkileri, ülkemizde turizmciler, bürokratlar, siyasetciler ve halk tarafından ihmal edilmekte. Sonuç olarak, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca, düşük rakımlı ve güney enlemlerde bulunan yerlerde kış turizm tesisleri kurulması için yeni turizm alanı tahsisleri yapılabilmekte. Halbuki;

1- Türkiye’de kış turizmi için yapılan ilk ciddi ve kapsamlı proje Erzurum-Palandöken Kış Sporları ve Turizm Mastır Plan Çalışması’dır. Fakat diğer bölgeler için Kış Turizm Master Planı, yani “... Dağının doğal yapısı ve iklimi ile kış sporları merkezi niteliğine sahip olduğunun tespit edildiği”ne dair herhangi bir bilimsel çalışma yok.

2- Kayak merkezlerinin dolduğu üç önemli, fakat kısa dönemden Noel, yılbaşı ve sömestr tatili sırasında düşük rakımlı ve güney enlemlerdeki tesislerde yeterli kar ihtimali düşük.

PİSTLER KISALACAK

3- OECD’nin kullandığı uluslararası “100 Gün ve güvenilir doğal kar yüksekliği kuralı”na göre düşük rakımlı ve güney enlemlerdeki tesislerin yeterli “kar güvenliği” yok.

4- Bu tür kış turizm tesislerindeki kar kalınlığı, hâkim güney rüzgârlarıyla birkaç günde 50 santim gibi çok hızlı ergime ihtimaline sahip. Diğer deyişle buralardaki kayak merkezinde kar örtüsünün sürekliliğini sağlamak çok zor.

5- Ülkemizde günün en yüksek sıcaklıklarında yıllara göre belirgin bir artış olduğundan dolayı günümüzde kar kalınlıkları azalıyor. Yani düşük rakımlı ve güney enlemlerde “kar güvenliği” hızla azalmakta.

6- Çevre ve Orman Bakanlığı’nca 2007’de yayımlanan “Türkiye İklim Değişikliği Birinci Ulusal Bildirimi”ne göre bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de 2100 yılına kadar kış sıcaklıklarında üç dereceyi aşan artışlar beklenmekte. Her 1 derecede güvenilir doğal-kar hattı 150 metre yükseleceğine göre, kar pistlerinin başı 3 dereceye varan sıcaklık artışı ile 450 metre yükselecek. Pistler kısalacak.

7- Aynı rapora göre, Türkiye’de 2100 yılına kadar kar kalınlıklarında 20 santimetreye varan incelme öngörülmekte. Diğer bir deyişle, kar sezonu kısalacak ve kar kalınlıkları da önemli miktarda azalacak.

8- Düşük rakımda ve daha güneydeki kış turizm tesisleri karsız sezon riski yüksek ve mevsimsel anormalliklere karşı karşıya olduğu için yüksek rakımlı ve kuzeydeki rakipleriyle rekabet edemeyecek.

9- Bu tür konaklama, rekreasyon, kamp, spor, günübirlik tesis alanlarının bulunduğu seviyede karlı gün sayısının ve kar derinliğinin çok düşük olmasından dolayı, Alp disiplinli kayak ve snowboard sporu yapılamadığında gündeme gelecek diğer alternatiflere bakalım:Çamurda hediklerle yürüyüş ya da kızakla kaymak da pek mümkün görünmüyor.

Sonuç olarak bilimsel çalışmalara göre küresel iklim değişiminin, ülkemizdeki başta Ege, İç Anadolu ve Akdeniz bölgelerindeki kış ve deniz olmak üzere, turizm sektörüne etkisi yakın zamanda bugünkünden çok daha fazla hissedilecek. Yani dikkat! Elmaşekeri gibi, elimizde bu tesislerin sapı kalmasın...
Yazının Devamını Oku