19 Nisan 2010
Başbakan da olsa insanları afet anlarında ancak kendi bilgi ve hazırlığı koruyabilir. Acaba Başba-kanımız deprem anında nasıl davranması gerektiği konusunda bilgilen dirilmiş mi? Ya da uçağına kimleri alacağına karar veren Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız “tek vasıta ile toplu ulaşım” riskini de dikkate alıyor mu?
Polonya Devlet Başkanı’nın uçağı düşünce bir afet yönetimi uzmanı olarak Türkiye’deki devlet zirvesinin güvenliğini sorgulamaya başladım. Vatandaş gibi devlet zirvesinde görev yapan Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar sürekli seyahat edip, çok farklı yerlerde toplantılara katılıp konuşmalar yapıyor. Örneğin bu yerler, İstanbul gibi hem yapısal hem de yapısal olmayan deprem riskleri taşıyabilir. Acaba devletimizin bir üst düzey yetkilisi İstanbul’da büyük bir salonda konuşurken deprem olsa ne yapar?
TERÖRE ODAKLANIP DİĞER TEHLİKELERİ UNUTMAYIN
Haberlere göre Başbakanlık’ta 200’ün üzerinde koruma görev yapıyor. Bazen artan tehditler sonucu Başbakan ve bakanların koruma sayısı artırılıp etraflarında etten duvar örülüyor. Başbakanlık korumalarının yanı sıra çok sayıda polis memuru da yol ve miting alanlarında adım başı koruma görevi yapıyor. Bu önlemler insan kaynaklı bir afet olan terör riski için geçerlidir ama deprem gibi bir doğal afet ve uçak kazası gibi bir teknolojik afet için yeterli değildir.
Hatırlarsanız 10 Nisan’da Rusya’nın Smolensk Havaalanı’nın yakınında düşen uçaktaki Polonya heyetinde Devlet Başkanı ile birlikte çok sayıda üst düzey askeri ve sivil yetkili bulunuyordu. Türkiye’de Başbakan ve Cumhurbaşkanımızı “Atlıyorsunuz devletin uçağına, ülke ülke geziyorsunuz” diye eleştirenler de dahil olmak üzere umarım ilgililer bu kazadan sonra uçağın içindekilere dikkat eder. (Oturduğu yerde üretim yapabilen tek canlı tavuktur! Bu nedenle ”Neden gezyorsunuz” şeklinde bir eleştiri bence mantıklı değil.)
Türkiye’de 7269 sayılı kanunda sayılan deprem, yangın, sel, çığ, heyelan ve kaya düşmesinden başka tüm tehlikeler tehlikeli bir şekilde yok sayılıyor! Bu durumda Türkiye’de Cumhurbaşkanı, Başbakan, vb. üst düzey yetkiliyle birlikte vatandaşı her türlü tehlikeden koruyacak plan, yönerge, talimatnamenin olduğundan şüphe ediyorum. Kanunda adı geçen afetler için de uluslararası standartlarda hazırlanmış doğru dürüst planlarımız yok. Şu ana kadar Türkiye’de gördüğüm yüzlece plan babadan kalma usullerle yapılıyordu ve hâlâ da yapılmaya devam ediyor.
Polonyalılar, modern afet yönetiminde adına “tek vasıtayla toplu ulaşım” denilen önemli bir riski göz ardı etmişti. Herhalde onların afet kanunları ve afet acil yardım planları da “Kargadan başka kuş tanımam” mantığıyla hazırlanmış. İddia ediyorum Türkiye’de Afet Yönetimi, Afet Acil Yardım Planları konusunda en bilgili kurum İTÜ Afet Yönetimi Araştırma ve Uygulama Merkezi’dir. Çünkü şimdiye kadar danışmanlığını yaptığı sanayi tesislerinin, kurumların afet planlarına, zorla da olsa, üst düzey yetkilileri tek vasıtayla taşımanın riskini de ekletmiştir.
BİLİME KULAK VERİLMELİ
Özetle, Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nden başlayarak Türkiye’deki tüm kurum ve kuruluşlar için afet acil yardım ve zarar azaltma planlarını her bir tehlikeyi dikkate alarak doğru dürüst yapmalıyız. Cumhurbaşkanı’ndan başlayarak tüm vatandaşlarımıza afetlerde nasıl davranması gerektiğini öğretmek zorundayız. Bunun için fısıltı gazetelerinde, mail’lerde ve internette dolaşan saçma sapan öneriler yerine bilimim sesi olan literatürü dikkate almalıyız.
Yazının Devamını Oku 
12 Nisan 2010
Farz edin ki bir gece yarısı yağmur çok şiddetli yağıyor ve dağların tepesinden itibaren dereler coşarak akmaya başlıyor. Bu sular aşağıdaki yerleşimlere ulaştığında dere boyunca sıralanmış evlerin su altında kalacağı kesin. İster inanın ister inanmayın bu durumda Başbakan dahi olsanız Türkiye’de halkı uyaramazsınız.
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, 2010’u taşkınla mücadele seferberlik yılı ilan etti. Kendisinin hava ve suyla ilgili bilgi sahibi bir akademisyen olması bizim için büyük şans. “Yer yer, bazı bazı, etkili yağış” bekleniyor şeklindeki tahminleri “Dünyanın en iyi tahminleri” şeklinde kabul edip övünen birçok bakan gördükten sonra “kuvvetli yağış bekleniyor”, gibi belli bir yağış miktarını ifade eden tahminleri bile yeterli bulmayıp daha net ve noktasal uyarılar isteyen bir bakan görmek bizi çok şaşırtıyor doğrusu...
Fakat bakanımızın Devlet Meteroloji İşleri’ne (DMİ) verdiği meteorolojik erken uyarının geliştirilmesi yönündeki talimatın yerine getirilmesi Türkiye’nin bu şartlarında çok zor; hatta imkansız. Bu durumu 23 Mart Dünya Meteoroloji Günü etkinliğinde kısaca anlatmaya çalıştım. Son günlerde meteorolojiden anlamayan fakat Türkiye’de meteorolojik afetlere yönelik erken uyarı yapılabilmesi için proje geliştirmeye çalışan birkaç yerli ve yabancı girişimciyi görünce durumu tekrar burada özetlemek istedim.
KANUNLARDA ERKEN UYARI ÖNGÖRÜLMÜYOR
Erken uyarı, “halkı tehlikelere karşı, zamanında ve gerektiği gibi davranmalarına imkan tanıyacak şekilde haberdar etmektir”. Böylece tehlikeli şartlarda mümkün olduğu kadar çok sayıda kişinin, gerekli önlemleri zamanında almasıyla; yaralanma, ölüm ve ekonomik kayıplar azaltılabilir. Meteorolojik afetler, önceden tahmin edilerek erken uyarıları yapılabilen afetlerdir.
Fakat ülkemizde vatandaşı uyarmak için herhangi bir yasa, erken uyarı araç ve gereci yok. Örneğin, sivil savuma sirenlerini savaş harici kullanmak yasak! “Sel geliyor” diye sivil savunma sirenlerini kanun dışı çalsak da halk ne anlama geldiğini bilmez. Hatta dışarıda bulunanlar bu sireni duyunca kendisini 10 Kasım’da sanıp saygı duruşuna bile geçebilir!
Türkiye’de sele sel, kuraklığa kuraklık diyerek tahmin ve erken uyarı yapmakla resmen görevli hiç bir kurum ve kuruluş yok. 1986 tarihli 3254 sayılı DMİ Kanunu “meteorolojik destek”ten, 1954 tarihli 6200 sayılı DSİ Kanunu ise “Taşkınlara karşı koruma yapıları inşa etmek”den bahseder. Özetle adında “taşkın” lafı olan 12 kanunun hiçbirinde “erken uyarı”nın “e”si bile yok.
DMİ, METEOROLOJİ ENSTİTÜSÜ’NE DÖNÜŞTÜRÜLSÜN
Sel tahmini için dakika dakika takip edilmesi gereken bilgiler vardır: 1) Nehir ve nehirleri besleyen derelerde ne kadar su var? 2) Son zamanlarda nehrin su toplama havzasına ne kadar yağmur veya kar düştü ve ne kadar daha düşmesi bekleniyor? 3) Yağmur, eğer civarda kar varsa, ne kadarını eritecek? 4) Toprağın nem oranı ve yağmuru derin katmanlara sızdırma durumu... Fakat DMİ bu bilgilerden sadece yağmuru dakika dakika takip edebilir. Diğer bilgileri DSİ, EİEİ gibi farklı kurumlar günde bir ölçüyor...
Bu nedenle benim önerim şudur: DMİ, “Meteoroloji Enstitüsü”ne dönüştürülsün. Bu kurum, kurallarına uygun meteorolojik, hidrolojik ve iklimsel gözlemler yapmakla; hava, su, iklim tahminleri ile birlikte noktasal uyarılar hazırlamakla; veri tabanları oluşturup işletmekle yükümlü olsun. Sadece üç temel göreve yoğunlaşsın. Bölge Müdürlükleri havza bazında oluşturularak noktasal tahmin ve erken uyarı için düzenlensin. Türkiye’de özel meteoroloji büroları kurulsun.
Özetle; sel tahmini için ülkemizde havza bazında su, hava, iklim ve toprak durumunun tek elden ve sürekli değerlendirilebilmesi için yasal ve kurumsal reformlara ihtiyaç var. Bundan sonra da sel anında taşacak olan nehir, göl ve deniz su seviyelerini her gün tahmin etmek gibi yeni yeni uygulamaları başlatmalıyız. Çünkü normal zamanlarda düzgün bir şekilde yapılamayan, afet gibi anormal zamanlarda hiç yapılamaz!..
Yazının Devamını Oku 
5 Nisan 2010
Benim gibi durduk yere yerleri tırmalayıp mobilyaları kemiren, hoplayıp zıplayan, koşarak merdiven inip çıkan, ip atlayan yaşlı başlı birini görürseniz dikkat! Garibanın bütün derdi pirinç tanesi kadar küçük olabilen böbrek taşını doğal yoldan düşürmektir. Doğum sancısından daha beter ağrılara sebebiyet verebilen çapı küçük, etkisi büyük, bu sinsi varlığın oluşumu iklim değişimiyle artıyormuş. İnanamadım ve damdan düşen biri olarak merak edip nedenini, korunma yollarını araştırdım.
Böbrekle ilgili şikâyetler arasında böbrek ağrısı, böbrek iltihabı, böbrek taşı, böbrek yetmezliği ve böbrek kanseri yer almakta. Böbrek ağrısı, iltihabı ve özellikle böbrek taşı düşürmesi her ne kadar çok acı verici olsa da böbrek hastalıkları arasında kritik öneme sahip olan böbrek yetmezliği neticesinde hastaların yıllarca diyaliz makinesine bağlı kalarak yaşamak zorunda olması. Sağlık Bakanlığı’na göre, Türkiye’de diyaliz hastası sayısı önceki yıla göre yaklaşık yüzde 10 artış göstererek hızla yükseliyormuş.
Böbrek taşı, idrarda çözülemeyen ve atılamayan kristallerin bir araya gelmesiyle oluşuyormuş. Böbrek taşını oluşturan sebepler kesin olarak bilinmemekte. En yaygın teori, vücudun susuz kalmasına bağlı olarak idrardaki sıvı oranı ile çözünen katı maddeler arasında dengesizlik oluşması. Türkiye gibi sıcak iklim kuşağında olup gelişmekte olan bir ülkede hemen hemen herkesin tanıdığı taş düşüren bir yakını vardır. Bu nedenle ciddi bir sağlık sorununu oluşturan üriner sistem taş hastalığı ülkemizde nüfusun yüzde 14’ünü etkilemekte ve endemik olarak kabul edilmekte. Türkiye’de en çok Güneydoğu Anadolu’da görülmesinin nedeni de aşırı sıcak ve kuru iklim koşullarıyla birlikte zor şartlarda yetersiz alınan sıvı miktarının dehitrasyona (susuz kalmaya) yol açabilmesi ve idrar atılımını azaltması olabilir.
ABD’DEKİ BÖBREK TAŞI KUŞAĞI
Teksas Üniversitesi’nce yapılıp Proceedings of the National Academy of Sciences’da (PNAS) yayımlanan yeni bir çalışmaya göre, “iklim değişimi demek daha fazla böbrek taşı demek.” Bu araştırma, küresel iklim değişiminin insan sağlığı üzerine direkt etkisini gösteren önemli çalışmalardan biri. ABD’nin sıcak kısımlarında aşırı sıvı kaybından dolayı böbrek taşı hastalarının sayısı daha fazla. Bu yüzden ABD’nin güney-doğusunda “Böbrek Taşı Kuşağı” olarak adlandırılan bir bölge bulunmakta. Bu araştırmaya göre ABD’nin riskli bölgelerinde böbrek taşı riski 2000 yılında yüzde 40 iken 2050 yılında yüzde 56 ve 2095 yılında ise yüzde 70 olacak.
Aynı çalışmada, ılıman iklimden sıcak iklime taşınanlarda da böbrek taşı oluşumunun artığı ifade ediliyor. Irak’a gönderilen ABD askerlerinde böbrek taşı hastalığının artması örnek gösteriliyor. Ayrıca bu çalışma, ısınma ile birlikte dünyanın birçok yerince yeni “böbrek taşı kuşaklarının” oluşacağını da söylüyor...
TAŞIM İNATÇI ÇIKTI
Böbreklerde oluşan taşlar golf topu kadar büyük olabileceği gibi kum tanesi kadar küçükte olabilir. Eğer taşın büyüklüğü santimetreyi buluyorsa üreterden geçemeyeceği için kırılması, ameliyatla alınması gerekiyor. Atılabilecek büyüklükte taşı düşürebilmek için yapılacak en iyi şey bol sıvı tüketmek ve hareket etmek. Bol sıvıdan kasıt özellikle sudur, su. Halk arasında yaygın olarak “Bira iç idrar yapar, iyi gelir” önermesi ise yanlışmış. Böbrek taşlarına karşı koruyucu önlemler olarak günde mutlaka 3-4 litre sıvı tüketilmesi gerekiyor. Ayrıca kalsiyum, oksalat ve pürince zengin besinlerden kaçınmalı. Kaçınılacak bu besinlerin listesine göre nerdeyse aç kalıp sadece suyla yaşamalı!
Sonuç olarak Ankara’ya gitmişken Gazi Üniversitesi Hastanesi’nde “beden dışı şok dalgası ile taş kırma” (SWL) tedavisi olmaya başladım. Benim taş (sahibi gibi!) çok inatçı çıktı. İki seansta ancak taşın 2 milimlik parçasından kurtulabildim! Özetle, taşlaşmak istemiyorsak, susamadan su içmeyi öğrenmeliyiz. Tabii ki iklim değişimi, su havzalarının işgali, kirletilmesi sonucunda hâlâ içecek su bulursak!
Yazının Devamını Oku 
29 Mart 2010
İster inanın, ister inanmayın, çağdaş malzeme toprak, çağdaş ev kerpiçtir. Bunu Prof. Dr. Ruhi Kafesçioğlu söylüyor. Ömrünü İstanbul Teknik Üniversitesi’nde geçiren bir akademisyen Prof. Dr. Kafescioğlu. Okula başladığı 1937 yılından emekli olduğu 1983’e kadar, dünyadaki inşaat malzemelerinin ve yapı tekniklerinin geçirdiği her aşamaya tanıklık etmiş.
Prof. Dr. Ruhi Kafescioğlu, sanıldığının aksine çağdaş bir malzeme olan toprağı ve kerpiç evi özetle şöyle anlatıyor:
“Toprağa dayalı yapıları bu günün dünyasında terk edilmesi gereken, zamanı geçmiş, demode olmuş bir sistem olarak göstermek çok yanlış. Tam tersine günümüz koşullarında sorunlara her türlü ortamda en iyi ve üst düzeyde yanıt verebilen bir sistemdir. Afrika’nın en yoksul ülkelerinde de, teknolojileri en gelişmiş Amerika, Kanada, Fransa, Almanya gibi zengin ülkelerin, yapı biyolojisi, termik konfor şartları sağlanmış çevre kirletmeyen sağlıklı konutlar isteyenler de toprak konutlarda yaşamakta. Bugün dünyanın birçok ülkesindeki araştırma enstitüleri toprağa dayalı yapı malzemesi üretim ve yapım tekniklerini geliştirmek amacıyla çalışmakta.
DAYANIKLI VE TERMOS GİBİ
Birçok deprem bölgesinde yaptığımız incelemelerde, teknik kurallara uygun üretilmiş kerpiçlerle ve yapı kurallarına uygun yapılmış kerpiç yapıların hasar görmediğini ve can kaybına sebep olmadıklarını saptadık. Buna örnek olarak 1939 Erzincan depreminden sonra Bayındırlık Bakanlığı tarafından yaptırılan kerpiç yerleşim birimini gösterebiliriz. O yapılar bölgede birçok yıkıcı deprem felaketi yaşandığı, betonarme yapıların birçoğunun önemli hasar gördüğü halde geçen seneye kadar sağlam kalmış, kullanılmış.
Kerpiç yapıların sahip oldukları nitelikleri ana hatlarıyla şöyle sıralayabiliriz:
- Kurallara uygun üretilmiş kerpiç blokların basınç dayanımları yeterli düzeydedir.
- Kurallara uygun yapılan kerpiç yapılar depreme dayanıklıdır.
- Kerpiç yapılar üretim ve kullanımları sürecinde büyük ölçüde enerji tasarrufu sağlar.
- Kerpiç yapılar sahip oldukları termik nitelikler nedeniyle bir termos şişesi gibidir. İç ortamları dıştaki iklimsel değişikliklerden etkilenmez.
- Kerpiç üretimi, diğer her hangi bir malzeme gibi, tesis kurulmasını ve işletme sermayesini gerektirmez.
- Yapının hacim ve ağırlık olarak en büyük öğesi olan duvar malzemesinin yakın çevreden tedarik edilebilmesi taşıma işini en az düzeye indirir.
- Doğal malzeme olduğu için çevre kirliliği ve iklim değişikliği yaratmaz.
- Yapı ekolojisi, biyolojisi ve insan sağlığına en iyi yanıt veren sistemdir.
SAKINCALARI GİDERİLDİ
Günümüzün önemli sorunlarına, geliştirilmeye açık yönleriyle olumlu yaklaşımlar gösteren bu malzemeyi çağdaş malzeme olarak niteliyoruz. Ülkemizde kırsal ya da kentsel yerleşimlerde, az katlı yapılar için kullanılmış ve geliştirilerek kullanılması önerilmektedir. Geleneksel kerpicin bu olumlu nitelikleri yanında yetersiz ve sakıncalı yönleri de vardır. Fakat bunlar çeşitli stabilizasyon yöntemleriyle artık giderilmiştir.
Özensizliklerin ve umursamazlıkların faturası, çoğu zaman ağırdır. Bu sakınca yalnız kerpiç binalar için değil her türlü yapı için geçerlidir. Bu durum çeşitli kademelerde mühendislik hizmeti verilmiş olan betonarme kamu yapıları için de söz konusudur. Bu acı gerçeği Elazığ - Okçular köyünde de, 1999 Marmara depremlerinde de gördük, yaşadık. Kötü ve yanlış olan, kerpiç gibi her hangi bir yapı türü değil, yapı için gerekli özeninin gösterilmemiş olmasıdır.”
KERPİÇTEN KURDUM BİNAYI GÖRDÜM LEYLA’YI
Prof. Dr. Ruhi Kafescioğlu, böyle söylüyor. Ben de meşhur Diyarbakır türküsünü hatırlatacağım: “Kerpiç kerpiç üstüne kurdum binayı / Binayı kurarken gördüm Leyla’yı / Leyla başıma açtı türlü belayı...”
Türküde bahsi geçen “Leyla” kullanılan malzeme değil; yapı için gerekli özeninin gösterilmemiş, gerekli bilim ve teknolojinin kullanılmamış olmasıdır. Yoksa, Marmara Depremleri’nde kaybettiğimiz 50 bin vatandaşımız da mı kerpiç evde oturuyordu, diye adama sorarlar.
Yazının Devamını Oku 
22 Mart 2010
Yarın 23 Mart Dünya Meteoroloji Günü. Çevre ve Orman Bakanlığı’nın düzenlediği Dünya Meteoroloji Günü Etkinlikleri için bugün Afyon’dayım. Bu yıl meteoroloji konusunda vermek isteğim mesajı başlıkta özetledim. Gerçekten ne demek istediğim sizi şaşırtabilir!
Kurumun adı üstünde “devlet” meteoroloji işleri. Yani bir devlet kurumu olarak devlet işleri ile ilgilenmesi gereken bir kurum. Fakat her türlü bireysel görüş, rapor, veri ihtiyacını karşılamak için de büyük bir mesai harcıyor. Belki DMİ’nin tekelci kanunu, belki bu konuda özel sektörün ülkemizde henüz gelişmemiş olması ya da bunların her ikisi birden buna neden oluyor ama artık bu durumun bir şekilde düzeltilmesi gerekiyor.
GÖZLEM İSTASYONLARI YÜZDE 60 AZALDI
Birçok ülkede vatandaşın ve özel sektörün meteorolojik analiz ihtiyaçlarını karşılayan özel meteoroloji ofisleri var. Ülkemizde TMMOB, Meteoroloji Mühendisleri Odası Serbest Müşavirlik Mühendislik Hizmetleri Büroları Tescili ve Mesleki Denetim Yönetmeliği yayınlayarak bu konuda bir adım atmış durumda. Fakat DMİ’nin (devletin bir zamanlar kasaplık yapıp ayakkabı satması gibi) özel istekleri karşılamaya devam etmesi nedeniyle özel meteoroloji mühendisliği büroları kurulup çalıştırılamıyor. Yani serbest piyasa ekonomisinde bu konuda “devlet” ile rekabet etmek henüz mümkün değil.
Aslında Devlet Meteoroloji İşlerinin temelde üç görevi var: Birincisi meteorolojik, hidrolojik ve iklimsel gözlemlerini yapmak. Ülkemizde henüz her ilçede bir meteoroloji istasyonu bulunmamakta. Eskiden kurulan insanlı meteoroloji istasyonlarının çoğu şehir içinde. Bu nedenle dağlara yağan kardan çoğu kez haberimiz olmuyor. Özetle bir zamanlar 1200’ün üzerinde olan meteoroloji istasyonları şu anda 500’ün altına düşmüş. DMİ özel istekleri karşılamak için harcadığı enerjisinin bir kısmını gözlem ağına ayırabilmeli.
RİSK ANALİZİ YAPILAMIYOR
Devlet meteoroloji işlerinin ikinci temel görevi, hava ve iklim tahminleriyle birlikte şiddetli hava olaylarına yönelik erken uyarılar yapmaktır. DMİ sayısal hava tahmini konusunda son yıllarda insana ve teknolojiye yaptığı yatırımlarla hava tahmininde ilerleme sağladı, fakat hâlâ yeterli değil. Henüz yer, zaman, miktar, olasılık ve erken uyarı konusunda aşılması gereken çok yol var. Bu nedenle, DMİ’nin öncelikle Türkiye’deki hava tahmin ve uyarılarının geliştirilmesi konusunda araştırmalar yapabilmesi gerekir.
Devlet Meteoroloji İşleri’nin üçüncü asil görevi, meteorolojik, hidrolojik ve klimatolojik veri tabanları kurup işletmektir. DMİ veri tabanının şu anda Türkiye’deki en gelişmiş ve kapsamlı veri tabanı olmasının fazla bir anlamı yok. Hedefimiz Dünyadaki emsallerinin en iyisiyle yarışmak olmalı. Bu nedenle DMİ veri tabanı sadece klasik meteoroloji gözlemlerinden oluşmamalı. İklim değişimine yönelik bilgilerle beraber, meteorolojk afetler yer, zaman, şiddet, büyüklük ve etkisiyle bu veri tabanında olmalıdır. Türkiye’de bugün değişik kurumlar tarafından toplanan verilerle risk analizi yapmak mümkün değil.
Yazının Devamını Oku 
15 Mart 2010
Güneş enerjisiyle ısıtılan suyla abdest almak caiz olmayan ülkemizde “24 saat bedava sıcak su” sloganıyla yaygınlaşan güneş enerjisi şofbenleri halkımızı ikilemde bırakıyor: Güneşte ısıtılan su, alaca, lejyoner hastalığı ve zatürreeye neden olur mu?
Geçenlerde Rizeli işadamı Atıf Ketenci ile birlikte Rize Belediye Başkanı Halil Bakırcı’yla karşılaştım. Sel, deprem, afet yönetimi derken söz dönüp dolaşıp Karadeniz’de yaygınlaşan güneş enerjisiyle su ısıtma sistemlerinin sağlıklı olup olmadığına geldi. Başkanımız bu konuyu araştırıp güneş enejisi doğru teknolojiyle kullanılmazsa lejyon hastalığına neden olabileceğini belirlediğini söyledi. Benden de bunu araştırmamı istedi.
NEMLİ ORTAMLAR RİSKLİ
Güneş ülkesi olan Türkiye’de güneş enerjisi kullanımının yaygınlaşmasını istiyoruz. Ama kaş yapalım derken göz çıkartmamalı. Yani temiz enerji kaynaklarımızın kullanımını yaygınlaştırırken halkımızın duygu, düşünce, inanç ve sağlığını da göz önüne almalıyız.
Örneğin, Hz. Ayşe bir gün Hz. Peygamber için güneşte su ısıttı. Bunun üzerine Peygamber: “Ey Humeyra (Hz. Ayşe’nin lakabı) öyle yapma. Çünkü o alaca / baras hastalığına sebebiyet verir” buyurdu. (Dârekutnî, Taharet 1/38 Hadis 2) Bu nedenle dinimizde demir, tunç ve bakır gibi madeni kaplarda ve sıcak memleketlerde güneş enerjisiyle ısıtılan suyla abdest almak ve gusletmek mekruh sayılmaktadır. Günümüzde vitiligonun yani alaca hastalığının nedeni bilinmemekte. Hastalığı tedavi edecek çeşitli yöntemler bulunmasına rağmen, hastalığın kesin bir tedavisi de yok.
Lejyoner hastalığı ise Legionella pneumophila olarak adlandırılan bakterinin neden olduğu bir akciğer enfeksiyonu. Halk arasında zatürree olarak bilinen bu hastalığa neden olan bakteri ilk olarak 1976 yılında Philadelphia’da bir otelde Amerikan Lejyonerlerinin toplantısına katılanlarda ortaya çıkan bir salgın sonucu keşfedilmiş.
Legionella bakterisi nemli ortamda yaşayıp çoğalır. Durgun 25-45 derece sıcaklıktaki sularda oluşabilir. Bu nedenle, apartmanlara yaptırılan yedek su depoları, güneş şofbenleri sıhhi tesisat ve klima tesisatı lejyoner hastalığı mikrobu taşıyabilmekte. Bu bakteri doğal çevrede de yaygın olarak mevcut; göller, nehirler, dere, çay, akarsular gibi yüzey sularının, termal su banyoları ve çamurların normal florasında bulunur. Bu nedenle havuzlarda, su depolarında, süs havuzlarında, duş başlıklarında, musluklarda bahçe sulama fıskiyelerinde termal banyo ve kaplıcalarda üreyen bu bakteriye karşı tedbir alınmalı.
KONTROL EDİLMELİ
Yazının Devamını Oku 
8 Mart 2010
Şili ve Haiti depremlerinden sonra İstanbul için “Felaketi bekleyen şehir” ya da “Yıkılmayı bekleyen taş yığını” tabirleri kullanılmaya başlandı. Bazı uzmanlara göre İstanbul depreminde felaketin boyutu Haiti’deki depremden daha büyük olabilir!
Felaket tellallığı yapmak yerine, artık çözüm geliştirip afetlere hazırlanmalıyız. Bu nedenle ABD, Japonya ve ülkemizdeki afet yönetimi yapılanmasını, mevzuatı ve politikaları yakından takip eden afet yönetimi uzmanı Mike Judgeson’a bir kulak verelim: “Marmara depremleri Türkiye’de afet yönetimi konusunda evrensel standartlara, ortak bir eğitime ve hazırlığa ihtiyacınız olduğunu göstermişti. Bundan sonra afetlere hazırlık için çok şeyler yaptınız ama yetmez. Özellikle de riskleri yeterince azaltıp afetlere hazırlığı halka indiremediniz. Esasında etkin bir afet yönetimi için öncelikle afetlere hazırlığı bireyden, evden, kurumlardan ve yerel yönetimlerden başlatmalısınız. Örneğin;
- 1) Fay hatlarına ve zemine takılıp kalmayın. Asla rehavete yönelten ve rahatlatıcı hamasi söylemlere aldanmayın. Hazırlıklarınızı en kötü olasılığa göre yapın. Yaptıklarınızı hiçbir zaman yeterli görmeyin, kurumsal milliyetçilik ve körlükten kaçının.
ŞATAFATLI EKİP YERİNE GÖNÜLLÜLER
- 2) Şatafatlı arama kurtarma ekipleri yerine afetlere müdahale için yerel afet gönüllülerini eğitip donatın. Bunun için ulusal bir farkındalık, bilinçlendirme ve beceriye dayalı eğitim seferberliği başlatın. Afet sonrası arama ve kurtarma ihtiyacını azaltmak için de afet risklerini azaltma ve afetlere hazırlık çalışmalarına en büyük önceliği verin.
- 3) Gösterişli ve atıl afet yönetim merkezleri yerine içinde güvenli yaşamı öğreten müze, ilkyardım ve yangın eğitimleri de veren Afet Üsleri kurun. Buralarda da afet sonrası kendi kendisine yeterli olabilmesi için halka ilkyardım, yangın söndürme eğitimleri verin.
- 4) Büyük alışveriş merkezleri, otogar, havalimanı gibi tüm sosyal merkezleri tansiyon ölçme aletinden Afet ve Acil Sağlık Müdahale Set’ine kadar temel sağlık malzemeleri ile donatın. Bu kurum ve kuruluşların afet acil yardım planlarını sel, yangın, yağma, yerinde sığınak, tahliye gibi risklerin tümünü dikkate alarak yapın.
AFET SONRASINI PLANLAYIN
Yazının Devamını Oku 
1 Mart 2010
Bu dünyada herkesin aynı fikirde olduğu herhangi bir konu yok herhalde. Bir konuda taraf olursanız her zaman sizinle aynı fikirde olmayanlarla karşılaşırsınız. Öne sürdüğünüz gerçeklere farklı bakanlar onları aksi yönlerde yorumlar. Yağışlı bir yıl geçirmiş ve birkaç gün de kar altında kalıp üşümüş olmamıza rağmen küresel iklim değişikliğinin, ısınmanın inkar edilemez bir gerçek olduğunu gösteren bir dünya kanıt var.
İşte size dünya basınında karşılaştığım bazı küresel ısınma ve küresel iklim değişimi gerçekleri:
Maldiv Adaları’ndaki havaalanı her gün birkaç saat kapatılıyor. Niçin? Çünkü med-cezir dalgaları artık havaalanının pistlerini su altında bırakıyor. Bilimsel çalışmalara göre önümüzdeki yüzyılda Maldiv Adaları’nda deniz su seviyesinin 1 metrenin üzerine çıkması bekleniyor. (Türkiye’de deniz kıyısında veya denize çok yakın olan İstanbul Atatürk Havalimanı ve Trabzon Havalimanı’nda aynı şeyin olduğunu bir düşünün!)
Henry Hudson’un Güney Amerika’dan dolanmak yerine Hindistan’dan Amerika’ya ulaşabilmek için yıllar önce Kuzey Amerika’da bir geçit aradığını hatırlayan var mı? 2007 yazından tarihte ilk kez buzulların erimesiyle Kuzeybatı Geçişi kendiliğinden açıldı. (Kuzeybatı Geçişi açılırken Karadeniz Otoyolu yakın bir zamanda denizin yükselmesi nedeniyle inşallah kapanmaz!)
SANKİ BİZİM DENİZLERİN YÜKSEKLİĞİ DEĞİŞMEZ
En son buzul çağının görüldüğü 18 bin yıldan bu yana deniz suyu seviyesi 130 metre yükseldi ve şu anda her 100 yılda 20 santimlik (yılda 1 santimetre) bir hızla yükselmeye devam ediyor. (Türkiye’de deniz kıyısına her türlü tesis, yol, yaparken deniz suyu seviyesinin yükselmesi diye birşey tanımıyoruz. Yani yatırımcılarımıza, yetkili ve etkililerimize göre etrafımızdaki denizlerin su seviyesi sabit ve öyle de kalacak!)
Atmosferdeki karbondioksit miktarı 1880’lerde 278 ppm iken 2005’de 380 ppm’e ulaştı. Fosil yakıtlarının kullanılması bu şekilde kârlı olmaya devam ederse bu yüzyılın sonunda 750 ppm’ı geçebilecek. Bu durumda da küresel iklim değişiminin çok tehlikeli sonuçlarıyla karşı karşıya kalabiliriz. (Biz Konya’da şekerpancarı ekimini teşvik vermeye devam edelim! Ne iklim değişimi ne de obruklar bizi yıldırır!)
Hawaii’de de artık fırtınalı günlerde kabaran deniz, dalgalarla şehir merkezine köpek balığı yavrularını dolduruyor. Uydu verileriyle yapılan analizlere göre, deniz suyu seviyesinin yükselmesinin hızı 20. yüzyıla göre iki kat fazla.
Avustralya’nın kuzey doğusundaki Marshall Adaları’nda antik ağaçlar ve kıyıdaki evler deniz tarafından silip süpürüldü. En eski mezarlıklar bile okyanusa düştü. Artık Kiribati ve Maldaviler’de eğer med-cezirle birlikte büyük bir fırtına aynı anda oluşursa yüzlerce adalardaki 60 bin kişinin tahliye edilmesi bile mümkün değil.
Tuvalu Başbakanı Saufatu Sopo’aga ülkesinin küresel iklim değişimince tehdit edildiğini her ortamda söylüyor. Ona göre “Bütün deliller ülkesinin kötü bir şekilde etkileneceğini gösterirken başka bir şey söylemek mümkün değil. Deniz seviyesinin yükselmesi hakkında daha fazla bilimsel çalışmaya da ihtiyaç yok; zaten yükseldi! Olağan dışı dalgalar Tuvalu’da artık olağan sayılıyor.” Tuvalu’da da tuzlu deniz suyu yüzyıllar boyu ekip biçilen tarlaları kaplayarak ot yetişmez hale getirdi.
Anlayana sivrisinek saz; anlamayana davul zurna az, demiş atalarımız. Cahile laf anlatmak deveye hendek atlatmaktan zordur, diğer bir atasözümüz. Ama maalesef küresel iklim değişimi yoktur diyen prof. unvanlılar da var. Onlar için de Abdurrahim Karakoç - Cahil (Alim Derler) şiirinde şunu söylüyor: “Alim derler bakarsın sözü kelamı cahil / Yazar derler yazar da özü kalemli cahil/ Diplomayla unvanla kazanmış cehaleti” diyor. Daha fazla söze lüzum yok...
Yazının Devamını Oku 