Prof.Dr. Mikdat Kadıoğlu

Bu yıl sıcak yazı El Niño, sonbahar ve kışı La Niña şekillendirecek

16 Ağustos 2010
2010 meteorolojik kayıtlara göre gelmiş geçmiş en sıcak yıl. Bizi bunaltan sıcak hava dalgalarının nedeni küresel ısınmayla birlikte El Niño. Peki önümüzdeki sonbahar ve kış havalar nasıl geçecek? Bilindiği gibi 3 ila 7 yılda bir El Niño ile La Niña birbirleriyle yer değiştirir. Bunlardan biri Pasifik Osyanusu’nun doğusunda çok büyük bir bölgeyi ısıtırken; öteki soğutur. Mayıs 2010’da El Niño zayıflayarak etkisini yitirmişti ve yerini nispeten soğuk olan La Niña’ya bırakması bekleniyordu. Fakat şu anda zayıflamış olmasına rağmen El Niño’nun sıcak etkisini ağustos sonuna kadar hissettireceği hesaplanıyor.

İKİ YARAMAZ ÇOCUK

El Niño ve La Niña’yı, bir dalganın yüksek ve alçak tepelerine benzertebilirsiniz. Giderek kuvvetlenen küresel ısınma ile birlikte El Niño yaşandığı zamanlar (1998, 2010 yıllarında olduğu gibi) sıcaklık rekorları kırıyoruz. Çünkü bunlar biribirine destekleyerek görülmemiş yükseklikte hava sıcaklıkların ortaya çıkmasına neden oluyor. La Niña’lı zamanlarda ise La Niña’nın soğutucu etkisiyle küresel ısınmanın etkileşimi sonucunda mevsim normallerine yakın havalar yaşayabiliyoruz. Çünkü bunlar birbirlerini kısmen de olsa dengeleyebiliyor. Bu durumda önümüzdeki sonbaharın mevsim normalleri civarında; kışın ise mevsim normallerinde olmasını bekleyebiliriz. Sonuç olarak havamızı ne sadece küresel ısınma ne de havadaki doğal değişimler tek başına belirleyebiliyor...

2015’TE KAVRULACAĞIZ

Önümüzdeki yıllarda (örneğin 2015’te) küresel ısınma ve El Niño/La Niña’nın yanına bir de güneşin etkisini de koymamız gerekecek! 2010’da güneşteki etkinlik, yani Güneş lekelerinin sayısı en düşük seviyede. Bilindiği gibi 11 yılda bir Güneş’in etkinliği en düşük değerinden en yüksek değere ulaşıp tekrar düşük değere iniyor. Bu nedenle şu anda suskun olan Güneş’in yaklaşık 5 yıl sonra etkinlikleri en yüksek değerine yaklaşarak, küresel ısınma ve El Niño ile birlikte bize 2010 yılını bile aratan yazlara neden olabileceğini şimdiden söylemek bir kehanet olmaz. Özetle gününüzde küresel ısınma ve El Niño bize güneşin eksikliğini bile hissettirmiyor!

SESSİZ KATİLDEN KORUNUN

Dünya Meteoroloji Örgütü’ne göre günümüzde bizi bunaltıp sağlığımızı bozan sıcak hava dalgalarından dolayı görülen ölümlerin sayısı önümüzdeki 20 yıldan daha az bir zamanda iki kat artacak. Sadece 2003 yılının ağustos ayında Avrupa’da yaşanan bir sıcak hava dalgasından dolayı 35 bin kişinin öldüğünü düşünürsek, bu ölümlerin iki katına çıkması oldukça korkutucu bir şey olsa gerek!
Bu sessiz katil daha çok, çok genç veya yaşlılarla birlikte kronik rahatsızlıkları olanları etkiliyor. Bu gün ve gelecekteki durum böyle böyleyken, biz farkında olmadan dünya üzerindeki sellerin, hortum ve tayfunların toplamından daha fazla insanı öldüren yani “sessiz katil” olan “sıcak hava dalgaları”na ne kadar hazırlıklıyız, diye düşünmeliyiz.

OTOMOBİLSİZ GÜN KAMPANYASI

Meteorologlar genellikle üç gün veya daha uzun süre hava sıcaklıkları 32 derece veya üzerinde olan nemli veya kuru günleri “sıcak hava dalgası” olarak niteler. Bu günlerde hipertermiden korunmak için halkın öğlen ve öğlenden sonraki saatlerde güneşten kaçınması, vücut sıcaklığını ve su kaybını artıracak etkinliklerden uzak durması gerekir. Hipertermi, örneğin ABD’de, yıllık ölümlerin en önemli nedenlerden biridir. Hipertermi, vücut sıcaklığının kontrolsüz olarak artmasıdır ve durdurulamazsa sonuç ölümcül olabilir!
Sıcak hava dalgasına neden olan yüksek basınç merkezlerinin, aynı zamanda doktorların “yaz sisi” dediği yerde oluşan, kötü ozona da neden olduğunu unutmamalıyız. Bu nedenle bu sıcak günlerde, hafta sonlarında otomobilsiz gün kampanyaları yapmalı, karayollarının bitişiğindeki parklardan uzak durmalı, yardımıza ihtiyaç duyabilecek komşularımızı ve sokak hayvanlarını da unutmamalıyız.
Yazının Devamını Oku

Ağaçlar geçmişteki sel, kuraklık kıtlığın hikayesini anlatıyor

2 Ağustos 2010
Bugünlerde yaşadığımız her aşırı hava olayı “eşi ve benzeri görülmemiş” bir doğa olayı olarak değerlendiriliyor. Oysa bu yorumdan önce, geçmiş yıllarda dünyada ve Türkiye’de yaşanmış doğal iklim değişimleri, meteorolojik afetler veya meteoroloji karakterli doğal afetlere göz atmak gerekir. Bir takım kanıtlar iklimin geçmiş yıllar boyunca değiştiğini göstermekte. Bazı iklimsel değişiklikler, küçük ve bir yıldan diğerine biz fark etmeden gerçekleşir. Diğer; devamlı kuraklık, yıllık muson yağmurlarındaki bir gecikme gibi değişiklikler, milyonlarca kişinin yaşamını kötü bir şekilde etkileyebilir. Eğer uzun yıllar göz önüne alınırsa, yavaş yavaş canlı yaşamı için elverişsiz hale gelecek otlaklar gibi küçük değişikliklerin de zararları olduğu görülür. Dünyada iklim değişimi aslında binlerce yıldır var.

SULTAN SÜLEYMAN’A METEOROLOJİK SÜRPRİZ

Şiddetli hava olayları ve doğal afetler ya savaşların kaderini değiştiren ya da salgın hastalıklara, kıtlıklara ve isyanlara neden olan olaylar olarak tarih kitaplarında yer alıyor. Bazı tarihçiler, doğal afetleri bir halk için felaketken, diğer bir halk için “fırsat anları” olarak yararlı olabildiğine işaret ediyor. Bunlardan askeri faaliyetlerle bağlantılı olarak söz ediyor. Örneğin, 1529’da Kanuni Sultan Süleyman’ın Viyana Kuşatması’nı, aşırı yağışlar, erken gelen ve olağan dışı soğuk havalar nedeniyle yarıda kesip geri çekilmesi gibi. Eylül 1854 - Şubat 1856 arasında Rusya’ya karşı Osmanlılar ile birlikte İngiliz ve Fransızlar arasında cereyan eden Kırım Savaşı’nda hem meteorolojik olaylar savaşı önemli ölçüde etkilemiş, hem de savaş meteoroloji biliminin gelişmesine katkıda bulunmuş.
Türkiye’yi neredeyse karış karış dolaşan Amerikalı Profesör Peter Ian Kuniholm gibi dendrokronolojistler ağaçların yaş halkalarını inceleyerek geçmişdeki iklime ışık tutabilmekte. Dendrokronolojistler ağaçların yaş halkalarının büyük ve küçük olmalarından hareket ederek çok önemli iklimsel sonuçlar çıkarabiliyor. Örneğin çok eski bir ağaç bulunduğunda ortasından bir kesit veya örnek alınıp incelenir. Eğer bir dönemde ağaç iyi su almışsa o ağacın yaş halkaları geniş oluyor, su alamamışsa yani kuraklık yaşamışsa halkaları dar oluyor. Bundan, ağacın yaşadığı tarihlerde, bazı dönemlerde sulak mevsimler, bazı dönemlerde kurak mevsimler yaşandığı sonucu çıkarılabiliyor.

AĞAÇLAR 400 YIL ÖNCESİNİ ANLATTI

Kuniholm, 1990 yılındaki çalışmasında iklimsel olayları kısa ve uzun vadeli olarak ikiye ayırarak incelemiş. Uzun vadeli olaylara örnek olarak 1585-1640 yılları arasında görülen Celali İsyanları’nı ele alıp incelemiş. Bunun için 1560-1620 yılları arasında ağaç yaş halkalarındaki büyüme yüzdelerini belirlemiş. Kunilhom 61 yılın ağaç yaş halkalarındaki büyümeleri incelediğinde 48 yıl normalin çok altında kaldıklarını görüyor. Bu kuraklığın olgun bir yaşta kökleri derinlere inmiş ağaçlardan daha çok, buğday gibi tahılları etkileyeceği de açıktır. Kuniholm, Professör H. İnalcik ve W. Griswol’e de danışıp, seyyahları ve diğer arşiv bilgilerini de kullanarak 1564-1612 yılları için daha çok kuraklık ve kıtlık olmak üzere meteorolojik olayları ağaç yaş halkalarındaki büyüme yüzdeleri ile karşılaştırmış. 16. yüzyılın sonu ve 17. yüzyılın başında Anadolu’da köylülerin huzursuzluğu, göçler ve Celali İsyanları olarak adlandırılan olaylar yaşanıyor.
Kısa vadeli olaylara örnek olarak 1873-1874 yılları arasında Türkiye’de etkili olan Büyük Kuraklık verilmiştir. Kuniholm, Christiansen- Weniger and Tosun’un 1939 yılında yaptıkları bir çalışmada Ankara’da 1874 yılında yaşanan kuraklıkta ineklerin yüzde 81’i ve koyunların yüzde 97’sinin öldüğü orta çıkmış. Araştırmada ayrıca, 52 bin kişilik nüfustan 7 binin göç ettiği ve 20 binin de öldüğü belirtilmekte. Seyyah C. Naumann’a (1983) göre Kastamonu, Ankara ve Kayseri’de 150 bin ile birlikte, 100 bin çiftlik hayvanı öldü. Açlık ve hastalıklar da 1873-1874 kışında ayrıca 100 bin kişinin ölümüne neden oldu.
Ankara ve çevresinde görülen bu büyük kuraklık, bölgedeki ağaçların yaş halkalarına da yansımış ve Kuniholm tarafından bölgedeki ağaçlar üzerine yapılan çalışmalarda elde edilen ağaç yaş halkaları büyüme miktarlarının, önemli ölçüde normallerinden çok daha küçük olduğu tespit edilmiş.
Yazının Devamını Oku

Küresel ısınmayı inkar edenlere 2010’da hava çok ama çok sıcak

26 Temmuz 2010
Türkiye’de, daha doğrusu İstanbul’da bu yıl havanın serin ve yağışlı geçtiğine bakıp aldanmayın. İklimde bir noktaya ya da bir yıla bakılmaz. Bizim işimiz dünya geneline ve uzun yıllar devam edebilen gidişatlara bakmaktır. Böyle bakıldığında 2010’un dünya sıcak hava rekorunu kırmak üzere olduğunu görüyoruz. Geçen ay bugüne kadar kayıt edilmiş en sıcak haziran ve peş peşe gelen dördüncü en sıcak ayı yaşadığımızı biliyor musunuz? ABD’deki NOAA İklim Veri Merkezi deniz ve karalar üzerinden toplanan hava sıcaklıklarını analiz edince bu gidişle 2010’da dünya rekorunun kırabileceğini belirledi. Eğer böyle sıcak devam ederse 2010 yılı, dünya üzerinde sıcaklık ölçümlerinin başladığı 1880’den beri, gelmiş geçmiş en sıcak yılı olacak.
Diğer bir deyişle, küresel ısınma ya da dünyanın hava sıcaklıklarındaki ısınma gidişatı artık inkar edilemez. NOAA, kara ve denizler üzerinde kaydedilen hava sıcaklıklarının 304 aydır kesintisiz olarak 20’inci yüzyıl ortalamasının üstünde seyrettiğini açıkladı. Yani kesintisiz 304 ay boyunca dünyanın hava sıcaklıkları hep 1961-1990 yılları ortalamasının üzerinde oldu!

KİŞİSEL GÖZLEM YETERLİ DEĞİL

Bununla beraber İspanya’da 1997’den beri gözlenen en soğuk haziran ayı 2010’da yaşandı. Benzer bir şekilde güney Çin’de Guizhou kayıtlarındaki en soğuk haziran ayını yaşadı. Fakat Moğolistan, 1951 yılından beri yapılan meteoroloji kayıtlara göre en sıcak haziran ayını bu yıl yaşadı.
Sözün kısası bulunduğunuz yere ve kendi deneyimlerinize bakarak hava ve iklimin geneli hakkında konuşmak doğru değil. Özellikle, “ben böyle sıcak ya da yağışlı hava görmedim” diyen orta yaşlılar çocukluklarındaki hava durumunu doğru bir şekilde hatırlayamıyor. Çocukluğunda hava koşullarıyla ilgilenmeyenler, kiloları ve sağlık problemlerinin artmasıyla beraber meteoroloji bültenlerinin müdavimi haline geliyor. Şüphesiz hafızamıza göre hava ve iklim hakkında bir şeyler söylebiliriz ama onlar bilimsel ve tarafsız bir bilgi olarak kabul edilemez.

SORUNU ERTELEYEMEYİZ

Dünyanın bu kadar çok ve hızlı şekilde ısınmasından korkmalı mıyız? Bence evet! Bu durumda “ileride hallederiz abi!” şeklinde kahramanlık yapmak ya da küresel iklim değişimin inkar etmek çözüm değil. Öncelikle birey olarak dünyada bıraktığımız ayak izimizi küçültmek için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız.
Evet dünyayı ne kadar çok ısıtıyorsak o kadar çok sık, şiddetli ve uzun süreli kuraklık, sel, sıcak hava dalgası, orman yangını, tarımsal haşareler, kene, sivrisinek, iklim göçmeni ile karşılaşıyoruz. Bu durumda kafamızı kuma gömmek yerine tarım, orman, sağlık, afet yönetimi, şehirleşme gibi konularda yerel ve ulusal ölçekte çözüm ve politikalar geliştirip uygulamamız gerekiyor...

İSTEMEK YETMEZ YAPMALIYIZ!

Goethe’nin dediği gibi artık, “Bilmek yetmez; uygulamalıyız. İstemek yetmez; yapmalıyız!” Ya da Descartes’ın dediği gibi “Önemli olan akıllı olmak değil, aklı yerinde ve zamanında kullanmaktır.”

15 YILDIR REKOR ÜSTÜNE REKOR KIRILIYOR

Dünyada ortalama hava sıcaklığının 20’inci yüzyıl ortalamasından düşük olduğu en son ay 1985 Şubatı’ydı. 1880 yılından beri küresel hava sıcaklıklarında gözlenen rekorların tümü son 15 yılda kırıldı. Öyle ki bunların büyük bir kısmını 1998 yılının ilk yarısında yaşadık.
Yazının Devamını Oku

Puanınızın değil, yüreğinizin götürdüğü yere gidin

19 Temmuz 2010
Her nedense bütün kır düğünü sahipleri, mezuniyet törenleri olan rektörler ve ÖSS’de tercih yapmak isteyen öğrenciler sözbirliği etmiş gibi bir anda arayıp soru atışına tutuyor. Şöyle yaz geldi deyip bir “oh” diyerek köşeme çekilemedim! Geçtiğimiz günlerde havalar mı çıldırdı? Sürekli yağıyor da, yağıyor... (Allah’ım bunu ben mi söylüyorum!) Gel de kış günlerini arama şimdi. Cephe sistemlerini takip etmek ne kadar kolay ve güzelmiş meğer! Bir alçak basınç sistemine bağlı soğuk ve sıcak cephenin hızını ve yönünü belirle, gerisi kolay. Geçdiğimiz günlerdeki yağışlar öyle her zamanki gibi Balkanlar’dan filan da gelmiyor, mısır patlağı gibi tepemizde bir anda beliriverebiliyor. Bu yüzden de hava tahminleri nerdeyse saat başı çöpe gidiyor.

ALACAĞINIZ OLSUN CB BULUTLARI!

Bir saatlik tahmin bile kolayca tutarsız hale gelirken, bir hafta ya da bir ay sonra için hava tahmini isteyenlere ne demeli? Kardeş, sen kır düğününü boş ver; zaten size çok pahalıya patlar. Kırda kene de var! Bir de davulcu ve oyuncuları yıldırım çarpabilir... En iyisi toplayın herkesi bir nikah salonuna, takısını takan taksın, tebrik eden etsin. Siz erin muradınıza biz de çıkalım tatilimize... Bir de bana “hocam sen de gel yağarsa beraber ıslanırız!” filan demeyin bir gün elimden bir kaza çıkacak ha!..
Allah’tan üniversitelerin mezuniyet törenlerini sona erdi. Bunlar düğün gibi bitmez tükenmez şeyler değil çok şükür. Kendi üniversitemin törenini de çarşambadan cumaya erteletmiştik. Yirmi bin kişilik töreni başarılı şekilde ertelemesine erteledik ama yine de dalga konusu olduk. Neymiş efendim İstanbul’un değişik yerlerini seller sular götürdü ama çarşamba günü törenin yapılacağı stadyuma tören saati yağmur yağmadı! Cb bulutları ve bir de benden tahmin soranlar, alacağınız olsun sizin!..

GELECEĞİN İLK 10 MESLEĞİ ARASINDA

Şimdi gelelim en zor ve soranlara da kızamadığım soruya: “ÖSS LYS tercihime İTÜ Meteoroloji Mühendisliğini de yazayım mı?” Gençlerin, velilerin ve öğretmenlerin gerçekten işi çok ama çok zor. Bu yaşta ne meslekleri ne de kendini bilemeyen, tanımayan gençlerin hayatına yön verecek büyük bir karar verilmesi gerekiyor. Dersanelerin, ya da bazı kurum ve kuruluşların yıllar önce hazırladığı meslek tanıtım kılavuzları da yetersiz.
Şu an Türkiye’nin hem özel hem de kamu sektöründe büyük bir meteoroloji mühendisi açığı var. Meteoroloji mühendisleri şu anda THY’de uçuş hareket uzmanı olarak çalışıyor ve pilot adayı olarak da kabul edilen birkaç mühendislik dalı arasında yer alıyor. Diğer bir deyişle ABD’de geleceğin ilk 10 mesleği arasında sayılan meteoroloji mühendisliği, yüksek teknolojiye ve bilgiye dayalı, çok temiz ve güvenli iş ortamlarına sahip. Meteoroloji mühendislerinin yaptığı hava öngörüsü, ölçüm ve gözlemler, iklim değişimi, hava kirliliği, güneş ve rüzgâr enerjisi; uzay havası, hidroloji, tarım ve orman, havacılık ve deniz meteorolojisi gibi konulardaki çalışmalar insanlığın bugün karşı karşıya kaldığı en önemli sorunlardır. Yani meteoroloji mühendisleri dünyanın problemlerini çözmekte...
İTÜ’nün tüm bölümlerinde olduğu gibi isteyen öğrenciler yüzde 100 İngilizce program da seçebilir. Kısa yoldan söyleyeyim ben kendi çocuklarıma da mensubu olduğum İTÜ’yü, bölüm başkanı olduğum ve Türkiye’de ilk-tek olan “İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü”nü tavsiye ederim. Puanım az ya da fazla demeyip fen bilimlerine yatkın olan tüm öğrencilere meteoroloji mühendisliğini yazmasını tavsiye ederim.
Özetle, puanınızın değil; yüreğinizin götürdüğü yere gidin... İş ve para sizi gelir bulur!..
Yazının Devamını Oku

Yenice Ormanları: Herkesin görmesi gereken saklı bir cennet bahçesi

12 Temmuz 2010
NTV’de salı akşamları yayımlanan “Yeryüzü Notları” adlı programa katılıncaya kadar ülkemizin doğal güzelliklerinin bu kadar farkında değildim. Örneğin, Karbük İli, Yenice İlçesinde “tropikal bir orman denizi” olduğunu gidip gözlerimle görmesem inanmazdım. Safranbolu Evlerini bilmeyenimiz yoktur. İpek Yolu üzerindeki bu şirin ilçemiz, otantik evleri ve sokakları ile birlikte şekerlemeleriyle insanları büyülüyor. Artık Safranbolu’da konaklayıp kentin tarihi dokusuyla haşır neşir olurken çok yakın bir mesafede de keşfedebileceğiniz dünya çapında bir doğa harikası var. Bitki örtüsü ve yaban hayatı bakımından oldukça zengin olan Yenice Ormanları, dünyanın tanıdığı kültür mirası Safranbolu ile bütünleşip bölgenin turizm çeşitliliğine katkıda bulunuyor.

DÜNYA BİYOSFER REZERVİNE GİRECEK

Anadolu’nun en bakir ve en büyük blok ormanlarından birine sahip olan Yenice İlçesi, Safranbolu’yu Amasra’ya bağlayan alternatif bir güzergâhta, sacayağının üçüncüsü olarak bulunuyor. Zonguldak’ta denize dökülen Filyos Nehri, bu coğrafyada Yenice Irmağı diye adlandırılıyor. İki yanında yeşilin her tonunun görülebildiği ırmağa, bu eşsiz tabiat yolculuğunda ormanların içinden süzülerek akan kollar eşlik ediyor. Hele sonbahar gelmişse tam bir renk cümbüşü kendini gösteriyor. Sahip olduğu anıt ağaçları, doğal yaşlı ormanları, kanyonları, akarsu ekosistemleri ve yaban hayatı çeşitliliğiyle Dünya Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) tarafından 1999’da biyolojik çeşitlilik açısından en değerli, en acilen korunması gereken Türkiye’deki 9 ormandan birisi olarak seçilmiş.
Daha düne kadar adını sanını pek duymadığımız doğa harikası bu yörede geçen yıl Yenice Kaymakamı Mehmet Fatih Çiçekli, Karabük Valiliğinin desteği ile doğa turizmine açmak için, kolları sıvayarak “Doğa Yenice’dir” adlı bir proje başlatmış. Bu proje nedeniyle Kaymakam Bey, dağ bayır, kanyon dere, tepe demeden dolaşıp durmaktan iki dirhem bir çekirdek bir hal almış! Şimdi de UNESCO Dünya Biyosfer Rezervi listesine girmek için müracaatta bulunmuşlar. Peki Kaymakam Bey, Yenice’nin nesine güvenmiş?..

WEB SAYFASINDAN İNCELEYİN İLK FIRSATTA YÜRÜYÜŞE GİDİN

Gerçekten de bu coğrafya, ulu ağaçların ihtişamı altında berrak suların aktığı bir yer ve tropik bölgeler dışında bir arada bulunması hayret verici ağaç ve bitki türlerini bir arada barınıyor. Yenice Ormanları, derinliklerinde saklı Anıt Porsuk, Anıt Fındık, Anıt Meşe Ağaçlarıyla, sürpriz şelaleleri, mor renkli orman gülleri, gürül gürül çağlayan sulardaki kırmızı benekli alabalıkları ve yaban hayatın diğer sürprizleri ile saklı bir cennet bahcesi! Orman öyle korunmuş ki, birazcık içine daldığınızda yola çıkan bir karacanın ağaçlar arasında uzaklaşmasına ya da cinsini kestiremediğiniz bir kuşun bir an kendini gösterip kayboluvermesine şaşmamanız gerekiyor.
İşte böyle bir ortamda 21 Yürüyüş Rotası, 3 Kanyon Geçişi ile 7 Bisiklet Parkuru düzenlenmiş. Uluslararası işaretlerle bezenen tüm güzergâhlar GPS koordinatları ve rakımları ile haritalar eşliğinde kitapta bir araya getirilmiş. Artık güvenle Şeker Kanyonu girişindeki Yenice Evi’nde kahvaltının ardından, çeşitli zorluk derecelerindeki parkurlardan birini seçip (1 saatlik ya da 6 günlük) yola koyulabilirsiniz.
Ankara, İstanbul gibi büyük kentlere bu kadar yakın mesafede olmasına rağmen düne kadar hiç kimsenin bilmediği, bu ormanlara, doğa turizmi yapanlar akın etmeye başlatı bile. Kaymakam Bey haklı olarak “Bizden bu kadar devamını size bırakıyoruz” diyor. Parkur kitabının hem Türkçe hem de İngilizce’sini internetten bilgisayarınaza indirmek, fotoğraf ve diğer bilgiler için Yenice Kaymakamlığı’nın web sayfasını (www.yenice.gov.tr) ziyaret etmelisiniz.
Yazının Devamını Oku

Dere mi şehirden, şehir mi dereden geçer!

5 Temmuz 2010
Haberlere göre “Ayazağa’dan geçen Cendere Deresi taşarak sel oldu!” Bu bakış açısıyla, bu kafayla işimiz çok zor. Binlerce yıllık dere, iki günlük Ayazağa semtimden geçerken taşıyor ha! Çok komik!.. Karadenizliyim ve söylenenlere düz mantıkla bakmak gibi bazılarına göre kötü (bana göre iyi!) bir huyum var. Mecazi anlamları yerine kelimelerin gerçek anlamına takılırım. Bu huyum yüzünden arada bir aç filan da kaldığım olur. Örneğin, bir gün eşim telefon ederek “fırında makarna var, akşam ısıtıp yiyebilirsin” demişti. Ben de fırının altını üstüne getirerek makarnayı aradım durdum! Meğer “fırında makarna” buzdolabındaymış.

DERE YATAĞINI BOŞALTIN

Sel, dere ve taşkın haberlerine de (size göre!) takıntılı bakıyorum. Filanca yerden geçen dere taşarak sele neden oldu! Bu kadar kuyruklu bir yalan olamaz! Dereler binlerce yıl bulunduğu yerde kah cılız, kah coşkun akar. Siz deyin rantçı ben diyeyim gurbetçi gelir, çevresine binaları kondurur. Zamanla ortalık kalabalıklaşır, arazi fiyatları artar. İnsanlar taşkınlık yapıp derenin evine (yani sel tehlike bölgesine), yatak odasına (sel yatağına) ve yatağına (dere yatağına) göz koyup işgal eder.
Zavalı dere artık normal hava şartlarında yatağında; 100-yıllık yağışla gelen sel sularını sel yatağında; 500-yıllık yağışla gelen sel sularını da sel tehlike bölgesinde taşıyıp denize ulaştıramaz. Dereyi kuru bir günde kafalarına göre künklere, menfezlere sokuşturanlar “70 yılda bir görülen” şiddetli yağışta dere doğal mecrasını doldurmaya başlayınca şaşırıp kalır. Ve hemen de bir günah geçisi bulur: İklim değişti, mevsimler kaydı, havalar çıldırdı!..
Başı ağırınca, morali bozunlunca, uçağı kalkmayınca suçu hep havada bulanlar şimdi normal zamanlarda akıllarına bile gelmeyen iklim değişimini günah keçisi olarak kullanmaya başladı. Neymiş efendim 70 yılda bir görülmeyen yağış yağmışmış! Senin zaten 100 ve 500 yıllık yağışları dikkate alman gerekiyordu! Neymiş efendim iklim değişmiş miş! İklim değişimini bu kadar ciddiye alıyorsan o zaman artık bu tür sellerin daha sık, daha şiddetli ve daha uzun süreli olacağını da biliyorsundur. Artık ona göre tedbirini alır ve daha fazla zarar görmeden derenin yatağını da hemen terk edersin!

MEVSİMLERİ KİM KAYDIRDI

Bir de şu mevsim kayması olayı var. Mevsim ne ki? Dünya yörüngesi üzerinde güneşin etrafında dolaşırken insanlar bazı noktalara ilkbahar, yaz, kış gibi isimler vermiş. Ama havanın hiç bundan haberi yok! Hava nereden bilsin örneğin, 21 Haziran’a yaz dediğimizi? Sonra da dünyanın astronomik bir hareketine göre belirlenmiş olan bu mevsimlere hava şartlarının uymasını bekliyoruz. 21 Haziran’da hava günlük güneşlik olmazsa şaşırıp kalıyoruz. Yok mevsimler şaştı, yok eksen kaydı!.. Ben de bu şaşıranlara şaşırıyorum. Dünyanın neresinde 3 aylık 4 çeşit mevsim var ki! Hiç bir yerde astronomik takvimlerin belirlediği günlerde hava şartları değişmez; değişemez. Unutmayın hava, havayi bir şeydir!
Cendere, Narlıdere, Büyükdere, Çavuşdere Caddesi gibi caddeler akıl almaz şeyler! Derelerin cadde ve sokağa dönüştürülmesi bilimsel anlamda kabul edilmez bir şeydir. Dereleri caddeye dönüştürüp etrafını bina ve fabrikayla dolduranlar artık derenin suyunu görünce Marslı görmüş gibi şaşırmasın. Artık derelerin içinden şehirler geçmemeli. Derelerin üç bölgesinin bulunduğu, gerektiğinde onları kullanacağı da unutulmamalı.
Yazının Devamını Oku

Gabar’ın mertlerine, doğasına selam olsun

28 Haziran 2010
Yaklaşık üç yıl önce bir belgesel çekimi için gittiğim Şırnak Gabar (Küpeli) Dağı’nda çok farklı bir deneyim yaşamıştım. Bölge her terör olayı ile anıldığında artık aklıma oranın farklı doğası, mert insanları ve dağları tutumuş olan kahraman Mehmetçiklerimiz geliyor. Uçak Mardin’e indiğinde hava sıcaklığı 44 dereceydi. Karasal iklim işte! Denizi yok ki hava sıcaklığının bu kadar artmasına engel olsun. Bir de bölgeye yakın alçak basınç merkezinin güneyli rüzgârları çölden toz taşıyarak havayı bulanıklaştırmıştı. Bindiğim minibüste klima yoktu. Pencereyi açmamla kapatmam bir oldu; sanki dışarıdaki bir ejderhanın ağzından çıkan alev içeri girmişti. Doğal klima da olmayınca bir yandan bol bol su içiyor, bir yandan da radyodan teröristlere girdikleri yolun çıkmaz bir yol olduğunu anlatan anonslar ve çeşit çeşit türküler diliyordum.

SINIRI KİM ÇİZDİ

Gabar Dağları’na karayoluyla ulaşım yaklaşık üç saat sürüyor. Yolda jandarmalar birkaç kez durdurup kimlik soruyor. Şırnak’a kadar dümdüz olan otoyolda daha sonra Irak’a yük taşıyan TIR’ların tahribatı nedeniyle hoplaya zıplaya gidiyoruz. Yol boyunca tarlalarda gördüğüm yuvarlak siyah taşların çokluğu beni şaşırtıyor. Bu kadar taş buraya nereden gelmiş? Rahmetli Ecevit bir zamanlar buralardaki tarlalardan taş toplamak için seferberlik başlatmıştı ama çoğu hâlâ ortalıkda. Bir an için minibüsten inip o taşları toplayasım geldi. Trabzon Maçka’da dereden dağın tepesine ev yapmak için taşıdığımız taşları hatırladım. O dik yamaçlarda döne döne uzanan keçi yollarından sırtımızda taş, briket, çimento, su taşıyoruz da neden bu düz ovadaki taş taşıyamayalım!..
Yolun sağında aralıklarla sırlanmış kuleler dikkatimi çekti. Tel örgü üzerindeki muska şeklindeki küçük kırmızı teneke levhalarda “mayın” yazdığını okuyunca burasının Suriye sınırı olduğunu anladım. Tel örgü, mayın tarlası, nöbetçi kuleleri ve tren yolundan sonra Suriyeli koyunlar, kadınlar... Bu sefer de neden sınırın daha ileride ya da beri değil de orada olduğunu düşünmeye başladım. Sınırın tam oradan geçmesine kim ve nasıl karar vermişti? Bir keresinde Okan Tüysüz’den Güney Anadolu’daki sınırın sömürgecilerin jeolojik analizlerine göre bizi petrolden mahrum bırakacak şekilde belirlendiğini duymuştum. Bizim o zaman bu durumdan ne kadar haberimiz vardı bilmem!

MEYVE BAHÇESİ GİBİ

Şırnak’a gitmeden önce bana “Cudi Dağı’nı görmeden, Hz. Nuh Türbesi ve Mem-u Zin Türbesini ziyaret etmeden, Kasrik Boğazı’nı görmeden dönme” demişlerdi. Kasrik’i görünce yatay tabakaların, Arap Levhası’nın bizi sıkıştırması yüzünden nasıl da gökyüzüne dönüp dikleşmiş olduğuna hayret ettim. Ovadaki sıcağa dayanamayıp kendimi haritalarda Küpeli diye geçen, bölgede Gabar diye bilinen, kaynak suları bol dağa attım.
Şırnak ili, sınıra yakın kesimleri hariç, dağlarla kaplı. Denizden 705 metre yüksekte, vadiye göre 7 derece daha serin olan Akçay Mezrası’nda konakladım. Burada vatanına bağlı Kürtlerin neler yaptığını gördüm. Ülkemizin başına bela olan terör, hem halkımızı hem de doğayı tahrip etmiş. Teröristler de böylece buradaki halkı tabiatın nimetlerinden mahrum ederek işsizlik, fakirlik ve göçlerine neden olmuş...
Buna rağmen, Anadolu’nun bu tipik misafirperver, mert, dürüst, samimi insanları sofrasındaki yiyeceği tanrı misafiriyle paylaşabilmek için birbirleri ile yarışıyor. Burada yerel giysiler için halı ve kilim dokumacılığı öğreten ve öğrenen kadınlarla karşılaştım. Birçok yabani hayvan çeşitine rastlanan bu dağlar aynı zamanda zeytin, ceviz, badem, fıstık, nar ve incir deposu! Bağcılık, zeytincilik ve pirinç tarımı da yapabildiklerini duyunca inanamadım. Sonra bir kova taze incir, üzüm ve şeftaliyi önüme getiri verdiler...
Özetle, bu bölgemiz sahip olduğu zengin tarihi, kültürel kaynakları ve doğal değerleriyle turizm ve tarım açısından cazip. Bu potansiyel iyi değerlendirildiğinde bölge halkının refahı önemli boyutlara ulaşabilecek...
Yazının Devamını Oku

Zeytinburnu’ndaki inanılmaz börtü böcek merkezi

21 Haziran 2010
İlçe belediyesince kurulan Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi, İstanbullu doğaseverlere bitkilerin gizli dünyasını tanıtıyor. Bahçede uzmanlarca verilen seminerlerin konusu birbirinden ilginç: Bitkiler ve yağlarıyla tedavi, bitkilerin ve beslenmenin kimyası, masajterapi, doğal vücut bakımı... Çocuklar da unutulmamış. Tatil boyunca KöşeBucakBörtüBöcek Ekoloji Yaz Okulu’nda gelecek nesillere doğa sevgisi aşılanıyor.

Son yıllarda kimi zayıflamak, kimi dökülen saçlarını çıkartmak kimi de büyüyen prostatı için umudunu doğaya bağlamış, çareyi bitkilerde arıyor. Doğaya dönüşle birlikte bu konuyu istismar edenler, modern tıbbı tümüyle dışlayarak “alternatıf tıp” ile köşeyi dönme derdinde.
“Alternatif tıp” kavramı bana “alternatif enerji” kavramını hatırlatıyor. O da klasik enerji kavramlarını tümüyle reddeden, dışlayan bir kavram. Halbuki şu anda ne bitkiler tümüyle modern tıbbın ne de rüzgar, güneş gibi enerji kaynakları petrol, kömür ve doğal gaz gibi fosil yakıtlarından oluşan nispeten kirli enerjinin tümüyle yerini alabilir. O halde bunların günümüzdeki adı “tamamlayıcı tıp” ve “tamamlayıcı enerji” olmalı.
Şüphesiz birçok derde deva olan bitkiler bilinçsiz ve yanlış kullanmaları sonucu birer zehir özelliği göstermekte. Sizleri bu konuda bilinçlendirmek, bitkileri ve doğayı tanıtmak için Zeytinburnu Belediye Başkanı Murat Aydın, Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi’ni kurmuş. Merkezefendi Geleneksel Tıp Derneği ile birlikte kurulan bahçe 14 bin metrekarelik alana yayılıyor. İçinde bitkilerin sergilendiği 68 ada, tropik ve subtropik bitkilerin yer aldığı bir sera, laboratuar - herbaryum ve Sağlık Araştırmaları Merkezi bulunuyor. Sadece bir bahçe değil; burası araştıran, üreten, eğiten, eğlendiren, soluk aldıran, halka açık bir tabiat parçası!

BİTKİLER VÜCUDA YARAR KADAR ZARAR DA VEREBİLİR

Bazılarına göre bir ilaç tabletiyle bir bitki yaprağı arasında paratik olarak fark yok! Her ikisi de vücutta etkilerini içerdikleri kimyasallar yoluyla yapar. Fakat tabletin özelliği, içindeki kimyasalların arındırılmış ve dozu ayarlanmış olması. Yaprakta ise zehirli olabilen birçok madde farklı miktarlarda bulunabilir. Bu nedenle yanlış kullanılan tıbbi bitkiler çok masum olmayan yan etkiler gösterebilir, zehirleyebilir. Kullanılan diğer ilaçlarla etkileşebilir. Doktor, eczacı, biyolog gibi uzmanına danışmadan bence çay bile içmeyin.
Bazıları, bitkileri “yenebilir” ve “yenemez” olarak ikiye ayırır. Bazen İstanbul’da otoyolların kenarında yenebilir ot toplayanları görünce üzülürüm. Bu otlar taşıtların egzozlarından çıkan dumandaki kurşunla kirlenmekte. Yani zehirlenmişler! Değil otoyol kıyılarından ot toplamak, otoyol kıyılarında inek otlamasına bile müsaade edilmemeli. Sütten, ottan, oyuncaklardan, boyadan çocuklara geçen kurşun birçok sağlık problemiyle birlikte şiddete, teröre meyilli bir nesilin ortaya çıkmasına neden oluyor.

ÇOCUKLARA EKOLOJİ YAZ OKULU AÇILDI

Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi’ndeki bitkileri çiçekli halleriyle görebilmek için en uygun dönem (her bitki için değişmekle birlikte) genellikle ilkbahar ve yaz ayları. Ancak bitkinin tüm yaşam evrelerini; kışın karlar içinde herdem yeşilleri, kış sonu tomurcukların patlaması ardından çıkan beyaz pembe çiçeklerle kaplanmış meyve ağaçlarını, yaz sonu serada bulunan subtropik ve tropik iklim bitkilerinden muz, pepino, papaya, guava meyvelerini ve sonbaharda doğanın bir sonraki yıla kendini hazırlayışındaki renk cümbüşünü görmek için bahçe her mevsim gezilebilir. Burada bitkileri incelerken İstanbul’un içindeyken İstanbul’un dışında duygusunu hissedeceksiniz!
Kuruyup ince ince kıyıldıktan sonra, bitkileri birbirinden ayırt etmek çok zor. Bu nedenle Zeytinburnu’ndaki bahçede bitkileri teşhis edebilmek için bir de herbaryum oluşturulmuş. Herbaryum örnekleri; uygun şekilde toplanıp preslendikten sonra kartonlara yapıştırılmakta, bitkilerin bilgileri (familya, tür, yer, kişi, tarih) etiketlerine yazılmakta.
Ayrıca bahçedeki seminerler; bitkilerle tedavi, bitkilerin ve beslenmenin kimyası, bitki yağlarıyla tedavi, masajterapi, doğal vücut bakımı konularını kapsamakta. Çocuklar için de KöşeBucakBörtüBöcek Ekoloji Yaz Okulu var. Böylece çocukların da bitkileri tanıyıp sevmeleri ve doğayı korumak için sorumluluk almaları hedefleniyor.
Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi yazıyla anlatılamaz; gidip görmeniz lazım. Bahçe, saat 09.00’dan gün batımına kadar ziyarete açık. Toplu ziyaretler ve bilgilendirilme için randevu alınması gerekiyor. (www.ztbb.org).
Yazının Devamını Oku