Osman Müftüoğlu

Grip ve nezle için 5 faydalı çay

6 Aralık 2019
Biraz gecikerek de olsa kış yüzünü gösterdi. Havanın soğumasıyla birlikte “nezle-grip meselesi” de yeniden gündemimize girdi. Peki, bu mühim ve can sıkıcı kış sorunlarından korunmanın doğal bir yolu yok mu? Var! Çözümü “kış çayları”nın desteğinde aramalı. Tabii ki beslenmeye, istirahate, bağışıklığı güçlü tutmaya da dikkat etmeli.

VARAN 1

Adaçayı ve ekinezya çayı

Adaçayı pek çok iltihaplı hastalığın tedavisinde kullanılmaktadır. Çalışmalarda yutak ağrısının giderilmesine yardımcı olduğu birçok kez gösterilmiş. Adaçayı ve ekinezya ikilisinden hazırlanan karışımın boğaz ağrısını geçirmede kullanılan lokal antiseptik ilaçlardan daha etkili olduğu da kanıtlanmış.

VARAN 2

Papatya çayı

Papatya çayının Orta Çağ’dan beri tıbbi amaçla kullanıldığı bilinmektedir. Huzurlu bir uyku veren papatya çayının çalışmalarda enfeksiyonla savaştığı bulunmuştur. Hoş, hafif bir aroması ve tadı vardır. Kafein içermez. Boğaz ağrısı nedeniyle uyumakta zorlanıyorsanız yatmadan önce içebilirsiniz.

VARAN 3

Nane çayı

Yazının Devamını Oku

Alkali olmak bu kadar mühim mi?

5 Aralık 2019
Alkali gıdalar tüketmek ve asit yükünü artıran besinlerden uzak durmak, daha mı akılcı? Havet! Yani hem hayır, hem evet!

Alkali gücü yüksek suları tercih etmek daha mı doğru? Bu soruyu da “Kesinlikle!” diye olmasa bile “Olabilir” şeklinde yanıtlamak mümkün.
Ama çakma hatta tıbbi desteklerle (İngiliz tuzu, tozları, damlalar, tabletler) bedeni alkali hale getirmek söz konusu olduğunda işin içine ticari kaygılar da girmeye başlıyor.
Şunu net ve açık olarak bilelim:
Bedenimizin, kanımız ve diğer vücut sıvılarımızın kimyası yani “asit-alkali balansı” fevkalade ciddi bir şekilde korunmaktadır. Bozulması da özel haller dışında pek mümkün değildir.
Sahip olduğu muazzam koruma sistemleri sayesinde bedenimiz asidite seviyesinde oluşabilecek değişikliklere karşı müthiş dirençlidir.
Bu direnci değiştirebilmede yiyip içtiklerimizin ciddi bir öneminin olmadığı da net ve açık şekilde bilinmektedir.
Kısacası, vücut pH’mız yani asit-baz ayarımız 7.4 civarında sabitlenmiş gibidir. Beslenmemizle pH açısından değişkenlik gösterebilen tek vücut sıvısı da idrarla sınırlanmıştır.

Yazının Devamını Oku

Homosisteinin fazlası neden zararlı?

4 Aralık 2019
Homosistein, beyin ve damarlar için toksik etkileri olduğu bilinen bir ara ürün. Aynı zamanda da metilasyon döngüsü olarak bilinen mühim bir metabolik sürecin ne durumda olduğunu gösteren önemli bir parametre.


Yüksek rakamlara ulaşmış homosistein, metilasyon sisteminin yetersiz çalıştığına, bedenin, özellikle beyin ve damar sisteminin toksin yükü altında bunaldığına işaret ediyor.
İdeal değeri 8’in altında olması. Tehlike 12’nin üzerinde başlıyor.
Rakamların daha yüksek olması belleği tehdit ediyor, kalp krizi riskini yükseltiyor.
Özellikle B12, B6 ve B9 (folik asit) eksikliği veya “metilasyon döngüsü”nün yetersizliği en önemli sebepleri.
Sağlınızı izlerken yılda bir kez homosistein seviyelerinizi de kontrol ettirin.

Kolesterolü azaltan besinlerin listesi

Reçeteli ilaçları kullanmadan, tamamen doğal besinler ve bitkilerden yararlanarak kolesterolünüzü azaltabilir misiniz? Denemeye değer! İşte en çok bilinen, denenen ve güvenilen kolesterol savar besinler:

Yazının Devamını Oku

Şeker tüketimi artıyor

3 Aralık 2019
Geçenlerde ünlü tıp dergisi Lancet’de “beslenme ve hastalık sıklığı” arasındaki ilişkiyi anlatan önemli bir çalışma yayınlandı.

Mühim uyarılardan biri de dünyanın hemen her ülkesinde beslenme yanlışlarına bağlı sağlık sorunlarında belirgin bir artış olduğuydu.
Araştırma, özellikle şeker tüketimindeki artışa dikkat çekiyor ve bunun önemli bir sağlık tehdidi olduğuna işaret ediyor.
Muhtemel suçluların en başında şekerli içecekler var. Bunu diğer şeker zengini besinler izliyor.
Anlaşılan o ki şimdilik Singapur’da uygulamaya giren “şekerli içeceklere reklam kısıtlaması” bir süre sonra diğer ülkelerde de tartışılmaya başlanacak.

BİR UYARI

Üniversiteler şişmanlatıyor!

ABD’de yapılan bir araştırma, üniversiteye yeni başlayan gençlerin öğretimi süresince ortalama 7 kilo fazladan yağlandığını ortaya koydu.

Yazının Devamını Oku

Çözüm hapta mı ayakta mı

2 Aralık 2019
Konu bellek gücü olduğunda, başlıktaki soruya yanıt çok net ve açıktır: Çözüm haplarda değil, ayaklardadır!

Geçtiğimiz haftanın en çok göze çarpan sağlık haberi McMaster Universitesi’nin (Kanada) yaptığı bir araştırmanın sonuçlarıydı. Araştırma yoğun tempoda yapılan egzersizlerin beyni ve belleği güçlendirdiğini net ve açık olarak gösteriyordu. Araştırma sonuçlarına göre yoğun tempoda yaptığınız her egzersiz size daha güçlü bir hafıza ve daha çok yeni ve genç sinir hücresi, yani “nöron” olarak geri dönüyordu. Haber “belek/ bunama” gibi önemli bir konuyu içerdiğinden bizim basında da kendine yoğun yer buldu. Peki bu yeni bir haber miydi? Hayır! Daha önce de pek çok araştırmada düzenli tekrarlanan egzersizlerin, özellikle de yoğun ve tempolu yürüyüş aktivitelerinin ciddi bir bellek ilacı olduğunu, daha da önemlisi yürüme ile elde edilecek neticenin haplardan (omega 3, B12, D vitamini, gingko, folik asit vb) daha çok fayda sağlayabileceği gösterilmiş, yazılıp çizilmişti... (Bakınız: 18.02.2019- Belleğin anahtarı vitamin mi, yürümek mi?) Özeti şudur: Güçlü bir bellek için ilk sorunuz “Yemek mi, yürümek mi daha faydalı?” olsun.

AZ YE ÇOK YÜRÜ

Eğer 80’li yaşları devirme şansı yakalayabilirseniz, belleğiniz en önemli ihtiyacınız olacaktır. Bunun yolu da “Yediklerini azalt, yaptıklarını çoğalt!” kuralında saklıdır. Nedenine gelince: Gıda tüketimi azalıp aktiviteniz çoğaldıkça “beyin kökenli nörotrofik faktör/ BDNF” üretiminiz artıyor. BDNF artışı beyinde “nöron” sayısının azalması, yeni ve genç nöronların çoğalması ve bunlar arasındaki bağlantıların artması anlamına geliyor. Diğer taraftan düzenli fiziksel aktiviteler ve daha az gıda tüketimi beyni/belleği tahrip eden inflamasyon/ iltihaplanma, glikasyon/ şekerlenme, oksidasyon/ paslanma gibi süreçlerin de azalması anlamına geliyor. Bitmedi! Bu iki köklü değişim beynin temizleyici/arındırıcı sistemi sayılan “glenfatik sistemin” de daha iyi çalışmasına destek oluyor. Düzenli egzersiz stresi azaltarak onun bir “bellek törpüsü” haline gelmesini engelleyip uykuyu destekleyerek “belleğin ütüsünü” de aktif hale getiriyor.

DAHA GÜÇLÜ BELLEK İÇİN

Dergi, kitap, gazete okuyun; sinema, tiyatro izleyin.

Her gün egzersiz yapın.

Yeni bir dil öğrenin.

Yazının Devamını Oku

Döner mi iskender mi?

29 Kasım 2019
Döner, Türk mutfağının harika lezzetlerinden biri. Sağlıklı bir besin olduğu da kesin.


Dikine tutularak kömür ısısında pişirilen et, barbekü şeklinde mangalda ya da yatay ızgaralarda pişenlerden daha sağlıklı.
Sağlıklı, çünkü etin yağı kömür ısısında eriyip akıp gidiyor, geride damak çatlatan bir lezzet kalıyor.
Üstelik yağın yanmasıyla oluşan polisiklik aromatik hidrokarbonlarla (mesela benzopiren) dolma yani kanserojen yükünde artma riski de azalıyor.
“İskender”e gelince...
O, dönerin farklı bir yorumu.
Üzerine eklenen yoğurt dönerin lezzet ve besin değerini güçlendiriyor.

Yazının Devamını Oku

Zeytinyağı cilt dostu

28 Kasım 2019
Zeytinyağı sadece içinizi değil, dışınızı da yani cildiniz ve saçınızı da besler, destekler, güzelleştirir.


Bunu da ciltteki yangısal süreçleri, kuruluk ve ödemi azaltması ile cilde ipeksi yumuşacık bir kıvam kazandırarak becerir.
Zaten bu nedenle şimdilerde güzellik endüstrisi ne arganı ne shea butter’ı ne onu ne bunu tartışıyor, sadece zeytinyağını konuşuyor.
Siz de evinizde kendi kreminizi üretmek kalıyor. Hem de dünyanın hem en ucuz, en etkili hem de güvenli cilt kremini.
Evinizi bir zeytinyağı krem üretim merkezi yapmaya ne dersiniz?

Süt mü badem mi?

Eğer amacınız kemiklerinizin kalsiyum ihtiyacını karşılamak ve bedeninize daha fazla kalsiyum kazandırmaksa, sütü değil bademi tercih edin. Yalnızca bademi değil lahana, ıspanak ve pazıyı, siyah kuru erik ile bakliyatı da unutmayın. Çok özel bir durumunuz yoksa kalsiyum ihtiyacınızı haplar yerine bunlarla karşılayın.

Şeker kırıştırır

Yazının Devamını Oku

Hipoglisemi dosyası

27 Kasım 2019
Hipoglisemi, depresyondan taşikardiye, uyku sorunlarından kronik yorgunluğa, migren tipi baş ağrılarından öfke ataklarına pek çok problemin nedeni veya tetikleyeni olabilir.

Hipoglisemi, kan şekerinin yemeklerden sonra -yükseleceği yerde- beklenenden daha büyük bir hızla azalması ya da günün herhangi bir saatinde -aç veya tokken- ölçüldüğünde beklenenden çok daha düşük çıkması demektir.
Kan şekerinin açlıkta 70 mg/dl.’nin ya da herhangi bir ölçüm sırasında 55 mg/dl.’nin altında bulunması durumunda doktorunuz sizde muhtemel bir hipoglisemi sorunu olabileceğini düşünecektir.
Ne var ki zannedildiğinden çok daha sık görülen bu problemin teşhisi, çoğu zaman akla gelmediği ve gerekli incelemeler yapılmadığı için gecikmektedir.
Oysa hipoglisemi depresyondan taşikardiye, uyku sorunlarından kronik yorgunluğa, migren tipi baş ağrılarından öfke ataklarına pek çok problemin nedeni veya tetikleyeni olabilmektedir.
Bu nedenle de mümkün olduğu ölçüde hepimizin bu konu hakkında bir şeyler bilmesinde fayda var.
Kısacası hipoglisemi dosyasını yeniden açmanın zamanı geldi. 

Nasıl oluşur?

Kanda şeker ve insülin arasında biyolojik bir denge durumu vardır ve bu denge bir tahterevalli oyununa benzetilebilir. Kan şekerinin ani yükselmeleri ya da pankreas tarafından sisteme beklenenin çok üzerinde insülin pompalanması dengeyi bozacak, her iki durum da hipoglisemik süreçleri tetikleyecektir.

Yazının Devamını Oku