Yağ dokusu veya kemik iliğinden ayrıştırılan ‘mezenkimal’ kök hücrelerinin iş görebileceğini düşündüren bazı pilot çalışmaların varlığı ben dahil herkesi heyecanlandırdı.
Öyle ya, elde hâlâ etkili olduğu kanıtlanmış, hastalığı yüzde yüz tedavi edebileceği bilinen herhangi bir ilaç yok. O zaman her ihtimali dikkatle değerlendirmek zorunluluğu var. Kök hücre ile ilgili ayrıntıları yazının bundan sonraki bölümlerinde açıklayacağım.
UYGULAMA ZORLUĞU VAR
Kök hücre tedavisinin işe yarayabileceği düşünülse de uygulamada ciddi zorluklar var. Bu hücrelerin ayrıştırılmaları, saklanmaları ve uygulanmaları çok özel ve pahalı ekip ve ekipmanlar gerektiriyor. Bu nedenle de zaman ve ekonomik güç isteyen bir tedavi yaklaşımı. Hazırlanma süreci de çok uzun olduğundan, oldukça yavaş işleyen ve bütün bunların neticesi olarak da çok az sayıdaki ağır hastanın istifadesine sunulabilen bir yöntem olabilir.
Ayrıca yöntem henüz pilot çalışmalarla deneniyor, net ve açık sonuçlar için daha fazla araştırma gerekiyor.
Denemeye değer mi?
“Bu yöntem yeni bir umut olabilir mi hocam” diye sorarsanız yanıtım şu olur: Elimizde hâlâ bu virüse özel geliştirilmiş ilaçlar maalesef yok. Bu durumda kesin bir tedavi aracı olmasa bile tıpkı ‘antikor tedavisi’ gibi ‘kök hücre tedavisi’ de üzerinde çalışılması gereken bir alternatiftir.
Peki bu virüsü kapan herkes mutlaka hasta olur mu? Ya da virüs neden bazılarında sadece ‘taşıyıcılık’ düzeyinde kalırken, diğerlerinde hastalığa yol açıyor?
Ve bir soru daha: Niçin bazıları hastalığı hafif belirtilerle kısa sürede atlatabilirken, diğerlerinde yaşamı tehdit edebilen ciddi sorunlar ortaya çıkıyor?
Bu soruların üç yanıtı var...
1) Viral yükü.
2) Virüsün hastalık yapma gücü.
3) Sizin virüsle mücadele etme yeteneğiniz, yani bağışıklık gücünüz.
İsterseniz gelin şu viral yük meselesini biraz daha açalım...
Çin, Fransa, İngiltere, İtalya ve Türkiye’de aynı rakamsal sonuçlar var. Bu enfeksiyon için en yüksek risk grubu araştırıldığında birinci sırada ‘50 yaş üstü erkekler’ geliyor.
Durum bizde de aynı. Hastaneye yatanların çoğu 50 yaş üstü erkekler. Daha da önemlisi, hastalığa yakalanıp da kolayca atlatamayan ve hatta hayata veda etmek zorunda kalanların çok büyük bir kısmını erkekler oluşturuyor. Kısacası bu muazzam küresel salgında erkeklerin, özellikle de 50 yaş üstü erkeklerin çok daha dikkatli olmaları lazım.
Akla gelen ilk soru tabii ki şu: Neden 50 yaş üstü erkekler? Sorunun yanıtını yandaki kutuda özetlemeye çalışacağım...
STOKİN FIRTINASI NEDEN ÇOK TEHLİKELİ
Bedenimiz muhteşem bir organizasyon. Bu organizasyonun en mühim üyelerinden biri ise ‘bağışıklık sistemi’. Sistemin lenfositler gibi hücresel, antikorlar ve stokinler gibi yapısal elemanları var. Müthiş komplike, olağanüstü organize bir savunma sistemi.
Bu savunma sistemi de tıpkı bir ülkenin silahlı kuvvetleri gibi organize olarak görevini yapıyor. Bedeni savaşçı askerleri (mesela T Lenfositleri) ve silahları (salgısal ürünleri, mesela stokinleri) korumaya çalışıyor.
Ne var ki bu savunma sisteminde de ‘sayı’ tek belirleyici değil, sayısal güç her şey anlamına gelmiyor. ‘Koordinasyon’ da en az sayı kadar önemli. Dahası, sayısal aşırılık bazen dezavantaj bile olabiliyor. İşte son günlerde sık duyduğunuz ‘stokin fırtınası’ adı verilen ve COVID-19 enfeksiyonunda maalesef ölümcül sonuçları olabilen problemin de püf noktası burada.
Bana göre tünelin ucundaki ışık diyebileceğimiz ilk çözümün, hızlı ve etkili umutlardan ilkinin ‘antikor/plazma nakli’ olması lazım.
Zaten bu nedenle de hemen her ülkede bu yönde çalışmalar var. Mesafeler inanılmaz bir hızla kat ediliyor.
ANTİKOR TEDAVİSİ NEDEN ÖNEMLİ
ÖNEMLİ ÇÜNKÜ (1): Hatırlayalım, COVID-19 geçirip de iyileşenlerin kanlarında virüsü adeta felç edip etkisiz hale getiren antikor isimli bağışıklık proteinleri oluşuyor. Kanda ne süre kaldıkları, ne süreyle koruyucu kalkan etkisi sağladıkları net olmasa da bu proteinlerin birer ‘virüs kilidi’ görevi yaptıkları net ve açık.
ÖNEMLİ ÇÜNKÜ (2): Virüsleri felç eden bu antikorlar, kanın plazma bölümüne yerleşiyor. Plazma kandan ayrılıp özellikle yoğun bakımlardaki ağır hastalara verildiğinde virüsler süratle etkisiz hale geliyor, iltihabi süreçler müthiş bir hızla baskılanıp gerilemeye başlıyor.
ÖNEMLİ ÇÜNKÜ (3): Sonuçta yoğun bakımdaki hasta çok daha hızlı bir iyileşme sürecine girme imkânı buluyor. Daha kısa bir sürede yoğun bakımdan çıkıp iyileşiyor.
ÖNEMLİ ÇÜNKÜ (4): Neticede kaybedilen hasta sayısı azaldığı gibi yoğun bakımların doluluk oranları düşürülerek daha çok hastaya hizmet imkânı sağlanıyor.
NETİCE ŞUDUR: Antikor/plazma tedavisi, bilhassa yoğun bakıma ihtiyaç duyan veya hastalığı ağır geçirenlerde hayat kurtarıcı bir destek tedavisidir. Yeter ki uygulamalar standardize edilip doğru ve ustaca yapılabilsin.
Teşhisi kolaylaştırıp hızlandırmak, hastalığın etrafa yayılmasını önleyebildiği gibi tedavinin gücünü etkilediği, yoğun bakım ihtiyacını azalttığı için de önemli.
Kısacası salgını önleyebilmede de hastalığı tedavi edebilmede de teşhisi bir an önce koymak şart. Güvenli bir teşhis aracı olan PCR incelemelerine göre toraks, yani akciğer bölgesini tomografi ile incelemek ise muhtemelen daha güçlü bir seçenek. Yeni veriler de bu bilgiyi doğruluyor.
Teşhiste akciğer tomografisinin doğruluk oranı yüzde 98’lere kadar çıkarken PCR testinde duyarlılık yüzde 71 civarında kalıyor. Ne var ki tomografi her yerde kolayca ulaşılabilen bir cihaz değil. Ayrıca ekonomik olarak da PCR’den çok daha pahalı. Kısacası öne PCR testi, gerekli görülürse toraks tomografisi.
MASKELER ÜNİFORMALAR GİBİDİR
Hong Kong Bilim ve Teknoloji Üniversitesi Davranışsal Ekonomi profesörü Donald Lon bakın ne diyor: “Maske takmak tıpkı bir üniforma giymek gibidir. Bir ritüel olarak üniforma giydiğinizde, o üniformaya yakışır bir şekilde davranma eğilimine girersiniz. Maske takınca da durum aynıdır: Yüzünüze dokunmamaya, kalabalıklardan kaçınmaya, toplumsal mesafe kuralına uymaya ve ellerinizi de artık yıkamaya başlarsınız.” Netice şu: Bu yangın sönene kadar maskesiz dışarı çıkmayın.
AYLAKLARA YASAK GELSİN!
Öneri bir okurdan geldi, anlamlı ve haklı olabileceğini düşündüğümden paylaşmak istedim. Öneri şu: “Sadece işine yani çalıştığı, sahibi ya da yöneticisi olduğu işyerine ve market/eczane/manav-pazar alışverişine gidenlere izin verilen bir sokağa çıkma sınırlaması getirilemez mi? Benzer bir uygulama ‘20 yaş altı olan ama çalışan gençler’ için uygulandı ve son derece başarılı. Problem de zaten işi gücü olmadığı halde sokaklarda aylak aylak dolaşanlardan kaynaklanmıyor mu?”
Aslında başka güzel haberler de var. Mesela mı?
Rakamlara bakılırsa korona süreçleri kontrolsüz gitmiyor. Sağlık sistemimiz de süreci halkımızla, yöneticilerimizle olabildiğince dikkatli, kontrollü ve uyumlu götürüyor, yönetiyor.
Özellikle sağlık ordumuzun vefakârlığı her türlü takdirin üzerinde. Kısacası sık tekrarladığım gibi, enseyi karartmanın bir anlamı yok. Savaşı virüs değil biz kazanacağız.
Gelelim başlıktaki o iki umuda...
PLAZMA TEDAVİSİ BAŞLAMAK ÜZERE
Herhangi bir bulaşıcı hastalığı yenip başarıyla atlatan, vücudu o hastalığa karşı bağışıklık kazanmış kişilere bu bağışıklık gücünü kanında dolaşan antikor isimli moleküller sağlıyor.
Eğer siz o iyileşen kişiden aldığınız kanın plazma bölümünü dikkatle ayırır ve içindeki antikorları yoğunlaştırdıktan sonra hasta kişilere verebilirseniz, iyileşme hız kazanıyor. Ayrıca ağır vakalar ve yaşamsal tehdit altında olanlarda da bu ‘antikor yükleme’ ya da ‘plazma tedavisi’ uygulamaları müthiş başarılı. Plazma tedavisi daha önce SARS ve Ebola salgınlarında da kullanıldı, başarılı oldu.
Ülkemizde farklı pek çok merkezde bu yönde çalışmalar hızla sürüyor. Uzmanlar uygulamaya da kısa bir süre sonra geçilebileceğini müjdeliyor.
Maske takmanın da bir anayasası var mı? Evet, bu işin de kuralları, hatta bir anayasası var! O beş maddelik anayasada da şunlar yazıyor...
1) Maskeyi takmadan önce ellerini bol sabunlu su ile yıka. Veya alkol (kolonya), dezenfektan ile iyice ovala.
2) Maske ağız ve burnunu tamamen örtsün, yüzünle masken arasında boşluk kalmasın.
3) Maskeye ellerinle dokunmamaya dikkat et. Dokunursan 1 No’lu kuralı yeniden tekrarla.
4) Maskeliyken de 1-2 metrelik sosyal mesafeni koru. Maske nemlenmişse hemen değiştir. Hiçbir maskeyi tekrar kullanma.
5) Maskeni önden değil, arkadan çıkar, önüne asla dokunma. Çıkardığın maskeyi asla tekrar kullanma, hemen ağzı kapalı bir çöp kutusuna at. Takiben yine 1 No’lu kuralı tekrarlamayı ihmal etme.
SOSYAL MESAFE 2 METRE OLSUN
Mevcut veriler, bilgiler bize net ve açık olarak şunu söylüyor: “Arkadaş, sokağa çıkan herkes maskesini takacak!” Zira mesele “Taşıyıcı veya hasta olabilirim, başkalarına virüs bulaştırmamak için maske takmalıyım” aşamasını çoktan geçti.
Şimdi o görünmez ve gizli taşıyıcıların ortalıkta adeta cirit attığı bir dönemdeyiz. Ve bu nedenle artık bu saatten sonra kesinlikle ve mecburen hatta yasal bir zorunluluk olarak maske takmamız şart.
MASKE TAKAN ÜLKELER MÜCADELEDE DAHA BAŞARILI
Daha çok bilgilenmek için lütfen tabloyu inceleyiniz. Sürecin en başından bu yana “Ben maskesiz sokağa çıkmam arkadaş!” diyen Singapur, Hong Kong, Kore ve Japonya’daki hasta rakamları da ölüm sayıları da “Maskeyi boş ver!” deme enayiliğinde ısrar eden İspanya, İtalya, İngiltere ve Fransa’dan çok daha az. Anlaşılan o ki ev izolasyonu ve okulların kapanması kadar maske kullanmanın bir o kadar etkili olduğu görülüyor. Kısacası bu işin çözümünün bir parçası da mutlaka ama mutlaka sokağa maskesiz çıkmamaktır. Maskesiz bu iş başarılamaz.
İNTERNET SATIŞLARINDA İLK 10
1- Su