Modeli oluşturan 3 harf İngilizcedeki ‘S’usceptible, ‘I’nfection ve ‘R’ecovered sözcüklerinin baş harfleri.
‘S’ grubundakiler hastalığa yakalanma ihtimali ve eğilimi olan sağlıklı ama hassas kişileri, ‘I’ grubundakiler hastalığa yakalanmış ve bulaştırıcı bireyleri, ‘R’ grubundakiler ise hastalığı yenip bağışıklık kazananlar ile hastalığı alt edemeyip hayatını kaybedenleri gösteriyor.
BANA GÖRE: ‘SIR’ MODELİ NASIL ÇALIŞIYOR
Virüsü sokakta bırakıp eve sokmamak ona çoğalma, yayılma, yaşam hakkı tanımamak, bütün araştırmalarda salgını kontrol altına almanın en etkili yolu olarak saptanmıştır. Tabii ki sosyal mesafe, el temizliği ve genel hijyen tedbirleri ve muhakkak ki maske takma ve diğer önlemlerin de faydası tartışılmaz. Ama şu bilgi çok net ve açık:
COVID-19 pandemisiyle mücadelede evde kalmak, çok gerekli olmadıkça sokağa çıkmamak en etkili önlem.
Nedenine gelince: Virüs organik bir zemin bulamadığında çoğalamıyor, kendiliğinden parçalanıp yok oluyor. Bu yok olma süresi de en fazla 2-3 günde tamamlanıyor. Kısacası önümüzdeki günlerde de ‘izolasyon’ meselesini hep ön planda tutmamız, evde kalarak virüsü sokakta yok olmaya mecbur kılmamız gerekiyor.
Eğer (M)esafe, (İ)zolasyon ve (M)aske konularındaki ısrarımızı sürdürür, bu üç meseleye ‘MİM koymaya dikkatle devam edersek’ yolumuz açıktır.
Bu görünen başarının bir değil, birçok kahramanı var: Süreci başından beri yöneten Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca, ona stratejik konularda bilgi verip danışmanlık yapan Bilim Kurulu, hastanelerimizde kan ter içinde görev yapan sağlıkçılarımız ve biz halkımız sürecin ‘görünen kahramanlarıdır.’
Sürecin bir de ‘gizli kahramanları’ var: Filyasyon çalışanları. Temas zincirini çözüp kırmak için adeta ‘dedektif gibi’ koşuşturan genç, çalışkan, fedakâr arkadaşlarımız. Onlara destek olmaya devam edelim. Çünkü salgına yaptırmayı başardığımız ‘acı fren’de onların da emekleri, alınterleri var.
Hepsine kucak dolusu sevgi, yürek dolusu teşekkür. Bilsinler ki bu salgının tarihini yazanlar, başarı fotoğrafında onlara da kocaman bir yer ayıracaklar.
Sebebi de çok net ve açık: Uzayan tecrit günlerinin sıkıntısına eklenen korku, kaygı, endişeli ruh halimiz.
Tıp bilimi bu gibi sağlık sorunlarını topluca ‘PSİKOSOMATİK PROBLEMLER’ başlığı altında topluyor. Psikosomatik sorunlar ruhsal alandaki çatışmalar nedeniyle bedende oluşan geçici ve çakma problemler anlamına da gelebiliyor.
Peki psikosomatik problemler listesinde neler var, hangi sağlık sorunları psikosomatik olarak değerlendiriliyor? Bu soruları yanıtlamadan önce şu ayrıntıyı net ve açık olarak bilelim: Her şey gibi, stresin de “azı karar, çoğu zarar!” Yönetilemeyen yoğun stres saldırıları sadece ruhu değil bedeni de yorar, bozar. Hipertansiyondan kalp krizine, aritmiden reflüye pek çok bedensel soruna da zemin hazırlar... Ama bilelim ki bunlar biraz daha farklı konular. Karantina günlerindeki sağlık sorunlarına gelince...
Neticede de inanılması güç ölçüde bir “sokağa akın” başladı. Bu tabloyu görünce birdenbire Nâzım Hikmet’in o çok güzel şiirinin şu bölümü farklı sözcüklerle dilime takıldı:
“Akın var sokağa akın
Salgında ikinci dalga yakın!”
Umarım böyle olmaz. Umarım ben yanılırım. Ve umarım bu hata bir an önce sonlanır, sokaklar yeniden ıssızlaşır. Ve umarım salgın ikinci bir dalga şeklinde kapımıza yeniden dayanmaz.
Ardından da şu detayı ekledi: “Kontrollü sosyal hayat, özetle ‘maske ve mesafe’ demektir. Bu yeni dönemde ‘maske ve sosyal mesafe’ kavramları adeta yapışık ikiz kardeşler gibi benimsenmelidir. Biri yoksa diğeri yeterli ve geçerli değildir. Kontrollü sosyal hayat bireyler arasındaki fiziki etkileşimi minimuma indirmek ve kalabalık ortamlardan kaçmak demektir.”
Sayın Bakan’ın dün yaptığı açıklamalardan anladıklarımı aşağıdaki kutuda özetledim.
Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Bir başka deyişle, bitirici vuruş için umut etkili bir aşıda.
Aşı konusundaki iyi haber şu: Şimdilik işler yolunda gidiyor. Çok farklı merkezde, çok sayıda bilim insanı etkili bir aşı geliştirme gayreti içinde ve ilk sonuçların da olumlu olduğu anlaşılıyor. Ne var ki burada da tedbirli bir iyimserlik hali içinde olmamızda fayda var. Zira tıpkı Ebola salgınında olduğu gibi COVID-19 salgınında da virüse karşı etkili bir aşı geliştirmek uzun sürebilir. Hatta herhangi bir aşının bulunamaması bile ihtimal dahilindedir.
Kısacası, koronavirüse karşı aşı çalışmalarında umut var. Ama bilelim ki bu işin kesin bir garantisi yok. Peki böyle bir durumda ne yapacağız? Başka çözümler neler olacak? Akla ilk gelen iyimser çözüm aslında bir beklenti. Bu beklenti de virüsün bir mutasyona uğrayıp etkinliğini ya da gücünü azaltması. Diğer nezle/grip virüsleri gibi sıradan bir virüs haline dönüşüp, hafif ve güncel bir kış hastalığı haline gelmesi.
Anlaşılan o ki bu ‘iyimser ihtimal’ için bazı umut ışıkları da var. Mesela böyle bir sevindirici haber de birkaç önce ABD’den, Arizona’daki Temple Üniversitesi’nden geldi. Haberin ayrıntılarını alttaki kutuda bulacaksınız...
ACELE Mİ EDİYORUZ
Birkaç gündür hepimizin ortak bir kaygıyı paylaşıyoruz. Hepimiz, “Acaba tedbirleri gevşetmekte acele mi ediyoruz?” sorusuna cevap arıyoruz. Haksız da sayılmayız. Zira salgını kontrol altına aldığını düşünüp de önlemlerini gevşeten ülkelerin çoğu ikinci dalga tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Bizde de böyle bir durumun ortaya çıkma ihtimali her zaman var. Böyle bir ihtimali minimumda tutmanın yolu ise ihtiyatlı bir serbestleşme programı uygulamaktan geçiyor.
Salgında ikinci dalga bakımından en riskli yerlerden birinin ise AVM’ler olduğu net ve açık olarak biliniyor. Benim ve bu işe kafa patlatan pek çok bilim insanının ortak kanaatine gelince... AVM’leri açma konusunda sanki biraz aceleci davranıyor, sanki biraz sabırsızlık ediyor gibiyiz.
Ülkeler bulunduğu koşullar ve sosyal yapılarını dikkate alarak ikinci devre için sahaya çıktı. Takımların kadroları birinci devredekinden farksız. Değişen şey, daha çok oyunun stratejisi olacak gibi görünüyor.
Bizde de durum aynı. Biz de yeni ve farklı tedbirlerle sahaya çıktık. Maçın bundan sonraki bölümü için Cumhurbaşkanımız haklı olarak ‘yeni normal’ tanımını kullandı.
Peki ne anlama geliyor bu ‘yeni normal’ kavramı? ‘Yeni normal’in anlamı basitçe şu: Karar vericiler ve Bilim Kurulu sahadan gelen verileri, sosyal değişimler ve uyum kabiliyetlerini değerlendirerek önlemleri yavaş yavaş gevşetecekler. Kısacası sahadan gelen verilere bakarak normale dönüş takvimini değerlendirecek ve düzenleyecekler.
“Peki bu nasıl olacak, neler değişecek neler değişmeyecek” diyorsanız buyurun...