O sayfanın ağırlıklı bölümünü de ‘sağlık’ oluşturuyor. Zaten de öyle olmalı, öyle olmak zorunda. Çünkü bu son salgınla çok net ve açık olarak anladık ki sağlık olmayınca gerisi tamamen teferruattan ibaret.
İşte bu nedenle bugün ilk adımlarımızı atacağımız yeni normale yolculuk süreci, sadece önümüzdeki yaz ayları için değil, sonbahar ve kış dönemi için de çok ama çok önemli ayrıntılar içeriyor. Rehavete kapılmamamız, teyakkuz halini -abartmadan- ısrarla sürdürmemiz, özellikle de ‘maske+mesafe’ ikilisinden hiçbir koşulda vazgeçmememiz gerekiyor.
Yolumuz açık, içimiz ferah, dikkat ve konsantrasyonumuz bol olsun.
Başlangıçtaki doğru önlemleri görüp Bilim Kurulu’nun da, Sağlık Bakanımızın da süreci doğru, hızlı ve etkili yönettiğini düşünenlerdenim. Bu nedenle de alınan kararları yürekten destekledim, desteklemeye devam edeceğim.
Kolay değil, halkımızın neredeyse tamamını ve sağlık ordumuzu aynı anda ikna ederek süreci mükemmel yönettiler. Ama ne var ki bir an önce harekete geçilmesi gereken bir konuyu yeniden gündeme getirmek isterim: Eğer yeni vaka sayılarını daha kısa zamanda azaltmayı, 1000’li rakamları devirip 500’lü rakamların altına inmeyi istiyorsak, ‘sessiz/hayalet taşıyıcılar’ı hızla belirlememiz ve izole etmemiz lazım.
Bunun yolu da daha çok ‘PCR testi’ yapmaktan geçiyor. Ne var ki bir ara 50 binli rakamları zorlayan günlük test sayımız, artacağı yerde giderek azalıyor. Son günlerde sürekli neredeyse 30 bin rakamının altında.
Kanaatimce test protokollerinin bir an önce değiştirilmesi, test planlamalarında yeni bir aşamaya geçilmesi lazım.
Nedeni, ünlü tıp dergisi The Lancet’te yayımlanan bir çalışma idi. Bu tartışmalar sürerken, iki gün evvel El Salvador Devlet Başkanı Nayip Bukele de tartışmaya katıldı ve “Hidroksiklorokini ben de koruyucu amaçla kullanıyorum” dedi. El Salvador Başkanı Bukele, ayrıca aynı ilacı Trump dahil pek çok liderin de ‘koruyucu amaçla’ kullandığını ileri sürdü.
Peki kim haklı? Bu ilaç gerçekten ağır toksik etkileri nedeniyle COVID-19 tedavi protokollerinden çıkarılmalı mı? Yoksa yıllardır zaten bazı romatizmal hastalıkların tedavisinde de kullanılan Hidroksiklorokin’e güvenmeye devam edelim mi?
Bu önemli soruların yanıtını aşağıdaki kutuda bulacaksınız...
Hemen belirteyim: Bu bize bağlı bir gelişme. Sonbahar ve kış başı böyle bir olasılık mümkün ama tedbirler gevşetilmez hatta eylül ortalarından başlayarak geçici olarak yine kısa süreli bir sıkılaştırma dönemi uygulanırsa, ikinci dalga ihtimali tabii ki söz konusu olmaz.
Bilim Kurulu ve Sağlık Bakanlığı’nın bu yönde bir çalışma yapacağı da kesin. Eğer biz rehavete kapılmazsak, ciddi bir ikinci dalga tehlikesi yaşamayabiliriz.
Nedeni şu: Bilinçlendik, nelerin doğru veya yanlış olduğunu öğrendik, ilk dalgaya göre daha antrenmanlı ve eğitimliyiz. Bunlar çok önemli avantajlar...
Kısacası, ikinci bir dalga gelecek diye korkmayalım, ruhumuza depresif duygular yüklemeyelim. Ama yaz boyunca da tedbirli ve bilinçli olalım...
Haklıyız, çünkü sıkıldık. Haklıyız, çünkü fena halde bunaldık. Haklıyız, ruhlarımızın bu yıl yaz güneşiyle tedaviye her zamankinden daha çok ihtiyacı var.
Peki pandeminin bu aşamasında yaz tatili mümkün mü? Daha doğrusu, sık sık tekrarlandığı gibi yaz güneşi ve sıcağı virüsün etkisini azaltıp fiyakasını bozabilir mi? Peşinen söyleyeyim, bu sorunun net ve açık bir yanıtı yok.
Evet, 17 yıl önceki SARS virüsü salgını, yaz aylarında neredeyse kendi kendine sıfırlanmış, artan sıcaklarla birlikte o virüs ortadan kaybolup gitmişti. Peki aynı şey şimdi de COVID-19 salgını için söz konusu olabilir mi? Bu yeni koronavirüs de yaz aylarında hızını biraz olsun keser mi?
Hemen söyleyeyim, bu soruların yanıtını henüz hiç kimse net ve açık olarak bilmiyor. Hiç kimse “Şöyle veya böyle olur!” demiyor, diyemiyor.
Kısacası, uzmanların yanıtı hep aynı ve hiç değişmiyor: “Pandemi söz konusu ise havaların ısınmasına da güneşin ortaya çıkmasına da güvenilmez, yaza bel bağlanmaz!” Ama isterseniz gelin, biz yine de yazın olumlu ve olumsuz etkilerini şöyle bir gözden geçirelim ve az da olsa “Yaz gelince işler biraz daha kolaylaşacak!” umudunu korumaya devam edelim.
YAZ İÇİN İKİ AYRI GÖRÜŞ VAR - YAZIN NE OLABİLİR
Doğru mu yaptık? Evet, doğrusunu yaptık. Çünkü sosyal hayat da iş hayatı da mutlaka ama mutlaka yeniden devreye girmeli ve kademeli bir artışla normalleşme süreci yavaş yavaş başlamalı. Bu kademeli normalleşme sürecinde de işyerleri yeniden açılmalı, çarklar yeniden dönmeli, ekonomi yeniden harekete geçmeli. Seyahat etme özgürlüğümüzdeki kısıtlamalara kontrollü bir yumuşama getirilmeli.
Kısacası sosyal hayat da ekonomik hayat da ‘deneme-yanılma-yeni bir yol oluşturma’ şeklinde değişen kararlarla yavaş yavaş eskiye dönmeli. Turizm faaliyetleri devreye girmeli, ulaşım kısıtlamaları gevşetilmeli. Ama bütün bunlar yapılırken asla rehavete düşülmemeli. ‘Maske-mesafe-temizlik’ üçlüsü ısrarla ve özenle gündemde tutulmalı. Saydığım bu önlemlerin tamamı salgın bitene kadar bizim asli ve vazgeçilmez işlerimizden biri olmalı. Adeta öğrenilmiş/alışılmış refleksler gibi, özel bir dikkate gerek kalmadan kendiliğinden ve anında uygulanmalı.
Bu görevlerin tamamı bize düşüyor. Tamamı bizim vazgeçilmezlerimiz. Tamamı bizim işlerimiz. Eğer bu görevleri eksiksiz yapabilirsek turizm de canlanır, tatil de yapılır. Hatta o çok sevdiğimiz ve özlediğimiz maçlar, önce seyircisiz, sonra da seyircili yeniden oynanır. Ama iki şartla:
1)
Ünlü filozof Aristoteles, “ikna meselesi” söz konusu olduğunda başarıyı üç şeye bağlarmış:
1. PATHOS: Duygusal ikna/duygulara hitap edebilme gücü.
2. ETHOS: Güven verme/güvenirlilik sağlayabilme kabiliyeti.
3. LOGOS: Doğru, mantıklı ve istatistiksel verilere dayanarak rakamlarla ikna etme yeteneği.
Bu sorular salgının ilk günlerinde hep gündemde oldu. Kimi uzman, “Evet, iyi olur!”, kimi uzman da “Gereksizdir hatta zarar bile verebilir” dedi.
Bana gelince... Kanaatim şu: Ağız içini hatta burnu zaman zaman suyla temizlemek, koronavirüs olsun olmasın işe yarayabilen hijyenik bir önlemdir. Gargara için az miktarda tuz eklenmiş suyu da kullanmanız mümkündür. Yeter ki tuzun miktarını abartmayın, binde 5’lik oranı aşmayın. Gargara-koronavirüs ilişkisinde son duruma gelince...
Son bilgi şu: Geçtiğimiz günlerde Cardiff Üniversitesi’nden (İngiltere) bir grup araştırmacı, gargara konusunu yeniden gündeme taşıdı. Araştırmacılara göre ağız çalkalama sıvılarıyla yapılan etkili gargara uygulamaları, sıvıların yapısında bulunan kimyasallar sayesinde virüsün en dış katmanındaki yağ tabakasını eriterek onu etkisiz hale getirebiliyor. Neticede virüs parçalanıyor, enfeksiyon oluşturma gücü kalmıyor. İspanyol, Portekiz ve Belçikalı uzmanlar da Cardiff’li uzmanlarla aynı görüşü paylaşıyorlar.
Bana sorarsanız, düzenli ağız temizliği virüsten korunmada el temizliği kadar önemli bir ayrıntıdır. Bu nedenle tartışmayı bir kenara bırakıp etkinliğinin yeniden araştırılmasında fayda var.
BİR UYARI
KISITLAMALAR UZADIKÇA BIKKINLIK ARTIYOR
BAŞTAN