Ve kanaatime göre, bu rakamları daha doğrusu bu kayıpları hak etmiyoruz. Hemen ardından konuya önce birkaç önemli noktaya temas ederek girelim: Omikron varyantının önceki varyantlara oranla daha hızlı bulaşan ama beklenenden daha hafif bir enfeksiyona yol açan iki özelliği genel kabul gören bir görüştür. Bu görüş yanlış da değildir. Ama ne var ki bu yeni varyantın oluşturduğu hastalığın “grip gibi hafif” geçeceği görüşü ise en azından hepimiz için doğru değildir. Evet, gençlerin çoğunda ve aşılarını düzenli olarak yaptırıp hatırlatma dozlarını ihmal etmeyenlerde hastalığa yakalananların çoğu sadece evlerinde istirahat ederek iyileşebilme şansı yakalıyorlar. Ne var ki aynı şansın söz konusu olmadığı iki önemli durum var.
BİR: 65 yaş üstü, genel durumu bozuk, bağışıklık sistemi baskılı çoklu organ hastalığı olanlar.
İKİ: Hatırlatma dozunu ihmal edip yaptırmayanlar.
Son 3 aydır hep gündemde olan “
Çalışmalarını “dejeneratif beyin/sinir sistemi/kas hastalıkları” üzerinde yoğunlaştıran bu değerli biliminsanının ilgi alanlarının başında “mitokondri sağlığı” geliyor. Dr. Özdinler’e göre, “eğer yaşlılıkla ilgili sağlık sorunlarını azaltmak ve hatta tedavi etmek” istiyorsak öncelikle “hücre”lerimize yönelmemiz, özellikle de “mitokondriler-lizozomal enzimler ve endoplazmik retikulum” 3’lüsünün üzerinde yoğunlaşmamız gerekiyor. Dr. Özdinler bir adım daha ileri gidiyor, “Önceliğimiz ve ilk hedefimiz ‘mitokondri sağlığı’ olmalı” diyor ve ekliyor: “ANNELER NEDEN ÖLMEZ? Sorusunun yanıtı mitokondrilerde gizlidir.”
Hande Hoca’nın rahmetli annesini kaybettikten hemen sonra aşağıdaki kutuda okuyacağınız mitokondrilerle ilişkili düşüncelerini açıkladığı duygusal ve mükemmel cümleleri gelin birlikte paylaşalım.
ANNELER ÖLMEZ
DR. HANDE ÖZDİNLER BAKIN NE DİYOR
MİTOKONDRİLERİMİZİ annelerimizden alıyoruz. Yumurtalıkla spermin birleşmesi ve hayatın ilk temellerinin atıldığı o muhteşem buluşma sürecinde embriyolarımız mitokondrilerini/yani enerji istasyonlarını babalardan/spermlerden değil, yumurtalıktan/oositlerden alıyor. Sözün bundan sonrasını Dr. Hande Özdinler’e bırakalım, zira söyledikleri çok önemli:“Annem vefat etti. Onu toprağın içine sanki bir tohum eker gibi nazikçe ve dualarla bıraktık... Ama annemin mitokondrisi bende kaldı. Benim her hücremde annemin mitokondrisi var. Her nefes alışımda, her kalp atışımda, her elimi uzatışımda, her düşüncemin başlangıcında, kısacası ne için enerji harcıyorsa vücudum; orada ‘ANNEMİN MİTOKONDRİSİ’ var. Annem gitti belki ama mitokondrisi bende kaldı.”
ANNE ŞİFRESİ
Bu büyük kriz muhtemel bir “enerji yoksunluğu” durumunun bize neleri yaşatabileceğini son derece net ve açık bir şekilde yeniden ve bir kez daha hatırlattı: Evlerimiz ısınamadı, buzdolaplarımız çalışmadı, televizyonlarımız sustu, mutfaklarımız kapandı. Kısacası “ENERJİ MESELESİ” zannettiğimizden çok daha önemli bir iyi hayat ayrıntısı. Ama bilelim ki sadece evlerimizin, işyerlerimizin değil bizim de enerjiye ihtiyacımız var. Beden ve ruhlarımız da enerjisiz hiçbir şey yapamıyor. Peki, bizim enerjimiz nereden ve nasıl geliyor? Hazırsanız buyurun...
İYİ BİLGİ
ENERJİMİZİ MİTOKONDRİLERİMİZ ÜRETİYOR
Sorun hep gündemdeydi, herkes meseleyi zaten biliyordu. Biliyordu ama nedense yine herkes birkaç gün öncesine kadar inatla susuyor, hatta tabiri caizse kılını bile kıpırdatmıyordu. Şimdi, bugün, şu an itibarıyla bu yaklaşımın değişeceğini gösteren önemli bir kulis haberini paylaşmak istiyorum. Çok değil, 2-3 gün önce konu ile ilgili sevindirici ve önemli bir bilgiye ulaştım. O bilgiyi de keyif ve umutla önce sağlık çalışanları kardeşlerim sonra da siz okuyucularımla paylaşmayı arzuladım. Bilgi şu...
İYİ HABER
İKİ BAKAN SORUNA EL KOYDU
Peki, bu doğru bir bilgi mi? Muhtemelen ve bir ölçüde evet. Vaka sayılarının çokluğuna rağmen hastanelere müracaatların, yatırılarak tedavi edilmek zorunda kalanların, yoğun bakıma ihtiyaç duyanların sayısının beklenenden düşük olması bu bilgiyi doğruluyor.
Ama bu durumda bile bizim üzerinde hassasiyetle durmamız gereken önemli hem de çok önemli, mühim bir ayrıntı var. O AYRINTI ŞU: “Önceki varyantlarda olduğu gibi Omikron da yakaladığı bağışıklığı yetersiz yaşlıları maalesef pek affetmiyor.”
Özellikle kronik hastalığı ve/veya çoklu organ yetmezliği olan yaşlılarda “HASTANELİK OLMA RİSKİ” Omikron varyantında da oldukça yüksek. ABD’de yapılan yeni bir araştırmada da bu bilgi net ve açık olarak doğrulandı: COVID-19 aşısını yaptırmayan 65 yaş ve üzeri grubun aşılarını tamamlamış, hatırlatma dozlarını yaptırmış yaşıtlarına oranla hastaneye kaldırılma risklerinin “49 KAT DAHA FAZLA” olduğu belirlendi.
Çıkarılacak ders, üzerinde durulacak nokta şudur: HATIRLATMA DOZUNU YAPTIRMAYI İHMAL EDEN 65 YAŞ ÜSTÜ BÜYÜKLERİMİZİN SÜRATLE AŞILANMASI LAZIM. Dikkatimizi öncelikle bu grupta yoğunlaştıralım, “HATIRLATMA DOZU ÇALIŞMALARINI” öncelikle bu grup için hızlandıralım.
KISA BİLGİBİR ERKEK DERDİ: PROSTAT BÜYÜMESİ
PROSTAT bezi “erkeklere özel” bir iç salgı bezi. İdrar torbasının alt kısmına yerleşmiş, sadece 20 gram civarında ağırlığı olan minik bir organ. Görevi, bir iç salgı üretmek olsa da öyle yaşamsal bir önemi falan yok. Prostat salgısı içerdiği enzimlerle ejakulatın pıhtılaşmasını ve kadın genital bölgesine tutunmasını sağlıyor. Ayrıca yapısındaki enzimler ejakulatın erimesini ve içerisindeki spermlerin hareket etmesini de kolaylaştırıyor. Prostat sıvısının hafif alkali yapıda olması da önemli bir ayrıntı. Bu alkali karakter, kadın yumurtasının başarılı bir şekilde döllenmesine yani üreme sürecine de yardımcı oluyor. Peki, sorun ne? Sorun bu bezin aşırı büyümesi. Detaylar için diğer kutulara geçebiliriz.
BİR BİLGİ
“BİRİNİ TEDAVİ ETMEDEN ÖNCE ONA MUTLAKA ŞU SORUYU SORUN: ‘KENDİNİ HASTA EDEN YANLIŞLARDAN VAZGEÇMEYE NİYETLİ Mİ?’”
Hipokrat’ın bu tavsiyesi çok ama çok mühim bir sağlık ayrıntısıdır...
Ama ne yazık ki bugün bile ne biz hekimlerin ne de hastalarımızın çoğu zaman gözden kaçırdığı ya da önemsemediği mühim ve ehem bir sorundur. Son yıllarda pek gündemde olan “YAŞAM TARZI TIBBI/LIFE STYLE MEDICINE” kavramının özü de aslında bu soruda saklıdır. Nedenine gelince...
Bu yeni araştırmaya göre de “göbekler genişledikçe” sadece “tansiyonumuz” yükselmiyor, yalnızca “şeker hastalığı riskimiz” artmıyor, özellikle “kalp ve beyin damar problemlerimiz” tavan yapmıyor; erkeklerde gelişen 100 santimetreden, kadınlarda oluşan 90 santimetreden daha fazla göbek genişlemeleri, zihinsel/bilişsel fonksiyonlarımızı da tehdit etmeye başlıyor. Detaylar için buyurun...
ÖZETİ ŞUDUR
GÖBEK, BELLEĞİ ERİTİYOR
Nedeni şu: Özellikle yaşlılar, çoklu organ yetmezliği olanlar, ağır kronik hastalıklarla yaşamlarını sürdürmekte zaten zorlananlar, bu hafif etkili varyantla bile hastalandıklarında ciddi akciğer sorunlarıyla karşılaşabiliyorlar. Neticede de hastaneye yatmak bir yana yoğun bakımlarda yaşam savaşı vermek zorunda kalıyor hatta bazen hayatlarını da kaybediyorlar. Son günlerde vaka sayılarındaki artışla birlikte ölüm rakamlarında kaydedilen hissedilir yükselmede bu olumsuzluğun önemli etkisi var. Kısacası bilelim ki salgın henüz bitmedi. Ve unutmayalım ki hepimiz giderek daralan bir “OMİKRON ÇEMBERİ” ile karşı karşıyayız. İşte bu nedenle SALGINLA MÜCADELEYİ CİDDİYETLE SÜRDÜRMEYE devam etmek, hatırlatma dozu aşılarımızı ihmal etmemek ve korunma önlemlerini ciddiyetle uygulamak mecburiyetindeyiz.
İYİ BİLGİ 1
GÜÇLÜ KEMİKLERE SAHİP OLMANIN 10 ETKİLİ YOLU