Konuya ilişkin ilk araştırma da bir yıl önce 2021 Nisan’ında yayımlanmıştı. Önemli bir tıp dergisinde Nature’da yayımlanan yeni bir çalışma “COVID-19’un beyinde fark edilir bir küçülmeye de yol açabileceğini” net ve açık olarak gösterdi. Araştırmayı yapan biliminsanları, manyetik rezonans görüntüleme yöntemini (MRİ) kullanarak COVID-19 geçirenlerde beynin toplamda yüzde 0.2 ila yüzde 2 oranında küçülebileceğini belirlediler. Küçülmenin de -maalesef- çok önemli fonksiyonlar üstlenen “gri madde”de oluştuğunu, en sık da beynin “koku ve hafız ile ilgili” bölümlerinde geliştiğini net ve açık olarak gösterdiler. Anlaşılan o ki COVID-19 geçiren bazı kişilerde, daha sonra ortaya çıkabilecek sinirsel veya ruhsal farklı sorunlar için de hazırlıklı olmamız gerekiyor.
BİR SORU
EGZERSİZ, MEME KANSERİNİ ÖNLER Mİ
ÖNLER! En azından riskinizi azaltır. Araştırmalara bakılırsa düzenli egzersiz yapan kadınlarda meme kanseri daha az görülüyor. Bu bilgi önemli bir çalışma ile de doğrulanmış. O çalışmada haftada en az 5 saat orta yoğunlukta egzersiz yapan kadınlarda meme kanseri riskinin neredeyse yüzde 40 oranında düştüğü gösterilmiş. Egzersizin bu faydasının insülin üretimini ve IGF-1 seviyelerini azaltması ile ilgili olabileceği düşünülüyor.
İYİ BİLGİ 1
Ama yine de biz iyi bilelim ki “salgın henüz sonlanmış değil!” Bu nedenle uzmanların önerdiği tedbirleri ısrarla devam ettirmeye ve eğer eksikse hatırlatma dozu aşılarımızı süratle yaptırmaya mecburuz.
Diğer taraftan varlığını 2 yıldır sürdüren bu belalı salgının başka bazı sağlık sorunlarının da tetikçisi olabileceğini aklımızda tutalım. Bu sorunların başında da depresyon, uykusuzluk, obezite ve otoimmün hastalıkların geldiğini unutmayalım. Uzmanlar salgın sonrası dönemde bu hastalıklarla beklenenden daha sık karşılaşacağımızı söylüyorlar. Benim de kanaatim bu yöndedir. Bana göre, özellikle “DEPRESYON TEHDİDİ” salgın sonrasının en önemli sağlık gündemlerinden biri, belki de birincisidir.
İYİ BİLGİ
DEPRESYON PATLAMASININ SEBEPLERİ
GEÇTİĞİMİZ günlerde Dünya Sağlık Örgütü de yukarıdaki bilgileri doğrulayan şu açıklamayı yaptı: “COVID-19 salgını daha şimdiden bunaltı ve depresyonun yaygınlığını dünya genelinde yüzde 25 arttırdı!” Doğrudur! COVID-19 sürecinde gelişen “kaygı ve endişeler, hastalık korkusu, ekonomik sorunlar ve uyku bozuklukları” muhtemel bir depresyon salgınının en önemli tetikçileridir. COVID-19’un en çok da gençler ve kadınların ruh sağlığını olumsuz yönde etkilediği kesindir. Özellikle ruh sağlığı uzmanları söz konusu süreci endişeyle izliyorlar. Diğer taraftan bu uzmanlara göre, COVID-19’un ruh sağlığımızda açtığı ve açacağı yaralar sadece depresyonla da sınırlı değil. Onlara göre “depresyon sadece buzdağının görünen bölümü”!
Şimdi çok daha net ve açık olarak anladık ki uyku yaşamsal öneme sahip mühim bir süreç. Psikolojik ve bedensel birçok sağlık sorunu ya da hastalıkla birebir ilişkisi olan fizyolojik bir ihtiyaç. Kısacası “yeterli ve kaliteli bir gece uykusu” hepimiz için ekmek kadar, su kadar, temiz bir hava solumak kadar önemli ve yaşamsal. Ama bilelim ki tıpkı yiyip içtiklerimiz, tıpkı soluduğumuz hava gibi uykunun da bir “nitelik ve nicelik ölçüsü” var. Nicelik ölçüsü yani rakamsal değeri/SÜRESİ gündemde olunca da akla hemen/anında şu soru geliveriyor: YETERİNCE UYUYOR MUYUZ? Bu sorunun cevabı için de uyku ile ilgili her konuda yaptığımız gibi Dr. Matthew Walker’ın kapısını çalıyor, yanıtı ondan alıyoruz. Hazırsanız buyurun...
(* Dr. Matthew Walker/NİÇİN UYURUZ?/Pegasus Yayınları)
ÖNEMLİ
UYKU BEYNİ NASIL ARINDIRIR
UYKU üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Rochester Üniversitesi (ABD) öğretim üyesi Dr. Maiken Nedergaard, 2000’li yıllara girerken çok önemi bir keşfe imzasını attı: Beyinde de muazzam bir temizlik sistemi, mükemmel bir kanalizasyon ağı vardı! Bu sistemi de esas olarak sinir hücrelerinin arasında yer alan ve onlar için bir tür “yapıştırıcı ve koruyucu” görevi üstlenen Glial hücreleri oluşturuyordu. Glial hücrelerden oluşan bu muazzam “LENFATİK TEMİZLİK SİSTEMİ”ne Dr. Nedergaard, GLİMFATİK SİSTEM adını verdi. Beynimizdeki sinir hücrelerinin/nöronların 7 gün 24 saat aralıksız çalışma sürecinde oluşturdukları tehlikeli/toksik metabolik atıklar işte bu yapı yani Glimfatik temizlik/kanalizasyon sistemi tarafından temizleniyor, beyinden bu sistem sayesinde uzaklaştırılıyordu. Dr. Nedergaard daha da önemli bir ayrıntının varlığını keşfetti...
BİR TEST
Bu haksız ve hayâsız saldırılardan sonuncusu dün Ankara’da oldu. Ankara Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Arslan Öcal da böyle bir saldırının kurbanı oldu. Randevuları olmadan ve sıradaki diğer hastaların haklarını gözetmeden doktor Öcal ile görüşmek isteyen baba-oğul, meslektaşımıza saldırdı ve onu gözünden yumrukla yaraladı. Netice mi? Öncekilerle aynı!!! Gözünden yaralanan sevgili doktor kardeşim şiş ve morarmış gözü ve bitip tükenmek bilmeyen meslek aşkıyla hastalarına bakmaya devam etti. Saldırgan baba-oğula gelince... Anında ve tereddütsüz bir şekilde serbest bırakıldılar. Kısacası bu saldırıda da SALDIRGINLAR SERBEST KALDI! Bizim yanıtımıza gelince... Başlıkta da okudunuz: YETER ARTIK!
BİR RİCA
SAYIN BAKAN’IM SAĞLIKÇILARA SAHİP ÇIKIN
ÇOK değil 2 hafta kadar önce bu köşede size hayırlı ve sevindirici bir haber olarak şu bilgiyi aktardık: Sağlık ve Adalet bakanlarımız sağlıkçılara yönelik saldırılara karşı hızlı ve etkili bir yeni eylem planı içine girmişlerdi. Bu amaçla da her iki bakanlıkta alt gruplar oluşturulmuş ve gerekli hukuksal düzenlemeler için mümkün olduğunca hızlı hareket edilmesi kararı verilmişti. Peki, sonuç? O günden bu yana henüz ciddi hiçbir gelişme olmadı. Gerekli yasal düzenlemeler yapılmadı, caydırıcı kanunlar Meclis’ten geçirilmedi.
Ve öyle görünüyor ki bu kötü rakamları -maalesef- kabullenmiş ya da kanıksamış durumdayız. Bu rakamların nedenini/nedenlerini de kayıplarımızın nasıl azaltılabileceğini de tartışmıyoruz. Oysa aynı mesele çoğu ülkede COVID-19 gündeminin bir numaralı konusu. Uzmanlar özellikle “65 yaş üstü, yaşlı ve kronik hastalıklarla boğuşan ve zaten sağlık durumları tehdit altında olan” toplum diliminde yoğunlaşan bu can sıkıcı kayıpların nedenini araştırıyor. Ve yine aynı uzmanlar bu kayıpların en önemli nedeninin bu yeni virüsün şimdiye kadar bilinen diğer solunum yolu virüslerinden farklı bir özelliği ile alakalı olabileceğini düşünüyorlar. “Peki, nedir bu yeni koronavirüsü farklı kılan özellik?” diye sorduğunuzda da şu yanıtı veriyorlar: “Virüsü farklı kılan temel özellik ‘DAMARSEVER’, tıbbi tanımıyla ‘VASKÜLOTROFİK’ bir mikrop olmasıdır.” Detaylar için buyurun...
ÖNEMLİ BİLGİ
SORUN, DAMARLARDAKİ HASARDIR
İstatistikler de bu bilgiyi doğruluyor. Sağlık rakamlarına bakıldığında sırt, boyun, bel ve diz ağrılarının hemen her ülkede neredeyse bir numaralı “halk hastalığı” olduğu anlaşılıyor. Peki, neden? Bu ağrılarla nasıl mücadele edilebilir? Önlenmeleri mümkün mü? Merak ediyorsanız -ki edin- buyurun...
UNUTMAYIN
O AĞRILARI DA BİZ DAVET EDİYORUZ
Kısacası bazı baş ağrıları var ki onlar “baş ağrıtıcı önemli bazı sorunların” ilk ve tek işareti de olabiliyor. Önemli bir nokta da şu: Eğer baş ağrılarınız giderek sıklaşıyorsa... Şiddetini giderek arttırıyorsa... Baş ağrılarınızın süresi zaman içinde giderek uzuyorsa... Hele bir de o ağrılara bulantı, kusma, baş dönmesi, ateş, denge bozukluğu ve benzeri şikâyetler de eşlik etmeye başlamışsa... Lütfen o baş ağrılarını ciddiye alın ve fazla gecikmeden bir sağlık yardımı arayın. Sabah baş ağrılarına gelince... Uzmanlar sabahları başımızı ağrıtan nedenlerin ilk 5’ini şöyle sıralıyorlar...
İYİ BİLGİSABAH BAŞ AĞRILARININ İLK 5 NEDENİ
1)HİPERTANSİYON: Farkına varılmayan ve özellikle geceleri yaşanan sinsi hipertansiyon ataklarının ilk işareti sabah uyanınca ensede ve alın çevresinde yerleşen ve başı adeta çember gibi sarmalayıp sıkıştıran baş ağrıları olabiliyor.
2)HİPOGLİSEMİ: Gece hipoglisemileri çoğu kez farkına varılmayan sessiz ve sinsi bir sağlık sorunu. Gece boyunca şeker ihtiyacını yeterince karşılamayan beynimiz bize bu sorununu gönderdiği “sabah baş ağrıları mesajları” ile anlatıyor olabilir.
3)UYKU SORUNLARI: Sadece uyku apneleri değil, ağır horlama atakları, hatta “prostat irileşmeleri, kan şekeri yükselmeleri veya kronik sistit (mesane iltihabı) gibi problemler” sonucu ortaya çıkan “uyku parçalanmaları” da sabah baş ağrılarına yol açabiliyor. Gece boyunca dinlenemeyen, toksik atıklarını temizleyemeyen beyin hücrelerimiz sorunlarını sabah baş ağrısı ataklarıyla anlatmaya çalışabiliyor.
4)DEPRESYON: Sabah baş ağrılarının çoğu kez gözden kaçan nedenlerinden biri de “gizli, gözden kaçmış, sessiz ve derinden seyreden sinsi bir depresyon meselesi” de olabiliyor. Eğer sabah baş ağrılarına “isteksizlik, mutsuzluk, huzursuzluk, gerginlik, kontrolsüz öfke atakları, duygusal patlamalar...” gibi işaretler de eşlik ediyorsa bu ihtimali daha da ciddiye almak gerekiyor.
5)MİNERAL EKSİKLİĞİ:
Anladık ki yaşlanma sürecini etkileyen bir değil birçok faktör var ve yaşlanma meselesi sadece hücre çekirdeklerimizde yerleşik DNA’larımızdaki ilerleyici hasarlardan ibaret değil. Diğer taraftan, paslanma (oksidasyon), şekerlenme (glikasyon) ve iltihaplanma (inflamasyon) üçlüsü de yaşlanma sürecimizi açıklamakta yetersiz kalıyor. Yeni çalışmalar “kök hücreler”deki azalmanın, yaşlanmış “zombi hücreler”deki hayatta kalma inatçılığının, “genomik kararsızlık” probleminin, “hücreler arası iletişim”deki bozuşmaların, “mitokondri yaşlanması”nın, “telomer”deki durdurulamaz kısalmanın ve çok daha önemlisi “epigenetik modellemedeki/düzenlemedeki sorunlar”ın da yaşlanma sürecimizi daha doğrusu nasıl yaşlanacağımızı, yaşlılıkta nelerle mücadele edeceğimizi ve hatta ne süre ile yaşayacağımızı derinden etkilediklerini gösteriyor. Önümüzdeki günlerde fırsat buldukça bu süreçlerin her birine ayrı ayrı değinmeye çalışacağım ama isterseniz gelin bugün bunlardan sadece birine değinelim, “epigenomik hasar ile yaşlanma arasındaki ilişkiyi” özetlemeye çalışalım.
SORU ŞU
‘EPİGENETİK DÜZENLEME’ NE