Bunu biz hekimler her gün net ve açık olarak hissediyoruz. Ve çok iyi biliyoruz ki “sisli beyin, fibromiyalji, kronik yorgunluk sendromu, uykusuzluk, nöropati” ve daha pek çok güncel sağlık probleminin arka planında da aslında yine “depresyon meselesi” var. Peki, ne oldu da depresyon bu kadar yaygın bir problem haline geldi? Ne oldu da çocuklarımız bile antidepresan kullanmak zorunda kaldı? Ve ne oldu da depresyon orta yaş ve yaşlıların öncelikli sağlık problemlerinden biri oldu? İsterseniz gelin, bu soruna çok da farkına varmadığımız bir noktadan “DİJİTAL ZEHİRLENME-DEPRESYON İLİŞKİSİ”nden başlayalım.
ÖNEMLİ
NEDİR BU DİJİTAL ZEHİRLENME
Rakamlara bakılırsa halkımızın yüzde 66.8’i ya “FAZLA KİLOLU” ya da “OBEZ”(!) Diğer taraftan obezite tehdidi kadınlarımızı erkeklere oranla daha fazla tehdit ediyor. Erkeklerde yüzde 64 civarında olan bu oran, kadınlarda yüzde 70’lere yaklaşıyor. İtiraf edelim: Bu rakamlar korkutucudur. Zira obezite yol açtığı pek çok olumsuzluk yanında “kanserden şeker hastalığına, hipertansiyondan kalp ve damar hastalıklarına, bellek bozukluklarından ruh sağlığı sorunlarına” kadar pek çok problemin de tetikçisidir. Anlaşılan o ki Sağlık Bakanlığı’mızın obeziteyle mücadele programını hızla devreye sokması ve yeni bir “ULUSAL OBEZİTE İLE MÜCADELE KAMPANYASI” başlatması gerekiyor.
BİR ÖNERİ
EGZERSİZDE DE DEĞİŞİKLİKTE FAYDA VAR
YAŞAMIN birçok alanında olduğu gibi egzersizde de aynı şeyi ısrarla yaptığınız takdirde elde ettiğiniz faydalar zamanla azalabiliyor. Bu nedenle isterseniz gelin, bu güzel “bahar motivasyonu rüzgârı”nı da arkamıza alarak egzersiz rutinlerimizde bazı değişiklikler yapalım. “Peki, o değişiklikler neler olabilir hocam?” diyorsanız buyurun...
1- Her gün yaptığınız o egzersiz çalışmasının hızı ve şeklini değiştirin. Mesela düz yolda yürümek yerine zaman zaman yokuş çıkmayı deneyin. Her gün yürüdüğünüz o rotayı zaman zaman değiştirin.
2-
Ama bilelim ki ömrümüzün uzayan bölümü gençlik ve orta yaşlarımız değil, hayatımızın yaşlılık dilimi. Eğer kendimize iyi bakmayı beceremezsek, eğer yeteri kadar sağlıklı değilsek net ve açık söyleyeyim, uzun bir ömür düşündüğümüz kadar iyi, güzel ve keyifli bir şey olmayabilir. Yeteri kadar hareket edemeden, dostlarla neşeyle savrulup gülemeden geçirilen bir yaşlılık dönemi/uzun ömür bize huzur ve mutluluk vermek yerine farklı sağlık sorunlarına kapı açan sorunlu bir yaşam dönemi de olabiliyor. İşte bu nedenle sadece uzun bir yaşama değil huzurlu, mutlu ve sağlıklı bir hayata odaklanmak kısacası “ihtiyarlamadan yaşlanmak” temel hedefimiz olmalı. “Peki, nasıl olacak bu iş hocam?” diyorsanız, yanıtı 31 Aralık 2004’te yine Hürriyet’te “MUTLU OLMA SANATI” başlığıyla yayımlanan yazımda da bulabilirsiniz. İsterseniz gelini bu uzun bayram tatili sonrasında şapkamızı önümüze koyalım ve o yazıyı yeniden hatırlayalım.
VARAN 1
KENDİNİZE İYİ BAKIN
Uzmanlar eğer biraz dikkatli yönetebilir ve uluslararası tanıtımı daha profesyonel bir mantıkla yapılabilirse neredeyse 100 milyar doları geçen küresel sağlık pazarının en büyük oyuncularından biri olabileceğimizi söylüyor. Muazzam bir sağlık altyapımız var. Sağlık teknolojisinde lider ülkelerden biriyiz. Devlet hastanelerimiz bile son derece kaliteli otelcilik hizmeti verebiliyor. Özel hastanelerimiz mükemmel. Özellikle Ortadoğu, Balkanlar ve Orta Asya için olağanüstü kalitemiz ve oldukça makul fiyatlarımız ile ciddi bir sağlık turizmi atağı yapabiliriz. Bütün mesele Sağlık Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığımızın birlikte geliştireceği ulusal bir projenin oluşturulmasıyla ilgili.
ÖNEMLİ
SAĞLIK TURİZMİ: ALTIN YUMURTLAYAN TAVUK
SAĞLIK hizmetlerinde ulaştığımız nokta tek cümleyle “muazzam ve mükemmeldir”. Rahmetli Özallı yıllarda başlayan, 80’li yılların özelleştirilmiş sağlık hizmeti çabası bugün neredeyse Avrupa’nın tamamı ile boy ölçüşebilecek, Amerika ve Uzak Asya ile yarışa girebilecek düzeydedir. Sağlık turizmi pahalı bir turizmdir. Ülkemize farklı nedenlerle gelen (saç ekimi, estetik diş uygulamaları, plastik ve estetik cerrahi uygulamalar...) sağlık sorunlarına çözüm arayışındaki turistlerin yapacakları harcamalar, tatil için gelen turistlere oranla çok daha fazladır. Eğer döviz açığı problemimizi halletmek istiyorsak, eğer katma değeri yüksek bir turizm organizasyonu daha düşünüyorsak sağlık turizmi için yapılacak daha ciddi organizasyonlar ve uluslararası tanıtım çabaları düşündüğümüzden çok daha fazla döviz geliri elde etmemizi sağlayabilir.
Bu nedenle başlıktaki sorunun cevabı net ve açık olarak şu: Yediğinize, içtiğinize, damlasına, şurubuna, iğnesine, hapına değil, “emeğinize(!)” yani düzenli aralıklarla güneşlenerek ürettiğiniz D vitamininize güvenin. Zira uzmanlar ısrarla D vitamininin en güvenlisi ve faydalısının derimizi güneşle buluşturarak güneşten gelen UVB/morötesi ışınları sayesinde ürettiğimiz “doğal D vitamini” olduğunu söylüyorlar. Peki, neden? Nedeni şu...
İYİ BİLGİ 1
SÜLFATLI D VİTAMİNİ ÇOK DAHA DEĞERLİ
Takviye olarak faydalandığımız D vitaminleri, hayvan ya da bitki kaynaklı. Takviyelerdeki D vitaminleri doğal olanlarının aksine “sülfatlı değil, sülfatsız”. Sülfatsız oldukları için de suda değil sadece yağda eriyebiliyorlar. Neticede de hücrelerimizdeki etkileri “hem suda hem de yağda eriyebilen doğal D vitaminine oranla” daha sınırlı kalıyor. Diğer taraftan mesele sadece “sülfatlı olup olmama meselesi” ile de sınırlı değil. Basit ama önemli bir ayrıntı daha var. O ayrıntı da şu...
İYİ BİLGİ 2
SÜLFATLI D VİTAMİNİ ADETA BİR GÜNEŞ PİLİ
Şimdi çok daha açık ve net olarak biliyoruz ki bu muazzam molekülün bilinen marifetleri dışında “akla ziyan” görevleri ve faydaları da var. Zaten böyle olduğu içindir ki son yılların en popüler vitamin desteklerinden biri hatta birincisi oldu. Özellikle pandemide muazzam bir D vitamini furyası esti. İsterseniz yaklaşan yazla birlikte daha da sık gündeme gelecek olan D vitamini gücü ve üretimi meselesini ve bu vitamine ilişkin doğru bilinen yanlışlar ile yanlış bilinen doğruları yeniden hatırlamaya çalışalım. Dosyamızın ilk bölümünü bugün açıyoruz, hazırsanız buyurun...
İYİ BİLGİ 1
ONU SADECE BESİNLERLE KAZANMAK MÜMKÜN DEĞİL
Araştırmaya göre, Türkiye’de 10 kişiden sadece 4’ü “mutlu olduğunu” söylüyor. Bu kötü neticede tabii ki salgın ve ekonomik problemlerin de etkisi olmalı. Ama gelin, biz IPSOS’un açıkladığı bu kötü sonucu bahane ederek biraz daha derine gidelim ve sürece önemli bir biliminsanının, Dr. Toksöz Bayram Karasu’nun düşünceleri ile yaklaşmaya çalışalım.
HATIRLATMA
DR. TOKSÖZ BAYRAM KARASU KİMDİR
DR. Toksöz Bayram Karasu, Amerika’nın en ünlü ve önemli -bilelim ki ünlü ve önemli olmak her zaman aynı şey değildir- ruh sağlığı uzmanlarından biridir. Erzurum’un Hasankale (Pasinler) ilçesinde doğmuştur. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra Amerika’ya gitmiş, Yale Üniversitesi’nde psikiyatri ihtisası yapmıştır. Daha sonra Albert Einstein Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü Başkanlığı görevini üstlenmiştir. Halen American Journal of Psychology dergisinin yayın yönetmenidir. Bugünkü yazımızda bol bol faydalanacağımız “HUZURLU YAŞAMA SANATI” kitabı Amerika’da bestseller (çok satan) olmuş, pek çok dile çevrilmiştir.
(NOT: Bu yazı Dr. Toksöz B. Karasu’nun HUZURLU YAŞAMA SANATI / Boyner Yayınları / 2006 kitabından faydalanılarak hazırlanmıştır. Bu mükemmel kitabı tüm okurlarıma tavsiye ediyorum.)
COVID-19 sonrası sisli beyinden en fazla da kronik hastalığı olanlar, diyabetliler, insülin dirençli obezler, D vitamini noksanlığı çekenler etkilendi. Ama bilelim ki hastalığı hafif geçirmelerine rağmen COVID-19’a yakalanan gençlerin hatta çocukların bile bir bölümünde sisli beyin sorunu ortaya çıkabiliyor. Eğer COVID-19 sonrasında “yorgunluk, halsizlik, unutkanlık, derslere odaklanamama” ve benzeri sorunlar yaşayan çocuklarınız varsa lütfen dikkatli olun ve en kısa zamanda bir nöroloji uzmanından yardım isteyin.
ÖNEMLİ
HAYVANSAL PROTEİNLERİ ABARTMAYIN