Zira farklı ülkelerde, farklı merkezlerde yapılan yüzlerce araştırmada tekrar tekrar gösterildi ki erkeklerin durumu hormonal ve sayısal rakamlara bakılırsa hiç de iyi görünmüyor. Araştırmalara göre, “testosteron seviyeleri” -eskiye oranla- giderek ve hızla düşüyor. Mesele sadece testosteron kaybıyla da sınırlı değil. Erkeklerin “sperm sayıları ve sperm kalitelerinde” de bazı ciddi sorunlar var. Uzmanlar son yıllarda erkeklerde testosteron seviyelerindeki azalma ile birlikte sperm sayılarının da düştüğünü, mevcut spermlerin ise yeteneklerinin önemli ölçüde bozulduğunu ve azaldığını söylüyor. Peki, neden? Anlaşılan o ki tek bir neden yok, nedenler var? Beslenme yanlışları bunlardan biri, muhtemelen de en önemlisi. Aşırı şeker tüketimi, yüksek kalorili beslenme ve oluşturduğu obezite meselesi, besin maddelerinin içine yerleşen/yerleştirilen(!) yapay katkılar, kimyasallar, koku ve renk verici maddeler, hormonlar, antibiyotikler de testosteron üretimini ve sperm kalitesini olumsuz etkileyebiliyor. Alkol ve sigara kullanımındaki artışı da bu listeye eklemek şart. Ve yine bu listede stres yönetimi bozukluğunun, uykusuzluk probleminin, bilinçsiz kullanılan takviyelerin, gereksiz yutulan ilaçların, hareketsiz, tembel, uyuşuk, egzersiz yoksunu hayat tarzının da yer alması gerekiyor.
HATIRLATMA
TESTOSTERON AZALINCA BAKIN NELER OLUYOR
Pandemide, hastalığı ağır geçiren ya da yaşamlarını yitirenlerin çoğunun D vitamini fakiri olduğu, bunların neredeyse yarısından fazlasının D vitamini rezervlerinin 50’den daha az bulunduğu anlaşılınca bu muhteşem vitamin bir anda prima donna’lıktan “diva”lığa terfi ediverdi. Bu arada binlerce araştırma ile net ve açık olarak gösterildi ki o (D)iva bize sadece güçlü bir bağışıklık sağlamıyor. Sağlam bir bellek, işini iyi yapan bir kalp damar sistemi, bedeni oksijensiz bırakmayacak kadar güçlü bir akciğer, tıkır tıkır işleyen bir kan şekeri ve kan basıncı dengesi, ileri yaşlarda bile erimeyip güçlü kalabilen kemik ve kaslar için de vazgeçilemez bir hazine. Zaten bu nedenle de ona sadece bir vitamin gözüyle bakmak, yalnızca vitaminlerin divası muamelesi yapmak yapılabilecek en büyük sağlık yanlışlarından biri olarak kabul ediliyor. İşte bu nedenle COVID-19 vakalarının yeniden artışa geçtiği şu günlerde kısa bir D vitamini hatırlatması yapmanın, bazı püf noktalarını size yeniden anlatmanın doğru olacağını düşündüm. Hazırsanız buyurun...
PÜF NOKTASI 1
GÜNEŞSİZ OLMAZ
Bir kere şunu net ve peşin olarak kabul edelim: Günlük vaka sayılarındaki artış gerçekten can sıkıcı rakamlara doğru gidiyor. Uzmanların da görüşleri üç aşağı beş yukarı bu yönde. Gerçek rakamların “iyimser uzmanlar” açıklananların 5-10 katı, “kötümser uzmanlar” ise en az 40 katı olduğunu söylüyor. Peki, neden? Mevsim yaz. Kapalı alanlarda pek durmuyoruz. Ayrıca çoğumuz tatil nedeniyle yurdun dört bir tarafına dağılmış durumdayız. Dolayısıyla “temaslı ya da hasta olma meselesi” kış aylarına göre çok daha önemsiz bir problem. Öyleyse bu virüs neden yeniden bu kadar hızla yayılıyor? Ve vaka sayıları neden bu kadar hızla artıyor? Yanıtlar için buyurun...
BANA GÖRE
SAYILAR NEDEN YENİDEN PATLADI
GEÇTİĞİMİZ yazıda da belirtmeye çalıştım, halen ortalıkta cirit atan(!) BA.5 varyantı öncekilerden oldukça farklı özelliklere sahip. Her şeyden önce spike proteinindeki olağanüstü değişimler nedeniyle şu nedenle beklenenden daha hızlı yayılıyor...
1- VİRÜS ÇOK HIZLI BULAŞIYOR: BA.5 öncekilere oranla çok daha yüksek, güçlü ve hızlı bulaşma yeteneğine sahip bir virüs. Enfeksiyon hocalarının deyimiyle onu taşıyan birinin yanından geçmeniz bile virüsü kapmanız için yeterli olabiliyor.
2- ANTİKORLARDAN KOLAY KAÇIYOR:
Ama bilelim ki bu yeni alt varyant şimdiye kadar gördüklerimizden çok farklı. Ne orijinal Vuhan virüsüne, ne de Alfa’ya, Delta’ya, Beta’ya, Mu’ya, Gamma’ya benziyor. Öncekilerden çok farklı bir alt varyant bu. Diğerlerinden çok daha kolay, çok daha hızlı bulaşabilme kabiliyeti var. İşin kötüsü daha önce aşılarınızı tamamlayıp tamamlamadığınızı, hatta hastalığı (COVID-19) geçirip geçirmediğinizi de ciddiye almıyor (!), onu bir şekilde kaptıysanız eğer ondan hastalanmadan kurtulmanız âdeta mucize haline geliyor. Zaten böyle olduğu için de “sürü bağışıklığı” umudu neredeyse hayal olmuş durumda. İşte bu nedenle “korkmayalım, endişe etmeyelim” ama lütfen “riskli alanlarda maskeleri takmayı” sürdürelim. Daha da önemlisi eğer grip ve benzeri bir durumla karşı karşıyaysak muhtemel bir “COVID taşıyıcısı ve yayıcısı” olabileceğimizi dikkate alarak mutlaka ama mutlaka maske takalım ve mümkünse kalabalıklara karışmayalım. Özellikle risk grubundaysak ve son aşımızın üzerinden 4 aydan daha uzun bir süre geçmişse hatırlatma dozu aşılarımızı yaptırmayı unutmayalım.
İYİ BİLGİ
PASLANMAYIN YAŞLANMAYIN
Bayramlardan biz sağlıkçılar da pek hoşlanırız. Hoşlanmamızın sebebi de zannedildiğinin aksine yoğun çalışma süreçlerimizin içinde sadece bize sağladıkları kısa dinlenme aralıkları değildir. Bize göre bayramlar “beden ve ruha sağlık, huzur, şifa ve iyilik” verdikleri için de mühimdir, önemlidir. Özellikle dini bayramlar ruhumuza yükledikleri “maneviyat” gücü ve mucizesi nedeniyle hepimize iyi gelir, şifa verir. Sizden bir ricam var: Bu Kurban Bayramı’nda geçtiğimiz günlerde kırmızı ete ilişkin yazdığım olumsuz yazıları 4 günlüğüne unutun(!) Ve kurban etinin hakkınıza düşen kısmını yerken ailenizle, dostlarınızla birlikte olmanın tadını çıkarın. Ayrıca yandaki kutudaki tavsiyemi de unutmayın.
BANA GÖRE
BAYRAMLAR DİYET DEĞİL NİYET ZAMANLARIDIR
BAZI aklı evvellerin tavsiyelerinin aksine bayramlarda perhiz yapılmaz. “Bayramlar diyet değil, niyet zamanlarıdır.” Tabii ki bayramlarda da aksırıncaya, tıksırıncaya kadar yenmez. Ama o lezzetli kavurmaların, kebapların, ızgaraların hatta cevizli veya Antep fıstıklı baklavaların, kadayıfların tadına da mutlaka bakılır. Tavsiyem şudur: Bu bayramı da her bayram gibi gelenekselliği, içtenliği, keyfi ve hakkıyla ve tabii ki manevi yanlarıyla tadını çıkara çıkara, içinize sindire sindire, keyifle, mutlulukla, umutla, huzurla güzel güzel kutlayın. Mümkünse ailelerinizle birlikte kurabileceğiniz en büyük sofralarda toplanın. Ve yine mümkünse bu sofralarda komşularınızı, dost ve arkadaşlarınızı da ağırlamayı unutmayın. Bayramınız mübarek olsun.
ÖNEMLİ
AMAN DİKKAT DÜŞMEYİN
BİLELİM ki yaşlılıkta bizi bekleyen önemli sorunlardan biri de “düşmek” ve bu nedenle de tedavisi zor, problemleri fazla pek çok sağlık sorunu ile boğuşmak zorunda kalmaktır. Zaten bu nedenle de bizim “sağlıkta yaşasın hayat” yaklaşımı mottolarımızdan biri de hep şu olmuştur: Durma, düşme, üşütme!
Eğer müdahalede biraz daha geç kalınacak olursa “SAĞLIKTA ŞİDDET SORUNU” telafisi ve tedavisi mümkünsüz noktalara gitme eğilimindedir. Ve madem ki “SAĞLIK HER ŞEYİN ÖNÜNDE”dir, madem ki biz “OLMAYA DEVLET CİHANDA BİR NEFES SIHHAT GİBİ” diyebilen yüce bir kültürel mirasın sahibiyizdir, madem ki “TOPLUMUN SAĞLIĞI” bir numaralı “MİLLİ MESELE”mizdir, en öncelikli vazgeçilmezimizdir, “SAĞLIKTA ŞİDDET” konusunu masaya bir an önce ve ciddi bir şekilde yatırmanın, soruna daha hızlı ve etkili çözüm yolları arayıp bulmanın ve o çözümleri acilen uygulamaya geçirmenin vakti gelmiştir.
Konuya en etkili ve kalıcı çözümlerin ise -her konuda olduğu gibi- yine Cumhurbaşkanı’mız Recep Tayyip Erdoğan’ın talimat ve takipleri ile gerçekleşebileceği ortak bir kanaattir.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın konu ile ilgili uygulama ve tedbirleri bir an önce devreye sokacağından da en ufak bir şüphemiz yoktur.
Özetle: ACIMIZ BÜYÜKTÜR, YARAMIZ DERİNDİR. Kalıcı ve etkili çözümlerin vakti çoktan gelmiştir.
Rahmetli meslektaşımız EKREM KARAKAYA’ya Allah’tan rahmet, ailesi ve tüm sağlık çalışanlarına başsağlığı diliyorum. Kardeşimizin ruhu şad, mekanı cennet olsun.
Nedeni şu: Akşam yemeğinden itibaren 14 saat ve üzerinde bir süreyi aç kalarak geçirmek ve günün o ilk “geç kahvaltı öğünü”nde makul miktar-da yemek yemek, sağlığımıza birden çok fayda sağlıyor: Kilo verdiriyor, kilo kontrolünü kolaylaştırıyor, kan şekerini ve kan basıncını dengeliyor, bel çevresini inceltiyor, detoks süreçlerini tetikliyor, “otofaji”yi devreye sokarak hücreler ve dokularda biriken yanlış katlanmış protein atıklarının temizlenmesini sağlıyor. Bitmedi! Bu uzun açlık daha güzel bir uykuyu, daha enerjik bir bedeni, daha güçlü bir hafızayı da garanti altına alabiliyor.
KÖTÜ HABER: TEKRARLAYAN KÂBUSLAR MUHTEMEL BİR PARKİNSON İŞARETİ OLABİLİR
Parkinson hastalığı önemli bir yaşlılık sorunu. Hareketlerde yavaşlama, ellerde titreme, bellek gücünde azalma ve genel bir yorgunluk hali hastalığın en önemli işaretleri. Elimizde hastalığın erken teşhisi amacıyla kullanabileceğimiz güvenilir bir test ya da yöntem de mevcut değil. Diğer taraftan Birmingham Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya bakılırsa kâbus görmek ile muhtemel bir parkinson hastalığı arasında bir bağlantı söz konusu olabilir. Araştırmacılar 3800’den fazla yaşlı erkeğin 12 yıllık sağlık verilerini dikkatle incelemişler. Uykuları dahil hemen her gelişmeyi adeta didik didik etmişler. Araştırmanın ilk döneminde sık sık kötü rüyalar ve ağır kâbuslar ile uyandıklarını söyleyenlerde bu tür rüyaları görmeyenlere oranla parkinson hastalığına 2 kat daha fazla rastlandığını belirlemişler. Net ve açık bir bilgi olmasa da akılda tutulmasında yine de fayda var.
GÜNÜN SORUSU: HATIRLATMA DOZLARINI YAPTIRALIM MI
Önce şunu bir kez daha hatırlatayım: PANDEMİ HENÜZ BİTMEDİ! Bu nedenle tedbirleri tamamen gevşetmeye, COVID-19’u görmezden gelmeye hakkımız yok. Daha önce de yazdım: Tamam, virüs bir ölçüde evcilleşti. Eskisi kadar ağır bir hastalık tablosu oluşturma gücünü çok şükür ciddi ölçüde kaybetti. Tamam, çoğumuz aşılanarak ya da hastalığı geçirerek az veya çok bağışıklık gücü de kazandık. Bu iki bilgi virüsün adeta pılısını pırtısını toplayıp defolup gittiği anlamına gelmiyor. Virüs hâlâ ortalıkta ve hâlâ salına salına dolaşmaya devam ediyor. Diğer taraftan mevcut tablonun maskeleri yeniden takmamızı ve o eski, sıkı, zorlu önlemlere yeniden dönmemizi gerektirmediği de aşikâr. Ama bana göre, özellikle büyükşehirlerde “TOPLU TAŞIMALARDA VE RİSKLİ KAPALI ALANLARDA MASKELERİN YENİDEN TAKILMASI” konusu bir kez daha düşünülmeli. Vaka sayıları daha da artmadan bu önlemin gerekip gerekmediği konusu Sağlık Bakanlığı, Bilim Kurulu ve diğer yetkililer tarafından bir kez daha değerlendirilmeli.
“COVID-19’da yeni bir dalga muhtemelen kapıda. Üstelik bu dalganın zararsız olacağına dair elimizde net ve açık bir garanti de yok. Bu yüzden yeni bir dalgaya karşı hazırlıklı olmalıyız.”
Peki, Uğur Hoca haklı mı? Bana sorarsanız kesinlikle haklı. Ayrıca rakamlar da onu doğruluyor. Mesela İngiltere’de, Fransa’da vaka artış rakamları yüzde 20’leri çoktan geçti, diğer ülkelerde de durum pek farklı değil. Portekiz’den, İspanya’dan, Amerika’dan, İsrail’den de benzer rakamlar geliyor. Fransa’da toplu taşımada, İsrail’de kapalı alanlarda maske takma uyarıları yapıldı. Özetlemek gerekirse hepimizin aklında son günlerde aynı sorular var: Maskeler geri gelir mi? Önümüzdeki kış zor mu geçecek? Hatırlatma dozu aşılarını hemen mi yaptıralım, yoksa sonbahara mı bırakalım?...
Kısacası COVID-19 yeniden ve çaktırmadan yavaş yavaş gündemimize bir kez daha giriyor.