Zona kendini konuşturmakta da son derece haklı(!), zira son zamanlarda her zamankinden çok daha fazla Zona vakasıyla karşılaşıyoruz. Ben de günlük hekimlik pratiğimde özellikle bu son 6 aylık dönemde neredeyse son 10 yılda gördüğümden daha fazla Zona vakasıyla karşılaştım. Peki, ne oldu da Zona vakaları bu kadar arttı? Daha da önemlisi, Zona nedir, neden olur, korunmak mümkün mü, tedavisi var mı? Bu ve benzeri soruların yanıtlarını siz de merak ediyorsanız buyurun...
SORU 1
ZONA NEDİR, NEDEN OLUR
ZONA hastalığının nedeni “Varicella Zoster” olarak bilinen “suçiçeği virüsü”dür. Bir şekilde daha çocukluk döneminde omuriliğimize yerleşen ve her an aktive olup bizi hasta etmeye zaten hazır olan Zona virüsü, bağışıklık sistemimizin şu veya bu nedenle zayıf düştüğü herhangi bir dönemde süratle aktive olmakta, hızla çoğalıp omurilikte yerleştiği o sinir kökünden başlayarak o sinirin bulunduğu bölgede hızla yayılmaktadır. Böyle bakıldığında Zona sorunu aslında bir anlamda “bağışıklık zayıflığının” da bir işareti gibidir. Bedensel/fiziki veya ruhsal bir zorlanma/stres/baskı nedeniyle bağışıklık sistemimiz herhangi bir anda aniden ve hızla zayıf düşerse omurilikteki sinir kökünde aktive olan Zona virüsü, “göğüste, karında, sırtta hatta yüzde ağrılı döküntülere” yol açmaktadır. Kısacası esas problem bağışıklığın hızla ve şiddetle zayıflaması ve virüsün bizi hasta edebilecek zayıf bir anımızı yakalamasıdır.
SORU 2
ZONA’NIN BELİRTİLERİ NELER
Özellikle COVID-19 pandemisiyle birlikte daha da güncel bir sağlık konusu haline geldi. Beyni sis basınca “unutkanlık, odaklanmada zorlanma, dikkat dağınıklığı, uyku eğilimi, düşünceleri toparlayamama, karar verme güçlüğü” ve daha pek çok sorun devreye girebiliyor. Beyin sisi probleminin özellikle COVID-19 geçirenlerde daha sık görülebildiği de çok iyi biliniyor. Peki, COVID-19’da beyni neden sis basıyor? Bu sorunun muhtemel yanıtlarından biri geçtiğimiz günlerde yayımlanan bir çalışmayla gösterildi.
İYİ BİLGİ
VİRÜS GLİAL HÜCRELERİ TAHRİP EDİYOR
BREZİLYA’da yapılan yeni bir çalışma uzun süredir merak edilen “COVID-19 ve beyin sisi ilişkisi”nin nedenlerinden birinin virüsün beynin destek hücrelerinde (glial hücreler/astrositler) oluşturabileceği hasarlarla da bağlantılı olabileceğini gösterdi. Bu ayın başlarında “Proceedings of the National Academy of Sciences” dergisinde yayımlanan o araştırmanın sonuçlarına bakılırsa virüs beyindeki astrositleri iltihaplandırarak beyin sisine yol açabilir. Astrositler aslında sinir hücresi (nöron) değildir ama sinir hücrelerine (nöronlara) destek veren son derece önemli hücrelerdir. Nöronların ihtiyaç duydukları besinleri bu hücreler taşırlar. Araştırma sonuçlarına bakılırsa virüs astrositleri iltihaplandırdığında onların davranışlarını değiştiren ve “nöronları besleme fonksiyonlarını aksatan” bazı sorunlara yol açıyor. Neticede de “yeterince beslenemeyen nöronlar” fonksiyonlarını yerine getiremiyor. Anlaşılan o ki önümüzdeki günlerde COVID-19’la ilgili daha pek çok sırra şahit olacağız.
KESİP SAKLAYIN
Daha net bir deyimle “SAĞLIKLI YAŞAM” pandemiyle birlikte bir seçim olmaktan çıktı; bir gereklilik, bir vazgeçilmez, olmazsa olmaz bir iyi hayat ayrıntısı haline geldi. Ama hâlâ ve nedense çoğumuz sağlığımızın değerini yeteri kadar bilmiyoruz. Üstelik bu yanlışı yapan sadece siz değilsiniz.
KÖTÜ HABER
O YANLIŞA HEPİMİZ ORTAĞIZ
Kesinlikle haklıyız ama ne var ki henüz hiçbirimiz “COVID-19 ne zaman sona erecek? Bu salgın ne zaman bitecek?” sorularına kesin bir yanıt verebilecek durumda değiliz. Bunun birçok nedeni var. O konulara girip kafanızı karıştırmak istemem. Ama salgın matematiğini iyi bilen uzmanlar için salgının bittiğini gösterecek en önemli kriterlerden birinin “kabul edilebilir enfeksiyon oranları” olduğu kesindir. Ama bilelim ki maalesef henüz o noktada değiliz. Diğer taraftan salgındaki gelişmeler ve sürecin özellikle etkili aşıların devreye girmesinden sonra bizim lehimize döndüğünden hiç şüpheniz olmasın.
BİR UYARI
KASIMA DİKKAT
SON 3-4 haftada birdenbire patlama yapan COVID-19 vaka sayılarında bu hafta başı itibarıyla yüz güldürücü bir azalma var. Geçtiğimiz günlerde 400 binli rakamları aşan haftalık vaka sayıları 200 binlerin altını test etmeye başladı. Bu görüntü salgın matematiğini bilenler için 7. dalganın da yavaş yavaş sönmeye başladığına işaret ediyor. Ama yine bilelim ki toplum sağlığı ve bulaşıcı hastalıklar uzmanları bizi kasım başlarında ortaya çıkabilecek yeni bir kış öncesi 8. dalgaya karşı da uyarıyor. Ömrümüzden 3 yıla yakın bir zaman dilimini çalan, sosyal ve ekonomik yapımızı daha da önemlisi bedensel ve ruhsal sağlığımızı ciddi ölçüde bozan bu “püsküllü bela”dan eğer daha hızlı ve daha az kayıp vererek kurtulmak istiyorsak “kasım başlarında ortaya çıkacağı tahmin edilen yeni bir dalgaya karşı” şimdiden hazırlıklı olmamızda fayda var. Eğer o dalgayı da bu son dalga gibi hafif sıyırıklarla atlatabilirsek önümüzdeki kışı daha rahat geçireceğiz.
Diğer taraftan “yeni hayatın” özellikle şehirlerde yaşayanlar ve çalışanlar için stresi azaltmayı son derece güç bir süreç haline getirdiği de tartışılmaz. Bu nedenle hepimizin stresi azaltmaya değil, onu daha akıllıca yönetmeye çalışmamızda fayda var. Eğer bunu yapmazsak her geçen gün biraz daha “stres yorgunu” olacağımız ve “stres kıskacı”na paçamızı biraz daha kaptırıp daha sık hastalanacağımız kesindir. Ve yine bilelim ki son zamanlarda giderek daha sık karşılaştığımız zona vakalarının, gastrit reflü kolit hastalarının sayısındaki artışın temel sebeplerinden biri yönetilemez hale gelen stres baskısıdır. TAVSİYEM ŞUDUR: Stresle mücadele için en azından “RAHATLAMA DENEYİMİ” gibi basit önlemleri öğrenip sık sık uygulamaya geçirmemizde fayda var. “Peki nedir, nasıl bir şeydir bu rahatlama deneyimi denen şey hocam?” diyorsanız, buyurun...
BİR ÖNERİ
RAHATLAMA TERAPİSİ NEDİR, NASIL YAPILIR
Yayımladığı araştırma raporu sonuçları her zaman ilgi çeker, dikkate alınır. Gallup’un yayımladığı son “Küresel duygu raporu”na bakılırsa ülkemiz maalesef “sinir, stres ve üzüntüde dünyada ilk 3 sırada” yer alıyor. Ve yine güzel Türkiye’miz anket sonuçlarına göre, “Avrupa’nın en sinirli ülkesi” çıkıyor. İnsanımızın “Dün çok güldünüz mü?” sorusuna verdiği cevap da düşündürücü. Bu konuda da “sondan ikinci” durumdayız. Kısacası ruh sağlığımız fena halde tehlikede ve bu nedenle bugünkü konumuz “ruh sağlığı”, öncelikle de “depresyon meselesi”. Hazırsanız buyurun...
BİR UYARI
DEPRESYON DALGASINA DİKKAT
Uzun süredir zaten “Geliyorum, dikkat edin, ayağınızı denk alın!” gibi ciddi mesajlar yollayan bu önemli krizin sadece doğayı etkilemeyeceği de biliniyor. Krizin doğa ile birlikte biz dahil bütün canlıların yaşam alanlarını ve yaşam tarzlarını etkileyeceği, sağlıklarını da tehdit edeceği de kesin. Üzülerek belirteyim bu tehditler son zamanlarda tehdit olmaktan da çıktı yaşam gündemlerimizden biri haline geldi. Bilelim ve unutmayalım ki bu krizin yaratacağı sonuçlar yalnızca denizlerin seviyesinin yükselmesi, buzulların erimesi, iklim şartlarının değişip yeni sel baskınlarının, tayfunların, kasırgaların devreye girmesiyle de sınırlı olmayacak. Problemin yangınlarla doğayı yakıp kavuracağı, daha da önemlisi muazzam ekonomik krizlere ve küresel bir açlığa sebep olabileceği de anlaşılıyor. Hepimiz üzüntüyle izliyoruz: Tarım alanları çölleşiyor, pek çok ülkede büyük yaşam alanları “yaşanamaz” hale geliyor. Ama bunlardan çok daha önemlisi iklim değişikliğinin insan yaşamı yani hayatımız üzerindeki olumsuz sonuçları olacaktır. Bu nedenle hepimizin her şeyi hükümetlerden, daha doğrusu karar vericilerden beklemek yerine bazı çabaları göstermeye daha şimdiden başlaması gerekiyor. O çabalardan bazılarını alttaki kutuda bulabilirsiniz.
ÖNEMLİ
BİZ NELER YAPABİLİRİZ
BBC’de Ekim 2021’de yayımlanan bir yazıda, iklim krizinin olumsuz sonuçlarını azaltmak için bireylere önerilen adımlardan bazıları şöyle sıralanmış:
1- Daha az hava yolculuğu yapın.
2- Daha az otomobil kullanın ya da elektrikli araçlara yönelin.
3-
Beden ve ruh ayrılmaz bir ikilidir. Ve bu ikili muazzam ve mükemmel bir organizasyonla, harika bir işbirliği içerisinde bizi sağlıklı tutma görevini birlikte yerine getirir. Diğer taraftan bu ikiliden biri diğerini az ya da çok ama mutlaka etkilemektedir. Ve çoğu hastalık biz farkına varmasak da bu ikili arasındaki ilişkinin bozulmasından ama en çok da ruhun şu veya bu nedenle incinip hırpalanmasından ileri gelmektedir. Kısacası çoğu hastalık aslında ruhsal kökenli olmasına rağmen, bedensel kaynaklı sanılır ve kabul edilir. Mesela fibromiyalji... Mesela sisli beyin... Mesela huzursuz bacak... Mesela mutsuz bağırsak... Mesela vertigo sanılan yalancı baş dönmeleri... Mesela kalp krizi zannedilen çarpıntı atakları... Mesela astım krizi olduğu düşünülen hava açlıkları... Bu örnekleri daha da çoğaltmamız mümkün. İşte bu nedenle: SADECE BEDENLERİMİZİ SAĞLIKLI GIDALARLA BESLEMEMİZ YETMEZ. RUHLARIMIZI DA DOĞRU VE DİKKATLİ BESLEMEK ZORUNDAYIZ. ONA KAYGIYI... ONA PİŞMANLIĞI... ONA HASETİ... ONA SEVGİSİZLİĞİ... VE ONA DAHA PEK ÇOK YANLIŞ ŞEYİ HEMEN VE KESİNLİKLE YASAKLAMALIYIZ.
ÖNEMLİ
RUHA DA DİNLENME VE EGZERSİZ ŞART
BİTMEDİ! Daha sağlıklı bir hayat için: SADECE HER GÜN DÜZENLİ BEDENSEL EGZERSİZLER YAPIP DURMANIZ DA SAĞLIĞINIZI KORUYUP KOLAMAYA YETMEZ. KÂFİ GELMEZ. RUHUNUZA DA HAZ VE KEYİF EGZERSİZLERİ YAPTIRMAK ZORUNDASINIZ.
Ve son bir uyarı daha: YALNIZCA BEDENİNİZİ DEĞİL, RUHUNUZU DA ZAMAN ZAMAN TATİLE ÇIKARMALI, ONU DA HUZURLU DİYARLARA, DERİN UYKULARA TAŞIMALISINIZ. KISACASI RUH SAĞLIĞINIZA DA TIPKI BEDEN SAĞLIĞINIZ GİBİ ‘GÖZÜNÜZÜN İÇİ’ GİBİ BAKMALISINIZ.
SAĞLIKLI BİLGİ
ZEYTİN ECZACISIYLA TANIŞTINIZ MI