Bununla birlikte bazı bilgiler var ki onların doğruluğunu tartışma konusu yapmak artık gereksiz gibi görünüyor. Unun ve şekerin fazla miktarda tüketildikleri takdirde daha hızlı yaşlandırdığı, daha çok hastalandırdığı ve ömrü kısalttığı bilgisi de bunlardan biri.
Nasıl besleneceğiz? Proteini, yağı, karbonhidratı ne miktar ve oranlarda alacağız? Hangi proteinleri, hangi yağları, hangi karbonhidratları daha az ya da çok yiyeceğiz? Soruları çoğaltmak mümkün ve emin olun ki bu soruların her biri için birbirinin çok farklı, hatta birbiriyle taban tabana zıt yanıtlar bulabilirsiniz. Hem de altlarında son derece saygın bilim adamlarının imzalarını hayretle okuyarak!
Zaten bu nedenle de bir gün “Fazla miktarda protein tüketmeyin. Bedeninizi asidik yapar, damar sertliği riskinizi artırır, kalp krizi ya da felce zemin hazırlar, dahası kemiklerin içini de boşaltabilir!” diye bir uyarı okurken, yine aynı gün son derece değerli bir başka bilim insanının “Protein ağırlıklı beslenin, çünkü ilk insanlar bizden daha sağlıklıydı ve esas olarak hayvansal gıdalar -süt, yoğurt, peynir, et- yani protein tüketiyorlardı” şeklindeki görüşünü de bulabilirsiniz.
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Kısacası beslenme konusunda -sık sık yazdığım gibi- birbiriyle çelişen çok sayıda görüş var.
ŞEKERİ VE UNU UNUTUN!Bununla birlikte bazı bilgiler var ki onların doğruluğunu tartışma konusu yapmak artık gereksiz gibi görünüyor. Unun ve şekerin fazla miktarda tüketildikleri takdirde daha hızlı yaşlandırdığı, daha çok hastalandırdığı ve ömrü kısalttığı bilgisi de bunlardan biri. Aşırı un ve şeker tüketimi geçtiğimiz ve gelecek yüzyılın en önemli sağlık tehdidi gibi görünüyor. Elimizdeki yüzlerce güvenilir veri un -ve undan üretilen her türlü yiyecek, un katılan her türlü besin- ve şekerin -ve şeker eklenen her türlü yiyecek ve içeceğin- bizi hasta ettiğini gösteriyor.
Eğer daha sağlıklı biri olup daha az hastalanmak, daha sağlıklı bir ömür yaşayıp hatta daha uzun bir hayat sürebilmek istiyorsanız -ki bunların tümünü herkesin arzu ettiğini tahmin ediyorum- beslenmenize aman dikkat edin.
Birkaç gün boyunca “yorgunluk” konusunu yeniden gündeme getirdik, yorgunluğun her zaman ciddi bir sağlık sorununa işaret etmeyebileceğinin altını çizdik.
Bununla birlikte özellikle “uzamış yorgunluk” sorununun, yoğunluğu giderek artan yorgunluk şikâyetinin, hele hele kilo kaybı, iştah azalması, ateş, terleme, bulantı, ishal ve benzeri işaretlerin eşlik ettiği, fiziksel çabaların daha da şiddetlendirdiği yorgunluk tablolarının ciddi bir sağlık sorununa işaret edebileceğini unutmayalım ve daha fazla geç kalmadan tıbbi bir yardım arayalım.
YORGUNLUK KANSER BELİRTİSİ OLABİLİR
Çeşitli doku ve organ kanserlerinde değişen derecelerde yorgunluk yakınması daima mevcuttur. Belirli bir sebebe bağlanamayan inatçı yorgunluk şikâyeti olanlarda, geri planda gözden kaçmış bir kanserin varlığı ısrarla sorgulanmalıdır. Özellikle kilo kaybı ve dikkati çekecek düzeyde iştah kaybı söz konusu ise daha çok dikkatli olunmalıdır.
KALP SORUNUNUN HABERCİSİ OLABİLİR
Sabah yataktan azıcık yorgun kalksak ya da gün içinde kendimizi birazcık yorgun, bitkin, enerjisiz hissetsek “bir sağlık sorunum mu var?” sorusu aklımıza geliveriyor, kansız kaldığımızı, tiroidlerimizin yeteri kadar hormon üretemediğini, karaciğerimizin, böbreğimizin iyi çalışmadığını, kalbimizin ve akciğerimizin yeteri kadar oksijen -kan pompalamadığını- filan düşünmeye başlıyoruz.
Oysa bizi yorabilen çok ama çok basit bazı hatalar var ve biz ne yazık ki biz onları (farkında olmadan) sık sık tekrarlıyoruz. Aşırı ve uzun süreli güneşlenmeler de bunlardan biri.
Güneş altında uzun süre kalmak (yani güneşlenmeyi şu veya bu nedenle abartıp işin dozunu kaçırmak) bedeni yorar. Özellikle terlemeyle birlikte olduğunda, güneş altında aşırı bedensel aktiviteler yapıldığında -güneş altında yapılan yürüyüşler, her türlü sportif aktivite- güneş sizi dinlendireceği yerde tam bir enerji hırsızına dönüşebiliyor. Zaten bu nedenle de ne kum banyolarının, ne şezlong keyiflerinin dozunu kaçırmamak gerekiyor. Hele hele böyle bir yanlış yeteri kadar sıvı -su- içmemek, aşırı terlemek ve alkol kullanmak gibi başka yanlışlarla da desteklendiğinde yorgunluk bir yana enerjiyi sıfırlamak bile mümkün olabiliyor.
BUNLAR DA ÖNEMLİ
Sırası gelmişken şunları da bir kenara not etmenizi tavsiye derim: Aşırı gürültülü ortamlar, fazlaca aydınlatılmış alanlar, kötü kokulu alanlar, tozlu, dumanlı, rutubeti yoğun ortamlar da yorgunluğu tetikleyebiliyor. Sigara veya tütün dumanının her türlüsünün de yorgunluğa yol açabileceği aklınızda olsun.
Bir de yorgunluk yapan gıdalar var ki bunları da bir kenara lütfen not edin: Un, şeker ve nişasta içeren besinler, özellikle serinleyeyim diye içtiğiniz meşrubatlar, şeker fıçısına dönmüş tatlılar, çok tatlı meyveler de bizi yorabiliyor.
Gergin bir günün sonunda bitkinlik yaşamak da doğaldır. Ama her yorgunluk sadece fiziksel ve ruhsal kökenli olmuyor. Aklımıza gelmeyen bazı şeyler de bizi -biz farkına varmadan- yorabiliyor.
Hayat her geçen gün biraz daha zorlaşıyor. Daha bir karmaşık ve yarışmacı hale geliyor. Kimimiz daha çok kazanmak, daha yükseklere tırmanmak, toplumsal yaşamda daha önlerde bir yerlerde olabilmek, kimimiz de günü kurtarıp eve eli boş dönmemek için koşturup duruyoruz. Beklentimiz aslında aynı: DAHA İYİ BİR HAYAT!
Bunun için aklını kullanıp beynini terletenler de var, kaslarının gücüyle yol almaya gayret edenler de. Kısacası şu veya bu şekilde hepimiz ortak bir noktada birleşiyor, yani “ÇALIŞIYORUZ”!
Çalıştıkça da -doğal olarak- beden ve ruhlarımız -az ya da çok- yıpranıyor. Yıpranmanın beklenen ve ortak sonucunu ise şu veya bu şekilde ama mutlaka yaşıyoruz.
Ortak sonucun -daha doğrusu ortak sorunun- adı “YORGUNLUK”tur!
Tıbbi anlamda “genel bir bitkinlik, güçsüzlük ve enerjisizlik hali” olarak tanımlanan yorgunluğun aslında birçok basit -sıradan- nedeni var.
Oruç özellikle reflüsü, ülseri ve gastriti olanlarda sorun yaratır. Bununla birlikte basit bazı önlemler alınıp da belirli kurallara dikkat edilirse bu sorunları yaşayanların bile oruç tutmaları mümkündür. Gastrit, reflü veya ülseri olanlara şunları önerebiliriz...
-Sahuru atlamayın, mutlaka sahura kalkıp bir şeyler yiyin. Sağlık yönünden sahura kalkmadan tutulan oruçtan daha kötü bir davranış olamaz.
-Sahurda ve iftarda kola, gazoz, meyve suları gibi şekerli ve asitli içeceklerden uzak durun. Fazla miktarda tatlı yemekten kaçının. Baklavayı, kadayıfı, sütlacı, güllacı abartmayın!
-İftar ve sahurda aşırı ve hızlı yemek yemeyin. Sağlıklı insanlarda bile çok fazla yemeği sindirmekte zorlanan sindirim sistemi, gastritli, ülserli hastalarda daha da zor durumda kalır ve sorun yaratır. Yavaş yiyin ve uzun uzun çiğneyin.
-Bol sirkeli veya limonlu salataların, turunçgillerden hazırlanan taze sıkılmış meyve sularının asit miktarı zaten artmış midenize zarar vereceğini unutmayın. Orucunuzu gazlı, asitli, şekerli içeceklerle değil, su ile açın!
-İftar yemeğini lokantada yiyecekseniz, yemeklerini zeytinyağı ile yapan güvenilir, temiz, bildik mekânları tercih edin.
ON yıl kadar önce tam bir “anti aging” –yaşlanmayı durdurma- fırtınası yaşandı. Anti aging “yaşlanmaya karşıtlık” anlamında kullanılan bir deyimdi ve başlangıçta benim de ilgi duyduğum bir alandı. Zamanla bu alandan uzak durmaya, yazılarım ve konuşmalarımda “yaşlanmayı durdurmak” veya “yaşlanmayı önleyecek çabalar içine girmek” yerine yaşlanmaya “doğal, içten gelen, durdurulamaz ve durdurulması da gerekmeyen bir süreç” gibi bakıp “iyi ve güzel yaşlanmak”, “zarif, bilge, olgun ve ruhlu, formda bir yaşlı olmak” üzerinde yoğunlaşmanın daha doğru olacağını anlatmaya çalıştım. İşte bu kavram yerini “aging-well”, yani “iyi yaşlanmaya” bıraktı. İyi de oldu. Çünkü yaşlarıyla barışık olmayanlar mutsuz oluyor. Yaşlarından kaçanlar aslında kendileri ve kaderlerinden de kaçıyor. Kaçışı belki birkaç sene başarabilmek mümkün olsa da eninde sonunda yaptığınız işin yanlışlığı ortaya çıkıyor. Çabalarınız hayal kırıklıkları, çevreden gelen alaycı bakışlar, düştüğünüz açmazlar, hissettiğiniz gizli reddediliş ve daha pek çok nedenle canınızı sıkıp sizi mutsuz etmeye başlıyor. Dahası mutsuzluğunuz yüzünüze de vuruyor, yüzünüzden de okunuyor…
SARTRE’IN BAŞINA GELEN
Hikâyeyi Doktor Toksöz Karasu’nun “Huzurlu Yaşama Sanatı” isimli kitabında da okumuştum. Flortöz ve çapkın biri olan Sartre zamanının en ünlü zamparalarından biri olarak tanındı ve hep öyle yaşadı, öyle yaşlandı. Toksöz Karasu Hoca’nın anlattığına göre Sartre “kendisine yapılan konferans tekliflerini değerlendirirken dinleyici kitlesini entelektüel açıdan cazip bulup bulmadığı ya da ücretin yeterince yüksek olup olmadığına göre değil, dinleyicilerin büyük çoğunluğunu kadınların oluşturup oluşturmayacağı, daha önemlisi konferans programının öncesi ve sonrasında kadınların arasına karışmasını mümkün kılacak şekilde organize edilip edilmediği” esasına göre karar verirmiş. Sartre’nin “arzulanma takıntısı” yaşı ilerledikçe daha da şiddetlenmiş. Bir gün Paris’te, kalabalık bir otobüse binerken ön tarafta oturan genç bir kadın görüp dirsekleriyle kalabalığı yararak ona doğru ilerlemiş. Kadının yanına vardığında ise genç kadın ayağa kalkıp yerini ona vermiş. Sonrasını siz kolayca tahmin edebilirsiniz.
YAŞLANMAYI KABUL EDİN
İyi yaşlanma, yaşlılığın keyfini çıkarma ve yaşıyla mütenasip bir hayat stili oluşturma konusunda Karasu Hoca da benimle aynı fikirde olmalı ki kitabında şunları yazmış: “Kişi güzellikle yaşlanmazsa utançla yaşlanır. Yaşlanmayı kabul, beraberinde olgun bir hüzün ve hafif bir kalbi getirerek, o zamana dek gerçekleşmiş olan kayıplara geçerlilik kazandırır. Yaşlanmayı inkârsa beraberinde çiğ bir bunalım ve ağır bir kaygı getirerek kişinin benliğini geçersizleştirir. Kişinin yaşlanma konusunda seçim şansı yoktur ama yaşlandığı için çile mi çekeceğine, yoksa bu durumun avantajlarından mı faydalanacağına karar vermek kendisine kalmıştır. Gençlik yıllarının avantajlarından farklı olsa da avantaj avantajdır.” Gelin güzellikle yaşlanmanın bir yolunu bulun, daha mutlu ve huzurlu biri olun.
Bağışlamak unutmaktır
BU köşeyi okuyanlar iki sözcükten oluşan basit bir cümleyi çok sık tekrarladığımı bilirler: Bağışlamak unutmaktır! Nedeni bağışlamanın yetmediğini, aynı zamanda unutmayı da gerektirdiğini çoğumuzun bilmediğini düşünmem ve görmemle ilişkilidir. Bağışladığınız zaman unutmanız da gerekir. Bağışladığınız şeyi bir yük olarak omuzlarınızda taşımak, “art yük” olarak beyninizin bir yerlerinde toksin olarak bırakmamak istiyorsanız hemen unutunuz. Ruh-beden-iyi yaşlanma ilişkilerini de inceleyen pek çok uzman –mesela ünlü Harvardlı Doktor Benson- asırlık çınarların önemli özelliklerinden ve avantajlarından birinin de çok çabuk bağışlamaları ve bağışladıkları anda unutmaları olduğunu söylüyor.
BANA GÖRE İYİ BİR ÖRNEK: BETÛL MARDİN
Oruç tutmaya karar veren hipertansiyonlu birinin dikkatli olması ve bazı kurallara uyması gerekiyor.
Hipertansiyonluların oruç tutarken özellikle şu önerilere uymalarında fayda var:
-İftariyeliklerin ve sahur yemeklerinin örneğin peynirin, zeytinin tuzsuz olanını tercih etmeliler.
-Turşu ve benzeri salamura edilmiş gıdalardan uzak durmalılar.
- Hazır ayranların yüksek oranda tuz içerdiği unutulmamalı, ev yapımı ayranı tercih etmeliler.
- Kavurma, pastırma, sucuk gibi şarküteri ürünlerinin tuz içeriği yüksek olduğundan bu besinlerin fazla tüketilmesi sakıncalıdır. Mümkünse de hiç tüketilmemelidir.
-Yeşil yapraklı salata ve sebzelerin tansiyonu düşürmede yararlı olduğu unutulmamalı, iftar sofralarında salata, yeşillik bulundurmalıdır.
Eğer tepkileri bilirsek daha tedbirli olur, oluşabilen sorunları daha iyi yönetir, neticede bu güzel ayın keyif ve huzurunu daha çok yaşarız.Ramazanın ilk günlerinde en sık karşılaşılan sorun, baş ağrılarıdır. Ağrının nedenleri kan şekerinin düşmesi, tansiyon değişimleri, potansiyel migrenin tetiklenmesi olabiliyor. Sigara içenlerin nikotinden, kahveyi, çayı bolca tüketenlerin kafeinden uzak kalması da baş ağrısı yapabiliyor. Oruca bağlı hipoglisemiler (kan şekeri düşmeleri) hafif ya da şiddetli oluşlarına göre başka sorunlara da yol açabiliyor. Halsizlik, yorgunluk, takatsizlik, çarpıntı atakları, baş dönmeleri, sinirlilik, çabuk öfkelenme, dikkat dağınıklığı, konsantrasyon güçlüğü, hipoglisemi bunların en önemlileri, en sık görülenleri.
MİDE SORUNLARIOruçla birlikte gündeme gelen başka sorunlar da var. Daha önceden midesinde ülser, gastrit ya da reflü hikâyesi olanlarda oruçla birlikte ekşime, yanma, kazınma, ağrı, şişkinlik ve benzeri şikâyetler de yeniden alevlenebilir. Özellikle besin seçimlerini hatalı yapan, sahuru atlayan, iftarda hızlı ve fazla yiyenler mide sorunlarıyla daha sık karşılaşır.
Oruçla birlikte ortaya çıkan bir başka sorun da kabızlıktır. Kabızlık genelde birinci haftanın sonunda belirginleşir, iftar ve sahurda sebze, bakliyat ve meyve gibi posalı yiyeceklerin artırılması halinde daha kolay yönetilir. İftar ve/veya sahur mönülerine kuru kayısı, siyah erik, incir, keten tohumu gibi yiyeceklerin eklenmesi kabızlıkla mücadeleyi kolaylaştırır.
UYKU BOZUKLUKLARI
Uyku ritminin değişmesi sahur nedeniyle gece uykularının bölünüp bir şeyler yenilmesi ve sonra tekrardan uykuya geçilmesi gibi süreçlerin uyku bozukluklarına yol açması da mümkündür.