“Hocam, ruh sağlığımız fena halde bozulmuş durumda. İki yıldır COVID-19 nedeniyle sokağa çıkmaya korkuyorduk, evlerimizde kapalı kaldık. Şimdi de ‘çürük karot raporu korkusu’ nedeniyle evlerimize girmeye korkuyoruz, sokağa mahkûm olduk!”
Son günlerde duyduğum en mantıklı, ruh sağlığı durumumuzu en net ve açık bir şekilde ifade eden bu cümleleri sizinle de paylaşmamın sebebi şu: Acil bir ruh sağlığı alarmına ihtiyacımız var. Detaylar için buyurun...
ÖNEMLİ
NEDEN RUH SAĞLIĞI ALARMI
BANA sorarsanız, sadece deprem bölgesinde değil ülke genelinde ciddi bir ruh sağlığı alarmına ihtiyacımız var. Tabii ki öncelikle deprem bölgesindeki halkımızın ama hemen sonrasında da bu ülkede yaşayan her birimizin ciddi bir ruh sağlığı desteğine ihtiyaç duyduğundan en ufak bir kuşkum yok. Konuştuğum psikiyatri hocaları da benimle aynı düşüncedeler. Birkaç gün önce sohbet etme fırsatı bulduğum Prof. Dr. Mehmet Sungur ve Prof. Dr. Kemal Sayar hocalar da benimle aynı düşünceyi paylaştıklarını ifade ettiler.
Prof. Dr. Mehmet Sungur
Anlaşılan o ki bundan sonraki sağlık önceliklerimiz arasında depremzedelerin sadece beslenme ve barınma sorunlarını çözmek değil, aynı zamanda yaşadıkları ruhsal depremin acılarını da bir an önce giderebilmeleri için ihtiyaç duydukları desteği sağlayabilmek için ülke düzeyinde bir ruhsal yardımlaşma ve psikolojik destek sürecine girmek de var.
Bulaşıcı hastalıklarla ilgilenen uzmanlar, depremden sağ kurtulanlar için bölgede ciddi bir salgın hastalık tehdidinin gündeme gelebileceğini belirtiyorlar. Haklılar. Depremzedelerin yaşadığı çetin, olağanüstü ve sağlıksız koşullar, başta kolera, paratifo, dizanteri, sarılık/viral hepatit olmak üzere pek çok enfeksiyona/bulaşıcı hastalığa zemin hazırlıyor. Ayrıca rotavirüs, adenovirüs ve farklı paraziter hastalıklara bağlı bulaşıcı ve hızla yaygınlaşabilen sağlık sorunları da maalesef sırada bekliyor. Bunun temel nedenlerinin de şehir, kasaba ve köylerin altyapılarının depremde altüst olması, kanalizasyon şebekelerinin çökmesi, su sistemlerinin ağır hasarlı hale gelmesi ve çöplerin düzenli toplanamaması olduğu biliniyor. Bütün bunlar doğru bilgiler olsa da bölgenin tamamında Sağlık Bakanlığı’nın, belediyelerin ve tabii ki sağlık ordumuzun muazzam bir çalışma/çaba içinde olduğu da kesin. Bölgede görev yapan meslektaşlarımdan aldığım bilgilere göre, özellikle çocuklar ve yaşlılarda ishal vakalarında hissedilebilir artış olsa da net ve açık bilgi şimdilik şudur: Çok şükür salgın boyutuna ulaşmış bir bulaşıcı hastalık sorunu henüz söz konusu değildir. Ama biz yine de tedbiri elden bırakmamalı, koruyucu sağlık hizmetlerine yoğunlaşmayı sürdürmeliyiz.
NE YAPMALI?
SALGINI ÖNLEMEK İÇİN...
Deprem bölgesinde herhangi bir mikrobik hastalık salgınını önlemek için yapılması gereken ilk üç şey:
1- Temiz su ihtiyacının karşılanması,
2-
Gördüğüm manzara gerçekten dehşet verici. İslahiye Belediye Başkanı’nın şu cümlesi ise bence durumu çok net ve açık olarak özetliyor: “Yaşadıklarımız için büyük felaket sözcüğü yetmez. Biz burada adeta küçük bir kıyamet yaşadık!” Osman Müftüoğlu bölgede görev yapan UMKE ekibiyle de bir araya geldi ve çalışmalar hakkında bilgi aldı.
Bölgede geçirdiğim o iki günde depremzedelerde muazzam bir fiziksel çöküntünün varlığını net ve açık olarak gördüm. Sadece evleri, barkları, işyerleri yıkılmış değil, fiziken de çökmüş çok sayıda depremzedeyle sohbet edip acılarını paylaşma fırsatı buldum. Net ve açık gözlemim şudur: Fiziksel yaralar şu veya bu şekilde mutlaka sarılacak. Binalar, mahalleler, köyler, hatta şehirler yeniden ve belki de daha iyi şekilde yapılacak. Ama bu büyük travmanın oluşturduğu psikolojik çöküntüyü taşımak da kaldırmak da gerçekten çok zor.
İSLAHİYE BELEDİYE BAŞKANI: BU BİR KÜÇÜK KIYAMET
DEPREM bölgesinde herkes muazzam bir çalışma temposu içerisinde. Herkes elinden geleni fazlasıyla yapıyor. Görünen o ki bu büyük travma hepimize bir kez daha “aynı geminin yolcuları olduğumuzu” hatırlatmış. Bölgede yaptığım incelemeler sırasında sadece halkla değil, yöneticilerle, siyasilerle ve o bölgeye yardım için gelen gönüllülerle de konuşma, sorunları anlama fırsatı buldum. Önce şu cümlenin altını kalınca ve dikkatle çizelim: Bu travma sadece büyük bir felaket gibi değil, küçük bir kıyamet gibi de değerlendirilmeli. Bu cümlenin sahibi İslahiye Belediye Başkanı Kemal Vural’dır ve sonuna kadar haklıdır.
Hepimizin görevi, her büyük afette olduğu gibi bu ortak çaresizlik ve belirsizlik hissini bir an önce aşmak olmalıdır. Bu nedenle de mücadelenin bundan sonraki kısmını sadece fiziksel enkazı değil, psikolojik enkazı da kaldırmak üzerinde yoğunlaştırmalıyız. Tekrar belirteyim: Yaşananlar -abartmıyorum- gerçekten de bir çeşit küçük kıyamet gibi görünüyor. Ve böylesi kıyametlerde sadece coğrafi yakınlık, sadece kan bağı yakınlığı, akrabalık değil, psikolojik yakınlığın da önemli olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor.
Bakan Koca ile yaptığım görüşmede deprem bölgesinde çok şükür şimdilik kolera ve tifo gibi tehlikeli enfeksiyonların görülmediğini öğrenme imkânı buldum. Bölgede adenovirüs ve rotavirüs kökenli mide-bağırsak enfeksiyonlarına rastlansa da bunların rakamları ürkütücü boyutlarda değil. Bakan Koca görüşmemizde Gebze Belediyesi’nin koordinasyonu ile çöp toplama işlemlerinin düzenli yürütüldüğünü, su temini konusunda organizasyonun Konya Belediyesi’nce üstlenildiğini, tuvalet ve dezenfeksiyon meselesinin de yine çok sayıda belediyenin koordinasyonuyla düzenli olarak yürütüldüğünü belirtti. Anlaşılan o ki bölgede şu anda henüz can sıkıcı boyutlarda bir salgın hastalık tehdidi kesinlikle söz konusu değil. Sağlık Bakanlığı’mız da konuya ilişkin her türlü tedbiri almış durumda. Umalım ki önümüzdeki günleri de problemsiz geçirelim.
Özetle Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, ekibiyle birlikte sahada, sağlık ordumuzun isimsiz kahramanı doktorlarımız, hemşirelerimiz, acil yardım görevlilerimiz, psikologlarımız ve farklı ülkelerden gelen misafir sağlık ekiplerimiz işbirliği içerisinde muazzam bir çaba gösteriyorlar. Hepsine müteşekkiriz.
ÇOCUKLAR VE KADINLARA DİKKAT
Deprem, omuzlarımıza binen yeni ve muazzam bir yük. Taşınması oldukça güç bir ağırlık. Peki, omuzlarımız dayanacak mı bu ağırlığa, gücümüz yeter mi o ağırlığı taşımaya ve üstümüzden atmaya? Yanıtım tek sözcükten ibarettir, her zamanki gibi açık ve nettir: YETER! Ama bazı ayrıntılara dikkat etmek koşuluyla... Peki, o ayrıntılar neler?
ÖNERİLER
YAPILACAK İLK 10 İŞ
İLK BEŞ
Oysa başımıza daha sonra gelebilecek pek çok sağlıksızlık hali ile, mesela kronik ve sinsi yorgunluk, halsizlik, isteksizlik... Mesela hazımsızlık, şişkinlik ve ödem... Mesela safra kesesinde çamur veya taş oluşumu... Mesela kronik karaciğer iltihabı hatta karaciğer kanseri... Ve daha pek çok problemin arka planında o pek de önemsemediğimiz “hafif ya da orta dereceli karaciğer yağlanması problemi” gizlenmiş, rol yüklenmiş olabiliyor. Bitmedi! O yağlanmanın beynimiz dahil başka organlarda ve alanlarda da sağlığımıza olumsuz etkileri var. O etkileri öğrenmek için isterseniz gelin sıradaki kutuya geçin...
DİKKAT
YAĞLI KARACİĞER BEYİN İÇİN DE UYARIDIR
CANINIZI fazlaca sıktığımı biliyorum. Biliyorum ama karaciğer yağlanması konusunda size önemli ve yeni bir kötü haberi daha iletmek istiyorum: İngiltere’de yapılan yeni bir araştırmada (Roger Williams Hepatoloji Enstitüsü) biliminsanları, “alkol kaynaklı olmayan karaciğer yağlanması”nın bile beyinde oksijen kullanımını bozarak iltihaba yol açabileceğini ve beyinde hasar oluşturabileceğini de gösterdi.
ÖZETİ ŞUDUR: Yağlanmış bir karaciğer, yağlanmanın derecesi, sizin yaşınız, işiniz, cinsiyetiniz ve sağlık düzeyiniz ne olursa olsun dikkate almanız gereken önemli/ciddi bir sağlıksızlık işaretidir
ÖZETİ ŞUDUR
Durum bugünlerde de değişmiyor, kilo sorunu özellikle de “insülin direnci problemi” günümüzde de sağlık gündemimizin ilk maddesi olma iddiasını ısrarla sürdürüyor. Ve tabii ki konu “kilo fazlalığı” olunca anında ve hemen gündeme “Neyi, ne kadar, ne zaman, ne sıklıkla yiyelim?” soruları giriveriyor. Diğer taraftan hepimiz biliyoruz ki “kilo sorunu-beslenme ilişkisi”nde son yılların popüler gündeminde hep “aralıklı oruç” yöntemi var. Çoğu uzman -ki ben de o uzmanlardan biri sayılabilirim- özellikle insülin direnci ile ilişkili kilo sorununun çözümünde aralıklı oruç yöntemini ısrarla tavsiye ediyor. Peki, sadece bu yöntem bize yeterli mi? Yalnızca aralıklı oruç sürecine yaslanmak ama neyi, ne kadar ve ne zaman yediğimizi gündem dışında tutmak bizi başarıya götürebilir mi? Peşinen söyleyeyim: HAYIR! Peki, neden hayır? Yanıt için sıradaki kutuya geçebiliriz.
ÖNEMLİ 1
HEM AZ YİYİN HEM DE ARALIKLI ORUCU DENEYİN
Eğer kilo sorununuza kalıcı bir çözüm üretmek istiyorsanız, özellikle de insülin direnci nedeniyle büyüyen göbeğinizden şikâyetçiyseniz size tavsiyem “ne sadece az yemeyi ne de yalnızca aralıklı oruca güvenmeyi” bir kenara bırakın. Daha küçük öğünler halinde yiyecek tüketmek ve prensip olarak yüksek kalorili yiyecek ve içeceklerden uzak durup kalori kısıtlamasına gitmek de, kısa vadede de uzun vadede de sizin için en etkili ve kalıcı çözüm ortaklarından biri olacaktır. Bu düşünceyi destekleyen bir kanıt, geçtiğimiz günlerde Journal of the American Heart Association dergisinde yayımlandı. Amerika’nın -daha da önemlisi dünyanın- saygın tıp merkezlerinden birinde, John Hopkins Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde gerçekleştirilen önemli bir çalışmada, “az yeme/daha düşük kalorili gıda tüketme” dikkatini ısrarla sürdürmenin neredeyse “aralıklı oruç”tan daha da etkili ve kalıcı sonuçlar verebileceği gösterildi.
ÖNEMLİ 2
BİRİ OLMADAN DİĞERİ OLMUYOR
Bu verilere geçtiğimiz günlerde önemli bir tıp dergisinde, British Medical Journal’da yayımlanan yeni bir araştırmanın sonuçları da eklendi. Çin’de yapılan ve yaklaşık 10 yıl süren bu önemli araştırmaya göre, sağlıklı bir yaşam tarzını ısrarla sürdürenlerin “Alzheimer hastalığı için risk yükselten genetik miraslardan herhangi birine sahip olan insanlarda dahi” yaşlılığa bağlı hafıza kaybını yavaşlatabileceği/geciktirebileceği net ve açık olarak tespit edildi. Detaylara gelince...
BİR UYARI
BESLENME-BELLEK İLİŞKİSİNE DİKKAT
Grip ilk sırada yer alıyor, COVID-19 ikinci sıraya düşmüş durumda, üçüncü sırada ise Rhino virüs enfeksiyonu yani nezle var. Diğer taraftan yine aynı enfeksiyon hastalıkları uzmanları, önümüzdeki günlerde grip salgınının boyutlarının daha da büyüyebileceğinden endişe ediyor ve bizi uyarıyor:
HERKES MUHTEMEL BİR GRİP TEHDİDİNE KARŞI KORUYUCU ÖNLEMLERİ EN İYİ ŞEKİLDE ALMALI. Çünkü bu yıl grip bir garip, öyle 3-5 günde falan geçip gitmiyor, neredeyse 2-3 haftaya kadar uzayabiliyor. Daha da can sıkıcı olanı gribe eklenen öksürük krizleri neredeyse bir ay sizi perişan edebiliyor. Bu nedenle grip ve benzeri hastalıklardan herhangi birinin belirtilerini yaşayan herkes, hastalığını başkalarına da bulaştırmamak için özel bir dikkat göstermek zorunda. Lütfen hepimiz bugünlerde her zamankinden çok daha fazla dikkatli olalım, kendimizi korumaya ve eğer hastaysak taşıdığımız mikrobu başkalarına bulaştırmamaya dikkat edelim.
KESİP SAKLAYIN