Bu yazımızı kısa ama işinize yarayacağını umduğu-muz yanıtlara ayırdık. Umarım fay-dalanırsınız. Hepinize güzel, keyifli ve dingin bir hafta sonu diliyoruz.
Karaciğer yağlanması önemli bir sorun mu?
Yağlanma karaciğerin en sık görülen problemidir. Karaciğer hücrelerinde yoğun yağ birikimi sonucu meydana gelir. Yağ birikimi çok fazla olursa bu durumdan karaciğer hücreleri de zarar görür. Karaciğer yağlanması mutlaka kilo alma sonucu ortaya çıkmaz. Yağlanma karaciğerin zedelenmeye verdiği en sık ve en ilk yanıttır.
Alkol, enfeksiyonlar, toksik kimyasallar ve benzer her türlü dış zararlar karaciğerde yağlanmaya yol açabiliyor. Ancak bu tür zararlanmalar, zarar veren madde veya etkenlerden uzaklaşınca bir süre sonra kendiliğinden düzeliyor.
Yağlanmanın günümüzde en yaygın görülen şekli “alkole bağlı olmayan yağlı karaciğer hastalığı” adı verilen ve çoğu zaman karın göbek bölgesindeki yağ bikrimi, tokluk şekeri yüksekliği, trigliserid fazlalığıyla birlikte olan durumdur. Bu hastaların çoğunda metabolik sendrom veya insülin direnci belirleniyor. Karaciğer yağlanmasının alkole bağlı yağlanmalardan farkı farklı enzimlerin yükselmesidir. Teşhiste kan analizleri (AST/ALT oranı, GGT, ALP, bilüribin düzeyi, albumin seviyesi) ve ultrasonografik incelemelerden yararlanılıyor.
Alkole bağlı olmayan bu tür karaciğer yağlanmalarının da dikkat edilmezse ilerleyebileceğini hatta kronik bir karaciğer iltihabına sebep olabileceğini kabul edenler var. İyi bir beslenme planı ve kilo kaybı çoğu zaman yeterli oluyor.
Yaşlılarda hipotiroidi belirtileri farklı olabilir mi?
Olabilir. Yaşlılarda özellikle dolaşım sistemi ile ilişkili problemler daha ön planda görülüyor. Hipotiroidi yaşlılarda tansiyon yükselmesi, kalp hızının düşmesi, damar sertliğinin hızlanması, kolesterolün fazlalaşması gibi değişikliklere yol açıyor. Ayrıca eklem ve kas problemleri, romatizmayı düşündüren yakınmalara da hipotiroidi yaşlılarda daha sık rastlanıyor.
Hafta sonları mangal keyfi yapmayı sevmeyen var mı? Ama bilim maalesef bu işinde keyfini kaçırdı! Ben hafta sonu mangal sefasının sanıldığı kadar kötü bir alışkanlık olduğunu düşünmüyorum (Hatta temiz havada eğlenceli bir hafta sonu bahanesi oluşturduğu için faydalı olduğu bile söylenebilir).
Mangal keyfinin eski tadının kalmamasının sebebi fazla miktarda et tüketiminin ve kızartılmış -yan-mış- etin bazı sağlık sorunlarını tetiklediğinin anlaşılması. Kırmızı et veya tavuk dikkatli pişirildiği ve makul ölçülerde yenildiği sürece son derece faydalı bir besin olmaya devam ediyor. Yeter ki yağlı kısımları mümkün olduğu kadar ayrılabilsin, tüketim sıklığı haftada 2-3 ile sınırlanabilsin.
Mangal yaparken etin kömürleş-memesine, yanmamasına, özellikle alevle temas etmemesine de dikkat etmeniz gerekiyor. Yanmış et (özellikle kalın bağırsak kanseri yönünden) önemli bir sağlık riski oluşturuyor. Sıcak kömürlerin üzerine damlayan yağların neden olduğu dumanın içinde poliaromatik hidrokarbonlar ve kanserojen başka maddeler var.
Ayrıca “mangalda et” keyfi yaparken bol miktarda sebze tüketilmesi de önemli. Çünkü sebzedeki kanserojenler ve posa yapısı koruyucu bir etki sağlayabiliyor.
Mangal yaparken kullandığınız ızgarayı her kullanımdan sonra yıkamayı ihmal etmemeniz de gerekiyor. Tavuk etinin yüzeyinin siyahlaşmadan pişirilmesi gerekiyor. Pişirilmiş her türlü etin siyahlaşmış bölgelerini temizlemeden yememeniz de daha doğru bir seçim.
İnsülin direnci teşhisi nasıl konuyor?
İnsülin direncinin laboratuvar testlerinden daha önemli bedensel işaretleri var. Önce onlara dikkat etmek gerekiyor. Göbek, karın bölgesinin yağlanması önemli bir işarettir. Özellikle bel çevresi ölçümü kalça çevresi ölçümüne oranlandığında elde edilen rakamın 1’den küçük olması kuşkuyu daha artırmalıdır.
KİMLER, NE ZAMAN GRİP AŞISI YAPTIRMALI?
Grip aşısı için en uygun zaman diliminin içindeyiz. Herkesin grip aşısı olması gerekmiyor ama risk grubundakilerin her yıl düzenli olarak aşılanmalarında fayda var.
İlerlemiş solunum yetmezliği olanlar, astım ve kronik bronşit gibi tıkayıcı solunum yolu hastalığı bulunanlar, ilerlemiş böbrek yetmezliği olanlar, kalp ve dolaşım yetmezliği nedeniyle tedavi görenler, bağışıklık yetmezliği olan ve bağışıklık sistemini bozan ilaçları kullananlar, ağır kan hastalığı olanlar, şeker hastalığının koplikasyonlarını yaşayanlar, düşkün durumdaki yaşlılar aşı olmalı. Bir de aşının yapılmasının zorunlu olmadığı ama yapılırsa iyi olacağı haller var!
Örneğin çok sık seyahat edenler bilhassa sık sık uçak yolculuğu yapanlar, sağlık çalışanları, profesyonel sporcular, her gün çok sayıda insanla el sıkışmak, öpüşmek, birlikte olmak zorunda olanlar aşı yaptırabiliyor.
Yumurta alerjisi olanlara ve çok özel bir sağlık söz konusu değilse küçük çocuklara grip aşısı tavsiye edilmiyor. Eğer aşılanacaklarsa 8 yaş ve altındaki çocuklara tam etki oluşması için en az bir ay ara ile iki doz aşı uygulaması gerekiyor.
Gebelikte grip aşısı yaptırmanın bir sakıncası olmadığını da ekleyelim.
Aşıyı takiben bazı insanlarda ateş, halsizlik, baş ağrısı, kas ve eklem ağrıları, aşı yerinde kızarıklık, şişlik, kaşıntı gibi yakınmaların olabildiğini de hatırlatalım.
Bazı sabahlar yüzünüz, gözünüz şişmiş uyanırsınız. Bazen yüzükleriniz parmaklarınızı acıtır; ayakkabılarınız, etekleriniz dar gelir. Eğer benzeri durumlarla nadiren karşılaşıyorsanız pek önemli değildir. Ama neredeyse her gün bu şişmeler sizi ziyaret ediyorsa, haliyle canınız çok sıkılacaktır.
HASTALIK İŞARETİ OLABİLİR
Şişme veya vücutta su toplanması haline sağlık uzmanları “ödem” adını veriyor. Kadınlarda daha sık görülen ödem, bazen geçici ve önemsiz ama bazen de kalıcı hatta ciddi bir hastalığın belirtisi olabiliyor. Ödemin en sık ortaya çıktığı yerler gözkapakları, ayaklar ve eller.
Ödeme yol açan sorun, çoğu zaman su ve tuz dengesindeki bir bozukluk oluyor. Bu durum hormonal sebeplerden, karaciğer ve böbrek yetmezliğinden kaynaklanabiliyor.
Kalp yetmezliğinde de ödem ortaya çıkabiliyor.
NEDEN OLUR?
Menopoz döneminde ve hamilelik sırasında ödemle sık karşılaşılıyor. Adet düzensizliği olan kadınlarda, polikistik yumurtalık sendromu bulunan genç kız ve hanımlarda, doğum kontrol hapı kullananlarda ödemle karşılaşma ihtimali artıyor.
İyi yönetilirse, “ikinci bir bahar” olabilir. Hayatın bu devresi iyi bir orta yaşlılığı (80 yaş altı) ve huzurlu, bilge, zarif bir yaşlılığı (80 yaş üstü) da garanti eder.
İkinci hayatı sağlık, huzur ve refah içinde geçirmeniz, keyfinizi her daim korumanız mümkündür. Bunun için bilgilenmeniz, sağlık donanımınızı artırmanız, yanlışlarınızı bir kenara bırakıp yeni alışkanlıklar kazanmanız, doğru değişimler yapıp bunları hayatınızın bir parçası haline getirmeniz gerekir ve bunlar sadece iyi yaşlanmak için değil, yaşlanmaya bağlı bazı problemleri azaltmak için de zorunlu değişimlerdir.
İkinci hayatı nasıl yaşayacağınız ve nasıl bir hayat süreceğiniz önemli ölçüde sizin elinizdedir. Ayrıca ikinci hayatı güzelleştirmek de gerekir. Çünkü “İkinci hayatı güzel yaşamak” sağlıklı, kaliteli yaşlanmak demektir.
Yaşlılığın kötü yanları ile mücadele etmek, iyi yanlarını geliştirmek, onu mutlu bir süreç haline getirmek, zarafetle ve bilgece bir ömür sürüp hayatı öylece tamamlamak ikinci hayatta temel hedeftir.
İkinci hayatla ilgili eylem planı hazırlarken sağlık risklerinizi değerlendirmeniz son derece önemli bir konudur.
Yapılması gerekenlerse özetle şunlar olmalıdır...
EN çok kalp damar hastalıklarına bağlı sorunlar nedeniyle hayata veda ediyoruz. En sık görülen yaşlılık hastalıklarımızın başında da “hipertansiyon, diyabet, obezite, kilo sorunu, damar sertliği, artrit, Alzheimer” var ve ömrümüzü nihayetlendirip hayat kalitemizi altüst eden bu gibi sorunların tamamı yaşam tarzımızla birebir ilişkili. Ne yiyip içtiğimiz ve ne kadar hareket ettiğimiz, stres düzeyimiz, uyku kalitemizle doğrudan bağlantılı. Kısacası yaşam tarzımız ve bu seçimlerimiz çok ama çok önemli.
EGZERSİZ ŞART
Bazılarınızın hemen “Hocam zaten bu nedenle de özellikle beslenme konusunda eskiye oranla çok daha fazla dikkatli davranmaya başladık. Neyi ne kadar ne zaman nelerle birlikte yiyip içtiğimize, nasıl pişirdiğimize, nasıl sakladığımıza ve daha pek çok şeyi dikkatle araştırıyoruz. Gıdalarımızın içinde katkı maddesi, hormon, antibiyotik, tarım ilacı kalıntısı ve benzeri kimyasalların bulunup bulunmadığını araştırıyor, el verdiği ölçüde taze ve sağlıklı gıdalar yiyip içmeye çalışıyoruz, daha ne yapalım!” diyebileceğinizi de tahmin edebiliyorum ama çok önemli ve en az “beslenme” konusu kadar ciddi bir şey daha var ki onu ihmal ettiğimizi çoğumuz hâlâ bilmiyoruz. Belki biliyoruz da görmezden geliyor, gerektiği kadar önemsemiyoruz. O şey şu: Aktif bir yaşam sürmek ve düzenli bir egzersiz yapmak!
HAFTADA 4-5 GÜN
Size şunu garanti edebilirim: Eğer her gün değilse de haftada 4-5 gün 30-60 dakika düzenli egzersiz yapma alışkanlığı edinebilirseniz –mesela yürüme alışkanlığı edinebilirseniz- eskisinden daha sağlıklı bir yaşam sürer, daha formda biri olur, daha dayanıklı ve esnek bir yapıya kavuşup daha az hastalanır, daha keyifli ve uzun bir ömrü hak edersiniz. Egzersizin depresyondan uykusuzluğa, romatizmadan hipertansiyona, şeker hastalığından damar sertliğine, bellek problemlerinden cinsel güçsüzlüğe kadar çok sayıda sağlık sorununu önlediğini veya çözüm ürettiğini biliyoruz. Düzenli aktivite yapmanın ve genelde aktif bir hayat sürmenin en az sağlıklı beslenme kadar önemli bir konu olduğunu lütfen unutmayınız.
Güçlü maneviyat sağlığa iyi gelir
HASTALIKLARI önleme veya daha kolay savuşturmada maneviyat da önemli bir güçtür. Ben de manevi yanları güçlü, inanç dünyaları zengin insanların beklenenden daha az hastalanıp daha kolay iyileştikleri kanısındayım. Bunun birçok nedeni olabilir: Güçlü bir maneviyat iyimserliği destekliyor. Korkuları, endişeleri azaltıyor, stres yönetimini kolaylaştırıyor. Şükran duygusunu güçlendiriyor. Manevi yanı güçlü insanlar daha kolay kabulleniyor, daha kolay “Bu da geçer” diyebiliyor. Suçluluk duyguları daha az. Cezalandırılma endişeleri daha düşük seviyede. İnsanlarla ilişkileri daha sıcak. Affetme, hoş görme gibi becerileri daha güçlü. Güçlü bir maneviyatın hayata daha çok anlam kattığını, sorunlarla başa çıkma becerisini de güçlendirdiğini düşünüyorum. Kısacası güçlü bir maneviyat sağlığımıza da iyi geliyor.
Yaşlandıkça daha dikkatli olun
Büyüten besinler boş kalori içermeyen, yükte ağır, pahada hafif özelliklere sahip, vitamini, minerali, proteini bol yiyecekler. Kolayca doyurdukları ve doygunluk hissini uzattıkları için kilo almayı da engelliyorlar.
Okullar açılalı bir hafta oldu ama “okulda beslenme” konusu tartışılmaya devam ediyor. Tartışmaların en başında da “beslenme koşullarının sağlıksızlığı ve besin seçimlerinin yanlışlığı” var. Denilebilir ki en yüksek eğitim ücretini alan, en yoğun eğitimi verdiğini iddia eden okullarda bile beslenme konusunda ciddi bir organizasyon yok.
Beslenme uzmanı çalıştıran, bırakın bir uzmanı sürekli bulundurmayı danışmanlık alan okulların sayısı bile parmakla gösterilecek kadar az.
Oysa çocuklarımızın okullarda ne yiyip içtikleri, nasıl beslendikleri ne öğrendikleri kadar önemli. Dahası öğrendiklerinin içine matematik kadar, tarih kadar, coğrafya kadar beslenme bilgilerini de monte etmek, onların sağlıklı, lezzetli, dengeli ve yeterli, çeşitli beslenme konusunda da bilgilendirmek gerekiyor. Geleceğin formda ve sağlıklı çocuklarını oluşturmanın birinci kuralı da bu zaten.
Çocuk beslenmesi deyince “büyüten besinler” konusuna ayrı bir başlık açmak gerekiyor. Büyüten besinler boş kalori içermeyen, yükte ağır, pahada hafif özelliklere sahip, vitamini, minerali, proteini bol yiyecekler. Kolayca doyurdukları ve doygunluk hissini uzattıkları için kilo almayı da engelliyorlar.
Zengin antioksidan yapıları, güçlü vitamin mineral içerikleri, bol miktarda sağlıklı protein, posa ve faydalı yağ barındıkları için çocukların büyümelerine ve gelişmelerine mükemmel katkılar sağlıyorlar. Peki, hangi gıdalar bu gruba giriyor, hangi özellikler bir besini “büyüten besin” haline getiriyor.
Bir gıdanın büyüten besinler grubuna girebilmesi için bazı özelliklere sahip olması gerekiyor. İçinde yabancı maddeler içermemesi, doğal ve tam gıda olarak tüketilmesi, işlenmemiş, boyanmamış, katkılar ve kimyasallarla kirletilmemiş olması da önemli.
Nasıl beslendiğinizi, ne yiyip içtiğinizi, genetik mirasınıza ve yaşınıza, cinsinize ve biyolojik yapılanmanıza uygun şeyler yiyip yemediğinizi de araştırın.
Sağlığın kıymetini bilen bir toplumuz. Tatsız bir sonuçla karşılaştığımızda “sağlık olsun” der, sağlığa hak ettiği önemi veririz. Bu bilinç son yıllarda biraz daha netleşti.
Sağlığımızda olan biten şeylerin tesadüf olmadığını net ve açık bir şekilde öğrendik. Ama yine de hâlâ en ufak bir sağlık problemi olduğunda çareyi ilaçlarda arayanlarımız yok değil! Geçenlerde konuştuğum iki ayrı hastada da aynı yanlışları görünce konuyu bir kez daha gündeme getirmeye karar verdim.
KOLESTEROL HAPI MI DOĞRU GIDALAR MI?
Bu kişilerden ilki ellili yaşlarda bir erkekti. Babası elli dört yaşında, daha ilk “kalp krizi”nde hayata veda etmişti. Elli sekiz yaşındaki amcası “beş damar bypass’lı” idi. Kendisi de ellili yaşlara adım atınca telaşlanıp efor testi yaptırmıştı. Test pozitif bulunmuş, koroner anjiyografide kalp damarlarını yüzde 30-40 civarında daraltan plaklar saptanınca kan incelticiler (aspirin ve omega-3), kolesterol düşürücü bir statin ve hafif ölçüdeki hipertansiyonu kontrol altına almak üzere betablokere başlanmıştı. Benden öğrenmek istediği ise “ne yemesi içmesi gerektiği!” konusuydu.
Ona doğru ilaçlar kullanıldığını söyledikten sonra sigara içip içmediğini sordum: İçiyordu! Kan şekerini takip edip etmediğini ne yiyip içtiğini sordum: Açlık şekeri normaldi ama göbekli olmasına rağmen tokluk şekeri ve insülin değerlerini bilmiyordu!
Genetik mirası nedeniyle koroner kalp hastalığı riski yüksek ve koroner arterlerinde plaklar bulunan birinin ne dikkatsiz özensiz şeyler yiyip içip göbek büyütmeye ne de sigara içme yanlışı içinde olamayacağını o beyefendiye uzun uzun anlattım. Ona mükemmel bir beslenme ve aktivite programı da hazırladık.
PEYNİR, YOĞURT MU OSTEOPOROZ HAPI MI