Osman Müftüoğlu

Mitokondrilerinizi hasta etmeyin

15 Mart 2014
Sadece un, şeker, nişasta değil, meyvelerde bulunan fruktoz bile aşırı tüketildiğinde ciddi bir mitokondri zehri haline gelebiliyor.

Metabolizma konusuna bugün de devam ediyoruz. İsterseniz önce küçük bir hatırlatma ile başlayalım: Metabolizma demek biraz da mitokondrilerimizin sayısı ve gücü demektir.
Özellikle “sayısal çoğunluk” konusu, yani “yeteri kadar mitokondriye sahip olma” durumu burada da çok ama çok mühim bir noktadır.
Ne iyi ki mitokondri sayımızı artırmak ya da azaltmak ise bizim elimizdedir.
Onları canlandırmak ya da zehirlemek de yine bize bağlıdır. Sadece un, şeker, nişasta değil, meyvelerde bulunan fruktoz bile aşırı tüketildiğinde ciddi bir mitokondri zehri haline gelebiliyor.
Fruktoz nedir? Meyve şekeridir. “Meyve şekeri doğal bir şey, nasıl zehir olur?” diyeceksiniz. Yılan zehri de doğal bir şey! Meyve şekeri de fazla tüketildiği zaman toksik bir hale dönüşebilir.
Bir insan, günde en fazla 8 kesme şekere ihtiyaç duyar. Eğer tükettiğiniz şeker bundan fazla olursa kilo alırsanız.
Üstelik mitokondrileriniz tembelleşmeye başlar.

Yazının Devamını Oku

Metabolizma nasıl bir sistemdir

14 Mart 2014
“Yavaş ya da tembel bir metabolizma”, daha kolay kilo alma ve daha zor kilo kaybı ile eş anlamlı gibidir. Peki, nedir, nasıl bir sistemdir “metabolizma”mız? Nasıl işler, nasıl hızlanır, neden yavaşlar? Detayları öğrenmek istiyorsanız buyurun...

Kontak anahtarı açık, çalışır halde duran ve hiç hareket etmeyen bir araba düşünün.
Vücudumuz da hiç hareket etmezken, hatta biz uykudayken bile çalışmaya devam eder, çalıştığı için de sürekli enerji tüketir. Kan dolaşımı, iç organların işleyişi gibi sistemlerinin çalışması için minimum bir enerji gerekir. İşte vücudumuzun ihtiyacı olan bu minimum enerjiye, bazal metabolizma hızı diyoruz.
Peki, bazal metabolizma hızımızı nasıl bulacağız? Kilonuzu 20 ile çarparsanız, vücudunuzun temel fonksiyonlarını yerine getirmek için harcadığı kalori miktarını bulursunuz. (Ör: 60 kg x 20 = 1200 kalori) Bu rakam, bazal metabolizma hızınızdır.
Sonra, bu sayının yüzde 30’unu hesaplayın. (Ör: 1200 x yüzde 30 = 360 kalori) Bu da, gündelik faaliyetlerde harcadığınız yaklaşık enerji miktarıdır. Bu iki rakamı topladığınızda, sıradan bir günde harcanan toplam kalori miktarını bulursunuz. (Ör: 1200 + 360 = 1560 kalori)

MİTOKONDRİ NE YAPIYOR

Yazının Devamını Oku

Cilt yaşlanması doğaldır

13 Mart 2014
Cildin yıpranmaması, yaşlanmaması düşünülemez. Eğer arzunuz, yılların izlerini cildinizde daha yavaş ve daha geç izlemekse size bazı önerilerim olacak...

Yaklaşık 1,5–2 m2‘lik alana ve 3–4 kg ağırlığa sahip olan cilt vücudumuzun en büyük organı ve aynı zamanda da en büyük koruyucusudur.
Dış ortamdaki sıcaklık değişimleri, enfeksiyon etkenleri, darbeler, ışınlar gibi saldırılara karşı vücudu korumak, dokunma hissi ile çevreden haberdar olmak, D vitamini sentezine yardımcı olmak cildimizin başlıca görevleridir.
Eğer arzunuz yılların izlerini cildinizde daha yavaş ve daha geç izlemekse size bazı önerilerim olacak:
Omega-3 zengini balıklardan daha çok yararlanın:
Omega-3 yağ asitlerinden EPA’nın güneş ışınlarına bağlı cilt yaşlanmasını önlediği ve var olan yaşlanma belirtilerini de hafiflettiği biliniyor.
Yerel balıklarımızdan uskumru, hamsi ve levrek, en zengin Omega-3 kaynakları. Sağlıklı bir cilt için hayvansal protein tüketmek zorundasınız.
Bu değerli besinden mahrum kalan cilt erken yaşlanır. Tercihinizi tavuk ve balıklardan yana yapın.

Yazının Devamını Oku

Vitamin alırken oyuna gelmeyin

12 Mart 2014
Son yıllarda vitamin hapları, besin takviyeleri aldı başını gidiyor. Endüstri son hızla büyürken, insanların iyi niyetlerini suiistimal eden şarlatanların sayısı da giderek artıyor.

Şarlatan, Fransızca kökenli bir sözcük. Ortaçağda yalan vaatlerle bir şeyler satmaya çalışan, bunu yaparken de dikkat çekmek için ördek sesi çıkartan satıcılara şarlatan denirmiş. Vitamin sahtekârlarını bunlara benzetiyorum.
“Kalp hastalıklarından korunmak, cinsel gücü artırmak için şu hapı alın” diyerek insanların ceplerini boşaltmaya çalışıyorlar. Bunu yaparken de, insanların doğru yöntemlere, mantıklı tedavilere sırt çevirip tek bir haptan medet ummalarına neden olabiliyorlar.
Daha da kötüsü, endüstrideki ciddi vitamin üreticilerinin bile bu yola girmeleri. Bazı hastalarımı üzülerek izliyorum. Bana danışmak için, kullandıkları vitamini getiriyorlar. Vitamin kutusunun üzerinde, Omega-3, Omega-6, Omega-9 içerdiği yazıyor.
Hastama, “Omega-6’nın ne olduğunu biliyor musun?” diye soruyorum. “Bilmiyorum hocam, ama çok faydalıymış” diyor. Ayçiçeği, mısır özü, fındık ve fıstık yağlarının hepsi Omega-6 içerir. Kısacası, bitkisel yağların tamamı Omega-6’dır. Bir parça bu yağlardan tüketin, bu ‘vitamine’ o kadar para vermenin âlemi yok. Aynı besin takviyesinin üzerinde, 200 mg Omega-9 içerdiğini yazıyor.
Omega-9’un en iyi kaynağının ne olduğunu biliyor musunuz? Zeytinyağı! Bir çay kaşığının beşte biri zeytinyağına onca parayı vermenize ne gerek var? Bu, bilgisizliği suiistimal etmektir. Önce diyetinize balık, ketentohumu, ceviz ekleyin. Gerekirse Omega-3 desteği kullanın. Ama kutunun fiyatını artırmak için Omega-6 ve Omega-9 eklemek etik değil. Bunlar zaten çok ucuza, hemen yanı başınızda bulabileceğiniz besinlerde mevcut.
Mesela, B12 vitamini hafızaya iyi gelir ve yaşlıların B12 takviyesi alması önerilir. Ama bu vitamine birazcık lesitin, azıcık inositol, toz kadar kolin koyup fiyatını 10 liradan yüz liraya çıkararak ‘beyin dostu’ diye satmak insafsızlık değil de ne?
‘HER DERDE DEVA’

Yazının Devamını Oku

İyi bir diyet nasıl olmalı?

11 Mart 2014
Diyelim ki kilo probleminiz var. Çözmeye de kararlısınız.

Hatta çok beklemeden bugün hemen başlamak istiyorsunuz. Aman acele etmeyin. Önce şu sorulara en doğru yanıtları arayın: Bu işi nasıl başaracaksınız? Süreç nasıl başlayacak, nasıl işleyecek? Diyet bitince ne olacak? Verilen kilolar yeniden geri mi gelecek?
Şunu hemen belirteyim ki diyet yapmak fevkalade zor bir iştir. Her şeyden önce ortalıkta bu kadar yiyecek içecek varken, televizyon reklâmlarının neredeyse yarısı yiyecek içeceklere ayrılmışken, stres, gerginlik, depresyon, endişe, hiddet, öfke gibi yeme davranışlarınızı kontrolsüz hale getiren ruhsal sorunlar bu kadar yaygınken diyet yapmayı düşünmek de, başlamak da, sürdürmek de doktorunuz ve diyetisyeninizin size verdiği önerileri yaşam tarzınız hale getirmek, yani içselleştirmek de kolay değildir. Hepsi de çok ciddi bir ön hazırlık, sıkı bir konsantrasyon, güçlü bir sosyal destek, motivasyon gerektiriyor.

SABOTAJCILARA DİKKAT!
Her şeyden önce yemeyi ruh halinizden uzak tutmak, davranışlarınız ve duygularınızın yeme içme isteğiniz üzerindeki etkilerini baskılamak son derece zor bir iştir. Evde eşiniz, çocuklarınız, işyerinde iş arkadaşlarınız, komşu gezmelerinde mahalle dostlarınız, sosyal toplantılarda sevdikleriniz, akrabalarınız, isteyerek ya da istemeyerek önünüze pek çok sabotajlar koyacaklar, hatta kendileri diyet sabotajcıları haline gelecektir.
Sokağa çıktığınızda gördüğünüz outdoor reklâm tabelaları, okuduğunuz gazete ve dergilerdeki damak çatlatan lezzetler tavsiye eden tarifler, televizyonda izlediğiniz salamlı, sucuklu, pastırmalı, pizzalı, makarnalı ve tabiî ki her çeşit tatlılı reklamlarından çok değil iki üç gün sonra aklınızı karıştırmaya, içinizi gıdıklamaya başlayacağından emin olabilirsiniz.
Bunların hepsi doğru ama emin olunuz ki tamamı üstesinden gelinebilecek sorunlar. Benim tavsiyem özellikle yeme içme kararlarınızla ruh haliniz arasındaki ilişkiye çok önem verin. Bu ilişkiyi minimumda tutmak için akılcı stratejiler geliştirin.

Yazının Devamını Oku

Hayattan tat al, kilo ver

10 Mart 2014
Yaz yaklaşıyor, ‘diyet’ sözcüğü ‘Ben her bahar âşık olurum’ şarkısındaki ‘aşk’ gibi bu bahar da yine gündeme gelecek.

Kıştan kalma yağ stoklarımızı eritecek, yeni bahara ‘hafifleyerek’ gireceğiz! Peki kılavuzumuz ne olacak? Gelin doğru bir yol gösterici olan Mayo Klinik Diyeti’ne bir göz atalım...

BAHAR kapıda! Yeni bir bahara, toprak, su ve havada “yeni cemrelere” hazırlanıyoruz. İçimiz kıpır kıpır. Bu baharda da yeni telaşlar, heyecanlar ve umutlarımız var. Yeni ve güzel beklentiler besleyip büyütüyoruz yüreklerimizde. Bütün bunları –tabii ki- daha sağlıklı, daha güçlü ve formda bir beden, daha uçarı bir yürekle yapmayı arzuluyoruz. Her yıl olduğu gibi bu yıl da manavlarda “yeşil erik tezgâhlarının” kurulması ile birlikte “2014 diyet sezonu” başlayacak. Hayırlı olsun!

MAYO KLİNİK ÖNEMLİ...
Peki, bu diyetlerin “inanılır” ve “güvenilir” olanı yazılmayacak, anlatılmayacak mı? Güvenilir diyet kitapları çıkmayacak mı? Tabii ki o yazılar yazılacak, o kitaplar çıkacak! Mayo Klinik Diyeti kitabı da işte bunlardan biri. Mayo Klinik, Amerika’nın neredeyse tam da ortasında, Minnesota eyaletine bağlı küçücük bir kasabada (Rochester) kurulu, 100 yıllık geçmişe sahip ünlü bir hastane kompleksi. Dünyanın en önemli, en güvenilir sağlık merkezlerinden biri. Ben ilk kez 90’lı yılların başında ziyaret etim. O dönemde Ankara Numune Hastanesi başhekimiydim. Hastanelerimizin özellikle devlet hastanelerimizin durumu içler acısı idi. Yurtdışında bize yol gösterecek, now-how verecek tecrübeli bir hastane arayışı içindeydik. Yolumuz Mayo Klinik ile kesişti. Defalarca gittim. Yönetim kademeleriyle toplantılar yaptım. Klinik bugün olduğu gibi o zaman da dünyanın en önemli, güvenilir, “kazanç değil, insan merkezli” hastanesi idi. Ben ve arkadaşlarım bu muhteşem organizasyonun yapısal kurgusunu anlama fırsatı bulduk.

BU DİYET NEDEN ÖNEMLİ?
Mayo Klinik Diyeti, kliniğin ününden olsa gerek o zamanlarda da sık gündeme geliyordu. Kliniği yönetenlere sorduğumda internet mecraları, dergi ve gazetelerde sözü edilen o ünlü diyetin aslında “sahte” olduğunu öğrendiğimde şaşırmadım desem yalan olur. Şaşkınlığım sonraki yıllarda da devam etti çünkü Mayo Klinik’le uzaktan yakından hiçbir bağlantısı olmayan, birbiriyle ilişkisiz ve bazıları son derece yanlış dizayn edilmiş saçma sapan diyet formülleri internet sitelerinde, gazete ve dergilerde yıllarca yayınlanmaya devam etti. Mayo Klinik yönetimi bir süre önce bu “diyet meselesi” üzerinde de kafa yormaya, çalışmaya başladı. Sonuçta gerçek “Mayo Klinik Diyeti” ortaya çıktı. İyi de oldu. Nedeni şu... Bu diyet bize yeni ve farklı bir şey söylemiyor belki ama yanlış bilinen pek çok şeyin üzerine kocaman bir çarpı atıyor. Prensipleri beslenme konusuyla akademik düzeyde ilgilenenlerin bile onayladığı şeyler. Diyet yapanların yapması gereken bilimsel prensiplerle birebir örtüşüyor.

FABRİKASYON ÇÖZÜM YOK

Yazının Devamını Oku

Kadınların 4 mevsim bitmeyen selülit savaşı

10 Mart 2014
Hareketsiz yaşam, kötü beslenme, hazır gıda tüketiminin artması kadınları selülit sorunuyla karşı karşıya bırakıyor.

Özellikle de karın ve bacak bölgesinde oluşan selülit dokusu, kadınların kıyafet seçimini etkilerken, dolaşım bozukluğuna da neden olması dolayısıyla rahatsızlık yaratıyor. Kadınlar da bu nedenle yılın 4 mevsimi selülitle savaşmak zorunda kalıyor.
Vücutta selülitin oluşum mekanizmasına baktığımızda, dolaşım bozukluğunun sonucunda, damar duvarlarından sızan serumun, dokuların aralıklarında toplanarak ödeme neden olduğunu görüyoruz. Kalçada ve bacaklarda aşırı büyümüş yağ dokusu hücrelerinden meydana gelmiş nodüller ortaya çıkıyor. Selülit rahatsızlığının daha ileri aşamalarında ise oluşan nodüller birbirlerine yapışarak daha da büyüyor. İşte bu büyümeden sonra da kadınların çok sık duyduğu portakal kabuğu görüntüsü ortaya çıkıyor. Nodüllerin sinirler üzerine baskı yapması sonucunda da selülitlerin oluştuğu bölgede ağrılar oluyor.

SELÜLİT NEDEN OLUŞUYOR
Kadınlar selülit dokusunun neden oluştuğunu sıklıkla merak ediyor. Bazıları beslenmesine dikkat ettiği, hazır gıda tüketmediği, spor yaptığı ve zayıf olduğu halde selülitle uğraşmak zorunda kalıyor. Selülitin şişman kişilerde daha çok görüldüğünü biliyoruz. Ancak oluşum nedenlerine baktığımızda çok fazla nedeni olabildiğini görüyoruz. Bu nedenleri sıralamak istersek şunları söyleyebiliriz: Hormonal nedenler: Kadınlarda yumurtalıklardan salgılanan ve dokularda su tutma özelliğiyle selülit oluşumuna zemin hazırlayan folikülin (FSH) hormonunun aşırı artışıyla oluştuğu gibi, tiroid hormonunun salgılanmasındaki bozukluklar da selülite ortam hazırlıyor. Çoğunlukla ergenlik, gebelik, menopoz gibi kilo alıp verme ve hormonal değişikliklerin yaşandığı dönemler selülite olan yatkınlığı artırıyor.
Dolaşım yetersizliği: Korse, dar elbiseler giymek, kalp yetersizliklerine bağlı dolaşım sorunları da vücuttaki selülit dokusunun oluşum mekanizmasını tetikleyerek artırıyor. Genetik: Selülit dokusu annede varsa, çocuğunda da ortaya çıkıyor. Beyaz kadınlarda daha sık görülüyor. Selülit oluşumunda genetik ve yapısal faktörler etkili olduğu gibi, ırka göre de farklılıklar söz konusu olabiliyor. Selülit dokusu Latin Amerika ülkelerindeki kadınlarda bacağın üst kısmında daha fazla görülürken, Kuzey ülkelerinde kadınlarda karın bölgesinde yoğunlaşıyor. Akdeniz ülkesindeki kadınlarda ise daha çok karın ve bacaklarda selülit dokusuna daha fazla rastlanıyor. Burada genetik faktörler de etkili oluyor. Yağ hücreleri her kadında birbirinden farklı olarak, farklı farklı bölgelerde görülüyor.
Kadın cildinin doğal yapısı: Yapılan çalışmalar ışığında yaklaşık 10 kadından 9’unda selülit sorunun oluştuğunu söyleyebiliriz. Bu sorunun kadınlarda görülmesinin en sık nedeni, kadın cinsine özgü olan ve erkeklerde yok denecek kadar az olan kadınlık hormonlarının deride özellikle kalçada ve üst bacakta yağ birikimine yol açmasından kaynaklanıyor. İlaç kullanımı ve kabızlık: Kabızlık, doğum kontrol hapı ve bazı ilaçların kullanımı (östrojen, antihistaminik, anti tiroid, bazı kalp ilaçları), karaciğer fonksiyonlarının kötü olması, hızlı ve stresli yaşamın yarattığı gerginlik, kaygı ve güvensizlik gibi ruhsal etkenler de neden oluyor. Beslenme hataları: Selülit oluşumunda beslenmenin rolü daima gündeme gelir. Gerçekten de yüksek kalorili ve yağlı beslenmek, düzensiz, dengesiz beslenmek bu sorunu tetikliyor. Aynı şekilde alkol, çay, kahve ve sigaranın aşırı miktarda, birlikte tüketimi de bu sorunu artırıyor. Tüm bunların üzerine hareketsizlik de eklenince dokular olumsuz etkileniyor, selülit sorunu ortaya çıkıyor.

TEDAVİDE ETKİLİ YÖNTEMLER NELERDİR

Yazının Devamını Oku

Hormonlarımız neden önemli

8 Mart 2014
Hastalanmaktan hepimiz korkarız. Ne var ki hastalıklara paçamızı kaptırmayıp da sağlıklı kalabilmek sanıldığı kadar kolay değil. Çünkü bizi hasta eden bir değil, binlerce sebep var. Bunlardan biri de hormonal dengenin bozulması...

Hormonlarınızdan sadece biri bile gereğinden az ya da çok salgılanırsa başınıza son derece can sıkıcı işler gelebilir. Mesela durup dururken kilo almaya başlayabilir ya da hiç diyet yapmadığınız halde hızla kilo kaybedebilirsiniz.
Cildiniz kuruyabilir, bağırsaklarınız kabızlık ölçüsünde tembelleşebilir. İzah edemediğiniz çarpıntılar, el titremeleri ortaya çıkabilir. Terlemelerin nedeni de yine hormonal sistemdeki herhangi bir dengesizlik olabilir.
Hormonal dengesi bozulduğu için çocuk sahibi olamayan binlerce çift var. Hormonal dengesi bozulduğu için sivilce ve tüylenme sorunu yaşayan, bu nedenle hayata küsenlerin sayısı azımsanacak gibi değil.
Hormon dengesizliği kemiklerinizi zayıflatıp kolay kırılır hale de getirebilir.
Hormon bozukluğu nedeniyle oluşan hastalıklar ise ayrı bir konudur. Hepsini yazmaya kalksak tuğla kalınlığında kocaman bir kitap gerekir.
Kısacası hormon bahsi çok önemli ve oldukça uzundur. Peki nedir, ne iş görür, neden önemlidir bu “yükte hafif, pahada ağır” ve çoğu “yaşamsal öneme sahip” moleküller?

Yazının Devamını Oku