Bedenimizin enerji üretip tüketen bir makine olduğunu ve her makine gibi onun da yakıta ihtiyaç duyduğunu, ayrıca diğer makinelerden farklı olarak sadece biyolojik yakıtlara -yiyecek içeceklere ve oksijene- değil, psikolojik yakıtlara da gerek duyduğunu unutmayalım. Hücrelerimize biyolojik yakıtlarını versek de ruhumuz psikolojik yakıtlarla desteklenmeden enerji üretemez, yorgun ve bitkin düşer.
Dahası kirli psikolojik yakıtların miktarı artarsa, bedenimiz yeterli performansı gösteremez, daha sık hastalanıp daha hızlı yaşlanırız.
Kısacası adına “yorgunluk” dediğimiz sağlık sorunu çoğu zaman biyolojik yakıtların değil, psikolojik yakıtların eksikliği ya da kirliliğinden de kaynaklanır.
İşte bu nedenle ruhsal detoks bedensel detoks kadar önemlidir. Detoks yaparken sadece bedensel arınma yetmez. Ruhsal arınma da şarttır. Ruhsal yakıtların da olabildiğince yeni ve motive edici olanlarına odaklanmak, ihmal edilmemesi gereken bir konudur.
DÜN DÜNDE KALMIŞTIR
Böbrekleriniz müthiş bir düzen, inanılmaz bir işbirliği ve akla ziyan bir çalışkanlık ve tempoyla çalışarak birbirinden farklı pek çok görevi hiç aksatmadan tıkır tıkır yapan ve de bu pek çok işi son derece mütevazı bir şekilde başaran organlardır.
Vücudunuzun ürettiği toksik maddelerin çoğunu böbrekleriniz süzüp atar. Asit-baz ayarınızın korunması (yani iç ortamınızın dengeli tutulması), sodyum ve potasyum dengesinin ayarlanması gibi görevleri de böbrekler yapar. İhtiyacınız olduğunda su tutan, gerektiğinde de fazla suyu idrarla atan çok özel bir “sıvı dengesi ayarı” sistemine de sahiptir. Bitmedi...
Kan basıncınızın dengelenmesinde görev alır, tansiyon düşünce onu yükselten, yükselince aşağıya doğru çeken düzeneklerle donatılmıştır. Böbreklerinizin marifetleri bunlarla da bitmez. Gerektiğinde kemik iliğinize kan hücrelerini üretme görevi veren “eritropoetin” isimli maddeyi de onlar üretir. Bağışıklık gücünüzü koruma ve sürdürmede de etkileri vardır.
Kısacası karın boşluğunuzun arka kısmında, bele yakın olarak yerleşmiş olan bu iki küçük organ yaşamsal pek çok işlevin merkez noktasıdır ve sadece bu işlevleri bile onları dikkatle korumanın ne kadar mühim olduğunu anlatmaya yeter...
NASIL KORUYACAKSINIZ?
Peki bunlardan hangisi size uygun, hangisi sizin için güvenli?
Daha doğrusu sorununuz kilo fazlalığı olduğunda kime, hangi diyete güveneceksiniz?
Bu soruların, özellikle en son sorunun tek cümlelik bir cevabı var: KENDİNİZE GÜVENİN!
Sorununuz fazla kilolarınızdan kurtulmak ise ister istemez hepimizin aklına diyet yapmak gelecektir. Oysa sorun sadece bu iki kelimeyle; “diyet yapmak”la sınırlı değildir. Sadece diyet yaparak sorunu yaşayanların en az yüzde 80’inde kilo sorunu Ç-Ö-Z-Ü-M-L-E-N-E-M-E-Z!
HER BEDEN FARKLIDIR
Her beden farklı nedenlerle yağlanır. Sorun kimi zaman genetik eğilim, kimi zaman metabolik/hormonal bozukluk, kimi zaman psikolojik problemlerle ilişkilidir.
Gelin bu bahar esaslı bir bedensel ve ruhsal temizlik başlatalım. Hem ruhumuzu hem de vücudumuzu detoksla rahatlatalım...
YORULDUK! Bu kış hepimiz gerçekten çok yorulduk. Sadece bedenen değil, ruhen de yorulduk. Öyle çok yorulduk ki geceleri o keyifli, o mışıl mışıl, o derin, o içinde kaybolup gittiğimiz, iliklerimize kadar dinlendiğimiz güzel uykulara hasret kalıp sabahlara yorgun uyanır olduk. Durduk yerde hissettiğimiz iç kıyılmaları, acıkma durumları, tatlı istekleri de onunla ilgili. Vücudumuzdaki şişmeler, su tutmalar, anlamsız yere tekrarlayan idrara çıkmalar, ekşime ve kaynamalar, hazımsızlık, şişkinlik gibi sorunlar, bizi olmadık yerde ve zamanlarda mahcup eden geğirme ve gazlar, ağzımızdaki metalik ve ekşi tat, dilimizdeki paslanma, boğazımızdaki yanma, neredeyse çamaşır değiştirecek kadar rahatsız eden kötü kokulu terleme nöbetleri de aynı nedene bağlı.
NEZLEYE DE NEDEN
Hiç tanışmadığımız kalp çarpıntılarının, göğsümüzün sol yanında hissettiğimiz ‘kuşkanadı vurması’ şeklindeki çarpıntıların, burnumuzdaki tıkanıklık, gözlerimizdeki sulanma ve kaşıntıların, gözaltlarımızdaki koyu/mor halkaların, yakamızı bir türlü bırakmayan soğuk algınlığı/nezle, öksürük, hapşırıkların, boğazımızdaki yanma ve acılıkların nedeni de o. Bitmedi! Son günlerdeki kaşıntı ve döküntülerin, kurdeşen ataklarının, baş ağrısı/migren nöbetlerinin, gece kramplarının, eklem, kas, kemik ağrılarının nedeni de o olabilir! Sizi konsantre olmada zorlayan, endişe, korku ya da güvensizlik gelgitleri arasında bunaltan da bence aynı sorundur. Sorunun boyutları ve belirtileri bunlarla da sınırlı değil. Saçlarınızdaki kuruma ve kırılmalar, cildinizdeki pullanmalar, el ve ayaklarınızdaki uyuşma, yanma ya da karıncalanmalar, ‘başınızdaki boşluk hissi/ baş dönmesi benzeri yakınmalar’, kulak çınlamaları ve uğultuların nedeni de muhtemelen o. O, ne mi? O bir “gri alan” sorunu. Hastalıktan da, hastalanmaktan da beter bir durum. Bir kirlenme hali. Bedenen ve ruhen bir “toksin denizinde boğulma!” durumu...
KİRLENDİK
Bu kış bedenlerimizden çok duygularımıza toksin yükledi. Bedenlerimizi de, ruhlarımızı da zannettiğimizden çok daha çok kirletti. Birbirimize yaptığımız kötü ve dikkatsiz davranışlar, ürettiğimiz kin ve garezler, düşündüğümüz yanlış şeyler, konuştuğumuz kirli sözlerle bu kış taşıyabileceğimizden daha fazla kirlendik ve daha çok temizlenme/detokslanma ihtiyacı içindeyiz.
Haydi temizliğe
GELİN bu bahar bugünden başlayarak esaslı bir bedensel ve ruhsal temizlik çabası başlatalım. Sadece hücre doku ve organlarımızı değil, sadece bedenimizi, fiziksel ve biyolojik yapılanmamızı değil, ruhumuzu da kirlerden, toksinlerden arındırmaya çalışıp şöyle sıkı bir detokslanalım!
Ayaklardaki çizgi ya da top şeklindeki mor-mavi kıvrımlı damarların görünür hale gelmesi, estetik kaygısı olan herkesi rahatsız eder. Aslında sorun sadece estetik de değildir, toplardamarların genişleyip kanla dolması ve içindeki kanı kalbe geri taşımakta zorlanması bir dolaşım bozukluğu problemine de işaret eder ve söz konusu sorun “varis problemi” başlığı altında incelenir.
Kanın kalbe yer çekimine rağmen aşağıdan yukarıya doğru pompalanabilmesini sağlayan organizasyon aslında oldukça karmaşık bir mekanizma sayesinde başarıya ulaşır. Sistemin en etkili bölümünü ise bacak adalelerinin kasılması ve solunum hareketi ile göğüs kafesimizde oluşan negatif basınç sayesinde kanın göğüs kafesine doğru çekilmesi teşkil eder.
Yürümeye başladığımızda bacak adalelerinin kasılması sayesinde toplardamarlardaki kan kalbe doğru -aşağıdan yukarı- pompalanmaktadır. Eğer yürümek yerine oturmayı veya ayakta hareketsiz durmayı tercih edersek, ayak kaslarının yaptığı pompalama etkisi azalacak ya da ortadan kalkacaktır. Ayrıca toplardamarların içindeki kapak yapılarının bozulması da kanın göllenmesini kolaylaştıran bir faktör haline gelecektir.
NEDEN OLUYOR?
Yaşlandıkça varis oluşması bir ölçüde normaldir. Ayrıca genetik eğilimin de etkili bir faktör olduğu düşünülmektedir. Kadınlarda erkeklerden daha sık görülmesi hormonal faktörler, hamilelik gibi süreçlerle ilişkilendirilmektedir.
Mesleği gereği uzun süre ayakta durmak zorunda olanlarda da varis problemiyle daha sık karşılaşılıyor. Aşırı sıcaklar, bacak adalelerinin zayıflaması, yüksek topuklu ayakkabı giyilmesi, kronik kabızlık, uzun süre doğum kontrol hapı kullanılması gibi faktörlerin de varis oluşumunu kolaylaştırdığı biliniyor.
Reflü sorununu en yoğun yaşayan meslek grupları; politikacı, bankacı, borsacı, bürokrat, gazeteci, sanatçı, öğretmen ve doktorlar. Bu meslek gruplarında stres düzeyi yüksek, beslenme düzeni genelde daha bozuktur. “Reflü özafajiti” probleminin oluşumunda romatizmal hastalıkların, mide fıtığının, ilaçların ve daha pek çok etkenin de rol oynadığını belirtelim.
NASIL OLUŞUYOR?
“Reflü”nün kelime anlamı “geri kaçış”tır. Süreç şöyle işler: Mideyle yemek borusu arasında ileri teknoloji harikası bir kapak sitemi var. Bu kapak sistemi sadece gıdaların yutulması esnasında açılıyor. Yiyeceklerin yemek borusundan mideye geçişine izin veriyor. Yemek borusu ile mide arasındaki bu kapak sistemi normalde asitli mide sıvısının ve mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçmasına asla izin vermiyor. Kısacası reflü hastalığı midenin giriş kapısının fonksiyonunun bozulması, asit özelliğindeki içeriğinin yemek borusundan geri kaçmasıyla bir dizi sorunun art arda sıralanmasından ibarettir.
BESLENME TARZI ÖNEMLİDİR
Reflü sorununun yaygınlaşmasından sadece stres sorumlu değil. Yeme içme alışkanlıklarındaki değişimler de bu sorunu tetikliyor. Ağır, bol yağlı yemekler, kafein, kola ve asit yükü fazla içecekler, yağ yüklü cipsler, gofret, bisküvi ve kekler reflünün başlıca suçlularıdır. Öğün atlayan, fast-food besinlere ağırlık veren, yemek öğünlerini ayaküstü atıştırmalarla geçiştiren, çiğnemeden yutup hızla yiyen, akşam öğünlerini geciktiren ve ağır yemekleri gece saatlerinde fazlaca tüketenler arasında reflü sorunun yaygınlaşması doğaldır. Alkol kullanımı ve sigara bağımlılığı yoğunlaştıkça reflüye yakalananlarının sayısı da artıyor.
STRES TETİKLEYİCİDİR
Eğer stresli biriyseniz, reflü sorununu siz de yaşıyorsunuzdur veya kısa bir gelecekte reflüyle siz de tanışacaksınızdır. 15-20 yıl önce adı sanı bile bilinmeyen bu önemli sağlık sorunu şimdi her 100 kişiden 20’sinde görülecek kadar yaygınlaştı. Aslında bir yetişkin hastalığı olmasına rağmen okul çocukları arasında bile görülmeye başladı. Üniversite, kolej sınavlarına hazırlanan “stres topu” çocuklarımız ve gençlerimizin bir kısmı ne yazık ki reflü sorunu yaşıyor.
BELİRTİLERİ TİPİKTİR
Hipoglisemi, sık karşılaşılan bir sorun. Kilo problemi olanların önemli bir kısmında hipoglisemi buluyoruz.
Kronik yorgunluktan, depresyondan, uyku bölünmelerinden yakınanların da çoğu hipoglisemik kişiler oluyor. Yemek sonrası uyuklamaların, çarpıntı ataklarının, baş dönmeleri, unutkanlıklar, baş ağrılarının arka planında da hipoglisemi yatabilir.
Sabahları keyifsiz uyanıp güne gergin başlıyorsanız, geceleri çamaşır değiştirecek derecede terliyor, gündüzleri sık sık tatlı krizleri yaşıyorsanız bunların da hipoglisemiyle ilişkili olabileceği aklınızda olsun.
Diyelim ki bu şikâyetlerle doktora gittiniz. Doktorunuz açlık ve tokluk kan şekeri, insülin değerlendirmeleri ile hipoglisemi teşhisi koydu.
Peki sonra ne olacak? Hangi ilaçlar yutulacak, hipoglisemi problemi ile nasıl baş edilecek?
Kısacası “ne yapacaksınız?” İşte size kısa bir yol haritası...
NEDEN TEKRARLAR?
Adipositlerin kök hücreleri yani preadipositler çoğalma yeteneğine sahiptir. Oysa olgunlaşmış adipositler çoğalmaz. Yalnızca dolup boşalabilir. Yağ aldırma operasyonlarından 4-5 yıl sonra alınan bölgelerin dolmaya başlamasının nedeni budur. Burada önemli olan, toplanan kök yağ hücrelerinin sayısı ve geride kalanların çoğalma hızıdır. İşte bunu etkileyen en önemli noktalar da yaş ve kalıtımsal mirastır.
NE YAPMALI?
Selülit uğraşısında pek çok uzman değişik önerilerde bulunuyor. Önemli olan kalıcı çözüm. Bunu elde etmenin yolu da kararlılık, süreklilik ve düzenlilikten geçiyor.