En azından yönetilebilir bazı sağlık sorunları nedeniyle başına olmadık işler açılmıştı. “İyi ve güzel hayat için kolay bir yol haritası ver hocam” diyordu. İşte, eski notlarımı ve başka uzmanların tavsiyelerini içeren o yanıt...
‘İYİ ve güzel bir hayat sürmek’ her insanın isteğidir. Yaş, ekonomik durum, köyde ya da kentte yaşıyor olmanız fark etmez. İsteyen, bu konuda azıcık kafa yorup özen gösteren her birey, iyi ve güzel bir hayatın kapısını aralayabilir. Kapının anahtarı sağlıktır. Sonrası, bu kapıyı ardına kadar açacak ve içeride yol alacak gayreti göstermek kalacaktır. İyi hayat yolu farklı taşlarla döşelidir. En başta genetik mirasımız gelir. Anne-babamızdan aldığımız genetik kodlar, daha sonra karşılaşacağımız sağlık sorunlarını veya sahip olduğumuz avantajları belirlemede etkili olacaktır. Biz bu kodları, doğarken avucumuzun içinde bulmuşuzdur. Dolayısıyla, bunların iyisini kabul edip kötüsünü reddetmek ya da dikkate almamak gibi bir lükse sahip değilizdir.
NERDEN BAŞLAMALI?
Hayat kalitemizi etkileyen yol haritamızın kolay mı, zor mu olacağını belirleyen tek unsur genetik mirasımız değildir. Ekonomik şartlarımız, refah seviyemiz, yaşadığımız çevrenin koşulları, eğitim durumumuz da etkilidir. Ve tabii ki alın yazısı. Ancak yine de, iyi eğitimli, nitelikli bir toplumsal ortamda hayat süren, korunma önlemleri alanlar, ‘alın yazısı’ sandığımız bazı sorunların üstesinden gelmeyi ya da onları en azından hafifletmeyi becerebilirler. Dolayısıyla, beslenmemiz, aktivite düzeyimiz, stresle ilişkimiz, uyku kalitemiz ve daha pek çok faktör yaşam kalitemizi etkiler. Bu faktörlerin nasıl, ne zaman, ne oranda hayatımıza gireceğini ise her şeyden evvel ‘verdiğimiz kararlar’ belirliyor. Bütün bunların da tek cümlelik bir özeti var: Hayatın senin elinde! İtiraf etmese de, yaşı kırkın üzerindeki her insan hayatını sorgulamaya başlar. Dahası, çaktırmak istemese de her birey daha genç, formda, sağlıklı, mutlu, keyifli bir hayat sürmenin çarelerini arar. İmkânları, eğitimi, kültürü ölçüsünde arayışlar içine girer. Bunun için servet dökmeye hazır olanlar bile çıkabilir.
SAĞLIĞIN ‘KISA YOLU’ YOK
İşi abartıp çok sayıda estetik ameliyat geçirenler, çok pahalı hapları ‘gençlik aşısı’ umuduyla kullananlar bile var. Bu biraz işin kolayına kaçma arzusundan kaynaklanıyor. Yoksa işi bu raddeye getirmeye hiç gerek yok. Sağlık kontrollerini düzenli yaptıran, sağlık sorunlarını vaktinde çözen, yaşam tarzı seçimlerinde ciddi hatalar yapmayan, hijyenik koşulları ciddiye alan, temiz ve güvenilir bir çevrede yaşamayı başarabilenler; iyi, güzel ve uzun bir hayat konusunda daha şanslı oluyorlar. Kısa vadeli, şipşak çözümlere başvurmalarına gerek kalmıyor. Hem fiziksel hem de ruhsal yönden sağlıklı bir yaşlanma süreci geçirebiliyorlar. Yaşları ilerlemiş bile olsa, bu gibi kişilere yaşlı demek aklımızın ucundan geçmiyor. Korkulması gereken “yaşlanmanın kendisi değil, beraberinde getireceği problemler”dir. Doğru yaklaşımlarla yaşlılıkla ilgili sorunları en aza indirdiğiniz zaman, hayatınızın bu dönemine ilişkin kaygılarımız kendiliğinden hafifleyecek, hayatınızın finalini yıldızların sönmeyen ışıkları altında oynamış olacaksınız.
Havalar ısındı. Bahar bu yıl da pek güzel başladı. Güneş mükemmel, doğa kendini yeniden yaratıyor, cemreler hayatı yeniden tanımlıyor. Yaşınız ne olursa olsun yeni ve güzel bir başlangıç yapma şansınız her zaman var ve bu bahar sabahı başlangıç için güzel bir fırsat. Hazırsanız eğer hemen başlayabilirsiniz...
BANA GÖRE
Araştırmalar bize açık ve net olarak şunu anlatıyor: Koroner kalp hastalığı sanıldığı gibi sadece erkeklere has bir sağlık sorunu değildir. Ellili yaşlar sonrasında kadınlar da erkeklerle aynı oranda risk taşımaktadır.
Önemli bir nokta da şu: Kalp krizleri kadınlarda erkeklerdeki gibi pek fazla gürültülü olmayabiliyor. Hatta bazılarında göğüs ağrısı hiç görülmüyor. Basit bir baş dönmesi, halsizlik, bitkinlik hali, izah edilemeyen bir yorgunluk bile kalp krizine işaret edebiliyor.
İşte bu nedenle ellili yaşlara yaklaşan her kadın mutlaka ama mutlaka bir kalp krizi değerlendirmesinden geçmek zorunda. Özellikle bel çevresi geniş, bilhassa 90 cm.den yüksek olan kadınların, sigara içenlerin, kolesterol sorunu olanların, ailesinde kalp hastalığı hikâyesi bulunanların bu bakımdan daha da dikkatli olmasında fayda var.
RİSKİ YÖNETMEK MÜMKÜN
Sağlık riski yönetiminin özellikle odaklandığı ve son derece başarılı olduğu alanlardan biri kalp riski yönetimidir. Uzmanlar birinci derece akrabalarınız arasında erkeklerde elli, kadınlarda elli beş yaş altında kalp krizi geçirenler varsa, kan şekeri yüksekliği, hipertansiyon, sigara kullanımı gibi riskleri taşıyorsanız, özellikle fazla kilolu, stresli, hareketsiz yaşayan biriyseniz kalp krizi riskinizi araştırmanızın faydalı olabileceğini belirtiyor.
Kalp-damar hastalıklarının da diğer pek çok hastalık gibi önlenebilir, hafifletilebilir, geciktirilebilir, kısacası yönetilebilir problemler olduğu lütfen unutmayın. Eğer riskim var mı diye düşünüyorsanız KALP RİSKİ BELİRLEME TESTİ size yardımcı olabilir.
KALP KRİZİ RİSKİNİZİ ÖLÇÜN
Kadınlarda kalp krizi riski 50’li yaşlardan sonra daha da artmaktadır. İşte yaşınıza ilişkin puan tablosu:
İsviçreli bilim adamları Basel Üniversitesi’nde bir grup gönüllü üzerinde özellikle “ay uykuyu etkiliyor mu?” sorusuna cevap aramışlar. Araştırmanın detaylarına çok fazla girmek istemiyorum. Elde edilen sonuçlar şunlar: Araştırmacılar ayın evreleri sırasında uyku durumunda değişiklik olduğunu bulmuşlar. Özellikle de dolunay zamanlarında uyku bölünmelerine daha sık rastlanmış. Ayrıca dolunayın başka etkileri de olabileceği anlaşılmış.
Mesela dolunay zamanı uykuya dalmada gecikmeler olduğu görülmüş. Dolunay geçtikten sonra eski uyku düzeni tekrar geri gelmiş. Dolunayda yavaş-dalga uykusunda -ki uykunun en derin evresidir- yüzde 30 azalma saptanmış. Anlaşılan dolunay uykunun derinliğini de olumsuz yönde etkiliyor.
Dolunay öncesi ve sonrası günlerde melatonin seviyesinde de azalmalar gözlenmiş. Bilindiği üzere melatonin uyku düzeyi, düzeni ve kalitesini derinden etkileyen bir hormon, azalması oldukça önemli bir bulgu. Zaten araştırmacılar da dolunayda genel uyku süresinde ortalama 20 dakikalık bir kısalma olduğunu saptamışlar.
Önemli bir bulgu da şu: Araştırmaya katılan katılımcıların tamamı en keyifsiz, en huzursuz uykularını dolunaya denk gelen gecelerde yaşadıklarını söylemişler.
Anlaşılan ünlü yazarımız rahmetli Necati Cumali’nin öykü kitabının ismi son derece doğru: Ay Büyürken Uyuyamam.
Hızlı kilo kaybı neden yanlış?
Hızlı kilo kaybı, özellikle 800 ve daha az günlük kalori kazanımının eşlik ettiği diyetlerle sağlanan kilo kayıpları kas erimesine yol açtıklarından -yani yağ yerine kas kaybettirdiklerinden- safra kesesi taşı, saç dökülmesi, kansızlık gibi sorunları tetiklediklerinden ve bağışıklık sistemini zayıf düşürdüklerinden kesinlikle tavsiye edilmiyor. Hangi yaşta olursanız olun, adına “şok diyet/açlık diyeti” gibi isimler eklenen diyetlerden uzak durun.
Yemekten sonra neden yorgun düşeriz
Kilo sorunu yaşayanların yanıt vermek zorunda olduğu ilk soru “Bu kiloları neden aldım?” olmalı. Ama maalesef çoğumuz aynı hataya düşüyor, bedenimizde biriken yağların neden ve nereden geldiğine cevap aramadan
alelacele yola koyuluyoruz.
Özellikle kilo sorununuz biraz abartılıysa, hele bir de soruna ek olarak diyabet, hipertansiyon, kalp hastalığı, romatizmal problemler, karaciğer yağlanması, gut ve benzeri problemleriniz de varsa en azından kilo sorunuyla bunları ilişkilendirmek adına yukarıdaki soruya mutlaka yanıt aramalı, “diyetti, ilaçtı, egzersizdi” her ne ise çözümler konusuna daha sonra bakmalıyız. Doğrusu budur...
Nedenine gelince...
Sık karşılaşılmalarına rağmen ciddiye alınmayan bazı sorunlarımız var. Biz onları ciddiye almayız ama keyfimizi kaçırıp huzurumuzu bozdukları için onlar hep gündemdedir. Ayrıca önemsiz gibi görünen bu sorunlar bazen sonradan ortaya çıkabilecek ciddi hastalıkların ilk habercileri de olabilirler.
Yorgunluk, güçsüzlük, halsizlik, vücudun farklı yerlerinde ortaya çıkan ağrılar, uyku kaçmaları, kas krampları, kalp çarpıntıları, odaklanma/konsantrasyon güçlükleri, göz kararmaları, anlamsız acıkmalar, tatlı krizleri bu sorunlardan en sık karşılaşılanlarıdır.
Bunlara cilt kurumalarını, saç tırnak bozulmalarını, unutkanlık/bellek zayıflamalarını da ekleyebiliriz:
Dilinizdeki yanmalar, ağzınızdaki kurumalar, cildinizdeki kaşınmalar, karnınızdaki şişlik/şişkinlik/gaz yığını, ishal ya da kabızlık durumları da bu tür sorunlardandır ve gözümüzden kaçan çok önemli bir nokta da şudur:
Bu sorunların çoğu ise beslenmenizdeki hatalarla birebir ilişkilidir.
Nedeni her ne olursa olsun baharın ilk günlerinde ortaya çıkan bu durumun, kısa süreli ve hafif bir yorgunluk olduğunu unutmayın. Eğer ciddi ve ilerleyici bir yorgunluk sorunu yaşıyorsanız, arkasında önemli bir bedensel veya ruhsal problemin olabileceğini göz ardı etmeyin.
Bence yorgunluğun en romantik hali bahar yorgunluğudur. Şarkılara, şiirlere konu olan bahar yorgunluğunun nedenleri tam olarak bilinmiyor. Hidroklimatik şartlarda meydana gelen değişiklikler yüzünden olabilir. Havanın iyon dengesindeki farklılaşma da yorgunluğa yol açabilir.
Belki de yorgunluk yeni mevsime uyum sağlamaya çalışan vücudun verdiği bir tepkidir. Bazılarına göre ise bahar aylarında yoğunlaşan alerjiler bu yorgunluğun en önemli nedenlerinden biridir. Mevsim dönüşlerinde ortaya çıkan ısı ve nem oynamaları, aydınlık ve karanlıkta geçen saatlerdeki kaymalar ve daha pek çok nedenin bu yorgunlukta rolü olduğu düşünülüyor.
Baharla birlikte ortaya çıkan bu geçici yorgunluk hali, genellikle birkaç haftadan fazla sürmez. Nedeni her ne olursa olsun baharın ilk günlerinde ortaya çıkan bu durumun, kısa süreli ve hafif bir yorgunluk olduğunu unutmayın.
Eğer ciddi ve ilerleyici bir yorgunluk sorunu yaşıyorsanız, arkasında önemli bir bedensel veya ruhsal problemin olabileceğini göz ardı etmeyin.
Uzayan bir yorgunluk problemini sakın, “Bahar yorgunluğudur”, diyerek önemsemezlik etmeyin. Baharla birlikte ortaya çıkan bir yorgunluğun arkasında gizli bir depresyon, gözden kaçmış bir kansızlık, farkına varılmamış bir tiroit yetmezliği ya da vücudunuzun herhangi bir yerindeki bir enfeksiyon olabilir.
AKLINIZDA OLSUN!
Olabilir! Eğer biraz dikkat eder de basit birkaç ayrıntıyı ciddiye alırsanız kilolarınızdan kurtulmanız mümkündür. İşte “diyet listelerinin yüzünü bile görmeden” kilo vermenin “ilk 10”u...
1-Güzel uyuyun: Uykusuzluğun kilo almaya, iyi ve güzel bir uykunun ise kilo kaybına sebep olduğu biliniyor. Uyku yoksunluğunun iştah artışı ve tatlı düşkünlüğüne yol açtığı çoktan kanıtlandı.
2-Şekeri azaltın: Çaya, kahveye şeker ilave etmeyi bıraktığınız, gazlı şekerli, kolalı içeceklerden vazgeçtiğinizde otomatik olarak kilo vermeye başlarsınız. Unutmayın, bir kutu kolalı içecekte ortalama 10 küp şeker kadar şeker ilavesi var.
3-Yeşil çay ve bol su için: Günde 4 fincan yeşil çay metabolizmanızda ciddi bir hızlanma sağlayabilir. Şeker ilave etmediğiniz ve içecek olarak meşrubatlarda da vazgeçtiğiniz takdirde işiniz daha da kolaylaşacaktır. Su içmek de kilo kaybını destekliyor.
4-Porsiyonlarınızı küçültün: Ne yerseniz yiyin ama porsiyonlarınızı yüzde 25 oranında küçültmeye bakın. Porsiyonun küçüklüğünü fark etmek istemiyorsanız daha küçük tabaklar kullanın.
5-Sebze ağırlıklı beslenin: Katı bir vejetaryen olmayın ama et ve süt ürünlerini bir kenara bırakıp yoğun sebze ağırlıklı bir beslenme planı uygularsanız kilo vermeniz kolaylaşacaktır.
6-Alkolden uzak durun: Alkolün her türlüsü kilo aldırır. Özellikle miktar kaçırıldığında alkol bir obezite davetçisine dönüşebilir. Sadece alkolden uzak durmak size haftada en az 800-1000 kalorilik bir tasarruf sağlar.
Sayıları şimdilik az olsa da bilimsel veriler çikolatanın nitrik oksit üretimini de arttırdığını gösteriyor. Damarlarınızda fazla miktarda nitrik oksit dolaşması ise daha sağlıklı damarlar ve daha çok cinsel güç anlamına geliyor.
Nitrik oksit önemi son yıllarda daha iyi anlaşılan bir molekül. Her şeyden önce o mükemmel bir damar dostu. Damarların iç yüzeyini koruyor, damar içi basıncı düşürüyor, damar bütünlüğünü güvence altında tutuyor.
Ayrıca etkili bir damar genişletici gibi de çalışıyor.
Viagra ve benzerlerinin (Cialis, Levitra) sertleşme sağlayıcı güçlerini damar duvarındaki nitrik oksit miktarını arttırmaktan aldıkları hatırlanırsa, “çikolata-nitrik oksit-cinsel güç” bağlantısı daha kolay anlaşılıyor. Hatta “bitter çikolata=Viagra” gibi bir durum bile söz konusu olabilir diye düşünenler bile var!
Nitrik oksidin sadece damar bütünlüğünü korumada değil, kan basıncını dengeleme ve kanserden korunmada da önemli faydaları var. Özellikle yüzde 80’in üzerinde saf olan çikolatalar (bitter, yani siyah çikolatalar) güçlü birer nitrik oksit üreticisi olmaları yanında mükemmel birer “flavanoid-polifenol” deposu gibiler. Bu polifenoller bedenin antioksidan savunma gücünü de arttırıyor.
Ama yine de şu önemli noktayı asla göz ardı etmememiz lazım: Çikolata, kalorisi yüksek bir besin. Hele bir de içine tam yağlı süt, bitkisel yağlar, fındık, fıstık, ceviz ve benzeri kalori arttırıcılar eklendiğinde kalori sorunu daha da önemli hale gelebiliyor.
Kısacası çikolata cephesinde önemli gelişmeler var. Yakın bir tarihte yumurta ve çay gibi çikolatanın da aklandığını, hatta siyah çikolatanın “sağlığa iyi gelen lezzetler” listesinin ilk sıralarına yükseldiğini görürseniz sakın şaşırmayın.
Egzersiz için en uygun zaman hangisi?