Ve gelin yeniden hatırlayalım: Melatonin beynimizdeki özel bir salgı bezinde (epifiz) üretilip salgılanan, görevi uykuyu düzenlemek, uyku ritmini yönetmek ve uykuya kalite katmak olan önemli bir doğal moleküldür. Kısacası melatonin “UYKU TAKIMIMIZ”ın değişmez patronudur ve zaten bu nedenle de ona “UYKU ANTRENÖRÜ” de denilmektedir. Bitmedi! Bu hormon ayrıca biyoritmimizi de düzenlemekte, biyolojik saatimizi ayarlama görevlerini de üstlenmektedir.
Değişmez kural şudur: Aydınlık, özellikle yapay ve yoğun aydınlık melatonini kaçırır, karanlık ortamlar ise bu hormonun salgılanmasına zirve yaptırır. Zaten bu nedenle de melatonine “KARANLIKLAR HORMONU” adı da verilir. Peki, bu kadar önemli ve vazgeçilmez ise bedenimiz/beynimiz nasıl daha çok melatonin üretecek ve o melatonin nasıl daha iyi korunup kollanacaktır? Yanıt için sıradaki kutuya geçebilirsiniz.
İYİ BİLGİ
MELATONİN NASIL KORUNUR
AŞIRI ışık, yoğun aydınlık hali, özellikle parlak ışıklı ortamlar melatonin seviyemizi azaltıyor. Melatoninin uzun kış gecelerinde daha fazla, kısa yaz gecelerinde ise daha az salgılandığı biliniyor. Ayrıca yaz ya da kış olması fark etmiyor, eğer yeteri kadar melatonininiz varsa uykusuzluk sorununa yakalanma ihtimaliniz ciddi ölçüde azalıyor. Diğer taraftan melatoninin üretimi ve saklanması zamana karşı da çok hassas. Uyku saatinizi kaçırırsanız, yatağa girmekte fazlaca geç kalırsanız ya da uyku saatinizi sık sık değiştirirseniz melatonin seviyeniz düşmeye başlıyor. Bunu da neticede “uykuya dalmada zorlanma, uyku süresinin kısalması ve uyku kalitesinin düşmesi” izliyor. Eğer yeteri kadar melatoniniz yoksa siz uyuduğunuzu zannediyorsunuz ama beyniniz ve bedeniniz bu uykudan yeterince yararlanamıyor. Sonrası mı? Kaçsın gece uykuları, gelsin sabah yorgunlukları... Bölünsün uykular, devreye girsin kronik yorgunluklar...
Önemli bir hatırlatma daha: Melatoninin en büyük düşmanlarından biri de bilgisayar, cep telefonları ve tabletlerin yaydığı “MAVİ IŞIK”tır. Özellikle akşam saatlerinde gözlerinizi mavi ışıktan mutlaka ve ısrarla uzak tutmalı, eğer mecbur değilseniz en geç saat 21.00’de mavi ışığa veda etmelisiniz.
HATIRLATMA 1
(Takımın diğer 3 vazgeçilmez oyuncusu ise sağlıklı beslenme, kaliteli uyku ve sınırsız huzurdur.) Zaten bu nedenle de kronik hastalıklardan korunmanın, keyifli bir hayat sürebilmenin, formda ve zinde kalabilmenin en önemli vazgeçilmezlerden biri olan “YÜRÜYÜŞ” için bugüne kadar bu köşede sanırım en az 200’den fazla yazım yayımlandı. Ama üzülerek görüyorum ki çoğumuz ısrarla ve hâlâ bu vazgeçilmez “İYİ HAYAT ANAHTARINI” kullanmamakta kararlıyız, inatçıyız, kısacası Y-Ü-R-Ü-M-Ü-Y-O-R-U-Z!!! Oysa yürümeden iyi hayatı kurgulamak mümkün olmaz, olmuyor, olmayacak.
Ve birkaç gün önce fark ettim ki bu kötü gidişten şikâyetçi olan sadece ben değilim, başkaları da var. Hatta bunlardan biri, Annabel Streets isimli bir hanımefendi, üşenmeyip oturmuş “YÜRÜMENİN 52 YOLU” isimli bir kitap bile yazmış. İsterseniz gelin, bugün köşemizin önemli bir bölümünü o kitaba ayıralım...
İYİ BİLGİ
NEDEN HER GÜN YÜRÜMEK ZORUNDAYIZ
Annabel Streets’e göre, “Yürümek sadece adım saymak veya egzersiz yapmak değildir. Yürümenin, fiziksel ve zihinsel sağlık açısından bizi mutlu eden yan etkileri(!) vardır. Ancak yürümenin verdiği keyif, adım sayısından kat kat fazladır... Düzenli yürüyüş yapmak milyonlarca insanın ‘diyabeti yenmesine, kalp hastalıklarından korunmasına, kanseri önlemesine, kan basıncını düşürmesine, kilo vermesine, depresyon ve kaygıyla mücadele etmesine ve çok daha fazlasına’ da yardımcı oluyor. Önemli bir çalışma bize düzenli egzersiz yapmanın yılda yaklaşık 4 milyon erken ölümü önlediğini gösteriyor. Yürümenin yılda en az 8 milyon ölümü önleyebileceğine inanan bazı epidemiyoloji uzmanları ise bu rakamı az bile buluyor. Başka bir bilimsel çalışmanın tahminlerine göre ise egzersiz sayesinde -sıkı durun(!)- 35 kronik hastalığın önüne geçilebiliyor.”
Aynı zamanda bazı biyolojik verilerimizi de dikkatle izlememiz gerekir. Zira o veriler sayesinde sağlığımız daha güçlü, dirençli ve sağlam kalabiliyor. Ve yine o veriler sayesinde muhtemel bazı sağlık tehditleri çok daha erken dönemlerde fark edilip önlenebiliyor. Bakın o biyolojik verilerin ilk 10’unda neler var...
KESİP SAKLAYIN 1
BU RAKAMLAR EZBERLENMELİ
1- D VİTAMİNİ: İdeal olarak 50’nin üzerinde, 100’ün altında olmalıdır.
2- DEMİR VE FERRİTİN: 50’nin üzerinde tutulmalıdır.
3-
Ve yine umarım ki bu güzel bayramı zor koşullar içerisinde yaşamak ve kutlamak zorunda kalan depremzede kardeşlerimizi -özellikle de çocuklarımızı- unutmamışsınızdır. Şükürler olsun ki deprem bölgesindeki zorlu kış şartları geride kaldı. Ama unutmayalım ki bazı zorluklar hâlâ var ve o zorluklar hâlâ devam ediyor. Bazı ihtiyaçlar hâlâ var ve yeni ihtiyaçlar devreye giriyor.
ÖNERİM VE DİLEĞİM ŞUDUR: Yaklaşan yazla birlikte bölgedeki insanlarımızın YAZLIK GİYECEKLERE ve DİĞER YAŞAMSAL MALZEMELERE ihtiyaçları olacak. Ve bu bayram bizim o ihtiyaçları düşünmemiz ve karşılamamız için planlar yapmanın en uygun zaman dilimidir. Lütfen bu dileğimi dikkatle ve ısrarla değerlendirelim. BAYRAMINIZI KUTLUYOR SAĞLIK, HUZUR, MUTLULUK, ŞİFA VE BEREKET DİLİYORUM.
KESİP SAKLAYIN
BEYİN DOSTU 10 ÖNERİ
İnternette turlarken karşılaştığım ve değerli yazar Mümin Sekman’dan alıntı olduğunu öğrendiğim “beyin dostu” önerilerden bazılarını sizinle de paylaşmak istedim. Daha güçlü, daha üretken, huzurlu ve keyifli bir beyin ve düşünce sistemi isteyenler bana göre bu önerilerden mutlaka istifade etmeliler. İşte o önerilerin ilk 10’u...
İLK 5
Hepimiz çok iyi biliriz ki bayramlar bolluk, bereket, güleryüz, şefkat, kardeşlik ve hoşgörü demektir. Neticede de her bayram ruhumuzu da bedenimizi de adeta doğal bir “ilaç gibi etkilemekte”; bize iyilik, bize huzur ve bize şifa vermektedir.
Bayramlar barıştırır, bayramlar affettirir. Gerçek anlamıyla yaşandığında her bayram sadece başkalarıyla değil, kendimizle yaşadığımız çatışmaları bile hafifletip sakinleştirir. Bütün bunları da bize adına sadece ve kısaca “maneviyat” dediğimiz muazzam bir güç, bir mucize, bir mükemmellik anahtarı sayesinde getirir. Kısacası bayramlar iyiliktir, kardeşliktir.
Ramazan Bayramınızı en içten dileklerimle kutluyor, sağlık, mutluluk ve huzur diliyorum.
İYİ BİLGİ 1 İNSÜLİN DİRENCİ NEDEN ÖNEMLİ
İnsülin direnci muazzam bir problem. Öyle ki neredeyse her 4 yetişkinden en az 1’i insülin direnci problemi yaşıyor. Ve bu problem bizi “obeziteden karaciğer yağlanmasına, safra kesesi taşlarına, hipertansiyondan şeker hastalığına, kalp ve beyin krizlerinden erken bunamaya, farklı kanserlerden romatizmal sorunlara, bağışıklık zayıflamasından uyku apnesi ve horlamalara” kadar değişen, sayıları sınırsız pek çok sağlık sorunuyla baş başa bırakabiliyor. İşte bu nedenle özellikle bazı “işaretler” söz konusu olduğunda, hele bir de “aile hikâyeniz”de “kilo sorunu, hipertansiyon, diyabet gibi meseleler de bulunduğunda” mutlaka ama mutlaka “Acaba bende de insülin direnci olabilir mi?” sorusuna cevap aramanızda fayda var. Peki, nasıl? Son derece basit: İnsülin direnci testi yaptırmalısınız.
İYİ BİLGİ 2
İYİ BİLGİ
BAŞ AĞRITAN NEDENLER SAYMAKLA BİTMİYOR
BAŞIMIZI ağrıtan pek çok neden var. Bunların bazıları üstelik çok önemli ve tehlikeli de olabiliyor. Mesela beynimizde gelişen bir tümör, bir damar kesesi (baloncuk/anevrizma), beyin dokusu veya zarındaki bir iltihaplanma hali (ansefalit/menenjit) başımızı ağrıtabiliyor. Bu tür baş ağrılarına “birincil baş ağrıları” deniyor.
Ama ne iyi ki baş ağrılarının çoğu, altta yatabilecek önemli ve tehlikeli hastalıklar nedeniyle oluşmuyor. Çoğu baş ağrısı gerginlik, stres, uykusuzluk, sıvı kaybı (susuzluk), açlık gibi bildik, güncel ve sıradan (!) nedenlerle ortaya çıkıyor. Özellikle gizli susuzluğun ve kalıcı uykusuzluk sorununun altını önemle çizmek isterim. Bu gruptaki sorunlarla ortaya çıkan baş ağrıları için “ikincil baş ağrıları” tanımı kullanılıyor. “Peki hocam, ikincil baş ağrılarının en yaygın olanı hangisi?” diyorsanız, ben size hiç düşünmeden ve anında “Bugünlerde gerilim baş ağrıları başımızı ağrıtan bir numaralı sorundur” yanıtını verebilirim. Peki, neden? Nedeni net ve açık: ÇOK GERİLDİK! Kimimizi EKONOMİ, kimimizi PANDEMİ, kimimizi TERÖR ve SAVAŞ İKLİMİ, kimimizi de yaklaşan SEÇİMLERİN TAHMİNİ gerdi, geriyor ve muhtemelen de germeye devam edecek. AMAN DİKKAT!
KESİP SAKLAYIN 1
SİSLİ BEYİN 10 BELİRTİ
Göğüs ağrısı, özellikle de sol omuza ve kola yayılan, hatta zaman zaman boyun ve çeneye bile vurabilen göğüs ağrılarının muhtemel bir kalp krizinin habercisi olabileceğini çoğumuz biliriz. Ama unutmayalım ki muhtemel bir kalp krizi göğüs ağrısı olmadan da kapımızı çalabiliyor. Hatta, en ciddi, ağır kalp krizlerine bile zaman zaman ağrı eşlik etmeyebiliyor. Bu duruma en çok da “ŞEKER HASTALARI”nda ve “KADINLAR”da rastlanıyor. Özellikle menopoz dönemindeki kadınların göğüs ağrısı olmadan da kalp krizi geçirebileceklerini bilmelerinde fayda var. Bu gibi durumlarda krizin işaretleri sadece “baş dönmesi, yorgunluk, halsizlik, terleme, bulantı, aşırı bir bitkinlik hissi ve benzeri işaretler” olabiliyor.
KALP KRİZİ
KİMLERİN RİSKİ DAHA YÜKSEK
1- Aile büyükleri özellikle anne, baba ve kardeşleri arasında erken yaşlarda (50 yaş ve altı) kalp krizi geçiren akrabaları bulunanların...
2- HDL kolesterolü düşük (özellikle 40 yaş ve altı), trigliseridi yüksek (300 ve üstü) olanların...
3- Bel çevresini geniş (erkeklerde 100, kadınlarda 88 santimetreden fazlası), göbeğini büyük tutmakta ısrar edenlerin...
4-
EPA ve DHA olması fark etmiyor, omega 3 yağlarının her ikisi de sağlığımız için muazzam işlere imza atıyor. Kısacası “Neden daha çok Omega 3 kazanalım?” sorusunun yanıtını, “sağlığını korumak, güçlü, formda ve fit kalmak isteyen herkesin” bilmesi gerekiyor. DHA ve EPA’nın marifetlerine gelince...
KESİP SAKLAYIN: OMEGA 3’ÜN 10 MARİFETİ
1-Belleğimizi daha güçlü yapmak ve tutmak için daha çok DHA’ya ihtiyacımız var.
2-Kalp aritmilerini önlemek için EPA vazgeçilmez bir güç.
3-Daha güçlü bir bağışıklık sistemi için EPA da DHA da önemli.
4-Kanın akışkanlığını artırarak pıhtılaşmasını ve dolayısıyla kalp krizi, inme ve felç riskini azaltmak için özellikle EPA’ya her yaşta çok ihtiyaç var.
5-İyi kolesterolümüzü artırmak ve aşırı trigliserid yükümüzü azaltmak için de bol bol EPA kazanmalıyız.