Benim önerim “savaşmak yerine anlaşmak” yolunu tercih etmenizdir. Yaşlılığın getirebileceği muhtemel sağlık sorunlarını önceden belirlemeye, gerekli tedbirleri almaya ve akılcı seçimler yapmaya yönelmenizdir. Nedenine gelince...
SÜLEYMAN DEMİREL SORDU
DOKTOR NUH GEMİSİNİ NE ZAMAN İNŞA ETTİ
40 yıllık hekimlik hayatımda binlerce insanla tanışmak ve onlara yaşlılık yolculuklarında yol arkadaşlığı yapmak fırsatı ve şansını elde ettim. Bu fırsatların en önemlilerinden biri ise kuşkusuz 9. Cumhurbaşkanı rahmetli Süleyman Demirel ile birlikte geçirdiğim zaman dilimleri ve yaptığımız sohbetler oldu. O sohbetlerden birinde ve yine bir sabah kahvaltısında rahmetli Süleyman Demirel bana hayat dersi niteliğindeki şu soruyu sordu: “DOKTOR, NUH GEMİSİNİ NE ZAMAN İNŞA ETTİ? Tabii ki tufandan çok önce! Sen benim yaşlanma planımı hazırlarken de aynen böyle yap!”
O dersi hiç unutmadım ve unutmayacağım. Bilelim ki yaşlanmak zaman zaman ciddi zorlukları olabilen ama genelde güzel bir yolculuktur. Ve o yolcukta da karşımıza çıkabilecek problemleri nasıl, ne şekilde ve ne ölçüde yarasız beresiz atlatabileceğimiz yapacağımız ön hazırlıklara, önceden alacağımız tedbirlere ve yapacağımız hayat tarzı seçimlerine bağlıdır.
D VİTAMİNİ SORULARI
Ne var ki hâlâ ve ısrarla uyku sorunlarımızı ciddiye almıyor ve uykularımızı sabote etmeye devam ediyor, uyku hijyeninin kurallarını bilerek ya da bilmeyerek çiğniyoruz. İsterseniz gelin, gündüzlerin uzayıp gecelerin iyice kısaldığı bu güzel bahar hafta sonunu uyku hijyeni meselesine ayıralım. Ve yine isterseniz gelin şu “UYKU HİJYENİ” meselesi neymiş onu detaylarıyla anlamaya çalışalım...
İYİ BİLGİ
Uykusuz her gece...
Bilelim ki sadece ne kadar uyuduğumuz, uykumuza yeterli bir süreyi ayırıp ayırmadığımız, uyku meselesinin çözümünde tek belirleyici değildir. Uykunun süresi kadar kalitesi de hijyeni de önemli ayrıntılardır. Uyku hijyeni meselesi ise sağlık gündemimize yeni yeni giren önemli bir kavramdır.
Gecenin ilerleyen saatlerine kalmadan uykuya dalabilmek, o uykuyu horlamalarla, uyku apneleriyle, gece terlemeleriyle, idrar sıkıştırmalarıyla ve daha pek çok sabotajcıyla kalitesini bozmadan aralıksız sürdürebilmek, yeterince karanlık, kâfi derecede serin, olabildiğince sessiz ve rahat bir ortamda güvenlik hissinden kuşku duymadan mışıl mışıl uyuyabilmek ve bu süreçte kandaki “melatonin/adenozin dengesi”ni ısrarla koruyabilmek ve daha pek çok ayrıntı uyku hijyeni başlığının altında yer alır.
KESİP SAKLAYIN
Zira neleri ne miktarda yiyip içtiğiniz kadar yediklerinizi nasıl hazmettiğiniz/sindirdiğiniz de önemlidir. Diğer taraftan sindirim sisteminiz, içerdiği milyonlarca sinir hücresi organizasyonu, milyarlarca bağışıklık hücresi kümelenmesi ve sayıları 100 trilyonu geçen bakteri içeriği ile adeta muazzam bir “iç bilgisayar” gibidir. Ve o iç bilgisayardan çıkan veriler siz fark etseniz de fark etmeseniz de, sizi sağlıklı da kılabilir hasta da edebilir. Kısacası bağırsaklarınız ve genelde de sindirim sisteminiz sağlığınızın belirleyici organizasyonlarından biri, hatta merkez üssü gibidir. Nedenine gelince...
ÖNEMLİ DİSBİYOZİSE DİKKAT
BAĞIRSAKLARIMIZDA muazzam bir mikrobiyolojik denge var. Bu denge esas olarak faydalı ve zararlı bakteriler ile mantar hücreleri arasında. Bu dengenin bozulmasına “disbiyozis” deniliyor. Disbiyozis son yılların en yaygın sağlık problemlerinden biri. Özellikle kontrolsüz, dikkatsiz, ölçüsüz ve gereksiz yutulan antibiyotikler ise disbiyozis sorununun bir numaralı nedeni. Diğer taraftan beslenme yanlışları ve başka faktörler de disbiyozise yol açabiliyor. Özellikle kontrolsüz alkol tüketimi, yağ muhtevası yüksek beslenme seçimleri disbiyozisi tetikleyebiliyor. Tekrarlayan ishal atakları, karın ağrısı, şişkinlik, gaz, yorgunluk ve bitkinlik halleri, eklem ve kas problemleri ise disbiyozis sorununun ilk işaretleri olarak kabul ediliyor. Kısacası bağırsaklardaki biyolojik dengenin korunması son derece önemli. Nedenini merak ediyorsanız bir sonraki kutuya göz atabilirsiniz.
YENİ BİLGİ PSİKOBİYOTİKLER NE YAPIYOR
BAĞIRSAKLARIMIZDA yerleşen ve adeta birer sağlık görevlisi gibi hareket eden probiyotik bakterilerin her birinin farklı marifetleri var. Kimi bizi daha mutlu kılan seratonini üretirken (enterekoklar), kimi de seratonin yanında uyku destekçisi melatonini ve enerji tetikçisi B3 vitamininin hammaddesi triptofanı imal edebiliyor (bifido bakteriler). Bu arada psikolojik durumumuzu değiştirebilen hatta bizi depresif bir ruh haline bile sokabilen, yani davranışlarımızı olumsuz yönde etkileyebilen bazı bağırsak bakterileri de var. Kısacası bağırsağımızda taşıdığımız o trilyonlarca bakterilerden bazıları bizi ruhsal yönden etkileyip depresif ya da mutlu biri yapabiliyor. Bu bakterileri “psikobiyotikler” olarak adlandıranlar bile var.
MUHTEMEL BİLGİ PARKİNSON’UN TETİKÇİSİ DE DİSBİYOZİS OLABİLİR
3-4
Yine o araştırmaya bakılırsa “gülümsemesini bilen” ve sorun ne olursa olsun olup bitenlere olumlu duygularla yaklaşmasını becerebilenler, kötümser ve depresiflere oranla yüzde 44 daha az kalp hastalığı riskine sahipti. Gülümseyebilmenin iyice zorlaştığı bugünlerde bu bilgi şimdi daha önemli ve “Gülümsemesini bilmeyen hayata dükkân açmasın!” diyen Gani Müjde, kesinlikle haklı!
Unutmayın! İçten bir gülümseme, hele hele keyifli bir kahkaha atabilme özellikle yaşadığımız zor ve sıkıntılı şu günler için neredeyse bir numaralı ve en etkili, en ucuz “doğal ilaç”tır. Hafta sonuna girerken daha çok gülümseyebilmek ve daha mutlu ve keyifli bir ruh hali için ilk adımları atabilmek adına bakın neler yapabiliriz?
KESİP SAKLAYIN
MEGADOZ SERATONİN İÇİN
Antidepresan haplara paçanızı kaptırmamak istiyorsanız...
İLK 5
Kanıt olarak da bir araştırmayı gösteriyor: “42 bini aşkın otopsi çalışmasını inceleyen bir araştırmada vakaların yüzde 100’ünde 100 yaşından uzun yaşayan kişilerin yaşlılık nedeniyle değil, hastalıklarına yenik düştükleri için hayatlarını kaybettikleri ortaya çıktı.”
Dr. Greger’a göre, ileri yaşlarda olmak/yaşlanmak yakın zamana kadar bir “hastalık” olarak kabul ediliyordu. Ama gelin görün ki insanlar yaşlanma nedeniyle değil, hastalıkları nedeniyle en çok da kalp krizi nedeniyle hayata veda ediyordu. Ve yine Dr. Greger’a göre, “ÖLÜMLERİN ÇOĞU ÖNLENEBİLİR VE ÇOĞU ÖLÜM NE YEDİĞİMİZLE İLİŞKİLİDİR”.
İşte bu nedenle başlıktaki soruya hepimizin kafa yorması ve yanıt aramasında fayda var. Özetle bu yazının son cümlesi aslında daha en baştan bellidir: NE YEDİĞİNİZE DİKKAT EDİN!Bugün size Greger’dan özetlediğim 3 beslenme bilgisi paylaşıyorum. Hazırsanız buyurun...
BESLENME NOTU 1
KIRMIZI ETE ÇOK YÜKLENMEYİN
Nedenine gelince...
İYİ BİLGİ
PROBLEMİNİZ ‘HORMONAL BİR DİRENÇ’ OLABİLİR
EĞER kilo verme çabasına girdiğiniz bir dönemde “beslenme ve aktivite ikilisi”ne gereken dikkati göstermenize rağmen fazla kilolarınızdan kurtulmakta zorlanıyorsanız aklınıza öncelikle şu dört hormonal problem gelmelidir. Bu problemlerin de genellikle gözden kaçtığı, çoğu zaman da sinsi seyrettiği bir kenara özenle not edilmelidir. Peki, o problemler nelerdir?
UNUTMAYIN
YAĞ BİRİKTİKÇE SİSTEM TIKANIYOR
BEDENİMİZDE özellikle göbek çevremiz ve iç organlarımızda yağ birikmesi, metabolizmamızın dolayısıyla sağlığımızın en önemli düşmanıdır. Bir taraftan “yağlanan karaciğer”in insüline gösterdiği direncin artması, diğer taraftan alınan kilolarla biriken yağların “yağ-kas oranımız”ı bozması metabolizma hızımızı düşürmekte, kilo verme direncimizi harekete geçirmektedir. Kısacası kilo almayı önlemek, alınan kiloları vermekten çok daha kolay bir süreçtir. Bu bilgiyi, özellikle “Fazladan birkaç kilonun sözü mü olur? Nasıl olsa daha sonra veririm!” diyenlerin kulaklarına küpe etmesi gerekir. “Neden kilo veremiyorum?” sorusunun yanıtını şimdi daha rahat verebiliriz...
Üzülerek belirteyim, yakın zamana kadar D vitamini ile ilgili bilgilerimiz kısıtlıydı. Biz doktorların çoğu bile bu mucize vitaminin sadece kemiklere ve dişlere iyi geldiğini, çocuklarımızı raşitizm belasından, bizi de osteoporoz tehlikesinden koruduğunu düşünürdük. Kısacası tıp dünyası D vitamininin önemini -maalesef- yeteri kadar bilmiyordu, henüz yeni yeni farkına varıyor. Bir başka deyişle “Güneş giren eve doktor girmez” atasözünün değerini biz de yeni yeni anlıyoruz. Yeni araştırmalar ise bize D vitamininin “kanserden korunma” ve “mevcut bir kanser ile mücadelede” de işe yarayabileceğini gösteriyor. Detaylar için buyurun...
İYİ BİLGİ 1
MUCİZE MOLEKÜL: 1.25 DİHİDROKSİ VİTAMİN D3
GÜNEŞİN yoğun olduğu Afrika kıtasında kuzey ülkelerinde sık görülen bazı kanserlere, örneğin kolon ve meme kanserlerine daha az rastlanıyor. Araştırmalar güneşten gelen o mucizenin öncelikli nedeninin ise D vitamini olduğunu gösteriyor. İşte bu nedenle kanserden korunmada da mevcut bir kanserle daha etkili mücadelede de bedenimizde yeterli miktarda D vitamini stokunun bulunması çok önemli bir ayrıntı.
İYİ BİLGİ 2
Her gün düzenli yürümek vazgeçilmez hedefimiz olmalı. Bu hedef de eğer mümkünse 10 bin adıma yaklaşmalı. Peki, bilimsel veriler ne diyor? Araştırmalar, özellikle 70 yaş üstü için sihirli rakamın “günde 7 bin 500 adım” hedefi olduğunu gösteriyor. Eğer günlük adım sayımız 4-5 bini geçiyorsa da -genelde her yaş için- bu rakamlar sağlığınız için yeterli olabiliyor. Peki, 10 bin adım fikri nereden çıktı? Sıradaki kutuya geçebilirsiniz...
BİR BİLGİ
10 BİN ADIM BİR REKLAM SLOGANIDIR
10 bin adım fikrinin arka planında bir reklam kampanyasının sloganı var. Bu kampanya adım sayısını ölçen ilk aletleri pazarlayan bir Japon firması tarafından hazırlanıp devreye sokulmuş. Ne var ki 10 bin adım rakamını hâlâ telaffuz ettiğimize göre, reklam kampanyası hedefine de fazlasıyla ulaşmış. Peki, bu konuda bilim ne diyor? Kampanyadaki rakamı ne ölçüde doğruluyor? Yanıt için şimdi de diğer kutuya geçelim...
İYİ BİLGİ
HARVARD ARAŞTIRMASI: EN AZ 5 BİN
Harvard